DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (9.BÖLÜM)
ÇİNDE KADIN MÜCADELESİ;
1940'larda, yani devrim öncesi erkek yetkisini yıpratan etmenlerden bazıları şunlardı: Kadınların kentlerde çalışması, karma eğitim, gençlik kültürünün gelişmesi ve ortaklaşmacı parti (komünist parti) vb. 19. yy'da kadınlar toplumun baskısına karşı ve resmi evliliklerden kaçmak için canlarına kıymanın yanısıra diğer bir kaçış yolu bulmuşlardı: Din arayıcılığıyla kadın hoşnutsuzluğunu gidermeye çalışmıştır. Örneğin Tao mezhebi kadınlar için bir seçenek oluşturuyordu. Kadınlar manastırlarda bir çıkış yolu bulmuşlardı. İrade dışı geliştirilen evliliklere tepki o kadar çoktu ki, devlet, aileleri tarafından dışlanmış kadınlara ev kurmak zorunda kalmıştır. Çin'de kadın direnişi emperyalizme ve kapitalizme karşı gelişen genel tepkiler bağlamında ortaya çıkmıştır ve böylelikle ilk kez toplumsal seçenekle birleştirilmiştir. 1911 Devrimi öncesi dernekler illegal örgütlenme mecburiyetindeydiler. Bu dernekler siyasi içerik taşıyorlardı ve kadınlar da bunlar içinde yer alıyorlardı. Onlara özel saygınlık tanınmasına rağmen, yüksek görevlere gelemiyor ve karar yetkisinden yoksundular. Daha sonra kaba taslak üzeri tüm üyelerine eşitlik veriyordu. Bu gizli dernekler, 1911 Devrimi sonrasında yoğun desteklerinden ötürü legalleşir. Kadınların bu dönemde askeri birlikte savaştıkları söylenir. Ancak bu devrim kadınlara sırf ayakbağlarının sarılmaması bakış açısını sağlamıştır. Devrim sonrası bu dernekler siyasal misyonlarını yitirip ya mafyalaşmış ya da solcu siyasal örgütlere karışmışlardır. Ülkenin bazı yerlerinde kadınlar, özellikle casus ve gözetleyici olarak önemliydiler. Erkeklerle siyasi çatışmayı önlemek için kadınlar özerk dernekler kurarlar. Bu dernekler, çoğu kez dulları güvenceye almak amaçlı, kadınlararası dayanışma dernekleriydi. O dönem kadınlar için varolan kötü iş koşul ve şartlarına karşı kadınlar eyleme geçmiş, kısa vadeli grevler örgütlemişlerdir.
1912'de kadın direnişi içindeki genç aydınlar eşitlik için meclise saldırmışlardır. Birinci Paylaşım Savaşı esnasında evlenme yasası ile aile içinde kadının konumu tartışılır olmuştur. Bu kadın dernekleri, kadının devrimcilikteki gücünü ortaya çıkarmalarında önemli rol oynamışlardır. 4 Mayıs 1919'da, Japon emperyalizmine karşı başlatılan mücadelede kadınlar da yer almışlardır. Tartışma, araştırma ve iletişim kurma kümeleri oluşturdular. Amaçları halkı aydınlatmak ve Japon mallarına karşı halkı boykota götürmeydi. 1900 yılının başlarında Mao, değişik gazetelere yazdığı yazılarında kadın haklarını savunmuş ve kadınları da emperyalizme karşı mücadeleye çağırmıştı. Mao birçok yazısında canına kıyan kadınları işlemiş ve bu pasif direniş biçimini şöyle eleştirmişti: 'Canına kıyıp ölmek yerine, insanın ancak amansız bir savaşımından sonra ölmesi gerekir. Bu savaşımının amacı birinin beni öldürmesini istemek de değil, kişinin kendi yaşamının gizli gücünü kavramasında yatar.' Kuşkusuz Çin Devrimi'nin kadın sorununa yaklaşımında devrimin liderliğini yapan Mao'nun, kişiliği ve ilişki tarzı etkili olmuştur. Yaşamında da göreceğimiz gibi kadın sorununa yaklaşımı çok fazla köklü olmamış, yanılgılar taşıyabilmiştir. Mao, aile içinde egemen olan babasına karşı bir ittifaka yönelmiştir. Bu konuda dayandığı birincil ittifak annesidir. Annesinden etkilenişi sonraki yıllarda Mao üzerinde önemli etkilerde bulunacaktır. Anneye aşırı bağlanma kadının gerilikleriyle savaşımda ya da kadını özgürleştirme savaşımında yeterince yoğunlaşmama ve derinleşmemeyi de getirmiş olabilir. Mao, kadın özgürlüğü konusunda belli adımlar atmışsa da, bu konuda köklü bir çözüme veya bakışa ulaşamamıştır. Fakat kadın sorununa bakışta yerleşik geleneklere karşı çıkıp, reddedişi önemlidir. Babasıyla sık sık kavga ettiği bilinmektedir. Bu anlaşmazlık babasının onu 13 yaşındayken kendisinden büyük bir kızla evlendirmek istemesiyle son kerteye varmıştır. Bu evliliği kabul etmeyip, evden kaçmış ve babası kararından vazgeçene kadar eve dönmemiştir. Çarpıcı olan; küçük erkek çocuklarının kendilerinden büyük kızlarla evlendirilmelerinin nedeni erkek çocuk erginleşinceye kadar kızın emeğinden ev işlerinde yararlanmaktır. Böylesi bir geleneğe Mao'nun karşı koyuşu, kadının Çin koşullarındaki durumunda ilk isyanını ifade eder. Mao bu olayı değerlendirirken, 'Kadın kurtuluşu için mücadeleyi başlatma nedeni' demektedir. Mao, bu süreçteki kadın hassasiyetini de şöyle ortaya koymaktadır: 'Göğün yarısı kadınların omuzlarındadır.' Mao bu konuda yazdığı makale ve yazılarında, 'kadınların devrimci ordusu, kadınları maddi-manevi özgürlüğü yok etmeye çağıran bütün şeytanları yok etmeye çağırır' belirlemesini yapmıştır. Mao, bir profesörün kızı olan eğitimci Yang Kay Huy ile evlendiğinde, karısı için Peking de 'benim için gerçek bir dosttu' diye belirtir. Mao'nun bilinçlenme ve faaliyetlerinde bu kadın ona büyük destek ve yardım sunar. O dönem bu evliliklerin önünde sorun olarak duran görev -aşk sıralaması Mao'nun da bu çelişkiyi yaşayıp onu çözüme sevketmesini sağlar. Bu pratiklerin üzerine çıkan sonuçları ve değerlendirmelerini evlilik sorunları üzerine 'Delikanlılara ve genç kızlar öğüt'isimli makalesinde dile getiren Mao, 'kadınlar da erkekler kadar güçlüdürler ve yeni bir toplumun inşasında çok büyük etkileri vardır' demektedir.
Mao, eşinin ölümünden sonra, bir köylü kızıyla ikinci evliliğini savaş esnasında yapar. Böylesi bir ilişkiye, köylü bir kadını yüceltme temelinde yaklaşılmış olsa bile eşit ve özgürleştiren bir ilişki olmadığı ve aradaki düzey farklılığının önemli bir sorun olduğu açıktır. Burada kadın sorununa eğilmedeki derinlik eksikliği bir önder açısından önemli bir yetersizlik olmakla birlikte, savaşın en kızgınlaştığı koşullarda evcil bir yaşama zemin sunan bu yaklaşım, genel anlamda kadın kurtuluşu ve özgürlük çalışmalarının yanında, savaşın pratik yakıcılığı açısından da büyük bir sorun teşkil edecektir. Mao, ikinci eşiyle 8 yıl evli kalmasından sonra boşanıp üçüncü eşi olan bir tiyatro sanatçısıyla evlilik yapar. Bu evliliği, Çin Komünist Partisi'nde önemli eleştiri ve muhalefete neden olur. Eşine Çang Çing ismini kendisi verir. Böylesi bir yaklaşım aslında çok derinlerde yatan geleneksel erkek ölçülerinin barındırıldığını gösterir ve bize hemen Yaratılış Mitolojisindeki, Adem'in kaburgasından Havva'nın yaratılması ve ona isminin Adem tarafından verilmesini çağrıştırmaktadır. Mao, bu evliliğinde sanata ve edebiyata büyük bir ilgi duyar. Kadın yazarların kendini özgür kılma mücadelesini destekler. Mao her ne kadar bu evliliğini güç veren bir ilişki olarak değerlendirse de gerek evliliğin gerçekleşme tarzı ve gerekse Mao'nun ölümünden sonra karısının bu manevi etkinin arkasına gizlenerek kendini örgütlemeye çalışması göz önüne getirildiğinde önderliğin niteliği, kurumlaşması ve devrimin kalıcılaşması açısından bu evliliğin büyük sorunlara yol açtığını görebilmekteyiz. Çin Devrimi'nde Mao'nun katkılarıyla da olsa, önemli bir kadın potansiyelinin savaşta özgürleşmesi ve kendi cins kimliğiyle iktidarlaşması için yeterli bir açılım sağlanılmamıştır. Genel söylem ve bazı reel sosyalist pratiklerde görülen kaba şematik olayın salt niceliğine önem veren anlayış kırılamamıştır. Mao'nun öncelikli adımını Kültür Devrimi oluştursa da, bu, süreklileştirilmemiştir. Devrimin önderi Mao'nun geleneklere karşı radikal kopuş tutumu özgürlükle buluşturulmada eksik kalabilmiştir. Aslında pratik sorunlara ilişkin belli çözüm modelleri geliştirilse de, kadın sorununun köklü çözümüne ilişkin geniş perspektifler ve ufuktaki zayıflıklar bu pratik yaklaşımları da, zaman içinde tutuculaştırmış ya da farklı koşullarda bir çözümsüzlüğe itmiştir.
Genel olarak kadın özgürlüğünün toplum özgürlüğüne bağlı olduğu savunuluyordu, bundan ötürü Çin'de kadın hakları savunuculuğu ulusçuluk akımı ile birlikte gelişmiştir. Bazı kadın dernekleri ve örgütler özgür evlilik, oy hakları ve kişisel özgürlükleri konusunda düzenlemeler yapmışlardır. Özgürlük coşkusu daha çok kentlerde genç kızlar içerisinde yayılmıştı. Bu diğer kadınlara da sıçradı. Genç kızlar düzene tepkilerini saçlarını keserek yansıtıyorlardı. 1927'de ortaklaşmacılarla (sosyalistler), ulusçu parti (milliyetçiler) birbirinden ayrıldı. Ulusalcılar bu ayrımdan sonra kadın konusunda anlaşmazlıklara düşmüşlerdi. Onlar artık liberal kadın hareketlerinin taleplerini bile radikal bulur düzeye gelmişlerdi. Buna karşın ortaklaşmacılar kararlı tutumlarının devamını sürdürmekteydiler ve hatta parti dışı kadın savunucularının desteklerini kazanmışlardı. 1935'de Japonya'ya karşı savaşta ortaklaşmacılar kadın çalışmalarını daha da hızlandırarak, ulusçuların denetimindeki kentlerde de kadın özgürlüğünü destekleyenlerle ilişki kurdular. 1949'da kurulan Bütün Çin Demokratik Kadınlar Federasyonu'nu bile ortaklaşmacılara sempati duyuyorlardı. Bu örgütlülüklere rağmen Çin kadınları, uzun yürüyüşte önemli rol kazanmamışlardır. Savaşa katılan kadınlar olmuşsa da, bunlar genelde geri cephede kalmışlardı. Kuo Ch'un-Ch'ing gibi kadınların savaşta aktif yer alabilmeleri ancak erkek kılığına girmeleriyle mümkün olmuştur. Kuo Ch'un- Ch'ing, savaşta ordunun verdiği on yüksek ödülü almasına rağmen ancak yaralandığında kadın olduğu anlaşılmıştır.
Ortaklaşmacılar, ulusçulara karşı zafere ulaşıp yetkiyi ele geçirdikten sonra kadın sorununda bazı değişiklikler yapmışlardır. Bunlar ilk başta toprak reformu, devrimci evlenme yasası ve çoğulcu çiftliklerde ortaklaşmacı yaşam birimlerindeki yaşam olanaklarıydı. 1949'da kabul edilen anayasa şunları belirtiyordu: 'Çin Halk Cumhuriyeti, kadınları kölelik altında tutan derebeylik dizgesine son vermiştir. Kadınlar siyasal, ekonomik, kültürel, eğitsel ve toplumsal yaşamda erkeklerle eşit haklardan yararlanacaklar. Erkekler ve kadınlar için evlenme özgürlüğü yürürlülüğe girmiştir.' Evlilik yasası, toprak yasasıyla birlikte 1 Mayıs 1950'de çıkarıldı. Bu yasa erkeğin kadın üzerindeki üstünlüğünü yıktı, evliliklerdeki zorlamalara son verdi. Tekeşliliği ve eşit yasal hakları güvenceye aldı. Ancak bu yasaların pratiğe geçirilmesi kolay olmamıştır. Bu değişikliği halka taşıma görevi bütün Çin Demokratik Kadınlar Birliği'ne verildi. Bu dönemlerde kadınlar üst düzey yönetimlerde de yer almaya başladılar. Örneğin Sağlık Bakanı, Ulusal Çocuk Esirgeme Kurumu, Halka Yardım Kurulu'yla, Çin Yardım Enstitüsü Başkanı ve Adalet Bakanı kadınlardı. Kadının iş koşulları da yasal güvence altına alınmıştı. Tüm bu sorunların en karmaşığını ise cinsellik sorunu oluşturuyordu. Tarihte ilk kez Çin kadınları cinselliğin üremeden ayrıldığı bir durumla karşı karşıyaydılar. Bunun koşulları Çin devleti tarafından yaratılmıştı. Mao'nun devrim sonrasındaki kültür devriminde bile kadın etkinliğinden söz etmek mümkün değildir. Ancak kültür devriminin aile üzerindeki etkisi de inkar edilemez. Kadın eskiye oranla daha iyi bir konuma gelmiş, ancak siyasi ve toplumsal merkezlerde kadın hala çok az temsil ediliyordu. Koşulların değişmiş olması düşüncedeki eski kadına bakış açısını yıkamamıştır. Günümüzde Çin kadınının eşitliğe ulaşamadığı göz önündedir.
KÜBA DEVRİMİNDE KADINLAR
N- Vietnam devriminde kadın;
Kapitalizmin azgelişmiş ülkelerin sömürgeleştirilmesinde uyguladığı baskılar birbirlerinden çok farklı değildir. Bu baskı biçimi, kadınlar için de benzerlik gösterir. Ataerkilliğin bir gereği olarak köle sahibi, köleler ayaklanıncaya kadar kurulu düzeninde gülücükler dağıtmaya devam eder. Sömürgeleşme; kurbanlarının gelişmesini, eşitliğini ister ama, sadece kendi çizdiği sınırlar içinde. Bu da kölelerin isyana kalkmasında yine efendilerinin aracılığı olduğunu gösterir. Sömürgecilerin kadınları ise, sömürü aracı haline getirilmiş, ırk ve cins emperyalizminin en iyi savunucuları olmuşlardır. Bunlar; üstünlüklerinin güvence altında olmadığından, cinsel ve ırksal kıskançlıkla bütünleşerek, hemcinsi yerli kadınlara düşmanlık duyar. Kentlerde ise sanayiyle birlikte ırk ve cins açısından işbölümünün farklılığı gelişmiştir. Yerli seçkin sınıf içindeki kadınlara ayrıcalıklı işlerde çalışma hakkı tanınsa da, eğitim ve iş fırsatı konusunda bu olanak görece bir azınlığı içerir. 1920'lerle 1930'lu yıllarda, gelişmekte olan ülkelerde, kapitalist toplumlarda orta sınıf kadınlarının 'eşitlik' istemi temelinde yeni bir kadın hakları savunuculuğunun (feminizm) ortaya çıktığı görülür. Buralarda burjuva sınıfının bulunmayışı, Batılılaşma eğilimleri içinde devlet desteğiyle kabulu istenir. Köylerde ise kadınların bireysel direnişinin zeminleri yoktur. Buna, geleneksel toplum ilişkileri izin vermez. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin devrimci mücadeleyle bütünleşmesi kadın sorununa değinmeyi gerektirir, ancak böyle durumlarda bile birçok sorun yaşanır, çünkü erkekler devrime katılan kadının, gelenek düzenleriyle ilgili eski yapılarını düşündüklerinden, erkeklerin erkekçe davranışlarıyla karşı karşıya kalırlar.
Sömürünün en yoğun yaşandığı ülkelerden biri olan Vietnam'da kadınlar babalarının, kocalarının ve en büyük oğullarının hakimiyetlerine boyun eğmek zorunda kalıyorlardı. Erkek egemenliğini pekiştiren bir olgu da dindi. Erkek egemenliğini destekleyen Konfüçyus, 'halk ve kadınlar bilinçsizdir, kötü içgüdülerle doludur ve onların eğitilmeleri zordur' sözü, kadının toplumdaki durumunu bir kat daha artırmıştır. Bütün bunlar Çin Devrimi'nde olduğu gibi kadının canına kıymasını beraberinde getirmiştir. Birçok sömürüyle başbaşa kalan Vietnam köylüleri açlık ve kıtlıktan dolayı köylerini bırakıp kentlere göçederek, maden işleri, dokuma fabrikaları gibi en ağır işlerde çalıştılar. Buralarda kadınlar sadece ekonomik sömürüyü değil, kendilerine uygulanan özgül baskıyı da yaşadılar. Yasal korumaların dışında bırakılıyorlardı. Kentlerde sürekli genelevler açılıyor, sömürgeciler istedikleri kadının kendilerine fahişelik yapmasını istiyorlardı. Yüksek sınıf Vietnam erkekleri ise yükselme fırsatlarını kaçırmamak için sömürücüleri olan Fransızlara kadınlarını sunabiliyorlardı. Kentlerde küçük kadın azınlıkları eşitliği savunsalar da bir akım haline gelememişlerdi. Çünkü tüm insanların yoğun şiddet altında yaşamaları söz konusudur. Ama 1930'da kurulan Hindiçini Ortaklaşmacı Partisi (1951'de adı Vietnam Emekçi Partisi olarak değiştirildi), kadın mücadelesini, sınıf ve ulusal mücadeleyle bütünleştirerek, 'kadın sorununu' ana konu olarak saptar. 1931'de parti birleşik oturumunda alınan kararda, Vietnamlı kadınlar toplumun en çok ezilen kişileri olarak belirlenmiştir. Kazanacakları kaybettiklerinden daha çok olacak olan kadınlar, bu partinin kadın örgütüne girerek, önce sömürücü Fransızlara, sonra da Amerikalılara karşı savaşmışlardır. Bunlar illegal yöntemlerle fabrikalara, pazarlara ve emekçi kitlelere ulaşıp, Fransızları teşhir ediyorlardı. Bu kadınlar yakalandıklarında hücrelere dolduruluyorlar, yoğun işkenceden geçiriliyorlar ve öldürülüyorlardı. Vietnamlıların direniş geleneği, bitmek bilmeyen savaşın akışında, acı çekme konusunda kadınlarla erkeklerin durumunu eşitlerken, neredeyse çocukların durumunu da bu seviyeye çıkartmıştır. Kuzey'de Fransızlara karşı gerilla savaşlarına kadınlar da katılmış, ama bu katılımları yolları onarmak, yaralılara bakmak, haber taşımak ve gizlenmek için yerler bulmak vb dışına çıkmamıştır. Hatta kale sorumluluğu dahi yapan kadınların yine de yaptıkları, savaşta öncülük eden, savaş yönetiminde yer alan erkeklerinkiyle eşit olmadığı görülmektedir. Güney'de ise koşullar gereği cephe ile cephe gerisi diye bir fark olmadığından, kadınlar daha önemli konumda yer almışlardır. 1950'li ve 60'lı yıllarda kadınlar hala barışçı başkaldırı eylemleri düzenliyorlardı. Ama böyle eylemlerin koşulları bile olanaksızlaşıyordu. Bu olanaksızlığı aşağıdaki örnek daha iyi açıklamaktadır: '17 Aralık 1960'da, Mython'da 16 yaşındaki Truang Thi Bay bir bayrak taşıyarak göstericilerin önünde yürüyordu. Polis tarafından vurularak öldürüldü. Yeri hemen, sıra ona gelince ağır bir biçimde yaralanan 18 yaşındaki Nyuyen Thi Be tarafından dolduruldu. Üçüncü bir kız öne geçti ve o da öldürüldü. Ama göstericiler dalga dalga ilerlemeyi sürdürdü, sonunda askerler silahlarını indirdiler.'
Güney Vietnam'ın özgürlüğü için 1961'de emekçi kadınlar, aydınlar ve kız öğrencilerin katılımıyla Kadınlar Birliği kuruldu. Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi Merkez Komite üyeliği yapan ve kadınları, Kadınlar Birliği'nin çatısı altında örgütleyen Le Thi Rieng aktifliği ve mücadeleye verdiği yararlarla tanınır. Saygon zindanları direnişinde katledilen Le Thi Rieng, Vietnam kadınlarının da sembolüdür. Burada da kadınlar savaşın yanında, köylerin özgürleştirilmesinde ve sınır bölgelerinde yeni yönetimlerin oluşturulmasında sorumluluk almışlardır. Hatta bir kadın ilk defa kumandan yardımcısı seçilmektedir. Savaşı yüreğinin derinliklerinde dahi yaşayan Vietnamlı kadınlar kapitalizmin silahları altında emperyalizmi ve işbirlikçilerini daha iyi tanıyorlardı. Bir seferinde il başkanlarına, hükümet temsilcilerine, din kurumlarına karşı gösteriler düzenleyip, 'Amerikan emperyalistleri Güney Vietnam'dan dışarı' gibi sloganlar atıp, tutuklu kadınların bırakılması için dilekçeler düzenlemişlerdi. Resmi yetkililer ise, onlar karşısında yenik düşüp tutuklu kadınları salıvermek zorunda kalmışlardı. 1950'den sonra kadınlar yapılan toprak reformuyla eşit pay hakkına sahip oldular. Anayasa eşit hakları ve eşit ücreti ve analık iznini güvence altına almıştı. Sendika yasaları ve çalışma sigortası tüzükleri de kadınlar için yeni düzenlemeler yapmıştı. Ama resmi desteğe rağmen kadınlar siyasete katılmayı ikinci sırada sürdürüyorlardı. Kadınlar eğitimsizlikleri, yetersizlikleri ve duygularından dolayı pratikte yetersiz kalıyorlardı. 1960'lı yıllardan sonra bu durum değişmeye başlamış, kadınlar için yüksek öğrenime verilen değer artmıştı. Sanatın yanısıra mühendislik ve farklı uygulama alanlarında eğitim görüyorlardı. Kadınlar işgücünün yarısını oluşturmalarına rağmen niteliklilik konusunda erkeklerle eşitliği sağlayamasalar da endüstri alanında yer alıyorlardı.
1960'larda Beş Eşitlik Tasarısı'nın -savaşta, emekte, ailede eşitlikte, parti önderliği ve yöneticiliğinde son olarakta toplum yönetiminde- somutlaştırılmasının önemi ortadadır. Aynı dönemde parti kurultayında kadınların ezilmesine karşı sürekli savaşım üzerinde durulsa da erkek bakış açısı değişmemişti. Kuzey'deki Kadınlar Birliği de kadın devriminin üç aşamasından bahseder, bunların başında birçok kadının kendini erkekten aşağı gördüğü kişiliğini, sonra siyasete katılım ve son olarak da ailedeki eşitliğe dikkat çeker. 1960 Evlenme Yasası'yla o zamana kadar varolan çokeşlilik yasadışı kabul edilir. Ho Şhi Minh bu yasa üzerine; kadınların kendilerini güçlendirip erkeklerin özgürleşmelerini beklememeleri için savaşarak özgürlüklerini kazanacaklarını belirtmiştir. Vietnam kültüründe uzun savaş dönemlerinin güçlendirdiği özveri Ortaklaşmacı Parti'nin savaşım, özveri ve toplumsal kararlılık töreleriyle birleşir. Bu Vietnamlılar için cinsel özdenetimi de beraberinde getirir. Ama bu özellikler Güney'de ABD birliklerine açılan genelevlerle ters düşer. Cinsel baskı cinsel özgürlük düşüncelerini yaşatmalarını olanaksız kılmaktadır. Yaşanan tüm bunlara rağmen Vietnamlı kadınlar kendi sömürücülerinin kadınları da olsa kadın özgürlüğü içindeki kadınlara ulaşma inceliği içindedirler.
Küba devriminde kadın;
''Bize devrimin yaptığı en devrimci işin ne olduğu sorulsa, yanıtımız kesinlikle şöyle olmalıdır: Ülkemizin kadınları arasındaki devrim...'' (Fidel Castro) Kübalı kadınların devrim öncesi durumu oldukça gelenekseldi. Kadın ancak erkeğin kölesi olma, ana olma ve haz nesnesine dönüşme hakkına sahiptiler. Küba toplumunda oldukça fazla sınıf ayrılıkları vardı. Bu ayrım, sırf sınıf ve cinsler arası görülmemekte, aynı zamanda ırklar arası da yoğun yaşanmaktaydı. Ayrıca sömürge içinde farklı sömürü biçimleri söz konusuydu. Başkalarının sırtından geçinen katmanlar, hükümetin yönetici azınlığı olan subaylar, fabrikatör ve toprak sahipleri vs. Bu farklılıklardan ötürü ülke çapında değişik yaşam koşullarına rastlamak mümkündü. Havana'da yoksul kesimlerin yaşam koşulları oldukça kötüydü. Erkekler genellikle işsizdi. Emekçi sınıf kadını hem sınıf hem de cins olarak sömürülüp aşağılanmaktaydı. Köylü kadınların durumu her bakımdan daha ağırdı. Toplumun en yoksul kesimine -bunlar anayollarda yaşıyorlardı- 'desalajdar'lar deniniyordu. Bu desalajdların en alt kesimini siyah ve melezler oluşturuyordu. Bunların arasında bile deri rengine göre hiyerarşi sömürü sistemi mevcuttu. Topluma damgasını vuran bu ağır sömürü biçimini en belirgin olarak kadınlar yaşıyordu. Bundan ötürü genç siyah kadınlar sırf fahişe ya da kabare dansçısı olarak belirli bir 'ilgiye' sahip olabilirlerdi. Kübalı kadınların köleliğe ve İspanyol sömürgeciliğine karşı mücadelelere katıldıkları bilinmektedir. Küba'da uzun acılara sabırla katlanan bir yiğit kadın geleneği vardır. 1860'da İspanya'ya karşı yapılan savaş esnasında, bağımsızlık akımının ileri gelenlerinden oluşan bir toplantıda Ana Betcancourt isimli bir kadın tarafından eşit haklar isteği ortaya atılır. 19. yy'da kadınlar için oy hakkı talep eden bir kadın hareketi ortaya çıkar.
1934'de Kübalı kadınlar oy hakkını elde ederler. Bunu diğer biçimsel eşitlik hakları izler. Bu yasal eşitlik kadının ekonomik ve kültürel boyuneğmesi arasındaki çelişkiyi daha bariz bir biçimde ortaya çıkarır. 19. yy'ın ünlü bir devrimcisinin annesinin adını taşıyan Maceo Kızıl Ordu Kadın Taburu kuruldu, ancak savaş koşulları kadının savaşta aktif yer almasına olanak tanımıyor gerekçesiyle savaşta zaten sayısal olarak az olan kadınlar arka cephede tutuluyorlardı. Savaş sırasında köylü kadınlardan oluşan bu tabur gerillacıların bile eleştirisine uğrar. Onlara göre kadınların yapabileceği tek iş hemşirelik ya da aşçılıktır. Savaş kadın işi değildi. Ama Fidel Castro bu yaklaşıma karşı oldukça diretici olmuştur. Nitekim Castro'nun, Batista'ya karşı ilk ulusal ayaklanmayı gerçekleştirilirken kadınlarla birlikte oluşturduğu 170 kişilik bir grupla Jan Trago'daki ilk baskını gerçekleştirmesi onun kadına yaklaşımının göstergesi olmuştur. Ve kadınların yer alışını devrimci savaş sırasında moral verici bir unsur olarak da değerlendirilebilmiştir. Sayıları az da olsa aktif savaşa katılıp şehit düşen bayan militanlar da olmuştur. Lydia ve Clodmira bunlardan sadece iki örnektir. Ernesto Che Guevera savaş anılarında Lydia için şöyle yazar: 'Kübalılar bir kadından buyruk almaya alışık değildir. Onun öylesine sınır tanımayan bir gözüpekliği vardı ki, erkek ulaklar onlardan çekiniyordu. Bana 'Bu kadın Maceo'dan daha erkek ama hepimizi ölüme sürükleyecek. Yaptıkları delilik. Ama şimdi oyun oynayacak zaman değil' diyen -birinin hayranlıkla içerlemenin karıştığı- düşüncelerini çok iyi anımsıyorum.' Bu alıntıdan da anlaşıldığı gibi, kadının özgürlük olanağından yararlanmasının yolu, erkek gibi olmasıdır. Erkekler bu tür kadınlara saygı gösterip hatta hayranlık duyabiliyorlardı, ancak tüm kadınlar hakkında düşüncelerini dönüştürmeye yannaşmıyorlardı. Devrim sonrası, 1960'da Kübalı Kadınlar Federasyonu kuruldu. Federasyonun başkanlığını Fidel Castro'nun baldızı olan Vilma Espin yapmaktaydı. Bu federasyon kadının hem üretime girme önünde engel teşkil eden, hem de kadının siyaset ve toplumsal olaylara katılmasını engelleyen 'bilgisizliğe' karşı savaş açmıştır. Federasyon güçlü bir kadın kitlesine dayalı gelişmediği için pratikte son derece gösterişli girişimler sergilemişlerdir. Programında ilk etapta çocuk bakım olanaklarını ve kadını geleneksel rolünden kurtarmak için gereken toplumsal kolaylıkları hayata geçirmeye çalışmıştır. Federasyona katılan kadınlarda zamanla siyasi bilinç gelişir. Ayrıca erkek ve kız çocukları için aynı askeri eğitim verilmesine dahil yasa da vardı. Orduda kadın subaylar da yer alıyordu. Tüm bu çabaların ve değişikliklerin amacı, Kübalı kadının evden dünyaya açılımını sağlamaktı.
Devrim sonrası ülke ekonomisindeki gereksinim, kadının üretime katılımına ihtiyaç duyar. Bu, kadının bağımsızlığı için de önemli bir olguydu. Kadınlar üretimin hemen hemen tüm sahalarında yer almalarına rağmen, kısa zamanda kadın-erkek ayrımı (işbölümü) ortaya çıkmıştır. Kadınlar çalıştıkları yerlerde çoğu zaman kadın işi olarak kabul edilen hafif işlerde, eğitim sektöründe ve gıda işlerinde çalışıyorlardı. Federasyon, 'kadınlara uygun işlerle ilgili eski düşünceyi' yok etmek için çalışmıştır ve bir ölçüye kadar başarılı olmuştur. Kadınlar zaman içinde geleneksel kadın işi olmayan, örneğin motorlu-taşıt onarımı, soğutucu mühendisliği, traktör sürücülüğü, kent tasarımcılığı, raportörlük vb. sahalarda da çalışmaya başlamışlardır. Ancak sorumluluk isteyen kilit görevlerde kadınlara hala tepki gösterilmektedir. Aileler ve erkekler kadınların eğitim görmelerine karşı çıkıyorlardı, ancak kadının arkasında devrim yetkesi bulunuyordu. Erkekler bu değişikliklere yasaları bozmadan karşı çıkamıyorlardı. Çalışan veya öğrenim gören kadın bunu toplum ve devrim çıkarına yaptığı için karşı çıkmak karşıdevrimci olmak demekti, ki buna açıktan da cesaret edemiyorlardı erkekler. Fidel Castro, cinsel ve ırksal baskı kapitalizmde sona ermedikçe, sırf üretim araçlarının kamulaştırılmasıyla bu tür baskıların ortadan kalkmayacağını savunmaktadır. Bundan ötürü özel sömürüye maruz kalmış kadın gruplarının kendi özgül baskılarına karşı devrim içinde devrim savaşı vermeleri gerektiğine inanmaktadır. 'Neredeyse salt kadınlara özgü olduğu düşünülen işlevler arasında çocuk sahibi olmak da vardır. Üreme insan toplumu içinde doğal olarak kadının en önemli işlevlerinden biridir. Ama kadına doğa tarafından verilen ve onları ev içindeki bir dizi günlük işin tutsağı haline getiren de kesinlikle bu işlevdir.' Küba'da kadını toplumsallaştırma ve onun salt kendi çocuğuyla sorumlu olmasını sona erdirmek için çalışmalar yürütülmüştür. Buna ekonomik açıdan da ihtiyaç duyuluyordu. Kadını ev işlerinden uzaklaştırmakla birlikte, 'ev işlerini kim yapacak?' sorusu ortaya çıktı. Bu sorun çözülmedikçe kadın toplum için tam verimli olmayacaktı. Federasyon bu soruna kısa vadeli çözüm olarak yarım günlük iş olanağını ortaya çıkarttı. Ancak bu süre içinde uzun vadeli, köklü bir çözüm için çalışmalar sürecekti. Analar için doğum izni, çocuklar için ücretsiz anaokulları, gençler için yatılıokullar hem ders görmek, hem çalışmak ve en önemlisi de gençleri aileden bağımsız kılmak için 12-17 yaş arasındaki gençler için toplu yaşam imkanları sağlandı. Bu toplumsal değişiklikler aile yaşamını da değiştirdi. Boşanmalar kolaylaştı, çiftler uzun zaman için (iş ve eğitim amaçlı) birbirlerinden uzak yaşıyorlardı. Bu gelişmelere rağmen Kübalı kadınlar kendilerini ev işlerinden sorumlu görüyorlardı. Bu değişiklikler sırf üretim amaçlı olarak ele alındığı için burada yeni bir yaşamın yaratılmak istenildiği yeterince kavranılmıyordu. Halk tarafından da bilinçli bir yeni yaşam ve yeni aile yaratma arayışları yoktu.
Devrim sonrası kadında cinsellik bilincinin gizli oluşumu görünmekteydi. Kürtaj ve korunma imkanları yaratılmıştı. Erkeklerin, gebeliği denetleme yöntemlerine karşı gösterdikleri direniş, kendi beden ve düşüncelerini yöneten kadınlara karşı olmaktan kaynaklıydı. Kadınların bu yöntemlere karşı kuşkuları ise kendi doğallıklarına karışma sorumluluğundan çekindiklerindendi. Fidel Castro 1965'de bu konuyla ilgili şunları söylüyordu: 'Gelenek ve görenekler yeni toplumcu gerçeklikle birlikte bir ölçüde yıkılacak ve gençliğin cinsel ilişkileri sorunu çok daha bilimsel bir dikkat gerektirecektir. Ama bu sorunun tartışılması henüz gündeme getirilmemiştir. Ne gelenekler görenekler kolayca değiştirilebilir, ne de bunlar üstünkörü ele alınabilir. Ben, toplumsal, kültürel ve tutumbilimsel (ekonomik) gerçekliklerin yeni koşulları ve insan ilişkilerindeki yeni kavramları belirleyeceğine inanıyorum.' Genel olarak erkekler, oldukça fazla ataerkil bakışaçısına sahiplerdi. Bundan ötürü kadının bağımsızlık arayışlarını darbelemeye çalışmışlardır. 1970-75'lerde kadınlar parti yürütmesinde ve hükümet kurumlarında ikinci sırada yer alırlar. 1974'de yapılan ilk seçimler sırasında kazananların %3'ünü kadınlar oluşturur. Bundan sonraki Kübalı Kadınlar Konfederasyonu'nun, ikinci konferansının kapanış konuşmasında Castro uğradığı düşkırıklığını ve seçmenlerin kadına olan güvensizliğini ortaya koyar. Castro'nun belirttiği devrim içinde devrim, yani Küba devrimi içinde kadın devrimi hala ulaşılması gereken bir hedef durumundadır.
Bugün, Küba Devrimi'nin en önemli isimlerinden, 26 Temmuz hareketine en başlardan itibaren katılmış olan Celia Sanchez'in ölümünün 30'uncu yıldönümü. Bugün Küba Devrimi’nin büyük kadınlarından belki de en önemlisinin, Celia Sanchez’in 30. ölüm yıldönümü. Sanchez 1980 yılında kanser hastalığına yenik düşerek hayata veda etmişti. O günden bu yana Küba halkının hafızasındaki ayrıcalıklı yerini hiç yitirmedi. Sanchez’in ölümünün verdiği ızdıraba dayanamayıp intihar eden bir başka büyük devrimci kadın Haydee Santamaria onun için ‘Celia görüp görebileceğimiz en güçlü, en cesur ve en kararlı kişidir. Sierra’da cephede bizim ilham kaynağımızdı. Bugün bütün Küba’nın ilham kaynağı’ demişti. Sierra dağlarında kadın gerillaların oluşturduğu Mariana Grajales tugayının bir başka üyesi olan ve bugün hala Küba ordusunda general ünvanıyla görevini sürdüren Tete Pueblo da aynı görüşte: “Küba Devrimi Celia Sanchez’in devrimidir; ve Devrimci Küba Celia Sanchez’in Kübasıdır. Yaptıklarımızda ve geldiğimiz noktada o hepimizin ilham kaynağıdır.” Bir kadın savaşçı olarak Sanchez’in devrim sürecinde oynadığı hayati rol, Küba kadınının sosyalizmin inşası sürecinde oynadığı rolün ve kazandığı yeni konumun önünü açtı. Küba toplumunun zihnindeki kadın imgesinin dönüşümünde büyük bir etken oldu. Kübalı kadın şair
Nancy Morejon bu durumu şu dizelerle ifade ediyor:
Celia, sen benim seçtiğim şarkıyı söyledin
Beni kuş tüyünden bir yuva kadar rahat
Şefkatli göğsüne yatırdın.
Sen beni göklere yükseltensin,
Sen beni en iyi bilensin.
Celia Sanchez Küba’nın doğu bölgesinde Manzanillo eyaletinde küçük bir kasabada dünyaya geldi. Bir dişçi olan babası Celia’ya yurtseverlik fikirlerini aşılayan ilk kişi oldu. Devrimci mücadeleye katıldığında otuzlu yaşlarının başındaydı. İlk görevi gerillalar için silah kaçırmaktı. Sonra kendisi de bir savaşçı oldu. Celia çatışmada ilk kurşun atan kadın gerilla olduğu için ‘Sierra Maestra’daki ilk kadın gerilla’ ünvanını kazandı. İlk kadın taburu olan Mariana Grajales Tugayı’nı kurdu. Devrimin zaferinden sonra Başkanlık Sekreterliği görevine getirildi. Sosyalist inşa sürecinde de yeteneklerini ortaya koyan Sanchez pek çok kurumun kuruluşuna imza attı. Celia liderlik kapasitesini, cesaretini ve kararlılığını devrimci mücadeleye ilk katıldığı anlardan itibaren gösterdi. İlk görevi yaşadığı eyalet olan Manzanillo’daki köylerden ve kasabalardan gönüllülerin örgütlenmesi, silahlandırılması ve eğitilmesi için gerekli koşulları oluşturup Fidel’le birlikte Meksika’dan gelecek gerilla grubuyla Sierra Maestra dağlarında buluşmalarını sağlamaktı. Savaşçıların eğitimi için uygun yerlerin ayarlanması ve güvenliği, silah, gıda, ilaç, giyecek ve her türlü gereksinimin sağlanmasından birinci derece sorumluydu. Bu görevlerini büyük bir disiplinle ve başarıyla yerine getirdikten sonra Ekim 1957’de İsyan Ordusu’nun kalıcı bir üyesi haline geldi. Celia devrimci savaş boyunca dağdaki gerilla mücadelesi ile kentteki mücadelenin bağlarının kurulması, iletişimin sağlanması ve gerilla mücadelesine yeni katılımların gerçekleştirilmesi görevlerini yerine getirdi. Celia ayrıca daha sonra devrimin tarihinin yazılmasında hayati öneme sahip olacak bilgi ve belgelerin toplanması ve tasnifi görevini başından sonuna büyük bir titizlikle yürüten kişi oldu. Celia Küba Devrimi’nin mimarlarının tamamında görülen kararlılık, sadelik, tevazu ve çalışkanlık özelliklerine fazlasıyla sahipti. Tüm yaşamına Jose Marti’nin ‘dünyanın bütün ihtişamı tek bir mısır tohumuna sığabilir’ sözü hakim olmuştu. Devrimi izleyen yıllarda aldığı büyük sorumluluklara rağmen sade ve sessiz bir yaşamı tercih etti. Herkesin sorunlarıyla tek tek ilgilenirdi. Hiç evlenmemesinin ve çocuk sahibi olmamasının nedeninin devrime yapabilecekleri için fazla vaktinin kalmadığını düşünmesi ve bu vakitten çalmak istememesi olduğu söylenir. Öldükten sonra yoldaşlarının yanında mütevazi bir mezara defnedilmeyi ve mezarın üzerine yalnızca ‘43’ yazılmasını istediği biliniyor. Celia devrim için yaptıklarının diğer yoldaşlarının yaptıklarından daha fazla övgüye değer olduğunu bir an bile düşünmedi. Bu yüzden de geriye herhangi bir günlük ya da hatırat bırakmadı. Her anı devrime adanmış yaşantısını Küba halkıyla iç içe geçiriyordu. Kübalıların sıkıntılarını ve isteklerini mektuplarla ve başka yollarla iletmek için en fazla seçtikleri kişi Celia Sanchez’di. Sierra Maestra’da beraber savaştığı yoldaşlarından Nirma Carton Kübalılarla kurduğu ilişkideki cana yakınlığı ve cömertliği şu anekdotla anlatıyor:
“Herkes Celia’nın ofisine onunla görüşmeye gelirdi. Ofisin önünde daima kuyruklar olurdu. Köylülerin sorunlarıyla ilgilenmek üzere köyleri ziyareti sırasında pirelerin saldırısına uğradığında köylülerin onurunu kırmamak için kaşınmaktan imtina ederdi. ”
Cezayir devriminde kadın;
Bilindiği üzere Cezayir, çok uzun bir süre şiddetli Fransız sömürü biçimine maruz kalmıştır. Bu sömürü sadece ekonomik ve askeri alanda olmamış, tüm topluma da indirgenmiştir. Bu sömürü, Cezayir erkeğini güçten düşürüp fazlasıyla silikleştirmiştir. Kürt toplumunda da olduğu gibi, düşürülen Cezayir erkeği, egemenliğini kadın üzerinde kurmaya çalışmıştır. Toplumsal gerçekliklerden dolayı erkek çok daha erken ve çok daha derin sömürgecilerle ilişkili olmuştur. Bundan ötürü genel toplum açısından sömürgeleştirilmiş erkek yabancılaşmayı simgelerken, kadın ülkesinde yurtseverliğini korumuştur. Hem erkeği daha da düşürmek, hem de toplum içindeki kadının rolünü darbelemek için sömürgeciler Cezayir kadınına yönelmişlerdir. Bu yönelim değişik boyutlarda olmuştur. Bu uygulamalar zora dayalı olduğu kadar, asimilasyon politikası biçiminde de gerçekleştirilmiştir.
Cezayir toplumu ağır İslam dini etkisi altında olduğundan dolayı toplum için kadın namusu simgelemektedir. Bunu bilen sömürücü güç, toplumu aşağılamak, moral değerlerini parçalamak için tam bu noktaya yönelmiştir. Diğer yandan geleneklerin altında ezilen kadını sözde özgürleştirme amaçlı belli kurallar getirmiştir. Sömürgeciler için özgürlük Cezayirli kadınların emperyalist kültür tarafından ele geçirilmesiydi. Bunun için kadın peçeyi bırakarak, Batı görünümü almalıydı. Fransızlar çok eşliliğe, çocuk yaşta evlenmeye karşı yasalar koymuş, peçeyi kaldırmaya çalışmış ve kız çocukların okula gitmeleri gerektiğini vurgulamıştır. O dönemdeki eğitim sisteminin sömürgecilerin elinde olduğu unutulmamalıdır. kadına Batı ölçüleri dayatılarak, kendisine yabancılaşmasına çalışılmıştır. Bunu insanları ekonomik olarak kendisine bağlayıp, asimilasyon politikasını uygulayarak da yapmıştır. Franz Fanon bunu şöyle anlatır: 'İşyeri büyük bir aile gibi olduğu için bazılarının karılarını almadan gelmeleri yakışıksız kaçabilir, anlıyor musun? Bu resmi çağrılardan önce Cezayirli sık sık zor anlar geçirir. Karısını alıp gelirse, yenilgiyi kabullenmiş olur, bu onun karısına 'yosmalık' ettirmesi, onu sergilemesi, bir direniş biçimini bütünüyle bir yana atıvermesi demektir. Öte yandan yalnız gitmesi de patronunu hoşnut etmek gibi bir düşüncesi olmadığını gösterir, işten atılma tehlikesini göze alıyor demektir.' Bu politikalar sonucu geliştirilen Avrupalı kadınlara özenti, Batılı kadınlar tarafından kendi üstünlüklerinin bir kanıtı olarak değerlendiriliyordu. Fransa'da yaşayan Cezayirlilerin durumu daha farklıdır. Genellikle bunlar en kötü koşullarda yaşıyor ve en zor koşullarda çalışıyorlardı. Üstünlük ve saygınlığın, kendisini sömürenlere ait olduğu bir toplumda özüne duyduğu nefretle doluydu.
Cezayirli egemenler tarafından yoksun bırakılmış erkeklik duygusunu, Avrupalı kadında geri kazanmaya çalışıyordu. Böylelikle öcünü alacağını düşünüyordu. Ancak bu düşünce ona daha fazla kaybettiriyordu. Avrupalı kadının onu aşağılaması, onda hoşnutluk yaratarak sapkınlığa götürüyordu. Fransızlara karşı başkaldırı güçlendikçe erkeğe karşı da bu öç alma duygusunun siyasallaşmasına imkan tanıyordu. Özgürlük hareketinde erkek kaybedilmiş öz saygınlığını ve erkekliğini kazanma umudunu görüyordu. Ancak kadına yaklaşımında onu özgürleştirmeden ziyade egemenliğini daha da pekiştirmeyi yeğliyordu. Kadının bilinci militan olarak kadınlığında değil, devrimci akımıyla ortaya çıkmıştır. Bu anlamda devrime katılım cins bilincinden yoksundu. Mücadeleye katılan kadın, birlikte mücadele verdiği erkekler tarafından bile bir militan olarak değil, sadece bir kadın olarak görülüyordu. 1955'te Cezayirli kadınlar ulusal kurtuluş mücadelesine daha aktif katılmaya başlarlar. Örgütü (FLN) bu konuda ikna etmek o kadar kolay olmamıştır. Ağır ataerkil karaktere sahip olan örgüt, sonunda kadının desteğini zorunluluk ve gerekliliğinden dolayı kabul eder. İlk etapta örgüte militanların eşleri, daha sonra dul ve boşanmış kadınlar alınır. Zamanla evli olmayan genç kızlar da katılabilmişlerdi. Nihayetinde FLN tüm kadınlardan destek almayı kabul eder. Böylesi bir yapılanmaya sahip olan bir örgütten kadını ön cepheye alması beklenemezdi. Kadınlar arka cephede değerlendiriliyordu. Yalnız, eylemlerin ülkenin Avrupa yakasına sıçramasıyla birlikte kadınlar daha da aktif roller üstlenmişlerdi. 1956'dan itibaren kadın militanlar silahlıydılar (el bombası, tabanca vs) ve illegal eylemlere katılıyorlardı. Bu hareketlerinde dikkat çekmemek için Cezayirli kadın militanlar peçeyi bırakıyorlardı. Kadının, ulusal kurtuluş mücadelesinde yer almasıyla birlikte geleneksel yaşamı değişime uğrar ve böylelikle eski sınırların dışına çıkmış olur. Gelişen eylemliliklerin ve ulusal hareketin güçlenmesini engellemek için sömürücü güçler artık peçesiz kadınları da kontrol etmeye başlar. Bu gelişme kadını siyasi nedenden ötürü yine peçe takmasına yol açar. Kadının mücadeleye katılımı sadece kadında değil, geleneksel aile ilişkilerinin değişimine de yol açmıştır. Erkeğin egemenliği bu dönemde azalır. Kadının hem cephede, hem de cezaevindeki direnişi toplumda hayranlık uyandırır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi kadın, mücadeleye ilk katıldığında cins bilincinden oldukça yoksundu. Buna ek olarak ulusal kurtuluş mücadelesinin öncülüğünü yapan örgütün erkek egemenlikli olması devrim esnasında kadın özürlüğü için özel bir yaklaşımın olmamasını beraberinde getirmiştir. Belirtilen değişiklikler, koşulların zorlanması sonucu olmuştur. Bundan ötürü devrim sonrası kadının eski konumunda hiçbir şey değişmemiştir. Cezayirli kadın bütünüyle erkekler tarafından tanımlanıp yönetilen bir ortamda hareket ediyordu. Erkek, kadını özel bir çabayla yeniden egemenliği altına almaya çalışıyordu. 'Bununla birlikte Cezayir ortam ve koşullarındaki olaylar kadınların erkek direnişinin gücünü kırıp geçmelerini önlemek üzere birleşmiştir. Siyasal olarak kadın erkek hücrelerinin bağımsızlığından sonra ayırım uygulaması kadınların erkeklere yerel düzlemde karşı durmasının önüne geçiyordu.' Devrim hükümeti aile ve evliliğe ilişkin herhangi bir yasal değişikliğe gitme gereği duymamıştır. Erkeklerin kadınlardan hala çok çabuk boşanabilmesi, kadının ekonomik bağımlılığından dolayı boyun eğmesine yol açıyordu. Bu koşulların yanı sıra İslam dini de kadının durumunu olumsuz yönde etkilemiştir. En korkunç gerçeklik ise, var olan siyasi durum bu uygulayımlara karşı koymayı imkansızlaştırmasıdır. Devrim sonrası gitgide sağa kayan yönetim, çokeşliliği bile ortadan kaldırmamıştır. Gelişen İslam ulusçuluğu çok açık bir biçimde kadının görevinin İslam-Arap ahlakını yüceltmek olduğu, erkeğinse devlet için siyaset yürütmek olduğunu vurgular. Ancak kentlerde küçük bir kadın kesimi ekonomik bağımsızlığını elde edebilmiştir. Sınırlı sayıda okuyan kızlar bazı bağımsızlık imkanlarından yararlanabilmişlerdir. Meclise alınan az sayıda kadınlar bile evlendiklerinde bu ayrıcalıklı durumu bitirirler. Fransız sömürüsünün ortadan kalkması, kadınları otomotik olarak cins sömürüsünden kurtarmamıştır. Katmerleşerek devam eden cins sömürüsüne karşı gereken devrim, belirtilen nedenlerden dolayı başlatılamamıştır.
DERLEME 9.BÖLÜM
YORUM GÖNDER