ÖNDERLİK GERÇEĞİ-39.BÖLÜM
Gerçek enternasyonalizmde bu tarz bir yurtseverlikten geçer. Böyle bir yurtseverlik olmadan enternasyonalizm değil, burjuva kozmopolitizmi uygular. Özü esas itibarı ile böyledir. Kürdistan’da ısrar, ana topraklarda ısrar onun özgürlüğünde ısrar kesinlikle bizim var oluş gerekçemizdir. Özgür Kürdistan, Kürt toplumun özgürce üzerinde yaşayabileceği bir zemin olabilir. Hiç güneş doğarken dar pencerelerden içeriye sızan güneş ışınlarına bakın, içerisinden sayısızca toz tanesi hareket eder, havada dururlar. İnsan toz tanesi kadar hafif bir varlık değildir ki, ayakları toprağa değmeden yaşasın yani yaşam bir toprak üzerinde olur. Hafiflik budur. Kişinin bir yönüyle hafif olması onu aslında köklerinden, ayaklarını bastığı toprak gerçeğinden bihaber olmasıdır. Özü esas itibarı ile buna dayanır. Bu bizde biraz fazlasıyla var ama yine de öze dönüş gerçeği de var. Bunu da kabul etmek gerekir. Kürtlerde topraktan kopuş gerekçeleri var.
Ben Avrupa’daydım 98’de biz yeni savaşçı eğitimi veriyoruz. Kürdistan’dan bir tanesi gelmiş, Avrupa da iltica etmeye ülkeleri dolaşmış bulamamış bir yer en sonunda bize geldi, diyordu: Ben Kanada’ya gideceğim. Dedim, hadi Kanada’ya gittin, umduğunu bulamadın ondan sonra nereye gideceksin? Arıyor kendine göre bir şey ama kabul edilir gibi değil. Tarihlerle toprak bağlantısı büyük önem taşır yine kültürlerle toprak bağlantısı da büyük önem taşır. Kök kültür bu coğrafya üzerinde vücut bulmuş olan bir kültürdür yani bu kök kültürün temel köklerine bağlılık aynı zamanda bu toprakların ana gerçeğine bağlılıktır. O açıdan toprak sevgisi, yurt severlik bir devrimcinin en temel özelliğidir. Bizim en temel özelliğimiz olmak durumundadır, yani ona göre ülke gerçeğine yaklaşım büyük önem taşır. Önder APO bizlere bunları öğretti. Kürdistan, sular ülkesi olarak da adlandırılıyor. Subartu muhtemelen sular ülkesi anlamına geliyor. Kürdistan’ın bir adı da Subartu’dur. Eğer insan Avrupa vb. ülkelerde kalmışsa Kürdistan’ın değerini daha iyi anlıyor. Hele yurt dışında hapiste kalmışsanız vatan özlemi bütün özlemlerin önüne geçiyor.
Toprak özlemi gerçekten öyledir. Hep öyle bir özlemim vardı, 95’de ülkeye geldiğimde… Güney Kürdistan’a gelirken arabayla geldik. ….. Geçiyorsunuz çöldür, çölü geçtikten sonra ekilebilir toprağa geldiniz mi Kürdistan başlıyor. Çölün başladığı yer Araplarındır, çölün bitip verimli toprağın başladığı yer Kürtlerindir. Küçük Güneyden yola çıkıyorsunuz Derik sınırından sonra ilk başta Dicle nehrini geçiyorsunuz. Nehri geçtikten sonra karşınıza bir dağ çıkıyor adı: Çiyayê Bexeyîr’dir. Niye Bexeyîr’dir? Çünkü suyu yoktur, hayırsızdır. Koca dağ niye suyu olmasın, o kadar niye hayırsız olsun. Kürtler tanımlarını da muhtemelen suya bakarak, susuzluğuna bakarak koymuşlardır. Sonrasında Çîyayê Spî. Sanki özel olarak cetvelle ölçmüşler vadi vadi koymuşlar, vadiler sanki cetvelle çizilmiş gibidir. Her vadiden su içiyorsun. Dünyanın hiçbir yerinde o tarzda eğilip su içermezsin. Sular zehirlenmiştir, kapitalizm öyle yapmıştır. Kürdistan’ın doğası hala temizdir. Eğiliyorsun içiyorsun ve geçip gidiyorsun. Geçiyorsun ve sularla karşılaşıyorsun. Kürdistan ve su! Bir başka ülkeyle karşılaştırıyorsun, Önderlik İsrail’i anlatıyordu, İsrail çöldür. İnsanlar uçaklarla Telav havaalanına indiklerinden ilk yaptıkları şey yere eğilip o toprağı öpmektir, çölü öpmektir. Aynı şeyi özellikle Büyük Güney açısından ele alıyorum. Büyük Güney cennetin en güzel parçalarından biridir. En fazla insanda hayal kırıklığı yaratan şey nedir? O dönemde Güney Kürdistan’dan yurt dışına kaçışın olmasıdır. Cennetten kaçıyorlar nereye Avrupa cennetine doğru koşuyorlar. Oysa bir başkası o cennetin gerçekliğinin daha iyi farkındadır ve onun için cenneti sana vermek istemiyor, kendi denetiminde tutmak istiyor.
Bunlar insanda yurtseverlik duygularını arttırıyor ve cehenneme çevrilmiş Kürdistan doğasının içinde bile cenneti rahatlıkla görebilirsiniz. Birazcık bakmakta yarar var. Yalçın Küçük bir ara MED TV’de yorumlar yapıyordu, yine bir programda bir değerlendirme yaparken Süleyman Demirel üzerine yoğunlaşmıştı, Süleyman Demirel Çin’e gitmişti, Çin’den dönünce havaalanında gazeteciler soruyorlar: Neler gördünüz, Çin gezinizin sonuçları hakkında neler söyleyebilirsiniz. Süleyman Demirel’de: Ben Çin’de büyük bir pazar gördüm. Yalçın Küçük diyordu: Öküz dağa bakarken çayır görür. İnsan dağa bakarken güzellik görür, öküz dağa bakarken çayır görür. Adam gitmiş, gezmiş koca Çin’de o kadar güzellik var, hiçbirini görmemiş, girmiş pazar görmüş. Gelmiş çayırı anlatıyor. Gerçekten kapitalistlerin bakış açıları böyledir. Onların ülkeye bakış açıları böyledir. Eğer çayır varsa değer vardır, eğer yoksa yoktur, ülkeye böyle bakarlar. Pazar görmüş! Yaklaşımları esas itibarı ile böyledir. Bu zihniyet son derece tehlikeli bir zihniyettir. O zaman gelen arkadaşlara da hep sorardım: nasıldır bu dağlar? Hep şunu beklerdim. İnsan sırtını bu dağlara verdi mi, düşman nereden gelirse, gelsin. Bunu beklersiniz. Bazı arkadaşlar diyordu: Heval, bakıyorsun bakıyorsun, çıkıyorsun çıkıyorsun bitmiyor, mahvediyor insanı. Yeni gelen savaşçıdır, ilk tepkisi budur. Beklediğin şey şudur. Sırtını bu dağlara ver, kim seni alt edebilir? O tarzda dağa bakmak, o dağın koruyucu kanatlarını görebilmek, işlediğinde bu dağların asla fethedilmediğini görebilecek, bu tarzda görebilmek bunlar çok önemlidir. Önderliğin bize vermek istediği Kürdistan gerçeğinde, bize aşılmak istediği duygu, bilinç, ruh buydu esas itibarı ile. Buna layık olduk mu? Hayır, arkadaşlar yeterince layık olduğumuzu söyleyemem, ama belki de onun çabası içindeyiz, ama yine de çabamız yetmiyor.
Çünkü bu çabada ne fazla ısrarcıyız… Belki de her birimiz adım atmak istiyoruz, ama nereden başlayacağız, benle iş bitmiyor ki diyorsunuz. Sonuçta örgütsel bir irade birliği arıyorsunuz. Bunu nerede sağlıyorsunuz, tabi ki kongrelerde sağlıyorsunuz. Dev bir örgütsün ister istemez orada bir irade birliğinin yaratılması gelişiyor. Özellikle PKK kongrelerinin bu tür kararlaşmalara büyük ihtiyacı var. Büyük kararlar almak gerekiyor. PKK’nin tüzüğü, programı, yönetmeliği… Ama bundan daha önce veya en az bunlar kadar değerli olan başka şeylerde var. Bu toprakları hiçbir zaman geçici olarak görmemek gerekir. Medya bölgesi, Medya bizim ülkemizin adıdır. Medya-Kürdistan. Savunma bölgesi bizim kendi bölgemizdir, onu savunuyoruz. Bizim denetimizde özgür topraklardır. Sadece askeri bir terim değil bunun ötesinde bir yaşam zemini, bir ana tanrıça tahtı olarak görür ve bu tarzda burayı ana tanrıçanın yurdu olarak işleyip, değerlendirmek gerekir ve onun iyi bir evladı olduğunu bu tarzda kanıtlamak ve bu toprakları her şeye karşı savunmak önemlidir. Önderlik onun için “O dağları en son terk eden kadın olmalıdır.
Herkes terk etse bile kadın terk etmemelidir” demesinin anlamı budur. Bunları anlatırken ilk Önderlik karşılaşmalarına, ilk uyanan duygulara gidiyorum. Önderlik öncesinde şehir bizi çekiyordu. Dağın zorlukları da şehre itiyordu. Ücretli işçilik dağa göre daha çekici gelebiliyordu. Sonunda dağda para yoktu, ama şehir merkezinde cebine para girebiliyordu. Bizim orada ben liseyi bitirinceye kadar da öyleydi, insanlar hep hayvancılık yapıyorlardı, bütün ihtiyaçlarını son bahar da karşılıyorlardı. Hayvanların ihtiyaçlarını önceden köy ortamında karşılıyorlar diğerleri ise nedir? Ekmek için un, şeker vs. diğer şeyler alacaksın. Bunun için ödeyecek paran yok. Bunun için ürettiklerin var, hayvansal gıdalar var. Bunların alıp şehirde satıyorsun bitince aldığın parayla bu ihtiyaçları karşılıyor, alıp dönüyorsun. Ertesi yıl yine aynıdır. Bu açıdan köylülerin ceplerinde düzenli para olması olacak şey değildir. Bazı yoksullar vardı, gider bir kilo şeker, bir paket çay alırlardı güçleri bu kadarına yetiyordu. Ama bir onurları vardı, o yaşamın bile kendisinin bile bir onuru vardı. Mesela sisteme teslim olmuyor. Ben o yaşamdan kaçmak istiyordum, şehri biraz görmüştüm.
Mesela bir işçi günde çalışıyorsa on beş, yirmi lira yevmiye alırsa, bir tüm kardeşlerimle çalışırsak bayağı iyi geçim sağlayabiliriz. Mesele iş bulmaya bağlı, çalışmada da sorunlarımız yok. Daha iyi geçimimizi sağlarız. Hep neyi düşünüyorsun? Beslenme. Kötü bir şey değil, ama sadece onu düşünürsen olmaz. Bazen şaşırırdım ve derdim: bu insanlar bu dağlarda ne yapıyorlar? Ne anlamı var, başka yer mi bulamamışlar, buraya konmuşlar. Onun o savunma mekanizması insanın aklına gelmiyor. Savunmak için buradadırlar, kendi kültürlerini korumak için buradadırlar. Onun için buraya yerleşmişlerdir. Bunun yerine diyordum, başka yer mi bulamışlar, daha iyi yerler var oraya da yerleşebilirlerdi, gelmişler karın içine konumlanmışlar. Doğru dürüst kışı, yazı bile belli değil; altı ay kış, altı ay diğer mevsimler. Sonra Önderlikle tanışmanın arkasından ilk bakış açısındaki keskin değişimi kesinlikle ülkeye bakıştır, ana toprakların gerçeğine bakıştır. O toprakların hepsi insana müthiş farklı geliyor.
Kürdistan’ın güzelliği ve o cehennemin içindeki cenneti keşfediyorsunuz yani perde kalkıyor. Karanlıktan aydınlığa çıkabiliyorsunuz ve seçim yapabiliyorsunuz.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER