HALKLAR TARİHİNE BÜYÜK KATKIMIZ OLDU (3.BÖLÜM)
Günümüzde örgüt ustaları söz konusu olabilir; halk savaşının taktik ustalığı! Bizim bir çok arkadaşımız farkında bile değil, savaşacağını sanıyor. Geçen gün bazı arkadaşlara, sizlerin de yanında bir eleştiri geliştirdim. Saflar, sanmıyorum bu arkadaşlarımız bilinçli bir hain olsun. Fakat öyle gafiller ki, savaş nedir tam bilmiyorlar.
Şiir okudunuz geçen gün, iri laf ettiniz. Söylediğiniz şeylerin farkında mısınız? Eğer insan laf düzeyinden öteye olmak istiyorsa kendini geliştirmeli. Lafazanlıkta iyi bir şey olabilir, iyi laflarla belki bazı yerlerde katkı sağlayabilir ama savaşçının dilinde laflama yetmez, daha farklı olmak gerekiyor. Aslında bu size lazım, size lazım olanı biraz daha vermeyi düşünüyorum. Çünkü benim için yaşam son derece akışkan. Donmuş yaşamlar, çürümüş yaşamlar, çirkin yaşamlar benim için tam bir savaş gerekçesi. Donuk yaşamlar, başarmayan yaşamlar, hissetmeyen yaşamlar, anında vuramayan yaşamlar, kısaca emre hazır olmayan yaşamlar. Bunu halk olgusunda söylersem, halkın eyleme katılış biçimi, siyasi, askeri, ideolojik bütün cephelerde eyleme kalkmış bir halkı ifade ediyor.
Kendinizi bile eyleme kaldırabilmiş misiniz? Bazı arkadaşlar “gelişme yeterlidir, çok şey öğrendik” diyor. Ne öğrendin sen, ne yeterlidir? Jenosit tehlikesi altında bir halksın, örgüt olarak da zor bela nefes aldırıyorum. Yeterliliği nerede? Kurbanlık koyun bile bu kadar kılıç altı, bıçak altı değildir. Maddi-manevi her türlü tehlike var. Koyun kesildi kesilecek. Beni düşündüren nedir, aslında siz de bunu anlamalıydınız: Düşmanın vuruş tarzı senin duygularını dehşete düşürür, o senin beynine kan sıçratır. Eğer sen panik içine girmişsen, biraz soğukkanlılığını yitirmişsen, ondan kaçışı değil, karşı bir hamle yapma sonucunu çıkarabilirsin. Dehşet veya baskı dayanılmaz; acı, yoldaş kanı, işkence, halkın yoksulluğu, acısı yüreğine vurur, yüreğin de beynine. Beynin tekrar çözüm üretir, bu da yürekle olur. Zaten ikisi de bütünüyle iç içe, bütün duyarlılığınla hissediyorsun. Bu da kesin vuran taktiktir. Eğer siz öyle olamıyorsanız, kendinizden kuşkulanmalısınız.
Yaşamda vuruş tarzımı tamamen günlük olarak bana vuranlardan çıkarıyorum. Bir yerlerden bana vuruş gelir, duygulardan, düşüncelerden, düşmandan izlenimle, parti içi izlenimlerden yararlanırım, yine yanımızdakilerden çok yoğun izlenim alırım. Ve bunlar bende bir patlamaya dönüşür sürekli. Duygu gücü, düşünce gücü haline getiririm. Ertesi sabah eyleme geçiririm. Size bakalım, uykudasınız. Günde kaç izlenim alıyorsunuz veya ne kadar cevap verebiliyorsunuz. Kendi düzeyinizi böyle anlayabilirsiniz. Benim durumum tamamen farklı. Hiçbir etkiyi, yansımayı tepkisiz bırakmam. Bir de kendimi sizin gibi yaptım, ettim diye kandırmam. Yüz defa ölçer biçerim. Doğru mu yapıyorum, yanlış mı yapıyorum, yeterli mi yapıyorum, yetersiz mi, güzel mi yapıyorum, çirkin mi; hepsini hesaplıyorum. Kolay kolay yaptığım işi kendim bile onaylayamam.
Kendinize bakın; sizin de ölçüleriniz acaba böyle midir? Doğru-dürüst hayata yaklaşımınız yok. Kendinizi çok beğeniyorsunuz. Kendini çok beğenen gelişemez. Her gün tepki almayan veya her gün yansıma almayan, güçlü tepkiler geliştiremez ya da aldığı yansımaları tepkiye dönüştürmeyen militan olmaz, eylemci olamaz. Kendinize uygulayın bu iki cümleyi, kendinizi anlarsınız.
İlgilerinizle hayran kalıyorum, fakat anlamamanız beni düşündürüyor. Savaşkan olmayacak mıyız? Savaşta üretken olmayacak mıyız? Komutanlık çıkmasın mı sizden? Karanlıkları yırtan bir aydınlık gelişmesin mi? En güzel sözleri söyleyen, en güzel belirlemeleri yapan bir kişi neden çıkmasın? Bakın yaşamı siz kendi elinizle boğmuşsunuz, bu suçtur. Benim bu bir haftalık verdiğim dersleri samimiyetle incelerseniz, zafer kadrosu olup çıkarsınız. Neden zafer kadrosu olmaya çalışmıyorsunuz? Yaşam başka nedir? Ben bu kadar kazanıyorum, tenezzül dahi etmiyorum, bu kadar kazandım diye oyalanmıyorum bile. Neden bendeki bu vuruş zenginliği? Veya tutku ve rüya, hep daha büyük fethetme neden?
Sizin ya küçük bir kazanımınız var, ya yok. Hatta kendinizi bile ne kadar kazandığınız belli değil, bırakmışsınız kendinizi; affedilmemesi gereken veya mutlaka aşılması gereken yön burası. Şimdi unutmayalım ki, kişilikleriniz aciz, zafer kişiliği değil. Dağlara da gönderdik, Avrupa’ya da gönderdik, kitleye de gönderdik. Hakkıyla karşılık veremediğinizi biliyorsunuz. Zafer kişiliği değil, vurucu kişiliği değil.
Düşmana bakın; bizi takip ederek veya hızımıza göre Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Antep ziyaretleri yapıyor. Neden? Çünkü dönem tempo dönemidir. Hiçbir Başbakan böyle dolaşır mı, hem de kadın? Dişi Asena, dişi kurt! İstanbul yatalağıydı, şimdi oldu bir dişi kurt! Siz kendinizi bir de yaman erkek sayarsınız, o tempoyu yakalayabiliyor musunuz? Düşünmezlik edemezsiniz; o da siyaset yapıyor, siz de yapıyorsunuz. İnkar mı edeceğiz? Neredeyse bir erkeği bile cebinden çıkarır. Askerler onun için “bu tek başına kırk tane erkeğe bedel, bir taburdan daha güçlü” diyorlardı. Mühim olan işletiyorlar, veriyor. Aslında bir çocuk şımarıklığı biçiminde, fakat mühim olan dersleri en az onun şımarıklığı kadar biliyor musunuz? Onun komutan, askerleri öyle söylüyor, biz de size söylüyoruz. Öyle yapmacık olun da demiyorum ama kesin bizim de tempoya ihtiyacımız var.
Bunun gibi düşünceler bir çırpıda sökün edebilir bizde. Kapsamlı olarak bütün anlamını da verebiliriz. Özellikle geçirdiğimiz günlerin doğru anlaşılmasına büyük değer verdim. Gördüğünüz gibi, aslında bu son yıla büyük bir tempoyla getirildi. Bu son tempoyu değerlendirmelerde okuyabilirsiniz. Son yıl temposunu da mutlaka incelemelisiniz. Boşa gitmemeli ve en önemlisi de bu son günlerin tem-posudur. Dünya bile bizi öğrenmeye çalıştı, temel merkezler bizden mesaj almaya önem verdiler. İlgiyle dinleyebiliyorlar, tartışabiliyorlar. En önemlisi de, belki basına yansımıyor ama, en temel merkezler değerlendirme yapıyor.
Savaş hamlemizin onuncu yılını yaşıyoruz ama, bir anlamda on beş yıl sayılabilir veya öncesi de var. Fakat en çarpıcı on yılını öyle geçirdik. Çıkaracağımız en önemli sonuç; iyi bir zafer kadrosu nasıl olunur? Başta ordumuz ARGK olmak üzere, diğer siyasi cephe militanı haline nasıl gelinebilir? Güvenmelisiniz kendinize, çünkü yol-yöntem belirlenmiş, hazırlıklar ve olanaklar seferber edilmiştir. Tahmin ediyorum ki, eski bir duygu durumunuz var. Çünkü eskiden size hiçbir şeyi kazanabileceğinizi söylettirmemişler. Ata kültürü, TC kültürü “sen silik bir adamsın, sana verilen sınırlı şeylerle oyalan, oldukça demagog ol, münafık gibi yaşa bu en iyisidir, geçer yoldur” denilmiştir. Düşmanla, ona karşı savaşan arasında bocalayan, iki tarafı da az-çok yaşayan tip de budur. Sonuç; bilinen her türlü baskı-ya, sömürüye boyun eğen kitle veya sözüm ona neyin adına konuştuğu belli olmayan sahte partiler, sahte solcular sahte aydınlardır. Bunlar sağlıklı değil. Saflarımızda da sahte bir sürü geri devrimci var. Nihayetinde dürüst, ama kişiliği ve pratiği tanınmaz haldedir. Ben bile kendimi sahte bir konumdan çıkarmak için günlük olarak işletiyorum.
Bir münafık olmamak, bir demagog olmamak için, sözümle pratiğimin az-çok at başı gitmesi için, kendime müthiş yükleniyorum. Kendimi kolay beğenmem veya olmamış şeye, başarmadığım şeye de başardım diyemem. Kolay kolay beğenmem, fakat başarmak için de oldukça iddialı olmayı esas alan bir konumda seyrediyorum. Anlayamadığım şey şu; bunları çok çarpıcı gösteriyorum da, sizin seviyenizin kaldıramaması mı desem, veya şekillenmişsiniz, o şekillenmenin kemikleşmesi mi desem, düşman cephesindeki kadar etkilenmiyorsunuz. Zor etkileniyorsunuz, zor dönüşüyorsunuz, zor şekilleniyorsunuz ve bu da tempoya gelmemedir. Tempoya gelemedin mi, düşman arkadan yetişir ve vurur.
Şimdi zafer sağlanma zamanıdır. Tempoya ulaşmak zorundayız. Gerçek bir savaşa girmişiz, bunun savaş olduğunu herkes söylüyor. O zaman savaş kanunlarını işletmeliyiz. Çoluk-çocuk işi değil, bir halkın savaşımı içine girdik. Savaş var, demagojiyi bırak, savaş yasalarına biraz nüfus et! Bu, en temel okulumuzu bile kendi haline bıraksak, bir hafta sonra demagojiye boğulur. Önemli oranda düşmanın şu veya bu yıllarda etkilediği kişilikler, kendini birden açığa çıkarıyor. Büyük komuta üslubu, büyük bir siyasi üslup, büyük eğitim, büyük dönüşüm gereği hiç birisinin aklına gelmiyor. Benden yüz de yüz alıyor, bir hırsız gibi çalıyor ve bunu saptırmaya çalışıyor. Seçkin bir komuta gücü böyle olabilir mi? Bu kadar demagojiye kendini batıran bir kişilik, bu kadar olayları, olguları, ilişkileri çözemeyen ve hatta saptırmaya çok müsait bir kişilik düşündürtmez olur mu?
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER