ANLAM YÜKLÜ ZAMANLARDA 'ÖZGÜR İNSAN'LA DİYALOGLAR
Hasbi Aydemir, Halklar Önderi Abdullah Öcalan ile 6 yıl aynı ortamı paylaştığı İmralı Adası'nı anlattı. Adadaki zamandan, diyaloglardan, koşullardan bahseden Hasbi, "Zamanın her anına anlam yükleyen Özgür insan bizlerin her zaman moral gücü ve kaynağıydı" diyor.
İmralı Adası'nda Halklar Önderi Abdullah Öcalan ile yaklaşık 6 yıl boyunca kalan ve İmralı yaşamına ortak olan PKK hükümlüsü Hasbi Aydemir'e İmralı'daki gözlemlerini sorduk.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan ile İmralı Adası'nda 6 yıl boyunca kaldınız. Adaya ilk gittiğinizde dikkatinizi neler çekmişti?
Bir gün spor bitmiş, yürüyorduk. Kendisi her zamanki gibi ortamızda, bizde sağında solunda yürüyorduk. Yürüme sırasında birden eğilerek, yerden iki küçük ekmek kırıntısını alarak cebine koymuştu. Bize 'Bu ekmek kırıntılarını götürüp serçe kuşlarına vereceğim. Kuşlar zaman zaman havalandırmaya iniyorlar. Kendi ekmeğimden de sürekli onların payını ayırıyorum. Havalandırmaya, onlara bırakıyorum. Bu yüzden de havalandırmaya gelmeye alışmışlar. Kuşlar havalandırmada ekmekleri yerken, ben de içerden, pencereden onları izliyorum. Bir biriyle ilişkilerini, nasıl hareket ettiklerini gözlemliyorum. Her canlıda izlenecek birçok şey olabiliyor. Serçe kuşları yere indiklerinde, yiyecek yerken bile, sürekli hareketliler. Sabit bir şekilde durmuyorlar. Bu canlıların neden böyle olduklarını anlamaya, çözmeye çalıştım. Anladım ki olası bir saldırıda, yönelimde kendilerini savunmak, korumak için bu şekilde hareket ediyorlar. Öz savunma anlayışları gereği kendilerini bu temelde korumaya çalışıyorlar. Her canlının öz savunma yapısı vardır. Canlıları gözlemek, incelemek insana çok şey öğretecektir. Ama bizim arkadaşların yıllardan beri nasıl bir durumda olduklarını biliyoruz. En gelişkin canlı varlık olan insanlar kendisini olası her yönelime karşı doğru temelde korumasını sağlamasını bilmiyorlar. Eğer arkadaşlar doğadaki canlıları belirttiğim temelde gözlemlemiş olsalardı, birçok sonuç çıkarırlardı. Fakat bunları bile yapamıyorlar. Bu da arkadaşlarımızın nasıl bir durumda olduklarını gösteriyor' diye belirtmişti.
Serçe'nin Şahin ile mücadelesi;
Bir gün sohbete çıkmıştık. Özgür insan geldi ve 'Sabah tanık olduğum bir olayı size anlatayım' diyerek başladı anlatmaya. 'Sabah hücre kapısı açıldıktan sonra, içeride oturmuş pencereden bakarken, birden nereden geldiğini görmediğim bir şahinin serçeye saldırdığına tanık oldum. Son anda serçe şahinin hamlesini boşa çıkararak açık olan hücre kapısından içeri attı kendisini. Böylece de şahinin hamlesi boşa çıkmış oldu. Fakat serçe o kadar çok korkmuştu ki, ben içeride olmama rağmen hücrenin dışına çıkamadı. Serçe kuşunun korkusu o kadar büyüktü ki, öylece bir köşede sinivermişti. Uzun süre hücrenin içinde bekledi, sonra dışarıyı çok iyi izledikten sonra uçup gitti. Bu adada böylesi bir şeye tanıklık etmemiştim, ilk defa tanık oldum, ama serçeye de çok üzüldüm lakin kendisini kurtarmasına da sevinmiştim' diye anlattı. Adada martılar çoktur. Özellikle bahar aylarında. Martılar zaman zaman çok alçaktan uçuyorlardı. Havada daireler çizerek semaha dururcasına daireler çiziyorlardı. Özgür İnsan; "Zaman zaman bu martıların uçuşunu, hareket tarzlarını izlerim. Bu koşullarda bunu izlemek bir başka oluyor. Sizlerde bakıyor musunuz? Martılar bazen de gökyüzünün çok yukarılarından süzülerek dolaşıyorlar. Havanın durumuna göre hareket tarzları olduğu anlaşılıyor' dedi.
'Özgür insan kelebekleri ezmememiz için voleybolu durdurdu';
Spor yaptığımız havalandırma biraz büyüktü. Zaten o havalandırmayı da bunun için hazırlamışlardı. Kimi zaman spor bittiğinde yahut voleybol oynarken dışarıdan kelebekler havalandırmaya düşüyorlardı. Hava sirkülasyonu yeterli olmadığından uçamıyorlardı. Bu sebeple de yere, havalandırmaya düşüyorlardı. Özgür insan kelebekleri ezmememiz için voleybolu durdurdu. Kelebekleri yerden almamızı, pencere kenarına koymamızı isterdi. Bazen kendisi de yerden alır, pencere kenarına koyardı. Bir taraftan voleybol oynarken, öte yandan da diğer şeylere de çok dikkat ederdi. Yaşam duyarlılığı çok yüksekti. Bazen çekirgeler de havalandırmaya düşerdi. Hem kelebeklerin hem de çekirgelerin ezilmemesi için; volta atarken durarak kendisi de, bizler de onları alarak pencere kenarına koyardık, eline alarak bir çocuk merakıyla incelerdi, ilgiyle onları izlerdi. Pencere kenarına koyduktan sonra da voltasını devam ettirdiği halde göz ucuyla tekrar onları izlerdi. Acaba uçtular mı diye hem bakar, hem de bizlere sorardı. Onların hayatlarını kaldıkları yerden devam ettirip ettiremediklerine dair merakı, ilgisi sürerdi.
Adada zaman nasıl geçiyordu, neler yapıyordunuz?
Voleybol oynardık. Voleybol oynarken güzel bir hareketle, vuruşla sayı aldı mı gülerdi, sevinirdi. Bir arkadaşta iyi bir teknik yaparak, rakip takıma etkili bir vuruş yaparak sonuç aldığında o zaman da gülerek 'Bravo' diyordu. Böyle yaratıcı taktiklerle, yöntemlerle rakip takımı yanıltarak ya da karşılık veremez hale getirerek sayı alındı mı; bunu beğeniyor, gülüyordu. Gülüşü dahi anlam yüklüydü. Voleybol oynarken genelde servis atardı. Ben ve Şeyhmus arkadaş kendisinin takımındaydık. Servise hazırlanırken 'acaba nereye atayım' diye sorardı. Bazen de karşı takıma 'bu servisime kendinizi ayarlayın, karşılamaya çalışın. Hazır mısınız?' Arkadaşlar da hazırız dediklerinde 'o zaman geliyor, kurtarsanız bravo size' diyordu, ondan sonra da servis atışını yapıyordu. Bu tarz atışlarını arkadaşlar karşılamayınca, kurtaramayınca da sevinirdi. O koşullarda spor gibi faaliyetler epey faydalı oluyordu. Özelde fiziksel olarak dinç kılar ve insanın kafasının boşalması için de iyi oluyor. Özgür insan spora çıkmayı çok seviyordu. Avluya basketbol potası kurulana kadar voleybolu beş set üzerinde oynuyorduk kalan zamanı da o günkü haberler, yorumlar üzerine değerlendirmeler yaparak kullanırdı.
Basket rekorunu kimse egale edemedi;
Basketbol potası kurulduktan sonra havalandırmanın bir duvarına 2011'in sonlarına doğru tek pota kurdular. Spor zamanımız şöyle geçiyordu; bazen basketbol maçı yapıyorduk. Ancak sonra oynamadık. Onun yerine her arkadaş yirmi basket atıyordu. İlk önce kendisi basket atardı. Rekor sayısı on altıydı. Kimse bu rekoru egale edemedi. Özgür insan, 'Kimse bu rekoru egale edemedi' diyor ve bunu da sevinerek söylerdi. Rekoru kırılmadığında da sevinçliydi. Bazen üç-dört sayı üst üste yapardı. Lakin sonrasında devamı gelmeyince nazar değdi. Bir defasında Hakkı arkadaş, 'Nazara inanıyor musunuz?' diye sormuştu. Özgür İnsan da şöyle demişti; 'beşiniz birden bakıyorsunuz, odaklanıyorsunuz. Böyle olduğunda biriken enerji yoğunlaşması da yöneliyor ve bu oluyor. Bu durum kuantum fiziğinde de var. Nazar denilen olay da böyle bir şeydir. Şimdi burada zamanımız yok yoksa sana bu konuyu detaylı anlatırdım. Nazar denilen olayı kuantum fiziği ortaya koyuyor' dedi.
Zamanın her anına anlam yüklerdi;
Özgür İnsan, zamanın her anına anlam yükler ve yaşanan her şeyin anlamının peşine düşer. O, bir anlam deryasıdır. Bu arayış onu yaşam karşısında ciddi kılar. Özgürlük karakterini yaşamla ilişkide temasta, dokunuşta olduğu her şeyde başarı kazanma bu başarılar da yaşamı kazanmayla elde etmiştir. Özgür İnsan basket atışlarını yaptıktan sonra kenarda, duvarın dibinde duruyordu. Orada yanında bulunan arkadaşla konuşurken bir taraftan da basket atan arkadaşları da izlerdi. Basket sayıları üzerinde dururdu, dikkat ederdi. Genelde atan arkadaşların kendileri saysa da, bazen de bir arkadaş sayardı. Arkadaş şu kadar attığım dediğinde özgür insan bazen 'yok canım bu kadar attın mı? Yanlış saymayasın? Başka sayan arkadaş oldu mu?' derdi. Böylesine dikkatliydi, her şeye karşı ciddi yaklaşırdı.''
Halklar Önderi Abdullah Öcalan en çok ne yapmayı severdi, sizinle diyalogları nelerdi?
Özgür İnsan yürüyüş yapmayı severdi. Bazen soğuk havalarda spor bir parkası vardı ve onu giyer, başına ve boynuna dağdan kadın arkadaşların kendisine gönderdiği kefiyesini dolar o tarzda havalandırmada, soğuk havada dolaşarak yoğunlaşırdı. Genelde havalandırma saatinin bitiminden önce, sabah ve akşama doğru geçen zamanda havalandırmada dolaşırdı. Havaların güzel ve ferahlatıcı olduğu zamanlarda yürümeyi severdi. Yürüyüş temposu yüksekti. Spor bittikten sonra kalan zamanımızı yürürken de 'hızlı yürüyelim ki bacaklarımız açılsın' derdi. Bu kış adada biraz kar yağdı. Bir gün sonrasında sohbete gelmişti ve 'Uzun zamandır karda yürümemiştim. Dün biraz karın üzerinde yürüyüş yaptım. Değişik bir deneyim oldu' demişti. Bir gün de 'dün gece kar yağarken hücrenin penceresinde karın yağışını izledim. Doğanın üzerine düşündüm biraz. İnsanın yoğunlaşmasına geliştirici bir etkisi de var. Doğanın devinimleri, doğanın her ayrıntısı bir başka anlamdadır. Fakat insanlar bunun farkına varamıyorlar. İnsanlar doğaya sıradan yaklaşıyorlar. Doğanın hakikatini anlamıyorlar. Kapitalist modernite zihniyetin insanların gerçek anlamda düşünmesini engelliyor. İnsanlar ne kadar basit düşündüklerinin, yaşadıklarının fakına varamıyorlar. Her şeyi basitleştirerek yaşam-doğa anlamını yitirir hale getirilmiş. Halbuki doğanın devinimi, bir başka anlam taşımaktadır. Fakat bu anlaşılmamaktadır. Maddi yaşam basitliği içerisinde insanlar varlıklarının hakikat bilincini anlayamıyorlar. Bu da insanın, yaşamın anlamsız hale gelmesine sebep olmaktadır. İnsanlar, yaşamın hakikati nedir? Bunun bilincinde olmadan yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu da insanın, yaşamın bitmesi demektir. Doğanın her bir olayı bir başka anlam taşımaktadır. Buna anlam verememek, maddi yaşamın basit ayrıntılarında yitip gitmesidir. Pozitivist-modernist zihniyet insanın, toplumun bitirilmesidir. İnsanlar güdüler sınırında yaşamaktadır. Bu da insanın, toplumun bitmesidir. Bu nitelikteki bir insan ne insan olarak kendisinin, ne de toplum ne yaşam ne de doğanın farkında, bilincinde yaşayamaz. Bu da insanın, toplumun bitmesidir. Alman filozof Nietzsche bunun farkına varmıştı. Bundan nasıl çıkılacağını tam çözemedi. Nietzshe'in üstün insan temelinde geliştirmeye çalıştığı, insanları kapitalist pozitivizminden kurtarma arayışlarıydı. Ama bu anlaşılamadı. Sanki Nietzsche Alman Nazi düşüncesinin temellerini atmış, bu Nazi düşüncesinin gelişmesini sağlamış gibi anlaşıldı. Kapitalizmin, insanları, toplumları nasıl bu hale getirdiğini gördüğünden buna çıkış arıyordu. Bunu nasıl yapacağını tam bilemediğinden, sonunda çıldırdı. Kendisini böylesi bir duruma düşmekten kurtaramadı. Çıkış bulamadığından, böylesi bir durumu yaşadı. Modernist pozitivist zihniyetinin, insanlığın sonunu getireceğini anlamıştı. Çözüm olmaya çalıştı, fakat olamadı. Sonunda çıldırdı' sözleriyle anlatmıştı bize.
Anladığımız kadarıyla Halklar Önderi sportif faaliyetleri çok seviyor bununla ilgili başka bir anınız var mı?
Özgür insan, futbol oynamayı seviyordu. Fakat adada bunun imkanı yoktu. Ancak bir defa 2010 yılının mart sonunda futbol oynamayı başarmıştık. Eşofman üstlerimizi çıkararak, kale yeri haline getirmiştik. Voleybol topuyla, futbol oynamıştık. Oyun oldukça hareketli ve heyecanlı geçmişti. Oyunu bitirmek üzereyken, nöbetçi ikinci müdür geldi. Futbol oynamamızı istememişti. Bunun nedenini de izah etmişti. Futbol oynarken herhangi bir düşme, çarpışma durumu olabilir ve böylesi bir durum olursa da sağlık anlamında müdahale etme imkanı yok tarzında durumu izah etmişti. Durumu bu riskiyle açıklayarak futbol oynamamamızı istememişti. Buna karşı da özgür insan 'her hangi bir şey olmaz, oynayalım. Bazen iyi oluyor, bacaklarımız açılıyor. Futbolda beden hareketliliği daha fazladır' demişti. Fakat 2. Müdür ısrarlı tavrını sürdürerek, 'risklidir herhangi bir şey olabilir. Bundan dolayı da oynanmasını uygun bulmuyoruz' dedi. Bunun üzerine özgür insan artık bir şey söylemedi. Nitekim söylenenin doğruluk payı da vardı. Ola ki özgür insana futbol oynarken bir şey olabilirdi; böylesi bir durumun da yaratacağı sonuç bellidir. Ama yine de özgür insanla aramızda gelişen kimi sohbetlerimizde 'futbol oynasaydık iyi olurdu' diye sitem ederdi. Sonrasında da bir daha futbol oynamadık.
Ada koşulları nasıldı, yaşadığınız zorluklar nelerdi?
İmralı adasında bilinen koşullardan dolayı yemekler konusunda tercih yapma imkanı yoktu. Ne getiriliyorsa o yeniyordu. Kantinden alış-veriş imkanı vardı. Haftada bir defa bu imkandan yararlanıyorduk. Adada kantin olmadığı için de, ada dışında ihtiyaçlar temin ediliyordu. Yazın sebze olarak, domates, salatalık, acı biber alırdı. Rihalı olduğundan olsa gerek acıyı seviyordu. Kuru soğan da sevilenler arasındaydı. Meyve olarak karpuz, üzüm, kavun alırdı. Bize 'karpuz büyük olduğu için hepsini yiyemiyorum, bir kısmını size göndermek istedim ama kabul edilmedi' diyordu. 2013 yılında arkadaşların ısrarıyla idarenin kabulü sonucu bir buzdolabı aldı. Yazın sıcaktan dolayı buzdolabının olması iyi oldu. Özgür insan bunu bir ihtiyaç olmasına rağmen sorun yapmamıştı. 2013'ün başına kadar ne buzdolabı ne de TV'ye dönük özgür insanın hiçbir talebi olmamıştı. TV'yi idare zorla getirerek odasına koymuştu. Bu TV meselesi de iktidar partisi özel olarak gündemleştirerek, büyük bir adım atılmış algısı yaratarak, yanıltmaya çalışıyordu. Özgür insan, bunu bildiği için karşı çıkmıştı. Ama onun iradesi dışında yine de hücresine konuldu. Oysa zindanda her tutuklunun TV, buzdolabı gibi kullandığı eşyalar vardır. Bunun imkanı özgür insana tanınınca, büyük bir nimet gibi gösteriliyor. Özgür insan iradesi, istemi dışında hücresine konulan TV'ye politik amaçları temelinde kullanılması (iktidarın) karşısında tavır almıştı. Hayatın akışına hep müdahale eden, yaşamı coşkunca yaratan, sürprizlerle dolu bir yaşam.
'Dağdan kendisine gönderilen dağ kokulu kefiyesi vardı';
Özgür insan, kışın soğuk olmasından dolayı, kabanını giyerdi. Yine dışarıdan, dağdan kendisine gönderilen bir kefiyesi vardı. Kefiyenin etrafı içine özlemler, hasretler işlenerek, ilmek ilmek örülmüştü. Dağların kokusu, özlemi sığdırılmış, yeşilimsi tonda, kenarları siyaha çalan şeritleri olan bir kefiyeydi. Eşofmanının altına spor ayakkabısını giyerdi. Günlük olarak hücresinde nasıl yaşıyorsa ortak spor alanımıza da öyle gelirdi. Bir gün özgür insan adadaki görevli müdüre, 'sohbet yerine sürekli arkadaşları önce getiriyorsunuz' demişti. Sonrasında bir gün biz sohbet yerine gittiğimizde özgür insan ayakta gülerek, 'bugün size sürpriz yaptım. Müdüre, sürekli arkadaşları sürekli benden önce götürüyorsunuz dedim, bugün de önce ben gideyim dedim. Onun için de sizden önce geldim buraya. Hep siz önce gelecek değilsiniz ya! Bugün de ben önce geldim' diyerek gülmüştü.
Hangi tarz müzikleri dinlerdi?
Hakikatin söylem biçimi olarak şiir, sanat gibi toplumsal değerleri temsil eder. 'bir toplumun dili ne kadar şiirsel ve ozan anlatımlıysa, o denli özgür ve anlamlı bir toplumsal bir gerçekliği yansıtır' diyen özgür insan, müzikte de özgürlüğün, estetiğin tınısını arar. Özgür insanın müzik konusunda geçmişten beri bilinen sevdiği sesler vardır. Bir konuşmasında Aram'dan bahsetmişti. Onu dinlemeyi sevdiğini belirtmişti. 2014 yılının son baharında Haber Türk kanalında bayram programı vardı. Aynur Doğan da bu programa katılıp şarkı söylemişti. Özgür İnsan da Aynur Doğan'ın bu programını izlemişti. Aynur Doğan'ı, sesini, söyleme tarzını beğendiğini söylemişti. Koşullardan dolayı başkalarını dinleme imkanı olmamıştı. TRT kanalının halk türküleri programı vardı. 2014 yılında TRT Müzik kanalını vermişlerdi. Onu da dinliyordu. Bir gün sohbete geldiğinde: 'Akşam TRT kanalında bir program vardı onu dinledim. Bir sanatçı kadın vardı, onun sesini, söyleme tarzını beğeniyorum' demişti fakat adını belirtmemişti. Fakat tesadüfen ben de o akşam programı dinlemiştim. Şarkıyı söyleyen, özgür insanın beğendiği sanatçı Aysun Gültekin idi. O tarzda şarkı söyleyen sanatçıların sesini beğenirdi.
Küçükken babasının anlattığı hikayeyi bize hep anlatırdı;
2015'in hemen başıydı. Özgür insan bir gün geldi ve 'akşam tartışma programlarını izlemedim. O yüzden tartışmalarda dikkatinizi çeken şeyler varsa belirtebilirsiniz. Ben akşam Barcelona- Manchester United maçını izledim. Bunu izlemek benim için dinlendirici de oldu. Ara sıra voleybol maçlarını da izliyorum. Nasıl oynadıkları öğretici oluyor' demişti. Özgür insan bazen değerlendirmeler yaparken, küçükken babasının anlattığı bir hikaye anlatırdı. Hikaye şöyle; Fırat'ın kıyısında yaşlı kadın ve oğlu koyunlarını yıkamaya götürür. Koyunlar suyun içindeyken yaşlı kadın da kıyıdan koyunların yanındaki oğluna seslenirmiş. Oğlu da suda boğulmak üzereymiş. Yaşlı kadın oğluna 'oğlum boynuzlu olanı değil, boynuzsuz olanı getir' diye seslenirmiş. Oğlu suda boğulmak üzereyken bu şekilde seslenen ana bir gün boynuzlu olan kendisine tostlayabilir diye istiyormuş. Özgür insan bu hikayeyi anlatırken 'babamın anlattığı şimdi bizim arkadaşların bana olan yaklaşımlarına benziyor. Oğul suda boğulmak üzereyken kadın neyi düşünüyordu. Arkadaşların durumu bana karşı böyledir' diyordu. Bu hikayeyi sık sık anlatırdı.
Üzüldüğü ve öfkelendiği zamanlar oluyor muydu?
Şehitler gerçeği Önderliğin özgürlük mücadelesinde yaşam kaynağı olmuştur. Özgürlük hareketi şehitler hareketidir. Şehidin vasiyetine en çok sahip çıkan, onu anlayan, bağlılığını mücadelesine yansıtan, şehidi varlık gerekçesi yapandır. Özgür İnsanın en çok üzüldüğü ve öfkelendiği olay Sakine Cansızların şahadetidir. Yine Xebat Derik'in şahadetine çok üzülmüştü. 'Rojava Suriye'de böyle tedbirsiz hareket edilir mi? Bu arkadaşlar neden böyle yapıyorlar? Rojava Suriye'nin sorumlususun, ama gitmemen, yapmaman gereken şeyleri yapıyorsun. Diyelim oraya gittin. En azında neden her türlü tedbiri almıyorsun?' derdi. Yine küçük yoldaşımız Mazlum Erenci'nin şahadetine çok üzülmüştü. Sürekli Mazlum Erenci'nin üzerinde değerlendirmeler yapardı. Arkadaşla ilgili basında çıkan yazıları, değerlendirmeleri nasıl bir mücadele geçmişi olduğu, hangi arayışları sonucunda özgürlük dağlarına ulaştığını ve özgürlük bilincine dönüşümü üzerine takip ve değerlendirmeler yapardı. 'O, mücadelenin önderlerinden biri olabilecek bir arkadaştı. Bu genç arkadaşın romanı yazılabilinmelidir' Mustafa Malkoç ve Evrim Demir özgürlük bilinci ve inançlarına büyük değer veriyordu. Şahadetleri kendisini çok üzmüştü. 'Bu arkadaşlar sürekleri anılmalı posterleri kurumlarımızda bulunmalıdır' diyordu.
Adada en çok hangi konular üzerinde dururdu sizlere neler anlatırdı?
Özgür insan, kadın özgürlüğünün gerçekleşmesini devrimin kaynağını sayar, kadın özgürlük mücadelesini vermek için tüm geleneksel içerimleri, kölelik ilişkileri ve zihniyetini bunun duruşlarını ret ederek, yeni yaşamı özgür kadınla inşa ederek amaçladı, uyguladı. İmralı zindanında bu mücadelesini daha da derinleştirip sürekli gündemde tuttu. Özgür İnsan, özelde kadın üzerinde sohbetler yürütürken ve 1980'lerin başında yaşadığı ve hiç unutmadığı bir anısını anlatırdı. '1980'lerin hemen başıydı. Bu, Ebubekir'i en önemli askeri komutanlarımızdan biri olarak hazırlıyorduk. Bunun için bir evde yoğunlaşması ve askeri temelde hazırlanması için kendisine çalışma ortamı hazırlamıştık. Bir gün eve, ne yapıyor, yoğunlaşması ne durumdadır diye gitmiştim. Eve girdim ve o sırada kendisi de başka bir odaya gitmişti. Ben de ne üzerinde yoğunlaşıyor, hangi kitabı okuyor, kitabın hangi yerlerini işaretlemiş, neler dikkatini çekmiş diye okuduğu kitaba baktım. Mao'nun 600 sayfalık askeri yazılarını okuyordu. O koskoca kitapta tek bir şey dikkatini çekmişti. Mao'nun 'kadınsız yaşanmaz' sözü, sadece bu sözünün altını çizmişti. Buna çok öfkelenmiştim. Kendi kendime Allah belanı versin demiştim. Bu kitaptan sadece bu mu dikkatini çekmiş? Ben daha sonra buna karşı şunu belirtmiştim; mevcut kadınla yaşanmaz demiştim. Bugüne kadar da bunu derinleştirerek sürdürüyorum. Ebubekir alçağı en son birini alarak kaçtı. Bunların gerçekliğini bu yüzden çok iyi anlamak, bilince çıkartmak gerekir. Yoldaşın yoldaşı olmak, temsil edilen hakikatten pay almaktır' diyordu.
'Bizlerin her zaman moral gücü ve kaynağıydı';
Önderlik yoldaşlarıyla kazandığı yaşamdaşlığı sürekli anlamlandırarak sürekli paylaşım duyarlılığını büyüttü. İmralı adasındaki arkadaşlarıyla da yoldaşlığını, paylaşım derinliğini, hassaslığını koruyarak kendisinden çoğalmasını bildi. Birgün sohbete çıkmıştık. Özgür İnsan 'bana gelen elbiseler çoktur. Hepsi idarenin emanet deposundadır. Onları idareden isteyerek giyebilirsiniz. Benim elbiselerimi kullanabilirsiniz' demişti. 'ben giymiyorum, bana birkaç elbise parçası yeterli. Buna rağmen elbise getiriyorlar. Bu kadar elbiseyi ne yapacağım, arkadaşlar giysin' yaşamı boyunca değerleri koruyan bir lokma, bir hırka felsefesiyle yaşayan özgür insan, adada da bu ilkesiyle yaşadı. Her şeyimizle ilgileniyordu. Sporda giydiğim ayakkabım biraz eskimişti. Özgür insanında dikkatini çekmişti. Bana hiçbir şey söylememiş ve hissettirmeden göz ucuyla ayakkabılarıma bakmıştı. Yedek ayakkabılarımı ayaklarımda görünce tamam demişti. Bizlere her şekilde çok duyarlıydı. Yemeklerde bizlere bazen kuruyemiş verirlerdi. Bu kuruyemişleri de bazen cebine koyarak spora getirir ve bizlerle de paylaşırdı. Zaman zaman ağız dolu gülüşleriyle bizlerin her zaman moral gücü ve kaynağıydı. İmralı adası Özgürlük Mücadelesinin başarı ve zafer kazanması için çok önemli bir mücadele alanına, özgürlük kalesine çevirmiştir. Önderliğimiz, ruhunu, zihnini tüm varlık gücünü koruduğu kadar düşmana karşı mücadelesinde de gelişim sağlamıştır. Politik bir mücadele alanına çevrilen İmralı adasında, Önderliğimiz politik alandaki yetmezlikleri, eksiklikleri sürekli eleştirerek özgür yaşamın da önünü açmıştır.
'Politik örgütsel halk gücün olursa politik söylemin anlamı olur';
Genel politik gelişmeler yaşanırken, siyasal demokratik mücadelemize karşı yoğun politik, psikolojik saldırılar yapılırken, bunlara karşı doğru, etkili karşılık verilmediğinde çok öfkeleniyordu. Erdoğan ve partisinin saldırılarına gereken sert karşılık verilmemesine çok öfkeleniyordu. 'politik karşılık doğru temelde verilmiyor. Halbuki çok etkili politik karşılık verilerek bu saldırıları boşa çıkarabilirler. Ama politika yapmasını bilmiyorlar. Erdoğan ve partisi de politik anlamda zayıflıklarını gördüğünden dolayı istedikleri gibi saldırıyorlar. Ben bunu belirtirken sert karşılık verirken sadece yapılsın demiyorum, bunun arkasında politik, örgütlü halk gücün olacak. Eğer bu yoksa sert karşılık versen de bir anlam ifade etmez. Sert politik söylemin arkasında politik, örgütsel halk gücün olacak. Bu yoksa politik sert söylemin olsa da bir anlam ifade etmez. Zaman zaman sert politik söylemler oluyor. Fakat karşınızdaki iktidar partisinin arkasında devlet gücü var. Eğer yönelirlerse ne yapacaksınız? Sadece sert politik söylemlerle de kendini kandırmak olur. Politik örgütsel halk gücün olursa politik söylemin anlamı olur. Karşı güç üzerinde etkili ve sonuç alıcı olur' diyordu. Kürt işbirlikçi karakterlere de, 'bunlara sıfat bulmak mümkün değil. Bunların gerçekliklerini ifadeye kavuşturacak kavramlar yoktur. Var olan kavramlar, terimler çok yetersiz kalmaktadır. Akşam birini dinledim, tahammül bile edemedim ve kanal değiştirdim. Küstahça konuşuyorlar. Böylesine kişilikleri Özgürlük Mücadelemize karşı kullanıyorlar' demişti.
Volta atarken tesbih çekmeyi çok sevdiği için Pervin Buldan'ın getirdiği tespihi sohbetlerde yanında getirirdi ve sohbetler arasında bazen tespih çekerdi...
DERLEME
YORUM GÖNDER