SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (28.BÖLÜM)
B- Kahramanlık destanları ve Theologia anlatımları, M.Ö 6. yüzyıldan itibaren yetersizliklerini iyice ortaya koymaktadır. İlkel köleci dönemin bu ideolojik kalıpları bunalım geçiren köleci uygarlığı sürdürmeye yetmemekte, çıkış bulamamaktadır. Bu aşamada yeni bir ideolojik patlamaya, zihinsel ve ruhsal çıkışa kesin ihtiyaç bulunmaktadır. Hem olguları doğada ve toplumda yeni izahlara kavuşturmak, hem de toplumsal kargaşaya çözüm bulmak gittikçe kendini dayatmaktadır. Zerdüşt ve Budha’nın özellikle ahlaki alanda yol açtıkları reformu daha da genelleştirip, tüm doğaya ve toplumsal ilişkilere yansıtmak gerekmektedir. Grek, Güney İtalya ve Batı Anadolu’nun yeni kurulan şehir ortamları bu iş için ideal bir ortam sunmaktadır. Sümer ve Mısır’ın merkezi devletlerinin ezici baskı ve dinsel kültürü, buralarda güçlü bir temele oturmuş olmaktan uzaktır.
Yeni Grek köleciliği, hizmetinde ideologlara ihtiyaç gösterdiği gibi, baskı kuracak bir darlığa da düşecek durumda değildir. Çok verimli bir kent yükseliş süreci yaşanmaktadır. Yüceltici ideolojik çabalar engel değil, daha çok katkı sunmaktadır. Grek aydınlanmasının temelinde bu maddi gerçeklik yatmaktadır. Felsefenin ilkin geliştiği Batı Anadolu’daki İyonya ile Güney İtalya’daki Elea bölgeleri, merkezi Grek’ten uzak bulundukları için, daha fazla bir özgür ortama da imkân vermektedir. Tarihte ilk filozof olarak adlandırılan Miletli Thales’in felsefeye katkısı, tanrıyı işe karıştırmadan, doğayı kendi öz ilişkileriyle izaha kalkışması çabasında görülmektedir. “Evren sudan yaratılmıştır” derken, belki günümüz ölçülerinde fazla bir şey söylemediği dile getirilecektir.
Fakat insan düşüncesinin tanrı gölgesi düşmeden bunu bağımsızca söylemesi, insanlık düşünce tarihinde devrimci bir değere sahiptir. Unutmamak gerekir ki, bu düşüncenin altında da Sümer tanrısının önce suyu yarattığı veya sudan tanrının yaratıldığı görüşü yatmaktadır. Thales’in hem Mısır hem de Babil’de eğitim gördüğü bilinmektedir. Yine “her taraf tanrıyla doludur” düşüncesi de Thales’e mal edilmektedir. Burada da din felsefesine bir yönelim söz konusudur. Doğa ile tanrı kopuşu tam gerçekleştirilememiştir. Daha çok iki varlığın iç içe oluşu varsayılmakta, vahdet-i vücutçuluğun ilk biçimlenmesi anlayışına yol açmaktadır. İkinci önemli adımı Herakletios atmakta; tanrıdan hiç bahsetmeden, doğanın temelinin kendi kendine hareket etmekten ibaret olduğunu söylemektedir.
Doğanın “logos” anlam yasası olarak da değerlendirebileceğimiz kendi iç yasalarının düzeniyle hareket ettiğini, dıştan hiçbir tanrısal etkiye ihtiyaç duymadan sürekli değiştiğini söylemekte; düşüncesini “bir nehirden geçen sudan ikinci kez yıkanılamayacağı” biçiminde formülleştirmektedir. İlk defa açık bir biçimde maddeyi (özdek) esas alan bir düşünce tarzı temellendirilmektedir. Felsefe tarihindeki maddecilik, daha sonra geliştirilen “tarihsel maddecilik” görüşü, ana kaynağını bu düşünce tarzından almaktadır. Diğer uçta Güney İtalya’da Phytagoras, idealist felsefenin temellerini atmaktaydı. O da Thales gibi gençliğinde uzun bir süre Mısır ve Babil rahip okullarında eğitim almış, uygarlığın o günkü durumunu gezerek de görmüştür.
M.Ö 6. ve 5. yüzyıllarda yaşayan filozofun asıl önemi, doğa ilişkilerine matematiği uygulamasıdır. Sayılara kutsallık atfetmekte, sayıların özellikleriyle her şeyin açıklanabileceğine inanmaktadır. Evrendeki uyum dilinin müzikle duyurulabileceğini öne sürerek, armonia düzenliliğini savunmaktadır. Her şeyin temelinde ruhsal varlıkları öngörmekte, maddi ve bedensel gerçeği kafes rolünde görmektedir. Öğretisini mistik (gizemli) tarzda yürütmekte, çok sıkı bir eğitimi esas almaktadır. Grek ve İtalya’da doğan sınıflı toplumun Eflatun öncesi filozofça yönetimini hazırlamaktadır. Aslında yaptıklarının Sümer ve Mısır yönetimlerine esas teşkil eden ilkelerin güncelleştirilmesi ve yerel koşullara uyarlanması olduğu, bu merkezlerden yoğun bir biçimde etkilendiği açıktır.
Fakat doğadaki her şekillenmenin, formun bir sayısal oran ilişkisine dayandığını, şeylerdeki bu oranın bulunmasının esas olduğunu öngörmesi önemli bir katkıdır. Tıbbın, mimari ve müziğin geliştirilmesinde, bu oransallığın yakalanmasının büyük önemi vardır. İlişkilere sayı, ölçü ve sınırı yerleştirmesi de önemli bir ilerlemedir. İnsanın zihniyet ve ruhsal yapısında mantığa ulaşılmasında ileri bir role sahiptir. Grek merkez alanında ise, M.Ö 6-5. yüzyıllar arasında yaşayan en önemli filozof Parmenides ’tir. Büyük önemi her şeyin temelinde mantığı, anlama, us yeteneğini öngörmesidir. Duygular yoluyla öğrenmeye güvenilemeyeceğini, duygulardan gelen bilgilenmenin aldatıcılığını öne sürerken, usla bilgilenmenin esas olduğuna, bu tarz bilgilenmeyle gerçekliğe ulaşılabileceğine inanmaktadır.
Aslında Parmenides’in önemi, uyanan insan aklına, usuna büyük değer vermesinde yatmaktadır. Belki aşırıya kaçmış, somut bilgilenme kaynaklarından uzaklaşarak, büyük bir yöntem yanlışlığına bin yıl sürecek bir kapı aralamıştır. Ama mantıklı düşüncenin temelini atmak ve önemini ortaya koymakla evrensel bir rol de oynamıştır. Atina devletinin Persler karşısında uğradığı zor durumlar, verdiği kayıplar, Isparta’yla rekabet, artan sınıfsal farklılıklar, M.Ö 5. yüzyılın sonlarından itibaren giderek derinleşen bir buhran dönemine yol açar. Toplumsal sorunlar gittikçe kendini dayatır. Ortam tam da Sofistler (bilgiç geçinen, bilgi satan öğretmenler) için olgunlaşmıştır. Bu durum iki yönlü bir etkiye yol açmıştır. Bir yandan dini dogmalar inandırıcılığını yitiriyor, tanrılara inanç zayıflıyor, diğer yandan birbirine zıt felsefe okulları sürekli kafa karıştırıyordu.
Bundan yararlanan sofistler, “herkesin kendine göre bir fikri vardır ” sloganı altında birey özgürlüğüne yakın bir pozisyona yol açıyor; fakat temel düşünce kalıplarından düşüldüğü için bir sığlığa, bilgi ve düşüncenin ayağa düşmesine sebep oluyorlardı. Bir yozlaşma, istismar durumu söz konusuydu. Ne dinde ne felsefede ölçü diye bir şey kalmamıştı. Herkesin kendine göre ölçüleri demek, tekrar orman kanunlarının hükümranlığına, toplumda da tiranlığa, demagogların egemenliğine götürecekti. Tüm toplumsal değerlerde kalitesizliğe, aşınmaya, giderek sahtekarlığa yol açacaktı. Bu gidişe dur denilmesi kaçınılmazdı.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER