PKK BİR NEWROZ PARTİSİDİR (2.BÖLÜM)
PKK Militanları ve ARGK Savaşçılarına
Merhaba Yoldaşlar!
Newroz Bayramınız Kutlu Olsun!
Mücadelenin ateşi içinde doğan Newroz’u, günümüzde de adeta yeniden ateşle yoğrularak, özgür bir halkı, onun yaşamını hissederek kutluyoruz.
Yaşam odur ki, insanın varoluşunun temel esaslarına, belki de insanlık tarihinde izah edilemeyecek bir tarzda kastetmiş, sadece yaşam dışı bırakmakla kalmamış, ölümden daha betercesine bir yaşamın içine ittirilmiş bir gerçeklikti. Bu gerçeğin parçası olmak, sadece baskı ve sömürüye de izah edilemeyecek yüzkarası bir konumda tutulmaktı. Sanıldığı kadar, yaşanıldığı kadar acı ve zor olmaktan da öteye, son derece kahredici, yaşamın bir suç haline getirildiği, karşılığını veremezsen her gün ölümden daha beterinin yaşatıldığı, ama karşılığını vermenin de muazzam direniş istediği bu gerçekliğimizin ayrılmaz bir parçasıyken, biz, bu Newroz günlerinde yeni bir yaşam seçeneğine adım attık.
Düşmanın ana karargahında, merkezinde, bireysel anlamda uzun bir hazırlık sürecinden sonra, insan olarak, halk gerçeğimizle bağlantıyı inkar etmeden, ama zorlukları da hep göz önüne getirerek, “acaba bir adım atabilir miyiz, umut olabilir miyiz?” diyerek, umutsuz mu umutsuz, iddiasız mı iddiasız, alacakaranlık bir dönemde, ağzımızdan bir-iki söz çıkararak, ülkemizin, halkımızın adını ve özgürlüğünü düşüncemize getirerek ve dilimize söyleterek, böylesi bir Newroz gününde sadece diriliş veya kurtuluş değil, bütünüyle mutlak yaşam hareketi olarak da değerlendirilecek bu partinin, bu hareketin ilk adımını attık.
Bu bahar bu adımın yirmi dördüncü yılına giriyoruz. Dile kolay diyeceğim, ama halen anlatılması bile çok zor bir yirmi üç yıl geride bırakıldı. Onun öncesi de vardır. Belki daha kahırlıdır ama, biz sadece bu hareket adına, korkunç bir şekilde nefes nefese yaşamı başlattık.
Tarih her zamankinden daha fazla bu süreci değerlendirebilir. Nasıl bir halk tarihi haline geldiğini, nasıl bir savaş tarihi olduğunu da daha iyi açıklayabilir. Ama gerçekten bu başlangıcın ne anlama geldiğini, birey olarak bizim nasıl başladığımızı, ne olduğunu ve kelimelerle niteliğini tam anlatabilmek zordur. Zor olduğu içindir ki, sancılar çekiyorsunuz, halk olarak da halen en ağır tehditler altında bulunuyorsunuz.
Bizim her zaman söylediğimiz bir gerçek var; yeni yaşam tarzının bir söylemi var, bir mücadele ifadesi var, kendini günlük olarak dile getiriş ustalığı vardır. Bunlar kazanılmadan tehlike her zaman üzerinizde sürecek ve düşmanın lanetli tarihi sürdürmesi sürüp gidecektir. Her baharı, halkımız için gerçek bir bahar haline getirmek için büyük çabalar harcadık. Özellikle önce parti şahsında ve savaşan güçleri temelinde yeni günleri, yeni bir yaşamı yakalayabilmek için, bu baharlara yüklendikçe yüklendik. Her şeyimizi verdik, bütün coşkumuzu ve direncimizi bu günlerde daha anlamlı, daha yüceltilmiş olarak gösterdik. Ve biz halen daha hızından hiçbir şey kaybetmeden, yine öyle coşkulu, iddialı, bilinçli ve yaşama da mal ederek yürüyoruz.
Karşımızdaki düşmanın da ne kadar inatçı olduğu görülmektedir. Sadece tarih de değil, günümüz de böyledir. Bu sefer bu bayramı, inanılmaz bir ikiyüzlülükle çalarak, daha düne kadar saldırarak, bir halkın şahsında katliamlarla karşılayarak yok etmek istediği bu Newroz’u, kendine mal etmekte ve halkımıza da kahretmektedir. Utanmadan kendisine özgür bit kutlama, bize alabildiğine yasaklama ve kahretme var. Düşman, doğasından gelen bu özelliği sürdükçe böyle yapacaktır. Halkımızın da daha iyi anlayacağına inanıyoruz ki, bu düşman bayram kutlattırmaz. Hele biraz milli ve özgürlük temelinde oldu mu, hiç mi hiç kutlatmaz. Bunu halkımız görmekte ve kendi gerçeğini daha iyi tanımaktadır. Kutlanılan bayramların kendi bayramları olmadığını da artık daha iyi anlamaktadır. Ve biz de oldum olası bu bayramlara ilgi göstermedik. Bizim olması gereken bayramlar ise savaşla, özgür düşünceyle, iradeyle kazanılacak bayramlardır.
Biz bu son yılların bayramlarını, özellikle de Newroz Bayramlarını bu anlamda geliştirirken, düşmanın da uyanışı, saldırışı daha iyi anlaşılmaktadır. İnsan soyunun, bir halkın kendine yapabileceği en büyük kötülük, kendisini yaşam dışı bırakan düşman gerçeğini benimsemesi, onunla düşüp kalması, onunla kendisini özdeşleştirmesi, hatta erimesidir. Bu öyle bir çirkinlik, utancı o kadar büyüktür ki, bizim de gerçekten kişilik yapımızın temelinde bu utanca, bu çirkinliğe bir son vermek vardır. Biz bu hareketin gerekçesini uzun yıllar düşünürken, hazırlarken, hep çirkinlik ve utançtan kurtulmayı esas aldık. birey olarak da bu böyledir. Nasıl söyleyeyim ki, biz gözümüzü kaldırıp kimsenin yüzüne iyi bakamıyorduk. Ben halen bunun izlerini derinliğine taşıyorum. Bir yandan yaşamın bizim de hakkımız olması gerektiğini düşünürken; bir yandan bunun üzerindeki kara iz, düşman hükmü, iradesi ve onun utancı kahrediyor. Bu ikilem, halkımızın da kimliğine, kişiliğine kazınmıştır. Utanır bir halktır; ama bir türlü de yaşamdan umut kesmemektedir. Bazen yılana sarılırcasına yaşamak istemektedir. En inanılmaz yalanlara inanarak da yaşamak istemektedir.
Mantığı duran, iradesi çoktan kaybettirilmiş bir halk, ama buna rağmen garip bir yaşam tarzı var. Çok havada ve temelleri olmayan bir yaşam, çirkin bir yaşam, çok yenilgilerle dolu, savaşı kendisi için olmayan bir yaşam söz konusudur. İşte gel de bu yaşamı çözümle, gel de işin içinden sıyrıl. her düşünen ve bende insanım, bende temel insani özelliklerden vazgeçmeyeceğim diyen bir insan için bu, gerçek bir trajedidir. Utancı ve laneti öyle kolay kolay silkinip atılamaz. kader mahkumu, gerçekten zindandaki prangalardan daha çok prangalara takılmış bir yaşam mahkumudur. Duyamıyorsanız, hissedemiyorsanız, her gün sarsılamıyorsanız, siz biraz da düşmanın silik bir gölgesisiniz de ondan. Şeref onur çoktan yitirilmiş, maskaralık çoktan benimsenmiş ondandır. Ve maalesef insanımız çoktan beri böyledir de ondan.
Ben bu insanların yüzüne baktıkça hiç umutlanamadım. Hep ezikliğin utancını, yaşam dışılığını gördüm. Çarpık, özgür ve cesur olmayan yaşamların sahiplerini gördüm. Sözü çok eğri-büğrü, iradesi ne kadardır belli değil, iddiası belli değildir. Bunu yıllardır sadece toplum gerçeğimizde değil, parti saflarımızda yansıtılışını da gördük. Bunu gerçekleri abartarak söylemiyoruz. Çok açık, günümüzde düşman da “böyle bir kimlik, kişilik yok” diyor. “Bir başkaldırı varsa, savaş tarihinde bile görülmemiş her şey denenecek, oynanacak ve ezilecektir” diyor.
Diğer yandan, sözde direniyoruz. Ben bu direnişi çok eleştirdim. Düşmana göre çok zayıf, başarı için çok zayıf ve yetersiz; ama buna rağmen de, hiç olmamasından daha iyidir dedik. Uzun süredir yaklaşım buydu. Halen tüm gücümüzle gerçek direnişçiyi ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Biz yaşam konusunda hata yapamayız. Hatalar vardır, sıradandır, hiç önemli değildir. Ama hatalar vardır, bütün bir halk için, onun öncü savaşçıları için öldürücüdür. Sizlere bunlar çok basit gelebilir, ama söylemeliyim ki; yaşamın ve savaşın doğru tarzı yakalanmadıkça her şey boştur. Onun için yaşamları ciddiye almıyorum, sizleri de ciddiye almıyorum. Normal bir insani ihtiyacınız var mı, yok mu; bu benim için hiçbir anlam ifade etmez. Çünkü doğru bir yaşam ve savaş tarzı olmadıkça her şey boştur. Bunu göstermeye çalıştık.
Bunu şunu için göstermeye çalışıyoruz. Muhtemelen yaşamı kazanabilirsiniz. Neden hata yapalım, neden bir reformist gibi gerçeklerle oynayalım? Biz de reformizm bu anlamda, düşman için en kolay başarı yoludur. Düşmana bir savaşta bile en rahat başarıyı gösteren yoldur. Onun için direniş, radikal, çok köklü ve eğer varsa, bir ıslah olmayı özümsetebilir kadar güçlü olmalıdır. Bu temelde bütün yaptıklarımız gerçeklerle bağlantılıdır. Kendinize güveniyorsanız, gerçeklerin gücünü göreceksiniz. Gerçeklerin gücünü görmeden, ister düşman gerçeğinin gücü, ister bizim geliştirmek istediğimiz yaşam gücü, ister bizim geliştirmek istediğimiz yaşam gerçeğinin gücünü görmeden, sizler asla ezilmekten kurtulamazsınız. Büyük başarmak şurada kalsın, hiç de sandığınız gibi olmayan kötü bir sonuç gelir sizi götürür. Diğeri büyük duymayı, büyük yaşam isteğini, ama en çok da amansız mücadele tarzını gerektirir. Bunu göstermek tek çaredir. Bütün yaptıklarımız, bunu anlaşılır kılmaktır. Anlaşılmadan zaten yaşama geçemezsiniz.
İşte görüyorsunuz, doğa ne kadar canlanıyor. Gerçekten olağanüstü yeşeriyor, kusursuz denilecek bir biçimde çiçekleniyor. Ama bize bakın, ne kadar çarpığız, ne kadar yaşamdan uzaklaştırılmışız. Doğaya ters düşmüşsüz. Bunu anlamadan kendine saygıyı nereden bulacaksın, nasıl yaşayacaksın. Hatta ölüm bile başına bir beladır. Ölmek bile sana kolay nasip olmaz.
Bütün bunlar bizim aynı zamanda, yeni gün, yeni yaşam sorunlarımızdır. Hiç küçümsemeye kalkışmayın. Sıradan düşüncelerle veya alışılageldik tarzlarınızla sonuç alacağınızı sanmayın. Olmayacaktır. Çok alışılagelmiş, kopya edercesine katlanan günleri hiç tekrarlamaya gerek yoktur, hiç kıymeti de yoktur. Bu zaten yaşama en kötü saygısız yaklaşım olacaktır. Çok açıkça tekrarlamalıyım ki benim bütün yaptığım, yaşamı elden kolay bırakmamaktır. Ucuz yaşamamak kadar, ona saygısız olmamak, yaşamı büyük bir sorun haline getirmektir. Ve bunu biraz başardık. Şu anda yaşam büyük bir sorundur.
Görüyorsunuz, bugün bile halkımızı nasıl bir yaşam sorunuyla karşı karşıya getirdik. Milyonları ağır bir yaşam sorunuyla savaşır duruma getirdik. Bu yaşama saygıdan ötürüdür.
Şunu çok açıkça söylemeliyim ki, çok değerli yoldaşımız Mazlum Doğan, bugünün akşamı bir ölüm kararını verdi. Şahadetinin on beşinci yılına da giriyoruz. Bu karar önemlidir. İnançlı, yaşama karşı bu cesur yoldaşımız, partimizin ideolojik-siyasi esaslarına oldukça bağlı, sonuna kadar kendini adamış bu yoldaşımız, bu yaşam gününü, diriliş gününü; kışın geçtiği, baharın geldiği bu günü, neden kendisi için bir ölüm günü haline getirdi? Vicdansız mıydı, intihar mı etti, yaşama saygısız mıydı? Asla! En bilinçlisiydi. Yaşama oldukça özlü, özgür bağlı birisiydi. PKK militanlığının en tutarlı örneği olarak çok iddialı bir yaşam tutkusunun sahibiydi. Ama buna rağmen ölüm kararını vermiştir. Biz bu kararı değerlendirmeye çalıştık; bulduğumuz sonuç, orada yaşama tek saygı bu ölüm kararını vermektir. Tarihi bir karardır. Tarihi ve yaşama saygı gösterme kararıdır. Hiçbir ölüm bu kadar yerinde ve anlamlı olamaz.
Tarihine biraz saygılı mı olmak istiyorsun, soylu yaşama bir nebze olsun katkı sahibi olmak mı istiyorsun, artık bu karar kaçınılmazdır. Ve bu karar verilmiş ve uygulanmıştır. Bilinir, o zaman direniş zindanda başka bir hal aldı. Arkasından Ferhat Kurtayların şanlı ölüm kararı geldi. O da çok büyük bir kararıdır. O da bir bahar günün de oldu. Mazlumların Newroz ateşini bedenlerinde, Dörtlerin çırası biçiminde tutuşturarak sürdürdüler. O ölüm kararı da çok büyük bir ölüm kararıdır. Zindanı aydınlatma, o dayatılan müthiş zulmü karanlığı boğma eylemiydi. Mazlumunki yaşama iddiasıyken, yaşama saygılı olmada vazgeçmeme iken, kararın temel gerekçesi bu iken; Dörtlerin yanması, bunu daha da pratikleştirmek, daha da kitleselleştirmek, daha da yaşamsal kılmak kararı idi. Çok büyük bir karardı.
Kararın amacı kadar, içeriği ve gerçekleşme biçimi müthiştir. Mutlaka tüm yönleriyle anlamak ve yaşam gerekçemiz, halk gerekçemiz, militan gerekçemiz haline getirmek, her namusluyum diyenin, bağlıyım diyenin temel görevidir. Ve yakılma kararı bir ulus kararıdır, bir yaşama saygı kararıdır, bunun için çok büyük direnme kararıdır. Ulusal kuruluş için alçaltılmış yaşama karşı insanın büyüklüğünü göstermek için verilmiş çok büyük bir direniş kararıdır. Mutlaka tüm insanlarımıza, hatta insanlığa taşırma gücünü göstermeliyiz. Geride kalan biz militanlara bu büyük vasiyet düşmektedir.
Daha sonra büyük ölüm oruçları kararı da vardır. Onlar da bu büyük karar zincirlenin bir halkasıdır. Yine yaşamaya saygı, yaşamanın insansal biçiminden vazgeçmeme, bunun PKK ile başlatılmış ifadesine sahip çıkma, partiden vazgeçmeme, dolayısıyla onurlu yaşamdan vazgeçmeme kararıdır. Güçleri o kadardı. Onlar da bedenini yakarak değil de, kendilerini kemiklerine asarak, dördü yakarak, dördü de kurutarak gerçekten çok büyük bir dokuzu teşkil ederler. Ardı sıra yüzlercesi gelir, ama Dokuzlar, zindanda bitirilmek istenen bir umudun bir parti şahsında ısrarın, vazgeçememenin, o müthiş zulmün, “üstü öyle betonlanmıştır ki asla bir daha dirilemezler” denildiği bir zeminde patlayan bahar çiçekleridirler. Kasıp kavruldular, ama yine de onların böyle bir çiçeklenme olduğu bugün çok açıktır.
Hatırlıyoruz, biz de o günlerde bu büyük karar sahiplerinin anısına bağlılığın bir gereği olarak, ölümün yolu düzlendi dedik. Bu büyük ölüm korkusu aşıldı. Ölüm ile yaşam arasında kurulan köprü oldular, rahatça üzerinden ölümden yaşama, yaşamdan ölüme geçeceğiz; bu köprü öyle bir köprüdür dedik. Bu köprüden onlarca, yüzlerce ve binlerce kişi geçerek şehitler kervanına katıldılar. Bugün bütün halkımız gözünü kırpmadan şehitler kervanından geçmeye hazırdır. Ve ben bugün şunu söylüyorum; başta gerillamız olmak üzere tüm savaşanlarımız, herhangi bir gerilladan da öteye, dağlarda klasik gerillayı oynamaktan da öteye, birer intihar gerillası haline geldiler. Veya kararımız, bugün bir intihar gerillası gibi savaşmaktır.
Nedir intihar gerillası gibi olmak? Önce sınırsız bir fedai gücü haline gelmek, ölümü hiçe saymak ve bu büyük kuvveti arkasına alarak kendini en büyük eylemci haline getirmektir. Dağlarda artık belli bir aşamaya gelen savaşçı, kentlerde de, düşmanın geniş yığınları içinde de büyük bir patlayıcı haline kendimizi getirerek yürütmek demektir. Öyle anlaşılıyor ki, bundan sonra çok sayıda intihar gerillamız, daha bilinçli, daha planlı; ucuz ölmek için değil, dayatılan ölümü yok etmek için, düşmanın bu ölüm seferini yerle bir etmek için, üstün yetenekli savaşçılar olarak yeni savaş alanlarının gücü olacaklar.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (21 MART 1996)
YORUM GÖNDER