TÜMÜYLE ŞEHİTLERE VE ZİNDAN DİRENİŞÇİLERİNE SELAMIMIZ; SAĞLAM BİR PRATİKTİR (1.BÖLÜM)
Bir grup zindandan çıkan yoldaş devreye katıldıkları için, onların şahsında, diğer zindandan çıkan yoldaşlara hitap anlamında bazı şeyleri belirtmek istiyorum: Her yerde yoldaşlar, birbirlerine layık olmayı, sağlam bir pratikle kanıtlamalıdırlar. Bunun dışında, her şey laf-ı güzaftır. Çok değerli bazı arkadaşların varlıklarını bir daha görmeyeceğiz. Ama biz onların ruhunu böyle bir toplulukta yaşatmayı biliriz. Herkesin onların anısı üzerine ölüme yürümesini sağlattırabiliriz. Anılarına verilecek bundan sağlam cevap olamaz. Adına savaştıkları değerlerin ve halkın, onlar ardından ölümüne yürümeleri bizim görevimizdir. Bunu gerçekleştirmemiz gerekir ve yapılıyor da. Benim de büyük inadım bu konudadır. Bir damla kanım dahi saygısız bırakılamayacağına göre, benim de büyük bir az-mim var. Hiçbir şey olmasa veya fazla anlam bulmasa bile, karar ve azimle bu halkı bu temelde yürütmeye çalışmak yeterlidir. Madem bazıları en zor koşullarda hayatlarını adamışlardır, o halde diğerleri mutlaka yürüyecektir. Yürümeyenler ise ayaklar altında ezilecekler, ya da karşı saflarda savaşacaklardır. Emir budur!
Eğer bir hareket ve onun adına hareket ettiği halk, en değerli evlatlarının kanını çok kolay unutur ve onları yaşamlarına nakşetmezlerse, onlara “alçaklar sürüsü” demeye hakkımız var ve tarihte de öyle denir. Yoldaşlık adına, onların anısına layık olan bir yaşamı tutturamayanları asla affetmeyeceğiz.
Onları tekrar mezardan çıkaramayız, buna gerek de yok. Onlar zaten fiziki olarak yoklar, fakat yaşamlarının anlamı dipdiridir. Gerçekte sürekli yürüyen bir kuvvettirler. Bu, önderlik anlamına geliyor; bu, yoldaşlığın büyük değerlerini esas alarak yaşamayı sürdürme anlamına geliyor. O olmazsa, büyük davalar uğruna, kimse bir damla kan akıtmaz. Kan akıtmadan, bizim gibi düşmüş bir halk için, bırakalım “kurtuluş” sözcüğünü, insan demeye bile kimse tenezzül etmez.
Dolayısıyla, tümüyle şehitlere ve zindan direnişçilerine selamımız; sağlam bir pratiktir. Eleştiriye açık sağlam bir pratikten bahsediyoruz. Bazıları buraya geldiler, onlara şunu söyledim; “onlara layık olabilmek için, sürdürmek zorunda olduğunuz mücadele için, her türlü fırsat ve olanağı sunuyoruz. Size düşen, bundan faydalanarak bağlılığı kanıtlamaktır. Bunun dışında hiçbir şey insanı onure etmez”. Bu, sizin için, tek tek hepiniz için böyledir. Bir yoldaşımıza sunabileceğimiz, en değerli hediye veya armağan; yetkin bir devrimciliği, çıta gibi, çelik gibi apaydınlık bir kişiliği sunabilmektir. Bu çok önemlidir.
Ben kendimi niye oldukça diri ve yetkin tutmak zorundayım? Çünkü temsil edilen değerler, başka türlü yaşamaya fırsat vermiyor da ondan. Bazılarına soruyorum; “niye bu işin altından çıkamıyorsunuz?” Yani istenilen ölçülere bir türlü gelemiyorlar. Eminim ki, bunlar temsil ettikleri değerlere layık olamamanın ispatını sunuyorlar bize. Değerlerden habersiz olduklarını ve dolayısıyla kendini aldattıklarını kanıtlıyorlar. Biz bunları unutmayacağız.
Bir insan her şeye kadir değildir, ama yapabilecek olduğu şeylerin de bilincinde olur. Beni kimse aldatamaz; hiçbir uyum göstergesi veya bağlılık türü de beni aldatmaz. Üzerinde çokça düşündüğüm ve kanıtladığım yoldaşça değerler sistemi var. Bunu tutturuncaya kadar çalışırız. İddia ediyoruz ki, değerlerimiz yüceliktir. Siz, bu değerlerimiz için türküler de söylediniz, adına şiirler de okudunuz. Bu işin bir yanı. Halkımızın geleneğinde ağıtlar yakma, türküler söyleme yaygın bir gelenektir. Bu bir yetersizliği içerir. Bunlar maddi bir güce dönüşmezse, savaşan bir kuvvet haline getirilmezse hiçbir anlam ifade etmez. Devrimciler gözyaşını kabul etmez. Önder bazı direnişçilerimizin düşman karşısında en ufak bir moral bozukluğunu yaşamadıklarını biliyorsunuz. Devrimci tutum budur. Tersini yapsaydık, kendimizi yere atsaydık, hiçbir şey elde etmezdik. Önümüzdeki dağ gibi olumsuzlukları aşmanın başka yolu yok.
Arkamızda dağ gibi duran şehitlerimizi bu durumda hatırımıza getirmememiz mümkün mü? Ama pek getirmiyorsunuz. Bu yapıyla neden bu kadar uğraşıyorum? Bu olumsuzluğu yerle bir etmek için uğraşıyorum. Devrimcilerin anılarına öyle gözyaşıyla, kendini yere atmakla, yılgınlığa düşmekle ve kendini tanınmaz hale getirmekle bağlılık kanıtlanamaz. Yine “devrimciler öldü, devrimler sürer” diyerek alçakça bir inkara yönelmekle de görev ve sorumluluklara arka durmak olmaz. Böyle tavırlarla işin altından kalkılamaz. Bunu halen ispatlamaya çalışıyoruz. Dökülen kanlarımız çok. Hiç kimse göz ardı edemez, “bir şey olmadı” da diyemez. Biz, bir edebiyatla da üstünü örtbas edemeyiz. Çok sınırlı da olsa, bazı imkanlarımız var ve biz onları kullanacağız. Kıyamet koparıp onlara layık olmanın ispatını gerçekleştireceğiz. Burada görmeniz gereken esas gelişme budur.
Yaşamınız oldukça fedakarlıklarla doludur. Sadece sizin değil, sanırım bütün PKK’lilerin yaşamı böyle geçmiştir. Cesaret ister, insanın düşünmesi bile zor. Ama her tarihi eylemde olduğu gibi, bizim de büyük eylemimizde yapabileceğimiz başka bir şey yok. Kurtaracağız! Küçücük bir mücadele mevzisini bulduğumuzda, ona olanca gücümüzle yüklenip mücadeleyi büyüteceğiz. Bu tutum, bugün, bu durumu ortaya çıkarmış olur. Benim davam, çabam böyledir. Sizlere başka ne sunabiliriz ki? Başka bir şey sunamayız. Sizi nasıl yırtıcı savaşçılar haline getireceğimizi düşünüyoruz. Şu anda kolunuzu kıpırdatıyorsunuz, ama bu yetmez. Eğer düşman seni yiyip bitirmek istiyorsa, sen de dişlerini uzatacaksın. On bir tane burjuva gazetecisi, sözüm ona beni tanımaya çalışıyor; “dişlerin büyük mü, nasıl çıkmış” diye soruyorlar. Düşmandır, öyle düşün-sün. Benim dişlerime bakarak onları nasıl yiyeceğimi görmek istiyorlar. Siz daha düşmanı yemesini bilmiyorsunuz. Aklıma bazı yılanlar geliyor; siz de görmüşsünüzdür. Bazı civcivleri, kuşları ağızlarına alırlar, ama birden bire midelerine oturtamazlar, yarım saat avını diri diri çiğnerler. Düşmanın yaptığı da budur, bizi çiğnedikçe çiğniyor. Bizde sanıyoruz ki, canlıyız. Oysa yılanın ağzındayız, durmadan bizi çeviriyorlar, çiğneniyoruz. O halde kendimizi kılçık yapacağız boğazında kalacağız. Bu bir gerçektir.
Zindandan devrimciler geliyor; kan-ter içindeler. Dağlardan, Botan’dan da gelmişler. Bu delikanlılara karşı görevlerimiz var. Sizlerin birbirinize karşı görevleri var. Bayanların da durumu böyle. Toplumun geleneklerinin bütün bunlar için biçtiği yaşama, bizim biçtiği yaşama bakın. İşte devrimci! Bir babanın hasadı, yani hepiniz babalarınızın hasadısınız. Yaşama karşı görevlerimizi yerine getireceğiz! Büyümeyi sizlere sağlatacağız.
Tiyatro değil, bir gerçek! Rol yapmıyor; sizin de yaşamınızı bir gerçek haline getiriyoruz. Çocuksunuz, ama net ve keskin bir büyümeyi size yaşatacağız. Bağırsanız da, çağırsanız da, ne yaparsanız yapın, sizi büyütüp olgunlaştıracağız. “Tanrı böyle buyurdu” demiyoruz. Hayır! İnsanoğlunun şeref ve onur kanunu bunu böyle emreder. Bana göre de değil, kanun böyle. Ben sadece onun sözcülüğünü yapıyorum. Sizin de canınız var, onların da. Canınızla oynamayın! Can, akıl ve ruhtan ibarettir. Yeteneklerinizi kullanın, aklınızı kullanın, küçücük bir mevzide de olsa büyümeyi bilin! Zindanda da bir şeyler yapılabileceğini gördünüz. Zindanın dört tarafı kuşatılmıştır. Yine de bir savaşım imkanının olabileceğini gördünüz. Buralarda, hele dağlarımızda, savaş imkanımız daha fazla. Yüreğinizle kafanızı çalıştıracaksınız.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER