SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (39.BÖLÜM)
Pers Ahameniş Hanedanlığı ’nın egemenlik tarihi, M.Ö 550 yıllarında Kiros’la başlar. Kısa sürede büyük açılım gösterir. 539’da Babil bağlı kılınarak, uygarlık merkezi ilk defa Mezopotamya’nın dışına, Persepolis’e taşınır. Yüzyılın sonuna doğru Mısır ve en batıda tüm Anadolu alınıp Atina kapılarına kadar dayanılmış, ilk defa Kafkasya’da Ermeni Satraplığı oluşturulup Karadeniz ve Hazar’a ulaşılmış, en doğuda Partya, Afganistan ve Hindistan’a girilmiş, böylece o tarihe kadarki en büyük siyasal organizasyon gerçekleştirilmiştir. Bu kadar hızlı ve büyük tarihsel gelişmenin altında, dayandığı güçlü tarihsel ve kültürel zemin kadar, Asur İmparatorluğu’na göre çok daha yumuşak ve akıllı bir yönetimin payı belirleyicidir. Asurluların yönetim tarzında yerel, etnik yapılara nefes bırakmak şurada kalsın, bunlar yurtlarından edilip yerlerine başkaları, kendi bendekul ilişkilerini kabul edenler yerleştiriliyordu. Persler ise tersine, onları yurtlarında tutmakla yetinmeyip, emirlik düzeyinde bir muhtariyet payı bırakıyordu. Her etnik grup veya kavim kendi adıyla satraplık oluşturup, belli bir vergi ve askeri yükümlülük dışında tamamen serbest bırakılıyordu. Şüphesiz imparatorluk başka özgünlüklere de sahiptir. İyi bir ulaşım ve haber ağına dayalı denetim hayli etkilidir. Ege kıyılarından, tarihte meşhur Sard şehrinden başlayıp Persepolis’e kadar yol ağı mükemmel kurulmuştur. Günlük hazır olan atlı gruplar, birbirlerinden aldıkları haberi doksan gün içinde Sard’tan Persepolis’e ulaştırabiliyordu. Dönemine göre bu büyük bir hızdır. Bürokrasi teşkilatı daha gelişmiştir.
En önemli yenilik olarak Sümer mitolojisi aşılmış ve Zerdüşt geleneğine dayalı en büyük tanrı Mazda inancı yerleşmiştir. Babil’deki sürgünlüklerine son verdiklerinden ötürü Perslere saygı duyan İbranilerin tek tanrılı din kültürünün gelişimi, önemli oranda Mazda inancından etkilenmiştir. Hatta Pers yanlısı çok güçlü bir İbrani Ferisiler Partisi bile oluşmuş olup, günümüze kadar İsrailliler içinde bir kök olarak varlığını sürdürmüştür. Aslında İbrani kültürünün ilk kurucularından sayılan Hz. İbrahim’in de salt bir İbrani kabile şefi olmadığı, döneminde Urfa’nın hakim etnik grupları olan Hurrilerle yakın bağ içinde olduğu, bu kültürün de İbranileri İbrahim geleneği biçiminde etkilediği daha doğru bir yaklaşım olup, bazı etimolojik kanıtlar bu hususu açıkça göstermektedir. Özce, tek tanrılı dinin gelişiminde Hurri ve Pers kültürlerinin yeri çok önemlidir ve araştırmayı gerekli kılmaktadır. Pers imparatorluk süreci tüm Ortadoğu etnik ve siyasal topluluklarına geniş bir nefes aldırmıştır. Newroz Bayramı’nın özgürlük bayramı olarak kutlanmasında bu süreç önemli rol oynamıştır. Tüm kültürlerde kendilerini yaşama ve geliştirmede ilerleme sağlanmıştır. Siyasal kültürde prensliklere meşruiyet tanınmıştır. Mirlik, emir düzeni, bu süreçlerde daha da belirginlik kazanmıştır. Köleci sistem tümüyle aşılmamıştır, ama yumuşatılıp birçok yenilikler temelinde reformdan geçirildiği açıktır. Sistem de esas gücünü bu politika değişikliğinden almaktadır.
Böyle bir yönetime fazla itiraz olmadığı gibi, zorda olan birçok yeni oluşum da onun desteğini aramıştır. Bunun örnekleri çok sayıda ve belgelidir. Medlerin hanedan çekişmesi dışında fazla iç isyanlarla karşılaşmaması, bu hususu doğrulamaktadır. Perslerin asıl çekişmesi Grek yarımadasındadır. Doğuda Çin ve Hindistan’a doğru ilerici bir rolün sahibi olarak sürekli ilerlemektedir. Aynı ilerleyişi eski Sümer ve Mısır merkezlerinde de sürdürmektedir. Yine ileri konumdadır. Birçok yerel, etnik kültür, sosyal ve siyasal değişime uğramakta, önemli ilerlemeler sağlamaktadır. Bu ilerletici niteliği, imparatorluğun muazzam gücüne yol açarken, aynı zamanda dengesini bozmak, kemikleştirmek ve giderek tutucu kılmak anlamında da kendi karşıtını doğurmaktadır. Sistem Asur’a göre ilericidir, ama Batı Anadolu ve Grek yarımadasındakine göre geri kalmaktadır. Nasıl ki Medli Mag rahipleri ve Zerdüşt reformculuğu Med-Pers yükselişinin ideolojik hamuru ise, Batı Anadolu’da Miletli Thales’le başlayan felsefi ideolojik arayış da, Grek uygarlık yükselişinin hamuru işlevini görecektir. Perslere göre daha rasyonel bir düşünce tarzı olarak felsefe büyük gelişme kaydetmektedir. Aslında bu gelişmede hem Babil’in mitolojik eserlerinden hem de Zerdüşt’ün ahlaki reformundan yararlanma büyük rol oynar. Tüm Helen filozoflar bu merkezlerde uzun süre kalmış, eğitimden geçmiş kişilerdir. Yaptıkları, bu geniş birikime dayalı üst düzeyde bir düşünce sıçramasıdır. İnsan davranışında, yani ahlak ve iradesinde özgürlük hamlesidir. Hem etkilenmenin hem tepkinin çok yoğun yaşandığı, Grek edebiyatında çok çarpıcı görülmektedir. Birçok eser, konusunu ve adını bu ilişki ve çelişkilerden almaktadır. Pers saldırılarına karşı giderek büyük bir ideolojik hamle yürütülmektedir.
Bizzat Heredot’un tarih kitabı, karşıt kutupta yer almasına rağmen bu hususu kapsamlı ve ağırlığına denk olarak yansıtmaktadır. Perslerin askeri ve siyasi üstünlüğü kesindir. Atina’nın kendisi, düşmekten kıl payı kurtulmuştur. Fakat yaşanan bu aşırı tehlikeli durum, o döneme kadar düşünülemeyen ve gerçekleştirilemeyen birçok gelişmeyi sağlayacak, bu arada Isparta-Atina birliği, kral Filippus’la birlikte kuzeyde Makedonya’ya kadar bir yayılma biçiminde kendini gösterecektir. Bunun şüphesiz tehlikenin büyüklüğü temel zorlayıcı etkendir. Ama ideolojik yükselişin payı da o denli büyüktür. Pers-Grek çekişmesi uzun sürelidir; esasta da uygarlığın çatallaşması gerçeğiyle yakından bağlantılıdır. Persler ilk başlardaki Batı yolunu açan, özgür iradeli birey çizgisine atılım yaptıran öze yabancılaştıklarında ve kendilerini mutlak irade olarak tanrılaştırdıklarında, kaybetmenin ideolojik nedenlerine de yol açmış oluyorlardı. Tıpkı Sümer ve Mısır monarklarına benzer bir despotlaşma, Greklerde, Atina’da gerçekleşen demokrasiye karşı kazanamazdı. Çatışma bir anlamda Persepolis despotizmiyle Athena demokrasisi arasındadır. Daha geniş bir açıdan bakıldığında, yeni açılan Doğu-Batı yollarının ilk ciddi çatışmasıdır. Başlangıçta siyasi ve askeri güç olarak sayısal anlamda çok zayıf olmasına karşılık, ideolojik öncülük ile askeri ve siyasi taktiklerdeki üstünlük kısa sürede etkisini gösterecek ve Büyük İskender’le birlikte Helen kültürü Hindistan’a kadar yıldırım hızıyla bir zafer yürüyüşüne geçecektir. İskender çok gençtir, ama arkasında tüm akıl gücünün deposu olan Aristo durmaktadır.
Napolyon’un da çok iyi belirttiği gibi, sonucu belirleyen, yeni akıl ve irade gücü ve buna dayalı plan ve taktiklerdir. Bu tür bir hızlı gelişimi burjuva devrimlerinin yayılma sürecinde Napolyon’un kendisi de göstermiştir. Pers imparatorluk yapıları çok büyük kurumlar olmalarına karşın, hantal ve tutucudurlar. Grek tarzında bir yenilik yapacak durumda değildirler. Böyle bir özveri de yoktur. Başlangıçtaki özün yitimi bu şansı çoktan kaybettirmiştir. Fakat bu kısa anlatım bile, Grek uygarlık sisteminin, hem etkilenme hem tepkilenme yöntemleriyle, gelişmesini büyük oranda Pers gerçekliğiyle bağlantılı kıldığı açıktır. Yenenler ve yenilenler arasında sürekli bir diyalektik ilişki tarzı vardır. Bu ilişki olmadan, yengi ve yenilginin de anlamı olamaz. Hiçbir zaman, yengi veya yenilgiye yol açan nedenler tek bir taraftan kaynaklanmaz. Pers-Grek, Doğu-Batı biçimindeki tarihin büyük yürüyüşünde de karşımıza çıkan, bu yasanın hükmüdür. Her ne kadar abartılı olarak anlatılsa da, Büyük İskender’in yürüyüşünde hakim yan askeri ve siyasi olmaktan ziyade kültüreldir. Askeri ve siyasi araçlar basit köprü rolündedirler. Ön koşuldurlar; ama belirleyici ve kalıcı etkiye sahip olan ve daha çok yön veren öğe kültürdür. Helen kültürü, felsefi düşünce tarzıyla çok ileri bir konumdadır. Mısır ve Sümer’den kalma kurumların bu gelişmeye yanıt şansı yok denecek kadar azdır. Sınırlı Med-Pers reformculuğu da bu gelişmeyi karşılamaktan uzaktır. M.Ö 300’lerden M.S 300’lere kadar, Grek ve Roma dönemlerinde Ortadoğu’da İskender’le başlayan Helen kültür çağı yeni bir aşamadır. İlk büyük Doğu-Batı sentezidir.
Bu kültürün kalıcı iz bırakan merkezleri olarak Mısır-İskenderiye , Anadolu Bergama , Dicle-Ktesiton ve irili ufaklı birçok başka şehir birimleri tarihi yeniliklere yol açmışlardır. Aktüel bir konu haline gelen Fırat-Zeugma şehri de, bu dönemden kalmadır. Denilebilir ki Ortadoğu, hamamı, tiyatrosu, pazarı, okulu olan şehir anlayışıyla bu dönemde tanışmıştır. Roma’dan Hindistan ve Çin’e kadar hareket halinde bir pazar oluşmuştur. Tüccar sınıfında bağımsızlaşma ve büyüme gelişmiştir. Zanaatın birçok kolu bağımsızlığına kavuşmuştur. En başta köle pazarları olmak üzere büyük mal pazarları oluşmuştur. İdeolojik dünya dogmatizmden kurtulup fikirler ve mezhepler çığ gibi gelişmiştir. Etnik yapı ve dogmatizme dayalı eski sosyal, moral düzen aşılıp, inanç ve düşünce yapısını esas alan yeni tür bir sosyal yapı ve mistik akımlar dönemi için için işlemektedir. Eski öğrenilirken, birçok yenilik de doğmaktadır. Doğu-Batı sentezinin ortaya çıkardığı yeni dünya budur. Şüphesiz bunda, Perslerin özellikle ilk dönem etkileriyle birlikte, Helen kültürünün yerel kültüre nüfuz edip yenileşmeye yol açması esastır. Daha sonraki Roma döneminde, Doğu’da Partya ’daki (M.Ö 250-216) yeni İran yükselişi, bu kültürel gelişmenin önünde duracak konumda değildir. Tersine hizmet etmek durumundadır. Büyük bir altüst oluşun yaşandığı kesindir. Köleciliğin Pers-Grek-Roma yürüyüşündeki doruk noktasına gelinip dayanılmıştır. İnsanlık tarihinde hiçbir dönem bu kadar derinliğine ve uzun ömürlü olmamıştır.
Reformcu yenilenme, Roma uygarlığı somutunda M.S 300’lerden itibaren hızını tamamen yitirmiş ve kaskatı bir tutuculuğa düşmüş durumdadır. İsa Mesih’in dini, bu sürecin karşıt inanç ve sosyal dokusunu oluştururken, Hz. Muhammed’in dini de çok gecikmeden, ağır siyasi ve askeri darbelerle bu süreci tarihin diplerine gömmeye çalışacaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER