SİYAJIN İLE ŞİYAR(16.BÖLÜM)
Üç aydır buradaydı ama sanki tüm yurt onunmuş gibi davranırdı. “Burası İstanbul’dur, kendini ezdirmeyeceksin” derdi. Onun bu tür konuşmalarını duyunca Ali aklıma gelirdi. O da “kimseye güvenmeyeceksin” demişti. Oysa abim Arif, “güzel dostluklar edinirsin” demişti. Biri beni tedbire yönlendirirken, diğeri de sağlam dostluklar edinmemi tavsiye eder gibiydi. Sanırım abilerden yana şansım da buydu. Üç ayım oluyordu okulda. Yaptığım fazla bir şey yoktu. Dışarıda gezdiğim de yoktu. Okul bahçesindeki sohbetleri ve nadiren bir parkta kızlarla içtiğim çayları saymasam. Ağırlığı derslerime veriyordum. Okuldan yurtta, yurttan okula gidip gelmeler dışında gezdiğim yoktu. O günde her zamanki gibi derse girdim. Sıraya oturup defterimi kalemle birlikte çıkarıp masanın üstüne bıraktım. Adını bilmediğim bir kız gelip sağ yanıma oturdu. Onu görmüştüm, ama hiç konuşmamıştık. “Oturabilir miyim” diye sordu. “Evet” anlamında biraz yana çekildim. Güleç bir yüzü vardı. Kestane rengi gözlere sahipti. Kumral tenliydi. Yumuşak ve uzun saçları vardı. Dudaklarındaki kırmızılığı biraz fazla kaçırmış olmalı ki dudaklarından taşmıştı. Belliydi ki acele etmiş ve emmeyi unutmuş. Bir selpak uzatarak dudaklarının kenarındaki kırmızılığı silmesini söyledim. Gülerek teşekkür etti. Bana biraz daha yakından baktı. Sonra da:
“Niye bugüne kadar sohbet etmedik” dedi. Ben de: “Demek ki kısmet değilmiş” dedim. “O zaman kısmetimizi değiştirelim.” Birlikte gülümsedik. “Gözlerin çok güzel. Gök mavisi rengini seviyorum. Umarım sevgilin kıymetini bilir” dedi. “Öyle biri yok” dedim. Gülmekle yetindi. Biraz durakladıktan sonra: “Adın ne senin.” “Hebun” dedim. “Bu ne kız” dedi. “Kürtçe de var oluş demektir” dediğimde, rengi değişmeye başladı, yüz hatları sertleşti, ses tonu yükseldi, bir anlam veremedim. “Nerelisin?” “Diyarbakır, yani ilçesi Lice’liyim” dedim. “Belli oluyor.” “Oralı olduğum mu?” Hiç beklemediğim bir sertlikte: “Siz hainsiniz, bölücüsünüz” dedi. Sonrada, ”iyi ki sohbet nasip olmamış” diyerek, kalkmaya çalıştı. Ne diyeceğimi bilemedim, şaşırdım. İlk kez birisi böyle konuşuyordu benimle. Hain kimdi, onu da pek bilmiyordum. Aile sohbetlerinde duyduğum tüm hainler Kürtlerdeki kötü ve sevilmeyenlerdi. Ama iyi olanlara kimse böyle bir şey diyemezdi. Bu ne dedim kendi kendime. Derse ara verildiğinde bahçeye indim. Ağacın altında oturdum. Bir şey dememe zaman tanımadan kalkıp gitmesi canımı daha çok sıkmış ve moralimi hepten bozmuştu. Hakareti ağır geldi. Derse girmedim, yurdun yolunu tuttum. Sinirden ne yapacağımı bilmiyordum. İçeri girince çantamı bir kenara attım, çoraplarımı çıkarmadan kendimi yatağa attım. Çaresizlikten olsa gözlerimin nemlendiğini hissettim. Biçarelik gelip bedenimi esir almıştı. Bu daha çok duygusallaştırmıştı. İlkin Berçem kapıdan içeri girdi. Beni yatakta görünce telaşlanmış olmalı ki hızlı adımlarla başucuma geldi. “Hebun neyin var” dedi. Ses çıkarmadım. Battaniyeyi çekip kaldırmak istedi, bırakmadım. “Söylemesen nasıl yardım edebilirim ki” diye sordu. “Hasta mısın yoksa” diye devam etti. “Konuşmak istemiyorum” dedim. Sesime ağlamaklı bir ton hakimdi. Berçem geri çekildi. O böyleydi, kimseyi zorlamazdı. Zamana bırakırdı her neyse sorun. Mutfağa gitti. Şeffaf kulplu su bardağından su getirdi, içmemi istedi. İçmedim. Odadan çıkmadı, sandalye çekip oturdu sessizce. Çok geçmeden Evin geldi. Evo, yaşam kokardı. Kapıyı açışı bile farklıydı. Bana hep “Canê” derdi, adımla nadiren çağırırdı. Beni yatakta, Berçem’i de sandalye de görünce:
“Ne oluyor burada” diye sordu. Berçem’le tartıştığımızı sandı. Benim Berçem’i kırmayacağımı bildiğinden, kendimi yatağa attığımı Berçem’in de bana kıyamadığını ve yan tarafımda sandalyede oturduğunu sandı. “Ayıp be, ne olmuş yani, hadi ikinizin sözleri de bana olsun” dedi. Berçem: “Ben gelirken böyleydi. Konuşmak istemiyor” dedi. “Konuşmamak ne demek şimdi” diyerek başucuma geldi. “Cane min, neyin var?” Yerime Berçem konuşarak: “Özel bir durum olabilir” dedi. Evin: “Özel de olsa böyle olmaz ki” dedi. Sonra da battaniyeyi çekti. Başımı kendine döndürdü. Yanaklarımdan dudaklarıma doğru süzülen gözyaşlarımı silmeye çalıştı. Onun çabası beni daha da bir duygulandırıyor ve yanağımdaki yaşları çoğaltıyordu. İlk kez beni böyle görüyordu. Berçem yeniden mutfağa gitti, belli ki gözyaşlarını silmek için gidiyordu. Evin sulu gözlü biri değildi. “Ben dağ kızıyım, her zorluğa göğüs gererim” derdi çoğu zaman. Evin’e her baktığımda onun yaşama olan sevdasını görürdüm. Bir insan bu kadar mı bağlanır hayata derdim kendime. Evin ve yaşam ne kadar da birbirine yakışırdı bir bilseniz. Başımı kaldırıp gözlerimin içine baktı, sonra da saçlarımda parmaklarını gezdirdi ve üst üste defalarca öptü. O sırada Esma da gelmişti. O da şaşkındı. Evin: “Kızımızın özel bir durumu varmış, birisi canımızı üzmüş işte” dedi. Esma: “Özel durumuna üzülmeyen mi var “ dedi. Evin: “Benim dışımda tabi, çünkü özelim yok” dedi. “Ne özel durumu?” dedim. Berçem’in getirdiği bardaktaki suyu içtim. Sonra da durumu anlattım. Evin’i tutmak imkansızdı. O, arkadaşları için her şeyi yapardı. Biraz geriye çekilerek: “O milliyetçi pisliğine ne yapacağımı bilirim. Bu ikincisi oluyor. İlkinde sessiz kalmamız hataydı. Adıyamanlı Derya’ya bunu yaptığında sessiz kalmayacaktık” dedi. Esma: “İstediğini söylesin. Biz niye kendimizi üzecek ve çaresiz hissedeceğiz.”
Daha da uzun konuşarak kendimi toparlamamı istedi. Evin’i de bir delilik yapmaması için uyardı. Evin’le elimi yüzümü yıkamaya gittim. Elleriyle yüzüme su serpiyor ve “Cane min, bunu yanına bırakmayacağım” diyordu. Evin böyleydi. Esma’ya saygısı sonsuzdu. Onunla kimi paylaşımları olurdu, ama tam neydi bilmiyordum. Bazen ikisi birlikte çıkarlardı, ya çok geç dönerlerdi ya da sabah okulda karşılaşırdık. O gece geç yattık. Evin stranlar söyledi, hikayeler anlattı. Yöresinin dağlarından ve ırmaklarından söz etti. Nerden öğrendiğini bilmediğim hep şu sözü söylerdi, “biz Kürtlerin en iyi dostu dağlarımızdır, baş eğmeyen onlardır” diye. Beni ağlatan kıza yanıtsız kalmayacağıma karar verdim. Evin, “ o milliyetçi” demişti. Abim Arif ise, “kadının milliyetçisi olmaz” demişti. Ama o gece Evin’den adının Gizem olduğunu öğreneceğim Manisalı kıza dönük tanımlama nasıl olmalıydı? Ne Evin’i ne de 84 abimi haksız gördüm. Duygusallık bize en çok kaybettirendir demişti Esma. Gidip Gizem’le konuşacaktım. Ona o sözleri söyleten neydi, anlayacaktım. Bir de o önyargılarını kırmayı başara_masam dahi nedenlerini öğrenirdim. Sonraki gün Evin, üç beş kız arkadaşıyla okula giden Gizem’i bahçede görüyor. Evin yalnızdır. Arkadan Gizem’in saçlarından tutuyor, yüzünü kendine döndürüp tokatlıyor. Gizem bağırmaya başlıyor. Evin’in yüzündeki ifadeyi gören diğer kızlar karışmıyorlar, sadece seyrediyorlar. Evin: “Bu ikincisi oldu. Milliyetçi misin nesin, ama ne diye arkadaşlarımıza hakaret ediyorsun. Hebun’dan özür dileyeceksin” demiş. Sonrada, “bir daha olursa sonucuna katlanırsın” diyerek de kızı bırakmış.
Tüm bu olanları uzaktan izleyen Elif akşam bize geldiğinde anlatmıştı, biz de öyle duyduk. Evin’e kalsaydı anlatmazdı ve bizim de haberimiz olmazdı. Esma, Evin’in bu davranışına kızdı. O daha çok ikna etmeden yanaydı. Ancak Evin’in bir yanı asiydi. Evin eylem demekti. Yapılan bütün eylemlerde de en önde yer alırdı. Hep yanında olmak istediğim bu dağlı kıza doyamadım. Olayın birinci haftasında Gizem’i okulun bahçesinde gördüm. Yanına gittim. Bana bakmakla yetindi. Bir banka oturmuştu. Çevre sakindi. Yan bankın üzerinde bir kadın, kız çocuğuyla oturmuş, saçlarına düşen kurumuş yaprak parçalarını alıyordu. Bir ona bir de yanımdaki kıza baktım. Hayat ne garip şey dedim. Düşüncelerimin dağılmasını istemedim. Yanına oturdum Gizem’in. Bana taraf baktı. Daha önce söylediğini tekrarladı: “Gözlerin çok güzel” dedi. Hafiften gülümsedim. “Sağ ol” demekle yetindim. Belliydi ki Evin korkutmuştu. Bunun ifadesini okudum gözlerinden. Hiç beklemediği bir anda: “Sen milliyetçi değilsin” dedim. Şaşırdı. Başını biraz daha kaldırdı. “Evet ben milliyetçiyim ve siz Kürtleri de sevmiyorum” dedi. “Bizi sevmek zorunda değilsin, ama milliyetçi değilsin” dedim. Evin’i kastederek: “Ama arkadaşın böyle düşünmüyor” dedi. “Ama ben böyle düşünüyorum.” Nedense biraz yumuşadı. Bunu görünce, keşke Evin öyle yapmasaydı dedim içimden. Belki de bunun bir telafisi olur diye düşündüm. “Senin de saçların güzel. Yumuşak ve düz saçları seviyorum” dedim. Güldü. Elimi saçlarına götürdüm, sonra da sağ yanağına. Elim oradayken, “arkadaşın tam da oradan vurdu” dedi. İçim cız etti. Duygulandım. Evin’e istesem de kızamazdım. Esma bazen ona bir şeyler söylediğinde ben dayanmaz, mutfağa giderdim, ama Evin saygıyla dinlerdi onu. Evin’e bir şey diyemezdim, ama Gizem’den özür dileyebilirdim. Ve öyle de yaptım. “Gerek yok” dedi. Elimden tuttu. Bakmakla yetindi. Sonra da acelesi varmış gibi kalktı. Elinden tuttum. Bir şey demeden, arkadan ona baktım. Gözlerden kaybolana kadar da baktım. Sonra yeniden oturdum. Düşüncelere daldım.
NİZAR ZANA
YORUM GÖNDER