APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (37.BÖLÜM)
ŞEHİTLERİ GÖZ ARDI ETMEK KENDİMİZİ İNKAR ETMEKTİR
Açık söylüyorum, ya bu yüce değerlerin bir ifadesi olarak “varım” diyeceksiniz ya da hiç birbirinizle fazla didişmeden geldiğiniz yere çekileceksiniz. Asker olmanın ilk şartı budur. Bu kadar şehide, bu kadar arkadaşa saygım var, bunun için ben başka bir şey yapamam. Düşmanın bu kadar korkunç, bu kadar vahşi uygulamalarına karşı eğer ben sıradan bir namus sahibiysem, artık bu oyunlarınıza düşmemem ve oyunlarınızı bozmam gerekiyor. Kemal Pir bu yürekle gitti. Peki ben hangi yürekle ayakta kalacağım? O küçük bir hata gördüğünde diyordu ki, “Elimi gırtlağına koyarım.” Peki ben bu kadar yanlışlıklarınıza karşı ne yapacağım? İşin tuhaf tarafı şu ki, bu işin başını tutanlar açık bir tasfiyeciliği dayatıyorlar. Zaten günlük pratik örnekleri her gün görülmektedir. Teslimiyet, imha olma gibi her tür durum hazırlanıyor. Neymiş, sözümona gerillayla başarılamıyormuş! Siz, savaşmadınız ki, siz işin özünü boşaltmayla ve teslimiyetle uğraşıp durdunuz. Uygulamadan, gerillanın başarı veya başarısızlığından söz edilemez. Ciddi bir gerilla kuralını uygulayamadınız. Teorik olarak açıklığa kavuşturulan ve bütün dünya pratikleriyle kanıtlanan, birkaç temel doğruyu bile uygulamadınız. Yüreğinizde önemli bir başarı isteği bile yok. Kör cesaret, kör ve yıkıcı duygular en benim diyenlerde bile var. Bu yıkıcılıkla düşmanı yıksanız ne kadar işe yarar? Kaldı ki o yeteneğiniz de yok. İki darbe yediniz mi her şeyi bırakırsınız. Hem yüreğinizle hem beyninizle bu ipe sapa gelmez pratiklerinizi yiğitçe gözden geçirme gücünü göstereceksiniz. Bu sorun üzerinde bu temelde durun. Bu gücünüz yoksa, kocakarılar gibi kendinizi bir tarafa atın.
Benim bile güç yetiremediğim kadar çok yiğitlik isteyen, bu çabalarımın bile yetersiz kaldığı bu yüce askeri işe en bayatlaşmış kocakarı tutumlarıyla yaklaşılamaz. Bu eleştirilerimden alınmanıza gerek yok. Varsa bir haysiyetiniz, sizi düzeltmeye ve yetkinleştirmeye çalışıyorum. Tüm gücünüzle bunu böyle anlayacaksınız. Varsa bir yapma imkanınız, büyük bir hevesle ve ilgiyle üzerinde duracaksınız. En önemlisi de, izahı çok zor olan, hep öfkelendirici bu şeylerden -ki bunlar, aynı zamanda yarı yarıya kendiniz oluyorsunuz- sonuç çıkaracaksınız. Başka türlü devrimin militanı, savaşın komutanı ortaya çıkmaz. Siz işleri bu tutumunuzla tam boğuntuya getiriyorsunuz. Tarihin en büyük kutsal direniş çabalarına bu dayatmalarınızla en büyük kötülüğü yapıyorsunuz. Bazı işleri gerekirse ben yeniden ele alırım. Siz “adımız, ünümüz çıktı” diyerek, ne diye kendinizi dayatıyorsunuz? İtiraf edin ki, bu işlere gücünüz yetmiyor. Yaptığınız yanlışlıklar bellidir. Yerine getirilemeyen durumlar, görevler belli değil mi? Ne diye mazeret uydurup, bunların arkasına sığınıyorsunuz? PKK içinde beni de aşan direnişle, savaşımla kendini kanıtlamış değerler var. En başta onları da savunmak zorundayım. Hele analarınızın, babalarınızın her birisi bir kan gölüne, gözyaşına boğulmuş halde benden yaşamanızı istiyorlar. Özgürlük dağının ortasına gidiyorsunuz, ancak yıllardır kendinizi eğitemiyorsunuz. Bir teknik düzenlemeyi yapmıyor, silahlarınızı bile doğru dürüst kullanmayı bilmiyorsunuz. “Dağ ilkelleştirir, vahşileştirir, insanda duygu kalmaz” diyorlar. Bu, hayvanlık teorisinin ta kendisi değil midir? Bütün bunlarla sadece, varolan neyimiz varsa onu inkar ettiğinizi kanıtlıyorsunuz. Bunlar benim için önemlidir. Temmuz direnişçileri de o kararı vermeyebilirlerdi.
Yani en kutsal değerlerin bile ulaşamadığı o büyük kararı vermeyebilirlerdi. Ama verdiler, çünkü bağlı kalmak zorundaydılar. Bu savaş kanunudur. Canlarını da erite erite sonuna kadar savaşımlarını verdiler. Bundan daha büyük savaşçılık olur mu? Eğer PKK'de savaş çizgisinden bahsedeceksek, onların tarzını esas alacağız. Mazlum, Kemal, Hayri bir direniş imkanını, bir kibrit çöpüyle yaratıyor ve Newroz ateşini kutluyorlar. Oysa sizin savaş olanaklarınız dağlar kadardır. Onlarınsa ellerinde sadece bedenleri var ve onu eritiyorlar. O beden silahlarıdır ve artık onu eritiyor, kullanıyorlar. PKK'nin savaş çizgisi budur. Onlar, zindan da tek hücrede direndi ve kazandı. Şimdi ise bazıları, “yapılacak başka bir şey yok” diyorlar. Siz ne kadar savaştınız, hangi silahları doğru ve kurallına göre kullandınız da kazanmadınız? Neyin tıkanıklığından, neyin sonuç alamayacağından bahsediyorsunuz? Hele de bugüne gelmişken, kim ne derse desin, başarı için her zamankinden daha fazla imkanlara sahibiz. Her bakımdan bu böyledir. Dünya alem bunu söylüyor ve bu dünyanın kararı haline geliyor. Tam da bu noktada “yıprandık, amaçtan uzaklaştık, tıkandık, hiç başarı şansımız yok” demek, en büyük namussuzluktur. PKK tarihine bakın, savaş tarihine bakın hiç böyle şeyler var mı? Neredeyse beni de teslim alacaksınız, bravo size. Kendi vahim hatalarınız veya tasfiyeciliğiniz temelinde, şimdi sıra beni yenmeye mi geldi! Hiç bu konuda “beni ilgilendirmez” demeyin. Bütün bu söylediklerimizin, en başta savaş sahasında olanlar için geçerliliği vardır. Askeri çizgiye hakkını veremeyen herkes bundan sorumludur.
Bunun iyi niyetle bir ilgisi yok. Bunun ustalıkla ve görevlerin gereklerinin yerine getirilmesiyle ilişkisi var. Bunları yaptınız mı, yapmadınız mı? Bütün olanaklarımızı sanki kendi haklarıymış gibi tasarruflarına alıyorlar. Zaten en büyük çılgınlık -ben buna yanlışlık da demiyorum- örgütü sanki yetkiyi ele geçirmiş gibi kullanmalarıdır. Aslında keşke ele geçirseler ve hakkını verselerdi. Bari kendileri için kullanıp, düşmana teslim etmese, çarçur etmeselerdi. Hatta bana karşı kullansalardı. Bunların hiçbirisini yapmıyor. Kendisi de dahil olmak üzere her şeyi o sülale ocağındaki gibi bitiriyorlar. Bitmiş bir kişiliğin bitirme hikayesi. Uzlaşmalar da bitmişlik temelinde gelişiyor. Kim sülalesinden ne öğrenmişse geliyor, onu ordu içinde kusuyor. Ne askerlikle, ne teoriyle, ne de onun pratik hazırlıklarıyla hiçbir ilgisi olmuyor. Güdüleri var, sadece onu tatmin etmek için babasından öğrenmiş olduğu kavgacılığı önce yoldaşını vurmakla uyguluyor. Sülalesinden bir takım kin, öfkeleri öğrenmiş, önce etrafına kusuyor. Güdüleri var terbiye görmemiş, onu önce bize karşı isyana dönüştürüyor. Ne idüğü belirsiz bir yaşam tarzı var, en amansız görev alanında, hatta savaş yerinde bile utanmadan onu yaşamak istiyor. Osmanlı padişahlarına, paşalarına bakın, onların solunda sıfır kalırsınız. Kaleyi sonuna kadar savunan bir komutan savaştan yenilgiyle çıktı mı, önce boynunu uzatıyor. Çoğunlukla da başarısızlığının karşılığı kellesidir. Ve müthiş savaşıyorlar. Hele bir de bizimkilere bakın, şu anda komutaya bir örnek bulamıyorum. Her tür yetmez davranışları “Kürt işidir” adı altında, komutanlık diye dayatıyorlar. Bu büyük hatayı yaptınız.
Şimdi bunu çözeceksiniz. Devam etmek istiyorsanız, bunu giderdiğinize dair beni ikna edeceksiniz. Bir daha yapmayacağınıza dair en başta beni ikna edeceksiniz. Bazı temel doğrulara saygınız olduğuna dair beni ikna etmek zorundasınız. Sizin bu oyunlarınıza alet olmak istemiyorum. Bu dayatmalarınız yenilgiden başka hiç bir şeye yol açmıyor. Bu dayatmalarınıza neden ben boyun eğeyim? Kimse sizden böyle savaş istemiyor. Siz kendiniz “ben vazgeçemem, alışmışım” diyorsunuz. Sen kimsin ve neye alışmışsın? Barzani bile kendini böyle dayatamıyor. İçimizdeki ajan bile kendini böyle dayatmıyor, böyle zarar vermiyor. Peki, siz ne adına böyle zarar veriyorsunuz? Böyle komutanlık olur mu? Ben otuz yıldır bu çabaları sürdürüyorum. Kendimi parçaladım, ancak halen yeterli görmüyorum. O ise hiç bir şey yapmamış, hazır gücün üzerinde kendini komutan sanıyor. Etrafında uyduruk bir yaşam örgütlemiş, partinin en değerli kızlarını, delikanlılarını öz hizmetine koşturuyor. Savaşçılar da bizi ve PKK'nin büyük değerlerini tanıyamadıkları için bu sahte komuta kişiliklerini kabul etmişlerdir. Çok acı, ama bu kişilikler büyük bir oyunu kendi elleriyle hazırlayıp oynuyorlar. Bir de alınıp küsüyorlarmış. Kimler küser, kimler alınır? İşte oyunda bir de bu şekliyle karşımıza çıkıyorlar; alınganlık, küskünlük, ilgisizlik ve hem suçlu hem güçlü olma. Zorlama yok, yaşamanız sizin olsun, ama bırakın, bir kaç inanmış insanımızla bir şeyler yapmak istiyorum. Neden beni bundan alıkoyuyorsunuz? Ben bu yolda yürümek ve kendi çabalarımı diğer çabalarla birleştirmek istiyorum. Ne diye bunu engelliyor, ne diye boşa çıkarıyorsunuz. PKK'nin bu büyük direniş değerleri gerçektir.
PKK'nin büyük direnişçileri, bütün şehitleri böyle mücadele ettiler. Ve benim de anladığım savaşçılık budur. Bu durumda sizinle askeri çizginin neresini tartışalım? Yarattığınız bu durumlarla hiçbir taktiği sağlam ele almama izin vermediniz. Bir savaş planını yoğunca düşünmeme fırsat vermiyorsunuz. Çünkü dayatmalarınız büyük engel teşkil ediyor. Düşmanı yakalamaktan, düşürmekten çok daha önce önümde engel olarak siz varsınız. Örneğin silahın değeri nedir, tarihçesi nasıldır? Savaşa karar vermiş bir insanımızın kazanılması, yaratılması nasıl gerçekleşir? Askeri çizgide “varım” diyenler, önce bunları öğrenecek, adı gibi belleyecektir. Bir grubun savaş alanına, önemli bir üs alanına ulaşması ne demektir, bunun tarihçesine bakacaksınız. Her birisinde müthiş çabalar var, bunları adınız gibi belleyecek ve sonuç çıkaracaksınız. Sizin bugüne kadar gelmeniz için bu büyük insanlar ne yaptı, bu büyük çabalarla neler yaratıldı? Siz bugün kime dayanarak ve hangi emeklerin, hangi müthiş direnmelerin sonucu olarak bu özgürlük dağlarındasınız? Ben yalnız PKK'yi anlatıyorum, bir de PKK'nin öncesi var. Bizim dışımızda binlerce devrimci var, hatta tarihimizde de büyük direnişler göstermiş insanlar var. Onlar da dolaylı olarak bizim bir alt basamağımızdır, onları da esas alacağız. Savaş tarihi bütün bunların incelenmesi demektir. Savaş tarihini kendinize temel olarak ele alıp işleyeceksiniz. Ben halen binlerce yıl önce bir Romalı komutan nasıl bir askeri özelliği kazanmış diye büyük bir heyecanla her cümleyi yutar gibi okurum. Ne müthiş özellik diyorum, bu işleri nasıl yapmış diye heyecanlanıyorum. Siz ise en hayati bir askeri kuralı bile ilgisizlikle karşılıyorsunuz.
Böyle asker olunur mu? Yaşamın askerileşmesi bana heyecan verirken, siz bundan kaçıyorsunuz. Kırk yıldır yaşamımızın somut ifadesi askerleşme imkanıdır. Oysa onu tepiyor ve işlemez duruma getiriyorsunuz. Halbuki en heyecan verici, en büyük eser eğer insan olacaksa, her şeyimiz budur. Şimdi oynanan oyun, askerileşmeyi esas alma değil, tersine boşa çıkarma biçimindedir. Otuz bin insanı yalnız bu sahada, en olmadık yerlerde yetiştirdik. Yıkılmış olarak geliyor, inanç savaşımını veriyorum. Sefildir, doyuruyoruz. Hastadır, tedavi ediyoruz. Donanımsızdır, sonuna kadar silahlandırıyoruz. Kazasız belasız en rahat savaşacak ve yaşayacak yere ulaştırıyoruz. Bakıyorum bu bile sorun oluyor. Peki biz nasıl insanız? Düşünün, bu çalışmaları ne kadar büyük heyecan ve müthiş çabayla yapıyoruz, siz ise kendinizi bile değerlendirmekten acizsiniz. Ben sizin için böyle çalışmaya mecbur muyum? Hayır. Biz amaç için çalışıyoruz. Hepimizin şerefi, onuru için çalışıyoruz. Sizin de amacınız, onurunuz budur. Benim çabalarım belki yetersiz kalıyor, fazlasını siz yapacaksınız. Ben ise bu çabalarımı bile yetersiz görüyorum. İğne ucu kadar bir fırsatı değerlendiriyorum. Siz ise sahte ölçülerle yerinizi ve görevinizi beğenmiyorsunuz. Görüyorsunuz, düşmanı bir gün yakalamak ve bir gün daha sizin ömrünüzü uzatmak için halen nefes nefeseyim. Kendiliğinden mi yaşıyorsunuz? Sorun atanıza, babanıza; bütün isyan edenlere sorun, bir hafta bile ayakta kalamamışlardır. Siz bu işleri ne sanıyorsunuz? Düzen açısından en büyük suçları işleyecek ve normal yaşadığınızı sanacaksınız. Hayır, öyle değil. Sizleri burada bile yaşatmak müthiş bir çaba istiyor. Düzene baş kaldırdığınız için hepiniz idamlıksınız.
Bir çok idamlık insan, eşkıya başları vardır, gidin onlardan sorun, onların bir hafta saklanması bile büyük bir iştir. Biz yıllardır sizi sadece sağlıklı korumakla kalmıyor, her türlü eğitimle, donatımla da güçlendiriyoruz. Siz bunu da anlamsız kılıyorsunuz. Size göre bunlar da kendiliğinden ve basit çabalardır. Bunu yapmayın. İnsan yozlaşır da bu kadar yozlaşır mı? Bu, normalleşme, her şeyi değerinden düşürme dediğiniz tutum oluyor. Bu kişilik hiç askeri sanatta rol oynayabilir mi? Bütün savaş değerlerini böyle düşük ele alırsanız ordulaşma, eylem ve taktik konularından hiçbir şey anlamaz ve hep zarar verirsiniz. Bu sahte pratikten vazgeçip, bütün askeri kuralları ve bizim bütün savaş tarihimizi bir tarafa bırakan bu tarzı bırakacak mısınız? Bunun samimi özeleştirini yapacak mısınız? Bunun gerçek ölçülerine göre gerçek bir kararı verecek misiniz? Kendinizde bunun gerekli çabasını görüyor musunuz? Öncelikle cevaplandırmanız gereken sorular bunlardır. Ne siz, ne ben birbirimizi zora sokmayalım.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER