ÖNDERLİK GERÇEĞİ-37.BÖLÜM
Genelde solda şöyle bir düşünce vardır. Uluslaşma kapitalizmle birlikte gelişiyor. Dolayısıyla da Kürdistan’da da kapitalizm gelişiyor ona uygun modern sınıflar doğuyor bu modern sınıflaşma aynı zamanda uluslaşmanın temelini de oluşturuyor kanısı vardı. Fakat Kürt örgütlerinin hepsi Kürdistan’da uluslaşma sürecinden bahsediyorlar. Ama Önderlik tersini söylüyor. Kürdistan’da kapitalizmin gelişimiyle birlikte içine girdiğimiz süreç bir ulusal yok oluş sürecedir. Şu anda Kürdistan’da mevcut işleyen süreç bir uluslaşma değil, ulusal yok oluş sürecidir. Bizim bunu durdurmamız gerekir. Bu süreci hem durdurup hem de tersine bir uluslaşma sürecine çevirmemiz gerekir. Burada gelişen sömürgeci kapitalimdir. Genelde her sistemin başlangıcında bir ilericilik rolü tanıyorsunuz. Kapitalizminde başlangıçta bir ilericilik yanı var.
Özellikle o dönemki değerlendirmelerimizde emperyalistleşme aşamasından sonra kapitalizm tümüyle gericileşiyor ve ulus eskiden ulus bayrağını geminin bordasında taşırken burjuvazi bu sefer bayrağı geminin bordasından denize atıyor. Bayrağı yeniden geminin bordasına dikmek proletaryanın görevi oluyor biçiminde değerlendirmelerle, ulusal bayrağı proletaryanın eline alması gerektiği vurgulanıyordu. Fakat şu çok önemliydi, Kürdistan’da gelişen kapitalizm çok çok daha gelişkini imhayı esas alan bir kapitalizmdir ve Kürdistan’ı inkarın dayanıyor. Somut görevler koyuyor, buna müdahale etmek gerekir, örgütlenmek gerekir sonuçta net olarak örgütlenme vurgusu vardır. Ama niye geziyorsunuz, sizi kolay kolay dinleyen olmaz. Bir sefer Önderlik yaptığı işte ciddidir, sistemi doğru tanımlıyor. Sistem bir imha ve inkâr sistemidir. Siz bugün imhayı ve inkârı boşa çıkarmak istiyorsunuz, tanım yapıyorsunuz. Bir inkâr ve imha sistemi var, bu sistem Kürdistan üzerinde bir sömürgecilik uyguluyor, bu sömürgeciliğe karşı mücadele etmemiz gerekiyor diyorsunuz. O zaman sistem kaçınılmaz olarak sizi hedef alacaktır. Buna karşı tedbir adeta bu belirlemeleri bir sır gibi bazılarının kulaklarına fısıldamaktı. O açıdan hareketlilik var. Sonuç olarak okula doğru yaklaşıyorduk, Önderlik benim düşüncelerimi de sordu. Somut veri olarak insanın aklında ne kalır? Kürdistan Sömürgedir kalır. Ülkeniz sömürgedir, parçalanmış sömürge bir ülke, bir bu. İkincisi, cumhuriyet tarihini anlatıyor. Cumhuriyet tarihinde Kürdistan da gelişen isyanları anlatıyor Önderlik. O isyanlar sonrasında oluşan statükoyu ve isyanların anlamını değerlendiriyor. Siz o zaman bir de isyan kökeninden geliyorsanız, isyan artığı gibiyseniz o süreç yaşadıklarınızın veya toplumun yaşadıklarından duyduklarınızın anlamı daha net bir biçimde ortaya çıkıyor. İkisinin birleşmesi kafada en net olarak durum olarak ortaya çıkıyor. Bir halka mensubiyetle ve onun kimliğiyle yaşamak önemlidir.
Fakat gelinen noktada kendi durumunuza bakıyorsunuz, bu kimlikten uzaktır. Yıllar sonra yeniden başka birinin ağzından o kimlikle tanışıyorsunuz. Bu yönüyle ele alındığında yaşamla yeniden tanışıyorsunuz. (Ben başka arkadaşlar için söylemem) bizden, o dönemde Kürdistan’dan Önder APO’nun oluşturduğu guruba katılan insanların hepsinin içine girdiği süreç bir yabancılaşma süreciydi, bir ulustan kopuş, bir ihanetin içine giriş süreciydi. Biz ihanetin içinden çıkıp geldik. Önderliğin o vurguları boşuna değildir. “Düşmüş, düşürülmüş bir ulusun içinden gelmiş, onun özelliklerini taşıyan veya onun olumsuz özelliklerini taşıyan insandan aynı ruh yüceliğinin beklenemeyeceği” vurgusu bunu anlatıyor. Bunu şu anlamda söylemiyorum. Bu bir kadar mutlaka bunu yansıtırsın demiyorum. Önderlikte böyle değildir, Önderlik bunu da reddediyor. Ama bir şey daha var, gerçek olan şudur: Siz canavarın ağzından, midesinden içeri girmişsiniz adeta oradan çekip çıkarıyor sizi Önderlik. İhanetin yolundan epey ilerliyorsunuz ve belli bir noktadan sizi çekip, çıkarıyor veya yeniden canavarın dişlerinin arasından alıyor. Sizi oradan çıkarıyor ve oradan ele alıp yeniden yaşama döndürmeye ve mücadeleye kazandırmaya çalışıyor. Kürdistan koşullarında ihanete bulaşmamış tek bir kişi bile bulamazsınız yani herkes ihanetin içindedir; çünkü kendini inkâr bile oldukça ilerlemiştir. Türk katliamları içerisinde en korkuncu Dersim katliamıdır. Özel kanunlarıyla yapılanıdır.
Demirel 12 Eylül’de generallere şunu söylüyor: “Bana Dersim kanunlarını çıkaramazsınız.” yani Dersim kanunu bir soykırım kanunudur. Soykırımı sonuçlandırmak için her türlü yöntemin mubah görüldüğü bunun yasalaştırıldığı bir kanundur. Birkaç cümledir, ama bu tarzda kanundur. Geliştirilen harekât “Sel Harekatıdır”. Sel; yakıp, yıkar önüne ne çıkarsa alıp götürür ve yerle bir eder. Dersim’de de geliştirilen Harekatın temel özelliği budur; ama arkasından ortaya çıkan şey nedir? Düşman propagandaları bu sefer sonuç vermiştir. Bu sonuç kendini nasıl gösterir? Halis muhlis Türk biziz, asıl Türk biziz. Böyle söyleyen kendini inkâr eden bir kesim vardır. Kendini inkâr etme her kesimde yoktur. Dağ köylerinde böyle kesim vardır. Mesela Mustafa Kemal adı bile kolay kolay telaffuz edilmez. Kimse M. Kemal Atatürk demez. Herkes Kör Musto der. Yine jandarma ve devlet kavramı tiksinti verirken, siyaset kavramı ürküntü vericidir. Birine siyaset yapılıyor demek, ona işkence ediliyor demektir. Siyaset kavramının Dersim’deki algılanma biçimi işkencedir, katliamdır, idamdır. Ne siyasetler çekti derler ne eziyetler ne acılar, en işkenceler çekti… Siyasetin tanımı budur. O açıdan da bir tepki varken bunun yanı sıra oluşan bir korku var. Şu anda da öyle değildir. Sömürgecilik ne yaratmaya çalışıyor? Umut ve inanç kırmaya çalışıyor.
Umudun ve inancın kırıldığı nokta bitişin başladığı noktadır, kendinden uzaklaşmanın, kaçışın başladığı noktadır. Şu anda da o sonuca ulaşmak istiyor. O zaman bunu başarıyor. İnsanlar müthiş direniyorlar. Ne zaman direnmekten vazgeçiyorlar? İdam mangaları karşısında da tutumları çok yiğitçedir. Ne zaman ki siz affedildiniz, artık sizi kurşuna dizilmeyeceğiz diyorlar, o zaman kaybediyorlar; asıl kaybediş orada başlıyor. Bu sefer affediyor, seni öldürmüyor ve bağışlama bir diğerine sığınmanın da yolunu açıyor. Bu çok belirgin bir yaklaşımdır. Devletin sistematik istediği şeylerden biri budur. Bunu da birilerine mal ediyor. Dersim katliamının kim durduruyor? Fevzi Çakmak durduruyor. Bu yoğunca propaganda ediliyor. Birileri katlediyor, birileri ise gelip kurtarıyor: iyi polis-kötü polis. Bu açıdan da kötü değil sistemin hepsi birileri bizi katliamdan kurtardı. Öyle senaryolar düzenlenmiş ki, elleri iplerle birbirine bağlı biçimde yüzlerce insan idam mangaları karşısına çıkarılmışlar. Affedildiniz, emir gelmiş sizi artık kurşuna dizmeyeceğiz. Ondan öncesinde ise hep insanları kurşuna diziyorlar ve insanlar müthiş direniyorlar. Kendini kayalardan atanlar, son ferdine kadar direnenler, o koşullarda bile bu katliamı sözlü edebiyata türkülere, ağıtlara dökenler var. Öylesi bir yiğitlik ve ardından o koşullara rağmen teslim olma başlıyor. Bu orada çok çarpıcı uygulanıyor, ama genelde Kürdistan’da uygulanan politikadır. Orası bir pilot bölge gibi seçiliyor ve başarı orada arınıyor; ama her yerde aynı politika, aynı çarpıcılıkla denenmek isteniyor.
Dersim’de katliamın derinliği ölçüsünde buradan sonuç alınmak isteniyor. Artık Kürtlük kaçılacak bir şey haline geliyor. Siz ne olursa olsun o ortamın içinden çıkıp geliyorsunuz. Ben bu yabancılaşma kültüründen çok etkilendim diyemem, ama bu katliamın anlatılarıyla büyüdüm, her gün anlatılır. Bir yere oturdunuz mu tüm insanlar yaşamışlar, tüm canlı tanıklar orada, bizim kuşakta katliamın son artıklarının hepsi yaşıyor. İki insan bir araya geldim mi başlıyorlar yaşadıklarını anlatmaya ve siz dinliyorsunuz. Siz dinleyince sizin üzeriniz de derin etkisi kalıyor. İnsanlar söze başlayınca bile ilginç bir cümleyle başlıyorlar “Allah o günleri bir daha düşmanımıza bile göstermesin.” ilk cümle böyle başlıyor; ondan sonra hikâye başlıyor. “Allah o günleri düşmanımıza bile göstermesin.” Yani o kadar acı görmüşler. Bir yerde şu var. Bir yerde ölüm olacaksa onurlu ölümün yolu var, ama onurlu yaşamın yolu yoktur. Olması gereken onuruyla savaşıp, ölmesini bilmektir. Böyle bir duygu oluşurken ölüm felsefesi gelişiyor.
Önderlikle tanışma neyi ortaya çıkarıyor? İster istemez geriye dönüp insan olarak bu durumu sorgularsınız. Ne gelir aklınıza, utanırsınız. Eziklik yaşadığımı ifade etmek isterim, utanıyorum. Kırk bin tane koyun bir anda, bir yerde toplu bir biçimde katledilirse insanlar o olayı unutmazlar. Dersim’de on bine yakın sayıda insan katledilmiş ve siz sanki onlar olmamış gibi, herhangi bir şey için ölmüşler gibi hatta hiç ölmemişler gibi davranıyorsunuz. Bunun kabul edilecek herhangi bir şeyi yoktur. Utanç buradan başlıyor. Aslında utanmak iyi bir duygudur. İnsanların en soylu duygularından biridir. İnsan tanımı yapılırken derler “İnsan yanakları kızaran bir varlıktır.” Bazıları utanmaz, ar damarı çatlamış derler. Utanmak insanın en güzel yanıdır. Ve ben o zaman da söylemiştim: Utanmak insanlığa giriş yapmaktır, devrimciliğe giriş yapmaktır. Utandığım için devrimci oldum, o durumdan utandığım için Apocu oldum ve insanlığı keşfediyorsunuz. İnsan olmanın bu kadar dışına itilmiş olmak ve Önderlikle tanışırken insanlıkla tanışmak…
Bizde aynı zamanda bütün arkadaşları sorgulayabilirsiniz: biz her birimiz Önder APO ile tanışmamızı, insanlıkla tanışmamız olarak değerlendirmişiz.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER