BAŞKA DİLDE ANNE OLMAK (20.BÖLÜM)
TARLADA BAŞLAYAN HAYAT TARLADA MI BİTECEKTİ
Hatun Ana: Adana
Görüşme Tarihi: Aralık 2012
Adana Metin Alataş Mardin / Derik Adana’da Roja Welat dağıtımcısı: 4 Nisan 2010 yılında Adana’da bir portakal bahçesinde asılı olarak bulundu.
“Adım salnamelerde ters çocuk geçer kahve taşar, köpük ziyan olur deniz soğuğu çıkar söz karaya vurur tarihte olup biteni görmek için hala perdesiz pencereden sarkarım gözüm kayıp ayaklarıma düşme pahasına bin dokuz yüz ellilerde görür gibi şimdi söylerim ey dışarıdan içeriye sürekli kendisine bakanlar gözüm size emanet değil gördüklerim hiç değil her gülene inanmam boynum ağaçta gözüm pencerede kırılabilir…” (Sezai Sarıoğlu/ İDAM AĞACI adlı şiirden)
Çukurova (Adana) Türkiye’ de tarımda makineleşmenin ilk ortaya çıktığı yerlerden biridir. Biz okurlar, Orhan Kemal’in dilinden Çukurova insanını tanımaya başladık. Orhan Kemal, tarımda, makineleşmenin ortaya çıkmasıyla Çukurova insanının yaşadığı toplumsal ve sosyal değişimi anlatır. Çukurova’nın verimli toprakları tıpkı insanları gibi verimlidir. Nice sanatçı ve yazar yetiştiren Çukurova, toprakları gibi edebiyatta da en verimli katkıları sunan yazarların da bereketli toprağıdır. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Şener Şen v.b gibi yüzlerce sanatçı ve yazar yetiştirmiştir. 1990’lı yıllarda devletin, Kürt köylerini yakmaya başlamasıyla Cumhuriyet’in ilk dönemindeki gibi Kürtlere de sürgün yolu göründü. Kürtler, çoğunlukla Çukurova (Adana-Mersin) gibi şehirleri tercih etmesi elbette Kürtlerin sınıfsal özelliklerinden kaynaklıydı. Köyleri yakılan Kürtler, köylüydü. Köylü toplumunun genel özelliklerinin tarım ve hayvancılık olması, bu şehirlerin daha tercih edilebilir yerleşimler olmasını sağladı. Çukurova Bölgesi’nde insanların temel geçim kaynakları tarımdır. Metin Alataş’ın hikâyesi, aynı zamanda tarım işçilerinin de hikâyesidir. Çocuklarını kaybeden anneler, Kürt siyasetinin bir parçası haline gelmelerinin nedenlerini açıklarken, genellikle 1990 yılında başlayan ve 1999 yılına kadar geçen dönemlerde kendilerine yapılan haksız uygulamaları neden olarak gösteriyorlar. Siyasetin bu dönemden sonra sivilleşmesi onları da Kürt meselesinin sivil toplum kurumlarında yer almalarını sağlamış. Yaptığımız görüşmeler için birkaç bölge seçtik.
Diyarbakır, Nusaybin, Viranşehir, Adana gibi bölgelerde çalışmalarımızı yaptık. Özellikle barış anneleriyle yaptığımız görüşmelerde annelerin kullandıkları ortak bir dil vardı. Barış kelimesi etrafında birleşiyorlardı. Büyük bir çoğunluğun bu süreçten umutsuz olduklarını gözlemledik. Kürt siyasetini algılama merkezleri, çocuklarının etrafında gelişiyordu. Asker annelerinin büyük çoğunluğu, medyaya yansıdığı biçimiyle, intikam ve öfke duygusuyla yaklaşırken, barış annelerinde bu öfkeyi göremedik. Asker anneleri, gerillayı düşman görmenin karşısında, (Bütün asker anneleri böyledir anlamını çıkarmadan) Barış Anneleri de askeri pekâlâ düşman olarak görebilirdi. Görüştüğümüz annelerden birçoğu “onlar da ana kuzusu” sözlerine çoğunlukla rastladık. Burada medyanın, düşmanlığı körükleyerek bu süreçlerin çözümsüzlüğünü biraz daha derinleştirildiğini söylersek yanlış bir yargıya ulaşmış olmayız sanırım. Bugün eğer bu iki toplum, sosyolojik açıdan düşmanlık refleksiyle hareket ediyorsa toplumları barıştırmanın da travmatik sonuçlarına hazırlıklı olmalıyız. Hatun Ana Anlatıyor Metin’in Annesi, ‘’Biz yoksul bir aileyiz.” Diye başlıyor söze. “Metin’in tarlada başlayan hikâyesi yine bir portakal bahçesinde bitti.’’ Diyerek sürdürüyor konuşmasını. “Metin öldürülmeden önce Roja Welat Gazetesi’nin dağıtımını yapıyordu. Kürt şehirlerinde göç edenler, Kürt siyasetine göbekten bağlıdırlar. Geliş nedenimiz ya köyümüz boşaltılmıştır, ya yakılmıştır ya da öldürülme korkusuyla olmuştur diye geliş gerekçelerini” açıklıyor. “Biz de bu nedenlerden dolayı geldik Adana’ya diye anlatıyor. “Bizi buraya getiren neden neyse Kürt meselesine ilgi duymamızın da nedeni odur. Birileri sizi yerinizden yurdunuzdan ederse siz de onu yapanlara öfke duymaz mısınız? Benim oğullarım da bu yüzden ilgi gösteriyorlardı bu siyasete.
Oğlum Metin en büyük oğlumdur. Metin hayatı boyunca yoksulluk çekti. Metin, daha çocukken babası üzerime kuma getirdi. Ben ve çocuklarım yapayalnız kaldık bu hayatta. Çocuklarımı tarlalarda çalışarak büyüttüm. Oğlum köyde çobanlık yapıyordu. Yoksulluk içinde büyüdü. Öfkeli bir babası vardı. Onun az dayağını yemedi. Cenaze defnedilirken de onun yaşadığı o çileli hayat aklıma geldi. Gün görmedi oğlum. Adana’ya geldikten sonra da mevsimlik işçi olarak sürdürdü hayatını. Yoksul bir aile olduğumuz için Metin çocukluğundan beri tarlalarda çalıştı. Ne yazık ki tarlada başlayan hayatı, tarlada sona erdi. Çünkü oğlumu defalarca tehdit etmişlerdi polisler. Gazete dağıtım işini bırakmasını, aksi halde başına kötü işler geleceğini söylemişler. Benim oğluma “seni öldüreceğiz “ diyorlarmış. Oğlum hiçbir zaman onlardan korkmadı. Ancak öldürülmeden bir hafta önce neler yaşadıysa korkmaya başlamıştı. “Bunlar beni öldürecekler” diyor başka bir şey demiyordu. Bir keresinde evin önünde Toros marka bir otomobille kaçırmaya teşebbüs ettiklerinden bahsetmişti. Son zamanlarda çok korkuyordu. Bana “anne benim dizlerimin bağları çözüldü. Sanki bu sefer onlardan korkuyorum.” Demişti. Ben her zaman miting ve basın açıklamalarına katılırdım. Bana insanlar soruyorlardı. Senin şehidin var mı? Ben de mahcup bir şekilde yok diyordum. Ben ve çocuklarım mücadelede yer alıyorduk ancak şehidim yoktu. Metin sadece benim şehidim değil o aynı zamanda bütün Kürtlerin şehididir. Oğlum Metin’in şehit düştüğü gün ben Diyarbakır Cezaevi’nde diğer olgumun ziyaretine gitmiştim. Görüşten çıktım, bana telefon açtılar Metin şehit düştü dediler.
Adana’da bir portakal bahçesinde asılı olarak bulunmuştu. Şahadet haberini alınca niye bilmiyorum üzülmedim. Çok şükür benimde bir şehidim var.” dedim. Görüşmelerimizin çoğunda benzer yanıtlarla karşılaşmıştık. Bir annenin, çocuğunun ölümü karşısında üzülmemesi elbette mümkün değildi. Fakat geçen zaman Kürtlerin mücadele hiyerarşisini de yaratmıştı. Şahadet kavramı onlarda Kürt siyasetine derin bağlılık ve bedelin ölçüsü olarak yaşamlarına girmişti. Bu bir gözlem elbette. İç dünyalarında neler yaşadıklarını kestirmek zor. Oğlunun PKK’ ye karşı duyduğu ilginin ölçüsünü de onun bir anısından yola çıkarak anlatmayı sürdürüyordu… Oğlum Metin bana diyordu. “Anne hepinizi bir arabaya bindirip dağlara götüreceğim.” Diyordu. Ben de ona, “yaşlıyım ne yaparım oralarda” dediğimde “bize yemek yaparsın. Bu mücadeleye hepimizin katkı vermesi gerekir” diyordu.” Oğlumun cenazesinde hiç ağlamadım. On binden fazla insan katılmıştı oğlumu uğurlamak için. Sadece camiden cenazeyi çıkarırlarken Gülbahçesi’ndeki Özgür Yurttaş Derneği’nin önüne getirirlerken kendimi tutamayıp ağladım. Metin’in çocukluğu aklıma geldi. Çocukken babası onu çok döverdi. Oğlum hep yoksulluk gördü. Hiç iyi günü olmadı. Şimdi bir yanım boş. Bazen pencerede bakarken dalıyorum, unutuyorum öldüğünü. Yine geç kaldı diyesim geliyor. Kalbimde tuttuğum sözler içime zehir gibi akıyor….
Aralık 2012 Adana
MüRSEL YILDIZ& iBRAHiM ALP
YORUM GÖNDER