APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (16.BÖLÜM)
PKK'DEKİ İNSAN BÜYÜYEN İNSANDIR Başarı Ancak İnce Bir Sanatla Kazanılır; Günler oldukça yoğun geçiyor ve sinir gücü istiyor. "Komutanım" adı altında beş yüz kişiyi, bin kişiyi yetkisine alıp aylarca boş bırakan kişilerle karşı karşıyayız. On binlerce halkın partinin emrini ölümüne beklediği bir kitleyle karşı karşıyayız. Ama neredeyse içimize sızmış ne idüğü belirsiz tipler veya hiç de kendini hazırlamamış, yürekçe, beyince şaşkına dönmüş tipler bunları görünce ne oldum delisi oluyor, şaşıp kalıyorlar. En çok da komutaya layık olmamak, önderliğe layık olmamak için ne gerekiyorsa onu sergileyenler en büyük öfkeye yol açıyorlar. PKK deyip geçmemek gerekir. Bu aşamada bütün ulusun yaşam şansıdır. Bugünler bin yıllık yaşam umutlarının filizleneceği dönemlerdir. Tam da bu dönemde bu tiplere karşı öfke büyüktür. Bunun art niyetlilikle, az çabayla, fedakarlıkla da fazla bir ilgisi yoktur. Bu dönemin önder tipi, tarihin "artık başar" dediği bu görevleri başarırsa kendini izah edebilir. "Çocuklukta öyle yetiştim, iç ve dış nedenler beni şöyle etkiledi, aile, toplum beni şöyle yoldan çıkardı" veya "parti içinde provokasyon şöyle etkili oldu" gibi bahaneleri ileri sürmenin ne kadar tehlikeli olduğunu son zamanlarda daha iyi görüyoruz. Önderlik, kendi çözümlemesini yaptı, yedi yaşından beri kendini nasıl hazırladığını ortaya koydu. Bunu, hiç kimsenin bir bahane bulmaması için yaptı. En zor koşullarda, en amansız süreçlerde imkansızlıkların, iğne ucu kadar fırsatların nasıl yaşanılıp değerlendirildiğini, sıfırdan, eksilerden yola çıkılarak bir şeylere nasıl ulaşıldığını ortaya koydu. Senin eline bin kişi verilmiş, sen ise her gün şikayet ediyorsun. Benim elimde bile olmayan sapasağlam kişiler onlara verilmiş, her türlü silahla donatılmış, halen şaşkın bakkal gibi sağa, sola bakıp duruyorlar. Buna komutan değil, kendini bilmezin teki bile denilemez. Kocaman bir Rus ülkesi için Lenin şunu söyler; "Bana beş on kişi verin, Rusya'nın altını üstüne getireyim." O Rus devrimcileri dedikleri de silahsız, biraz siyasi bilinç kazanmış, hayatını ortaya koyan devrimciler oluyor. Bizim yalnız bir eyalette bini aşan ve on kat daha güçlü olan devrimcilerimiz var, ama bu güç kullanılamıyor. İşte bizim trajedimiz buradadır. Hepsi birer fedai, hedeflerin üzerine gözü kara bir biçimde yürüyebilecek devrimcilerdir. Donanımları da mükemmel, fakat onu işletecek ve onu büyük başarılara ulaştıracak beyin, irade gücü yok. Bir halkı küçük bir örgütlenmeyle serhıldanlara kaldırabilirsin, fakat buna talip olan yok, olanlar da ağzına gözüne bulaştırdıkça bulaştırıyor, batırdıkça batırıyor, kaybettirdikçe kaybettiriyorlar. Bu bela kişilikler, bir sigarasına rahatlıkla partiyi satabilirler. Bunlar nasıl komutandır? Adam kasıtlı da değil, nasıl doğmuşsa öyle de büyüyor. Bunlara biraz daha ağır sözler sarf ettim. İnsan ölüm kalım günlerinde böyle davranır mı? Bunu herkese, özellikle süreçleri zorlayanlara söyledim. Ben burada yirmi yıldır bu çizgide nefes nefese ve tek ciddi bir kayba yol açmadan sürekli kazandırdığım halde; adam biraz düşünse, biraz öngörülü olsa rahatlıkla büyük başaracak, fakat bunun farkında değil. Neden böyle oluyor? Ucuz ölmek dahi umurunda değil; Kürt kişiliği işte!.. Yüzyılların yaraları depreşiyor. Bir önderlik sevdaları, bir de yeteneksizlikleri var. Bunlar birleşince, böyle azgın tipler ortaya çıkıyor. Adam yiyip içiyor, sigarayı ağzından bırakmıyor. Aile koşullarında birkaç gelenek öğrenmiş, TC'nin askerliğini yapmış, kocakarılık yapmış; böyle bir kişilik açığa çıkıyor. Böyle olmaz. İnsan, yirmi yıldır bu çizgide olur da, bu büyük gelişmeleri görmeyip kendini nasıl utanmazca ortaya koyar? Artık yeni, eski, tüm kişiliklere bakarak hiç kimse böyle olamaz deyip yükleniyorum. Tarihi bir dönemi nefes nefese yaşıyoruz. Sıradan bir namusunuz bile varsa, çok yiğit, çok düzenli ve planlı olacaksınız. Milyonların kaderinden de öteye, milyonlar da bu konuda bir anlam ifade etmez, tek yaşam şansını elde etmiş, bununla oynuyor. "Ölürüm" diyor, fakat ölmen yetmiyor, kurtarman gerekiyor. "Hamal gibi çalışırım" diyor, fakat hamal gibi çalışman yetmiyor, sanatkar gibi çalışacaksın. Yani ölüme yatıyor, hamallığa yatıyor, fakat zaferi mümkün kılacak çabaya yatmıyor. Bundan, devenin hendekten atlamaktan ürktüğü gibi ürküyor. "Ben, zaferi garantileyecek böyle bir çabaya girmem, biraz kendimi yaşayacağım" diyor. Yapma diyorsun, tam da bu noktada, "işler kritik, benim sevdam var" diyor. Bunlar, düşkünlük sevdası, kabadayılık belirtileri!.. Bizim son çatışmalarımız ve yönelimimiz bu kişiliklere oldu. Hazır değilsen neden sorumluluk üstleniyorsun? Yaşın yirmi, otuz, halen yaşamın abecesini neden öğrenmemişsin? Kimin karşısındasın, hangi çizginin içindesin? Bu kişilik asırların düşürdüğü bir kişilik, kendisine hiç gelir mi? Yaşamı terbiyesizlikten ibaret! Bunlara karşı müthiş öfkeleniyorum, çünkü yalnız milyonlarla, halkla, başarılarımızla oynama değil; yaşam şansımızla oynama var. Onurlu, kabul edilebilecek bir yaşam şansını elde etmişiz ve bunu ezdirtmeyeceğiz. Başarma ihtimali de var. Bununla oynamayı marifet biliyorlar. Biz de bunlara karşı nasıl mücadele etmemiz gerektiğini biliyoruz. Çünkü bana göre oynanacak şeyler, oynamayacak şeyler vardır. Bir kişinin bu dönemi anlaması, hiçbir bahane, engel ileri sürmeden kendini sürece vermesi gerekir; hem de tiril tiril titreyerek, kendini ölümüne katarak. Benim Önderlik anlayışımda her şey hizmet içindir. Canımı isteyin, ama yeter ki beni biraz anlayın. Kaldı ki ben, yaşamımı her saat ölümü göze alarak ayarlıyorum ve bunu bir kişi için de yapmıyorum. Ben çalışmaya varım, Önderlik sizin için her şeyi ortaya koymaya var, ama siz de bunu anlayacaksınız. Akla hayale gelmedik değerlendirmeler, imkanlar ve olanaklarla varım diyorum. Karşımdaki ise kem küm ediyor, bildiğini okuyor. Yapma, bununla sen kendini kurtaramazsın diyorum. Şunu biliyor; “örgüt her türlü zayıflığımı giderir, ben ne kadar çizgiyle veya imkanlarla oynarsam, Önderlik yaşadıkça rahatlıkla gerisini getirir.” Bu kişiliklerin biraz vicdanı olsa, “Önderlik yaşıyor ama nasıl yaşıyor” diye kendilerine sorarlar. Doğrudur, Parti Önderliği veya ben, sizin gibi yenilgiyi, namussuzluğu kabul etmem. Kişiliğim, her gün kendime verdiğim sözler var. Bu mücadele için kendimi yirmi yıl boyunca acımasız bir biçimde hazırlamam var. Elbette ki, düşman karşısında kendimi imkansız bırakmayacağımı, onursuz bir yenilgiye kendimi kaptırmayacağımı anlamanız gerekir. Hem bir halka söz vereceğim, hem bu kadar şehidin anısına bağlı kalacağım diyeceğim hem de çoğunun yaptığı gibi kendimi kuralsız, disiplinsiz, iradesiz, başarısız tutacağım; bunu benim hafızam almaz. Eğer bir de kendime söz vermişsem uyuyamam, dakikası dakikasına kendi üzerimde dururum, doğru söz ve eylem neyse, onu kendimde artırırım. Analar dokuz ayda doğur, ben ise kendimi günde dokuz defa doğurturum ve ortaya doğru şeyler çıkartırım. Madem tarih, yaşam bizden bunu istiyor, bunu yapmam şarttır. Bizim sözde komutan ise “ben de oynarım" diyor. Neyle oynar? En kutsal değerlerle, savaşçıyla, silahla, çizgiyle, taktikle oynar, taktik dışılık yapar. Çünkü bu hoşuna gidiyor. Tabii taktiğe göre yaşarsa, disiplin gerekir. İşin özüne biraz girmek hoşuna gitmiyor. Orada sözümona hem komutanlığı kurtaracak, hem canını kurtaracak, hem de otoritesini kurtaracak ve böylelikle rahatlıyor. Bu komutanları ne yapalım? Size defalarca söyledim; PKK'nin imkanlarını bu biçimde kullananlara benim de bir sözüm var, benim de kendime göre bir adım var; yaşarsam, gücüm yeterse bunları beter edeceğimi iddia ediyorum. Ben bir iddia, bir inat için yaşıyorum, bu kişiliksizliklere yaşam hakkı tanımamak için amansızca yaşıyorum. Örgüt içinde olsun, dışında olsun; ya ülkeye, halka yararlı hale gelecektir ya da elli yaşında da olsa, bir çocuk gibi anasına geri yollanacaktır. Bu benim felsefemdir ve bunu açıkça ilan da ettim. Ben gücümü nereden aldığımı, benimle yaşamın nasıl olduğunu gösterdim. İşine gelen benimle yoldaşlığa gelir, gelmeyen ise çekip gitsin. Ama ortaya ne çıktı? Hem "bravo Başkan, çok yaşa, her şeyimizsin" diyecek hem de asgari düzeyde önderlik gereklerini yerine getirmeyecek. Sen bizimle dalga mı geçiyorsun! Bir manga komutanlığını bile yapamayan, onu idare edemeyen birini ben ne yapayım? Yıllardır bir manga oluşturamıyor, bir mangayı savaşa yatıramıyor. Tabii insan burada öfkelenir. Adam yılların devrimcisidir, iki tane devrimci yetiştiremiyor ve her şeyi de benden bekliyor. Ben buna otuz beş yaşındaki bebekler dedim. Bunu ‟85'lerde de söyledim; bazılarına bu köylü kurnazlığını bırakın dedim. Adam kendini en rahat bir yaşam çizgisinde tutarken, partiyi ve bizi bir tarafa itiyor. Bir bebek bile bu kadar canını düşünmez. Ama bizim otuz beş yaşındaki militan bunu düşünüyor, kuyrukçuluk yapıyor, sağa yatıyor, bahane uyduruyor ve partiyi oyalayacağını, beni de kandıracağını sanıyor. Bunu yapmayın! Ben şimdiye kadar yoldaşlara layık olmayı bildim. Size ne lazımsa, gereklerini yerine getirdim. Kaldı ki çalışma tarzının sonuçları hepinizin gözleri önündedir. Siz neden bunların tersini uyguluyorsunuz? Avrupa'da ters, zindanda ters ve hepsi de kendilerini idare etmemi istiyor. Milyonlarca lira masraf yapacağım, her türlü silahı ben bulacağım, her türlü kadroyu, savaşçıyı ben eğiteceğim, halkı hazırlayacağım, bunu bizim bu paşaların keyfi için yapacağım! Hiç olmazsa layık olmasını bilin. Ama o yine de “ben keyfime göre kullanırım" diyor. Bazı provokatörlerin itiraflarında veya yaşamlarında işi nereye kadar götürdüklerini ve sonuçta da kendilerine ne yaptıklarını gördük. Bunlar yalnız açığa çıkanlar, bir de açığa çıkmayanlar var. Burada art niyetlilikten bahsetmiyorum, kasıtlı yaptıklarını da belirtmiyorum. Bu bir alışkanlık haline gelmiş, ki en tehlikeli tutuculuk da bir alışkanlıktır. On yıldır parti içinde, ama gücü dağıtmakla, güce sahip çıkmamakla, gücü çarçur etmekle zamanı geçiştirmiş. Nasıl konsey üyesi olunur, nasıl koordinatör olunur, nasıl komutan olunur; bunun kurdu da olmuş, bu açıdan kimseyi de yetiştirmiyor. Biz bu anlayışla başarıya gidemeyiz. Bunlarla en büyük tehlikeyi kendi başımıza getirmiş, kendi elimizle, kendi içimize davet etmiş olacağız. İçimizde böylesi tipler var. Komutanlık gibi çok önemli, çok yakıcı bir konu söz konusu edildi mi, saygıdan, tutarlılıktan, onurdan ve sonuç alıcı olmaktan başka bir şeyin akla gelmemesi gereken özellikler, bunlar tarafından yerle bir ediliyor, bu şekilde komutayla oynanıyor. Bahaneler de çok; “mevsim koşulları, düşmanın dayatmaları” vb. sayıyor da sayıyorlar. Neden başaramadıklarının ince teorisini çok iyi yapıyorlar. Bu olmadı mı, bir eleştiri yap, özeleştirini ver, bitsin. Yılda bir kez bunu yap, örgütü bir kez daha kandırırsın, kendini daha iyi yutturursun! Anlayış bu. Geliştirdiğimiz çözümlemelerle, yapının sanıldığından daha fazla kendini aldattığını gördük. Bin bir emekle yarattığımız imkanların, sorumluluklarına verdiğimiz insanların neredeyse işlemez hale getirilmesi söz konusu. Bu açıdan süreci derinliğine ele alın, yanılgılarınız var dedik. Güney Savaşı sizin bu yanılgılarınızın ne kadar dehşetli olduğunu ortaya çıkardı ve düşman karşısında yenilginin ufkunu açmışsınız dedim. Yaşam beni doğruladı. Yani kendi deyişleriyle taktiğe gelmeme var. 1980, ‟85 ve en son ‟92 yılları düşmana tam zafer kazandıracak kadar tehlikeliydi. Kendilerine bırakılsaydı, herkes herkesi suçlayacak; çizgiyi ve partiyi kendi içinde tasfiye edeceklerdi. Bunlar suçtur ve yargılanması gerekir. O açıdan yargılama sürecini başlattık. Bütün yönleriyle bazı sonuçlar çıkardık. Fakat yine yüzeysel olduklarını biliyordum, onun için kendilerini daha da derinleştirmelerini belirttim. Bugüne kadar halen bu komutanların derinleştirilmesiyle uğraşıyoruz. İsterse ben dünyayı ayaklarına getireyim; adamda göz, yürek olmayınca onu nasıl değerlendirecek? Atadan, babadan bu usule alışmış; sigarası oldu mu, çevresine, bir iki kişiye karşı ağalığını yürüttü mü, bir iki tane kocakarı buldu mu, ağa da olur, paşa da olur. Size şunu da belirteyim; ben değişik biriyim. Kabul edeceğim ve etmeyeceğim şeyler var. Önderlik gerçeği üzerinde yoğunca duruyorsunuz, gerçekten de durmalısınız. Size, kendi kişiliğimi olanca çıplaklığıyla açtım. Biraz anlamaya çalışmalısınız. Sağ olduğum müddetçe, karşımda kabul etmeyeceğim kişiliklerin kim olduğunu mutlaka bilmelisiniz. Ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın, ama ben halen etkili ve yetkiliyken, yani yenilmemişken dikkatli olmalısınız. Önderliğin yürütülüş tarzının bazı özellikleri vardır. Ben halen bu sahadayım ve düşman buraya tüm gücüyle yüklenmiştir. Fakat benim önüme bent konulamayacağını da bilirler. Sahamı devrim için mükemmel kullanıyorum. Sıradan dostluklar bile müthiş saygılı olmak zorunda. Benim en değme militanım, hatta merkezi adamım bile sıradan dostun gösterdiği nezaketten, terbiyeden yüz kat uzak. En otoriter örgütlenmiş yabancı bir devlet içinde, bu kadar devrimci eğitip, örgütleyip, hazırlayacağım; bizim önde gelen kadromuz da o kadar hafif meşrep, sorumsuz, laçka yaşayıp gidecek; bu ancak gafletle izah edilebilir. Burada günleri, saatleri kurtarmak için, biz her şeyimizi ortaya koyacağız, sen dağda mevsimleri bile saymak istemeyip gafletle geçireceksin; tabii ki hesaplaşacağız. Herkes "Bağlıyız, sözümüzün adamıyız" diyor, ama insan biraz saygılı olur. Bağlılık, başarıyla mümkündür. Eğer ben de burada PKK'yi biraz işletmez, biraz başarılı kılmazsam yaşayamam. Burada on binlerce, yüz binlerce halk var. Sürekli yüzlerce insan eğitiliyor ve çok iyi biliyorsunuz ki, bütün bunlara ciddi olarak bir halel gelmemiştir ve çalışmalar özgürce yürütülüyor. Şunu demeye getiriyorum; bizim yaşamamız ancak bazı işlerin başarılması halinde anlam ifade ediyor. Bu başarılar olmazsa, beş para etmeyiz. Oysa bizimki cephe kaybediyor, binlerce kişiyi kaybediyor, sigarasını tüttürüp belki oralı bile olmuyor. Bu adama ne yapsak da sonuç alamayız. İsyan duygularınızı bir de bu yönüyle geliştireceksiniz. Bize ucuz yenilgi getirmek, devrimin kazanılmış değerlerini ucuzca harcamak, büyük başarı imkanı olduğu halde bunu değerlendirmemek, mutlak vurmamız gerektiği halde vurmamak, mutlak başarmamız gerektiği halde başarmamak ne anlama geliyor? Buna kim yol açıyor, kimler seyirci kalıyor ve bizi nasıl suçluyor? Bunları düşünmemeniz, ölmüş olduğunuzu gösterir. Ölü kişilikler de devrim yapamaz. Bütün sorunlara olumlu cevap vereceksiniz. Olumlu cevapla da yetinmeyip, gerekirse başa geçip "mutlaka halletmem gerekir" diyeceksiniz. Ancak o zaman komutanlıktan dem vurabilir, Önderlik olayı karşısında yaşamınızın bir anlamı olabilir. Bana göre siz kendinizi iyi yetiştiremiyorsunuz. Neden bunu sık sık düşünüyorum? Çünkü geçmiş pratikler var. Binlerce grup hazırladık, hepsi amansız söz verdi. Fakat pratikleri cüce pratiği, tempoları, tarzları, vuruş tarzları koparıcı olmaktan uzak olmasına rağmen bu durumlarından oldukça memnunlar. Sizi nasıl yaşatmaya çalıştığımı bana sorun. Sizi günlük olarak idare ediyorum. Düşman sana ne kadar ömür biçer ve seni ne kadar yaşatır, malumunuzdur. Aslında hareketi günlük olarak ben ayakta tutuyorum. Ben olmasam kimse bunların en küçük bir ihtiyacını bile karşılamaz, büyük bir kısmınız ortalıkta kalırsınız. Ben dengemi sağlamışım, hareketimi ayarlamışım. Kendi yanımda yenilgiyi de affetmiyorum. Bu, benim için başarıdır. APO önderliği kendini yürütür, düşman karşısında örgütlüdür ve yenilgiden uzaktır. Bunu dost düşman herkes biliyor. Ama benim için doğru olan şey, acaba bütün kadrolarımız, komutanlarımız için doğru mudur? Birçok dönemde bunun böyle olmadığını gösterdik; çoğunuz da pratik süreçleri yaşadınız, aslında kendinizi yenilgiden kurtaramadınız. Yenilgiden kendini kurtaramayan kişiliğin de komutan olması zordur. Israrla yenilgi çizgisinde yürüyen kişiliklerin, komutanlığın ilkelerine göre suçlu olarak yargılanması gerekir. Bu yargılamalar yapıldı. Biz bundan dolayı, ‟93 yılı için yeniden doğuş; partileşmeye, komutanlaşmaya yeniden doğuş şansını veriyoruz dedik. Vereceğiniz sözleri bir kez daha kabul edelim, fakat siz de hiç olmazsa bundan sonra bizi doğru tanıyın dedik. Önderlik gerçeğini tanıyın ve ona biraz saygılı olun dedik. Biraz terbiyeli yaklaşın ve bu sefer mutlaka doğru bir yürüyüşünüz olsun. Olursa, ben yine size hizmet ederim. Bu yaşıma rağmen, daha acımasız hizmet ederim. Fakat siz de buna layık olacaksınız. Bahane aramam, istemem, kabul etmem! İç dış nedenlermiş, imkan olanak azlığıymış, bunların hepsi safsata. Her şey tamam, gerisi doğru önderlik etmedir. Ben nasıl başarılı oluyorsam, sen de o temelde bir görev sahasında çok sınırlı da olsa başarılı olacaksın. Bunu yapamazsan seni kabul etmem. 1993'e yönelik kesin talimat budur. Bu, bütün kadrolar için geçerlidir. Bu temelde ya düşmanın üzerine, görevlerin üzerine yürünür ve başarılır ya da birbirimizi yaşatmayız. Düşmandan önce biz birbirimizi affetmeyiz. Diyorum ki, artık bunu kavrayalım ve temel bir yaşam kuralı haline getirelim. Çektiğimiz bunca acılar, işkenceler bunu emrediyor. Halkımız bunu emrediyor, şehitlerimizin anıları bunu emrediyor. Ve bir de yaşam bunu emrediyor. Bunlar, Önderliğin emirleri değil, yaşamın vazgeçilmez emirleridir. Buna da saygılı olacaksınız ve bunları değer verdiğiniz amaçlarınız, tutkularınız için yapacaksınız. Bu doğrudur ve dediğim gibi emirden de öteye bir yaşam kuralıdır. Sizden bunu talep ediyoruz. Son talimat, perspektif düzeyim böyledir. Çoğunuz gençsiniz, fakat talimatların özü de son derece açıktır. Buna ulaşmanız için dahi olmaya gerek yok. Son günlerde yine hamle yapalım diye yoğunlaşıyoruz. Düşman en hileli, sinsi taktikleriyle üzerimize geliyor. Demirel otuz yıldır devrimcilerin kanı üzerine bir saltanat inşa etti ve onu cumhurbaşkanlığıyla daha da katmerleştirip götürmek isteyecektir. Buna karşı en çok biz direneceğiz, direnişe biz öncülük edeceğiz. Onu da alaşağı etme bizim boynumuzun borcu olacak ve hepiniz de bunu kabul etmiş devrimcilersiniz. Bunlar çok zorlu görevlerdir. Kendinizi bu zorlu görevlere biraz gerçekçi bir temelde hazırlayabilirsiniz. Ben elimden geleni sergiledim diyorum. Ama alışkanlıklarınız, yaşam tarzlarınız insanı ürkütüyor; zavallılılıklarınız, iyi niyetiniz ürkütüyor. Çok kötü olduğunuz için değil, çok iyi olduğunuz için insanı ürkütüyorsunuz. Bu ağır sözleri, bu öfkeleri çok kötü yönleriniz için değil, çok saf, çok iyi, fakat çok apolitik yanlarınız için de belirtmiyoruz. Politika apayrı bir olaydır, komuta kişiliği apayrı bir kişiliktir. Yıllarca kendinizi hazırlayacaktınız. Aileleriniz sizi beterin beteri bir şekilde büyütmüşler. Paşa değil, maşa bile olamayacaklara paşa muamelesi yapılmış. Çok şaşırtılmış, yoldan çıkarılmışsınız. O açıdan da kendinizi doğru komuta çizgisine getiremiyorsunuz. Bu kadar çaba harcıyor, bu kadar yükleniyoruz, sonuç yine sınırlı kalıyor. Demek ki davranışlarınız çok kötü oluşmuş. Aslında bazı yönleriniz güçlü, fakat sadece bununla başarı kazanılmıyor. Başarı ancak çok ince bir sanatla elde edilebilir. Siyaset bir sanattır ve sanatların da en incesidir. Askerlik ondan daha da ince bir sanattır. Bu sanatların gereklerine kim ulaşırsa, o biraz başarır. Kendi payıma düşeni korkunç sergiledim. Buna ulaşamayan, yaklaşamayan yine sizler oluyorsunuz. Devrim istiyorsunuz, özgürlük istiyorsunuz, o da böyle olur diyorum. Bunun için de irade gerekiyor, disiplin gerekiyor. Ülkesi olamayan, özgürlüğü olamayan kişiler için başka ne gereklidir! Madem yaşamak istiyorsunuz, bunun bedelini karşılayacaksınız. Sizi çocuk gibi büyütmüşler. Benim değerlendirmelerim gerçekçidir. Kişilikleriniz katmerli bir kölelikle yoğrulmuş. Alınsanız da, satılsanız da bir değeriniz yok. Bunlar mübalağa değil, gerçeklerdir. Şeref istiyorsunuz, onur istiyorsunuz; ben de el kapılarında dolaşıyorum, sizin talep ettiğinizin yüzde birini dahi kendim için talep etmedim. Kendinize yakıştırdığınız saygının, ciddiyetin yüzde biri kadarını kendim için talep etmedim. Beni utanç verici bir duruma düşürmesinler, bana hakaret etmesinler yeter diyorum. Kendinizi adam diye ortaya salmanız neyle değer bulabilir? Düşmanınıza karşı bir değer ifade etmeniz neyle mümkündür? Ona karşı yürüyüşünüz biraz başarılı olursa bu mümkün olur. Başarı yok, darbe üstüne darbe yerim diyorsan, kimse seni ciddiye almaz. "Dünyam, inancım" demelerin bir hikaye olur. Anlam bulmak istiyorsanız, düşmana karşı biraz güç ifade edeceksiniz. Adam, bizim zor bela elde ettiğimiz bazı imkanları almış çarçur ediyor. Gözü kara unsurlar içimizde böyle doğdu. Düşman karşısında bir hiçtir, ama parti içinde kendini birden bire bir şey sanıyor. Komutan efendi, sen düşman karşısında neyi, nereye, ne kadar aldın, yürüttün, neyi, ne kadar kopardın? Bana onu kanıtla! Ama kanıtlayamıyor. Başarılı olduğumuza, partiyi inandırdığımıza, ayağa kaldırdığımıza inanıyorum. Bunu, bu kişilere peşkeş çekilmesi için yapmadık. Ben çabamda başarılıyım, haklı olarak karşımdakinden de başarı isterim. Bunun nedeni, nasılı bana değil, ona düşer. Başarının nedenlerini bulacaksınız, nasılını tayin edeceksiniz. Söz vermenin, çizgi dahilinde yürümenin anlamı budur ve bu, genel bir anlayıştır. Kişi bunu yaparken sadece devrimin, partinin, savaşçıysa savaşçılığının gereğini yapıyordur. Başka türlü devrimci olunamaz. Türkiye'deki gibi bir devrimcilik istiyorsanız, onlar da bir hiçtir. Diğer güçleri örnek gösterirseniz, onların hakkı, hukuku derseniz, onlar da bir hiçtir. Ancak bize dayanarak yaşayabildiklerini onlar da biliyorlar. Düşman karşısında bir şeyler ifade eden bizim durumumuzdur. HALKLAR ÖNDERİ (16.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER