KENDİNİ ÖRGÜTLEYEN İNSAN BİR ORDU GÜCÜNDEDİR-3.BÖLÜM
Komutan En Yüksek Anlayış Gücüdür
Sizi anlamıyorum ve durumunuza üzülüyorum. Bunlara neden bu kadar yükleniyorsun diye kendime sormazlık da etmiyorum. Fakat sizi ben dünyaya getirmedim. Üzüntünüzü ana ve babanıza söylemeliydiniz. “Ana, baba, sülale, hatta ey insanlık, biz hazır olmadan neden bunu bize yapıyorsunuz” demelisiniz. Ben kendimi bundan sorumlu tutamam, tam tersine buna biraz yanıt olmaya çalışıyorum. Sanırım tarihte böyle felaket yürüyüşleri vardır. Lanetliler yürüyüşünün böyle toplulukları vardır. Maalesef durumunuz böyledir; durumunuz derken de yalnız sizler değil, bir toplum var, Türkiye de dahil birçok böyle halk var. Onlar çağdaş lanetlileri temsil ediyorlar. Gerçekleri görmek zorundasınız. Şimdi Endonezya’da bir ayaklanma oluyor, o, lanetlilerin ayaklanmasıdır. Hepsi çılgınlar gibidir.
Tabii kendimi şu anlamda bir tersliğe, ihanet demeyeyim de, gerici bir dayatmanıza karşı zorlanmış olarak hissediyorum. Böyle niteleyebileceğimiz gerçekliğinizi sürdürme cesaretini göstermeniz, aslında bize en büyük olumsuz dayatmadır. Yani bu dayatma tarzınızın izahı bana göre olamaz, kabul edilemez. Aslında bunun içinde birçok şey de var. Tekrar vurgulayabilirim, bir sınıf gerçekliği, bir iflas kişiliği var, bir sahte yaşam, bir iddiasızlık var; bir bencillik, çaresizlik, bir tükenmişlik var. Bunun hepsine bir defa düşmüşsünüz. Yalvararak “aman biz ettik, sen etme” diyorsunuz
Şimdi bu halinizle örneğin şu anda bir işkencecinin yanına giderseniz; “yalvarıyorum” diye ayaklarına kapanacaksınız. Veya işkenceciye değil de, örneğin Demirel’e gidersiniz bu kez; “vay baba” diye sarılacaksınız. Aynı kişilik. Bu kişilik bize gelir, böyle bir duruşa sahip olur. “Sen de bize razı ol, bizim devrimciliğimiz bu kadardır” der. Bunun altında derin toplumsal özellikler vardır. Kabul edebilir miyiz? Edersek kim memnun olur? Kimin memnun olacağı açıktır, sistemi sürdürenler memnun olur. Zaten bu hale geldikten sonra yaşam hakkı da hiç olmaz. Bunları biraz anladığınızı varsayalım, peki o zaman kendinize çare bulacak mısınız, bulmayacak mısınız? Size öyle zorla bir savaş kararı dayatmayacağız. Karar sizin olsun diyeceğim. Burada namusluca aylarca tartışın. Ne olmak istiyorsanız kararınızı kendiniz verin. Ama bu karar son derece gerçekçi olmalıdır. Herhalde haince, düşmanca bir karar vermeyeceksiniz. Çünkü düşmanca bir karar verdiniz mi, biz ona karşı savaşırız; ya sen beni öldürürsün ya da ben seni. Düşmanca bir kararın karşılığı bu olur. Dostça bir karar verebilirsiniz. Dostça bir karar kabul edilebilir. Benim durumum dostluk yapmaya elverişlidir. “Dua ederim, sizinle gider üretim çalışması yaparım, ayda birkaç kuruş para yardımı yaparım.” Bunlar da değerlidir. “Yaman bir savaşçı olacağım” şeklindeki kararınız aslında en büyük karardır. Savaşçı kararlılığını küçük göstermek istemiyorum. Ama acaba siz bu kararın farkında mısınız? Bu karar nasıl bir karar olacak? Bu kararın gücü olduktan sonra gerçekten anlık olarak nasıl eseceksiniz? Bu anlamda her düzeyde bir karar gücünüz var mı? Şimdiye kadarki savaşçılarımızın kararlılığı gibi değil. Bizim her konuda açıklığa kavuşturduğumuz karar şimdi verildi. Bir an sonra, bir saat sonra, bir gün sonra, yeri hiç önemli değil, bu karar her yerde geçerlidir. Çünkü her yerde yapılacak iş vardır. Böyle bir kararı verebilir misiniz?
Daha önemli kararlar, komutanlık kararı var. Örneğin “ben ileri düzeyde bir komutanlık kararı vermeye hazırım” diyenleriniz var mı? Değil böyle onlarca, bir düzineye kadar diyelim, içeriği çok dolu veya tam karşılayabilecek, karar veren kişi de tabii ki komutandır, adı üzerinde kılıçtır, en yüksek anlayış gücüdür, yürürken anında çözendir. Bir de adalet terazisinde belirttiğimiz gibi elinde kılıçla kendini tartarak büyüyendir. Kılıç askeri vuruş tarzıdır, her sözü bir kılıç darbesidir, her adımı savaşta bir mesafe almadır. Komutan böyledir. Çoğunuz kendinize komutan da diyorsunuz, ama lütfen biraz anlayışlı, biraz vicdanlı olun. Komutanı doğru tanımlayalım. Halen hatırlıyorum, 1986 sonu, ’87 başı, ’84 Atılımı’nın komuta gücü olunamadığını gördüğüm zaman, komutan kimdir, ana özellikleri nelerdir, görev anlayışı nasıl olmalıdır hususlarında çözümleme geliştirmeye ihtiyaç duydum. Çok da zor bir kıştı, onu geliştirmeye çalıştım. Ama hiç kimse de kalkıp, o tanıma göre bir komutanlaşmaya ilgi göstermedi. Tam tersine, başta bu çete (Şemdin Sakık) dahil, korkunç bir çetecilikle ideolojik-siyasi çizgiden koparak, büyük zorlukları hiç görmeden -ki, en dürüstleri öyleydi- onun farkına bile varmadan kendilerini nasıl kaybettiler. Hep hatırlatırdım, bir dağ keçisine baksalardı iyi gerillacılık yaparlardı. Dediğim biçimde bir keçi marifetini bile gösteremediler, hiç anlamak da istemediler.
Aylardır, yıllardır çaba harcıyorum, yine de beklenmedik vuruluşlar ve kişiliğinizde gittikçe durduramadığım sahte komuta kişilikleri gelişti. Beyefendi, bu işin başı benim, her şeyi tırnakla söktük, sen kim oluyorsun? Ben bile kendimi senin kadar bir şey, komutan sanamıyorum, sen kendini nasıl böyle sandın diyorum. Tam bir ucube. Ben böyle bir yönetici olamıyorum diyorum. Yetki sahibi olmuş, “bu birlik benim, şu bölge benim, bu mevki benim” diyor. Başını kopartsan vazgeçmiyor. Tabii, eğer ölçüler aşındırılırsa sonuçta böyle tipler olur ve bu tiplere de düşman şimdi çağrı yapıyor; “oğlum yanılgı içindesin, gel gel” diyor. Bir de şaşıyorsunuz, “Önderlik bizi neden anlamıyor, biz kendimizi ne sanıyoruz da, bize ne söyleniyor” deniliyor. Ama bak, düşman sana çağrı yapıyor, sen yarı kontrasın ve bizim “ünlü komutan” (Şemdin Sakık) çıkmadı mı? Komutan Sıfır. Onu inceleyin. Belgeleri var, kendinizi orada görün. Çok ilginçtir. Aslında bu yönüyle daha da öğreneceğiz. Yüzüne baksan, iğrenirsin ve insan bir parça ekmeği bile vermeye gücenir, bu kez de kendini dünyanın en “akıllı komutanı” sanıyor. Tek bir laf geçiremedik. Şimdi düşmanın bir askeri karşısında ancak put gibi durabilir. İşte kişilik. İşte hepinizde az çok mevcudiyeti bulunan sözümona sahte komutanlık özelliklerinin insanı getirdiği nokta. Çok açık, siz yıllarca bunun en amanı-yamanı olduğuna inanmadınız mı, öyle sanmadınız mı? Sonuç ortada. Bizim eleştirilerimiz ve bizim doğruları dayatmamız vardı, bunlara ilgi duymadınız. Ama ilgi duymadığınız şeyler sizi yaşatıyor.
İlgi duyduğunuz tarz, şu anda düşman karşısında en bitik ve korkunç durumdadır. Bu, sizin gerçekliğiniz oluyor. Kimisi katlediliyor, kimisi teslim oluyor, kimisi yalvarıyor, ama ben öyle değilim. Durumum şu ana kadar fena değildi, aç kalmadım, yalvarmadım, ağlamadım. Herhalde şu andaki durum iyi bir şeydir. Siz bunu da çözemeyeceksiniz, gereklerini yapmayacaksınız. Bu suç, bu ayıp sizindir. Ve bu kadar ayıbı olana da değil komutan demek, kimse insan bile diyemez. Sizi neden adam yerine koymuyorum? Yaşı otuz, kırk olanlar var, bunlara bebek, bunların adamlıkla fazla ilgileri yok diyorum. Çünkü bu konuda kendimi aldatamam. Söz vermişim ve halk da bize biraz inanıyor. Bu durumda benim milyonlara karşı ikiyüzlü olmam ayıp değil mi? Bu işte büyük anı da var. Siz bunu aşındırmak istiyorsunuz. “Sen de bizim gibi ol, biraz kendini kandır, ne olur biraz oyalan, biraz alttan al Başkan, biraz fasa-fiso, biraz böyle sıkma kendini. Kendini böyle dolu kılmaya gerek yok. Biraz bize benze.” Dayattığınız bu. Ama bunun içinde de ölüm var, her şey yirmi dört saatte elden gider diyorum, siz ise “olsun, zaten yaşamdan beklediğimiz fazla bir şey yok” diyorsunuz. Hayır, hiç olmazsa ben, milyonların umutlarına bir şeyler sunabilirim veya hiç olmazsa o umutlara zarar vermem. Neden sana alet olayım? Kaldı ki alet olsam, belki içinizde bazıları yaşayabilir, o zaman onlar da elden gider. Yani bizim vicdan gerçeğimiz biraz böyle. Sizinki yaşam, savaş gerçekliği konusunda “başımıza ne gelirse kabulümüzdür” gerçeğidir. Bunda da o kadar zavallı, bazen de o kadar kör inatçısınız ki, öfkelenmemek elde değil.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER