EN GÜZEL YOLDAŞLARI ANARKEN
En güzel yoldaşların kaybı yürekleri sarsmıyorsa, insanlığımızdan çok şey yitirmişiz demektir.
Çokça tanık olunmuştur, genellikle Türkiyeli devrimci grupların gerçekleştirdiği şehit anmalarında, saygı duruşu esnasında bir şiar haline gelmiş olan “Vaktimiz yok onların matemini tutmaya / akın var güneşe akın, güneşin zaptı yakın” mısraları yüksek sesle okunur. Burada en çarpıcı ve gerçekten de değerli olan ifade, “Vaktimiz yok onların matemini tutmaya” vurgusu oluyor. Doğrudur, yerindedir, değerlidir, talimattır ve görevdir. Yani ölenler, dövüşerek bir amaç için toprağa düşmüşlerdir ve bu şehadetler özgür, eşit, adil ve demokratik bir yaşamın müjdecisidirler.
Dolayısıyla aynı amaçla kavgaya tutuşmuş devrimciler, tabancadan fırlamış bir mermi gibi hedeflerine kilitlendikleri için esas hedef bu amaca ulaşmak olmalıdır. Böylesi mücadelelerde şehitler olur ama durmak olmaz. Hedefe varmak o denli kutsaldır ki, şehitlerin matemini bile tutmaya vakit yoktur; matem zafer gününe bırakılmıştır. Zafer gününde de şehitler manevi olarak orada olacağı için en anlamlı anma ve kutlama birlikte, tüm yitirilenlerle iç içe gerçekleştirilecektir. Zaten toprağa düşenler de “Matemimle uğraşmayın, hedefe yürümeye devam edin, eskisinden daha hızlı, daha güçlü yürüyün” demektedirler. İşte bu şiardaki değerli anlamın bu olduğu ifade edilir. Peki ya yaşanan? İçimizde, dışımızda, o örgütte, bu örgütte, fark eder mi? Kendimizi bu değerler karşısında sorumlu hissediyor, amaç ve hedefler konusunda ortaklaştığımızı düşünüyorsak muhasebeyi de buna göre yapmak durumundayız. İyi niyetli olabiliriz, acılarını yüreklerimizde hissedebiliriz, uğruna toprağa düştüğü amaçlarının gerçekleşmesini de canı gönülden isteyebiliriz ama bu yeterli gelmiyor. Hele de yoldaş olduğumuzu düşünüyorsak! Yoldaşlık sorumluluk yükler, görev yükler, hatırlamaktan çok daha fazlasını zorunlu kılar.
O nedenle şehitlere yoldaş olabilmek çok kolay değildir. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya, şiarıyla hüzünlenip, heyecanlananlarımızın vakti ne kadar bu amaca göre geçiyor? İster “eski tüfek” olalım, ister yeni. “İyi ama” deyip onlarca, yüzlerce gerekçe sıralanabilir fakat tüm bunların yerine kendimizle yalın ve samimi bir yüzleşmeyi gerçekleştirebilmek belki zor gelebilir ama bir şeyleri değiştirebilme potansiyeli taşıdığından daha devrimci bir tutum olacaktır.
“Şehitler ölümsüzdür” deyip, onların ardından biri ölmüş gibi yasa girmek çelişki değil midir? Bedenlerini bir daha göremeyeceğiz, bir daha onlarla fiziken yan yana olamayacağız, bunun özlemini, acısını hep hissedeceğiz; bu doğru ve gayet insani bir duygudur. Onların her birini tek tek çok arayacağız, her birinin bıraktığı boşluğu belki de tüm yaşamımız boyunca hissedeceğiz. Önder Apo’nun Heval Haki’nin şehadetinin ardından döktüğü gözyaşları da bunları anlatıyor zaten. Önderliğin halen şehit arkadaşları özlemle anması, araması, onların yaşarken ölümsüzleşecek denli büyük kişilikleri nedeniyledir. “Kemal sağ olsaydı her şey çok farklı olabilirdi” sözleri kaybın büyüklüğüne yapılan bir atıftır. Hakeza diğer arkadaşlar için de böyle. En güzel yoldaşların kaybı yürekleri sarsmıyorsa, insanlığımızdan çok şey yitirmişiz demektir. Bu sarsıntı neye yol açıyor, yaşama küsüp içe kapanarak yas tutmaya mı, daha büyük ve örgütlü zafer yürüyüşüne mi? İlkini yapanlar şehitlerin ölümünü kabullenirken, ikincisini yaşamının amacı haline getirenler şehitleri ölümsüz kılanlardır. Şehitlerin yol göstermeye devam ettiği belirtiliyorsa, gösterilen istikamette tek hedef vardır. Zafere ulaşmak! Onların gösterdiği yolda yorgunluk, yılgınlık, sistemiçileşme yoktur. Bu istikamette bir güzergâh izleyenler, yanlış yola girip nefesi erkenden tükenenler olabileceği gibi, tercihini bilinçli bir şekilde böyle yapıp vicdan tatmini amacıyla yıl dönümlerinde şehitler için olağan yaşamlarında kısa bir anma parantezi açanlardır.
Şehitlerin yoldaşları güzel sözlerle onları anlatmalı ama en az bunun kadar güzel yaşamayı da becererek onları yaşatabilmelidir, “İşte bunlar Hayrilerin, Kemallerin yoldaşlarıdır” dedirtebilmelidir. Halk eski PKK’lileri arıyor deniyorsa ve PKK’lilik adına halk toplantılarında en güzel sözlerle Hayri ve Kemaller anlatılmakla yetinilip yaşanamıyorsa, halk doğal olarak sorar, “İyi de sen kimsin, sen nesin?” yaşamıyla anlattıklarını tekzip etmek sadece kişinin kendisini basitleştirip, değersizleştirmez. Eğer şehit gerçeğinin tanınmadığı bir topluluk söz konusuysa anlattığı şehitleri de o kitle nezdinde tartışmalı hale getirir. “Şartlar değişti, koşullar değişti” diyerek mevcut temsiliyet sorunu sıradanlaştırılamaz. Değişen şartlar ne olursa olsun mütevazı yaşayarak halkla iç içe olmak, sorunlara halkla birlikte çözüm üretmek, adanmış olmak, bir lokma bir hırka anlayışı ile yaşamak değişir mi? Hakiler, Kemaller “benim evim, benim arabam, benim param” diye başlayan hiçbir cümle kurmamışlardır, öyle yaşamamışlardır. Bu cümleleri kurabilecekleri yaşamları terk ederek devrimciliğe karar kılmışlar. Gerçek takipçileri hala böyle yaşamaya devam ediyorlar. Şehit gerçekliği en ciddi olunması gereken konuların başında gelmektedir. Ne tek başına duygusallık ve hüzün ne de anlık bir intikam arayışçılığı bu ciddiyetin içini doldurmaya yeter.
Önder Apo şehit acısını yüreğinde en fazla duyumsayandır ancak moralinden, üretkenliğinden, yaşam enerjisinden ve başarma inancını milyonlara yaymaktan bir an bile geri durmamıştır. Her fırsatı bunun için değerlendirmiştir. Her diyalog, her görüşme, her nefes, her söz mücadeleyi daha da büyütme vesilesi haline getirilmiş. “Şehitlerin vasiyetine gereken karşılığı verecek şekilde son nefesine kadar yaşayacağım” sözleri ve yaşama yüklediği anlam, ciddiyetin nasıl olması gerektiği açısından da öğreticidir. Önder Apo’nun, özellikle yetmez pratikler karşısında öfkelendiği, kızdığı doğrudur ama tek bir saniye moralsiz olmamıştır, tek bir sözü öylesine söylememiş, varlığıyla, yaşamıyla, davranışıyla, sözleriyle, sevgisiyle, ilgisiyle, giyim kuşamıyla örnek düzeyde yaşamıştır, yaşamaya devam etmektedir. Zaten bu nedenle değil midir ki şehitler son sözlerinde “Önder Apo varsa mücadele yarıda kalmaz” inancını ifade edercesine Önderliğe haykırarak toprağa düşüyorlar. Bu ne kadar gerçekse, bütün yükü Önderliğin sırtına yükleyen yetmez duruşumuz da bir o kadar gerçektir.
Şehitler geçmişte kalan bir anı değil, bugünü ve geleceği aydınlatan birer meşale ise buna göre yaşadığını iddia edenlerimizin hem bu aydınlatıcı yolda neleri gördüğünü hem de ne kadar buna göre yaşadığını sürekli bir muhasebe konusu yapması gerekiyor. Sürekli sorgulanması, hatalardan arınma, yeni hedeflerin üzerine daha donanımlı bir yürüyüş demektir. Bunun arayışı ve kesintisiz iradeleşmesi demektir. İşte bu nedenle şehitlerle yürümek devrimci bir yürüyüştür. Bunu başarabildikçe Önderliğin yükünü hafifletme ve şehitlere yoldaş olma çizgisine yakınlaşacağımız açıktır.
Ben hiç doğmadım,
Doğdumsa yaşamadım,
Yaşadıysam hep özgürlüğüm için yaşadım...
31 Temmuz 2015 tarihinde Pozantı'da fedaileşen Dr.Şiyar Renas ( Yakup Nas) ve Welat Rıha (Ali Baybariz) yoldaşlara saygı ve minnetle..
ÖZGÜR EREN
YORUM GÖNDER