SİYAJİN İLE ŞİYAR (10.BÖLÜM)
Cehşê Nezan Ya Da Bir Korucu Hikayesi;
Bir kadın bu kadar mı güzel olur, dedi kendi kendine. Gülen bir yüzü vardı. Kaçıncı baharını yaşadığını öğrenemedim, ama yirmisine varmadığını düşündüm. Saçları örgülüydü. Çok yakışıyordu. İnsanın hep seyredesi geliyordu. Kardeşimin örgülü saçlarıydı bakmaya doyamadığım. O da on sekizine yeni girmişti. Ama o, Dilber olan bacımdan daha güzeldi. İkisinin de gözleri yeşildi. Ne kadar daçok yakışıyordu bir bilseniz? İşte bu dağlı kadına ben tercümanlık yapacaktım. Bundan dolayı da nöbet tuttuğumuz mevziden aşağıya bıraktım kendimi.
Onu bir kayanın yanında tutuyorlardı. Ayağından yaralıydı. Öyle ağır bir yarası da yoktu. Yarasını öylesine sarmışlardı. Elleri kelepçeliydi. Başı eğik değildi. Asi bir bakışı vardı. Yorgundu. Ama bunu önemsemeyen bir duruşu vardı. Yanına gittiğimde gözlerimin içine derinden baktı. İlk kez omzuma attığım silahtan utandım. Dünyamda duygular çatışmaya başladı. Aklıma bir de köyde bizimle nöbete çıkan Safiye geldi. Aralarında uçurumlar vardı. Safiye askerlerin gönül eğlencesiydi. Daha adını bile bilmediğim karşımdaki genç kadın ise dağlarda Safiyelerin de kurtuluşu için ölüme gidiyordu. Ben utandım.
İlk kez o zaman bu duygu tüm benliğimi sardı. Karşısında başımı eğdim. Bu onun dikkatinden kaçmadı. Bir iki adım geri çekildim. Taburun komutanı olan Binbaşı konuşarak çevirmemi istedi. İlkin adını soruyordu.Ben de sorduklarını çeviriyordum.
Navê te çiye? diye sordum.
Beni baştan aşağı süzdü. Anladım ki kim olduğumu merak ediyordu. Soruma soruyla karşılık verdi.
Tu ki yî?
Diyecek bir sözüm yoktu. Başımı biraz daha eğdim. Yine kendisi konuştu.
Tu Îtîrafçîyî, diye sordu.
Ben itirafçıları da görmüştüm. Operasyonlara katılırlardı. Biz kendimizi arkalarda tutarlarken, onlar zevkle öne çıkarlardı. Fazla beklemeden cevap verdim:
Na, ez ne îtîrafçî me.
Lê tu çete yî ne?
Ses çıkarmadım. Onlar bize çete diyorlardı. Devlet ise köy korucusu derdi. Önce köyümüzü koruyacaktık, ama şu an başka bir ülkenin topraklarında bulunuyorduk. Gözlerimin içine bakarak:
Cehşê nezan, ez zimanê wan dizanim, lê zanebûn na axivim.
Yine adını sordum.“Newal” dedi.
Sonra da subayın dilinden konuşmaya başladı. Ben biraz daha yana çekildim. Onunla subayın tartışmalarını dinlemeye başladım.
Adım Newal’dır. Üç yıldır bu dağlardayım.
Subay: Pişman mısın?
Hayır, asla olmadım.
Senide mi kandırdılar?
Kendi isteğimle buralara geldim.
Ama seni götürmediler, bırakmışlar işte. Seni tedavi edeceğiz, sonra da ailene teslim edeceğiz.
Ben arkadaşlarıma ,”gidin, benim için kendinizi tehlikeye atmayın” dedim.
Onlara kızgın değil misin?
Hayır, size kızgınım.
Biz seni kurtaracağız.
Ülkemizi işgal etmişsiniz. Subay sadece gülümsemişti. Bir şey demedi. Belki o da hayran kalmıştı kendisine. Yerinde ben olsaydım aynı cesareti sergilermiydim diye düşündüm. Korkudan dolayı halkıma ters düşen ben değilmiydim? Newal dere demektir. Aradan yıllar geçmesine rağmen bu adı unutmadım. Subay gidince de yanında kaldım. Zaman zaman da konuşurdum. Yandaki askerlerin sohbeti de Newal’dı. Ama onların yüreklerinde ahlak yoktu. İğrenç konuşmalar yapıyorlardı. Aşağıdan rütbesi daha düşük olan biri gelip karşısında durdu.
Elimde olsaydı hemen öldürürdüm. Kaç arkadaşımız öldü biliyormusun, diyerek ara verdi konuşmalarına.
Newal: Öldüremezsiniz. Ben bir savaş esiriyim.
Savaş-mavaş yok. Teröristsiniz.
İnsan kendi toprakları üzerinde terörist olmaz, dedi. Rütbeli biraz daha yaklaşıp “seni ellerimle öldüreceğim” dedi.
Ölümden korksaydım buralara gelmezdim. Biz ölürken bile yaşıyoruz. Bizi halkımız unutmaz, sizleri kim hatırlayacak, dedi. Sonra bana dönerek:
Cehşê nezan, ew dijminên me hemûya ne, dedi. Ben cevap vermedim. Sonrasında da “istiyorlar ki biz aynı halktan olanlar birbirimizi vuralım” dedi. Daha fazla yanında kalmaya yüzüm tutmadı. Nöbet yerime döndüm. Bir hareketlilik vardı. Çok geçmeden operasyonu yöneten kademeden birkaç subayın öldürüldüğünü duyduk. Aklım Newal’a gitti. Ona bir şey yaparlar mı diye düşündüm. Hep merak ettim. Ama sormadım da. Bir korucudan duydum onu biraz daha aşağıya götürdüklerini. Ve güm diye bir sesin geldiğini. Operasyon bitince döndük. Newal’ı görmedik. Ama aklımdan da çıkmadı.
Köye dönünce başka biri oldum. Ailem de bunu fark etti. Herkese kızıyor ve bağırıyordum. Eşim de şaştı. Bir tek Dilber’i sevdim, onu kıramadım. Ve Newal’ı anlattım ona. Dilber çok etkilendi anlattıklarımdan. Günler sonra evden çıktım. Safiye karakol komutanının odasına giriyordu. Bir kere daha utandım. Ben de karakolun yolunu tuttum. Haindim, ihanet etmiştim, ama bunun bilincinde değildim. Namusumu eşim bilirdim, fakat değildi. Ben öyle sanıyordum. Koruculuğu bıraktım. Kimse anlam veremedi. Benden iki yaş büyük abim de şaştı bu duruma. Anlatamadım. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Üç yaşındaki kızımdan bile utanıyordum. Aradan zaman geçti.
Artık köyde kalamazdım. Evimi taşıyacaktım. Varsın yollara düşeyim dedim, en azından çocuklarım başı dik dolaşırlardı. En büyük destekçim Dilber’di. Ben köyden ayrılırken ağlayarak: “Sen iyi yaptın” dedi. Ve ardından da, “seneye yanına geleceğim” dedi. Üç ay geçmeden Dilber’in dağdakilere katıldığını öğrendim. Tüm bunları Newal’ında bilmesini isterdim. Ama bu mümkün değildi...
Adana’ya göç ettim. Komşularımızın tümü yöremizdendi. Yardımlarını eksik etmeyen komşumuz Hüseyin’in evinin duvarında Newal’ın asılı resmini gördüm. Kızım Nalin duvarda asılı o resme bakarak, “o abla nerede” diye sordu. Hüseyin’in gözlerine yaşlar düştü. Anlamıştım hikâyeyi. Anlatamazdım. İsterdim ki “beni ihanetten kurtaran kızınız oldu” diyeyim. Ama diyemedim. Bir kere daha başım eğildi. Ve öylece evden çıktım. Kendi içimde hep sağol Newal dedim, beni değiştirdiğin ve ihanetten kurtardığın için...
NİZAR ZANA
YORUM GÖNDER