SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (70.BÖLÜM)
Hıristiyanlık taban çalışması yaparak, askeri ve siyasi yapılanmalardan uzak durarak, kendine bağlı sosyal alanlar yaratarak siyasal yapıyı fethetmeye çalışırken, İslamiyet tepeden askeri fetihlerle siyasi yapıyı fethetmekte ve kendi ideolojik kimliğine göre yeniden şekillendirmektedir. Birisi siyasi ve askeri devrimden sosyal devrime giderken, diğeri sosyal devrimden siyasi devrime gitmektedir. Bir nevi 20. yüzyıldaki tepeden inmeci Bolşevik yaklaşımla, tabandan çıkışlı sosyal-demokrat yöntemler arasındaki ilişkiye benzemektedir. “Amaca evrimle mi, devrimle mi gitmek daha uygundur?” ikilemini de çağrıştırmaktadır. Şüphesiz feodal devrimin en çarpıcı askeri ve siyasi görevlerini İslamiyet başlatmıştır.
Hıristiyanlığın Avrupa’yı fethetmesinde İslamiyet’in rolü belirgindir. Şunu da önemle belirtmeliyiz ki, Hıristiyanlık da Ortadoğu kültürünün bir parçasıdır. Eğer katkıdan bahsedilecekse, halen Avrupa’yı uygarlık açısından besleyen Ortadoğu’dur. Bu besleme işi yaklaşık M.Ö 10000’lerden başlayıp Hıristiyanlığın Rönesans karşısında ikinci plana düşmesine kadar devam etmiştir. Yalnız uygarlık tarihini ele alırsak, dört bin yıl neolitikle birlikte sekiz bin yıl Avrupa’yı Ortadoğu kökenli toplumsal gelişmeler beslemektedir. Buna karşılık Avrupa son beş yüz yıldır karşı bir saldırı ve üstünlüğe geçmiş bulunmaktadır. Sınırlı bazı uygarlık değerlerini verirken, iliklerine kadar kurutma yöntemlerini de hiçbir zaman eksik etmemiştir. Yeri geldiğinde Doğu-Batı uygarlık mukayesesini daha kapsamlı yapmaya çalışacağız. İslamiyet düşüncesinde siyaset teorisi ilginç bir konu arz etmektedir. İdeolojik kimlikteki Allah kavramı, siyasi kurumlaşma söz konusu olduğunda, tüm gölgesini olduğu gibi yaymaktadır.
Sultanlara, iktidar sahiplerine Zıl-ul-Allah (Allah’ın gölgesi) denilmesi, diğer bir kilit kavrama işaret etmektedir. Allah kavramına içerilen kahhar, hakim, cabbar, sattar, adil, muktedir gibi sıfatlar siyasi karakterli olup, daha sonra iktidar sahiplerinin sıfatları olarak karşımıza çıkacaktır. Buna ideolojik oyun deyip basitleştirmemeliyiz. Bilimsel bir ideoloji olarak sunulan sosyalizmde de içerilen birçok kavram, daha sonra siyasi sistem olarak sahnelenmiştir. Tüm ideoloji ve siyaset kurumlaşmasında benzer bir ilişki düzeni yaşanmaktadır. Bu yalnız İslamiyet’e özgü bir durum değildir. Bunun ilk ve harika biçimlenişini Sümer rahiplerinin nasıl gerçekleştirdiklerini kapsamlıca göstermeye çalışmıştık. Fakat Allah kavramına aşırı ölçüde siyasi sıfatların içerilmesi, daha sonraki koyu mutlakıyetin ideolojik temeli olarak rol oynayacaktır. Bu nedenle Hıristiyanlığa göre çok katı bir iktidar anlayışına yol açması kaçınılmaz olacaktır. Kölelikle tek farkı, tanrı-kral formülü yerine tanrı-gölgesi kral formülünü koymasıdır.
Birinde kral tanrılaşabilmektedir. İslamiyet sisteminde ise gölgesi olunmakla, aslında üstü örtülü tüm tanrı sıfatlarının, özellikle siyasetle ilgili olanlarının sahibi haline gelmekle, Allah yetkisine hayli yaklaşılmaktadır. İslam’ın siyaset teorisinin bu sakıncası, onun ideolojik yapısından kaynaklanmaktadır. Din ve felsefe ayırımının tam yapılamaması da, çok önemli sonuçlar doğuran bir kusurdur. İktidarlar yozlaştıkça, köleci sistemi bile geride bırakan gaddarlıklara girişmekten çekinmeyeceklerdir. Köleci dönemin tanrıları fazla gelişmediğinden, tanrıkralları da fazla gelişmemiştir. İslamiyet’in Allah’ı ise, son derece geliştirilmiş, özellikle siyasi sıfatları çok çeşitli ve güçlü bir tanrıdır. Gölgesi durumundaki iktidar sahipleri bu sıfatları paylaşınca, felaket doğmaktadır. İslamiyet’in birçok olumlu özelliğini mahveden yanı burasıdır.
Başlangıçtaki ilerici dönemde ve M.S 10. yüzyıla kadar içtihada açık siyasi yapılarda bu tehlike fazla yüzeye vurmazdı. Ama içtihadın, tartışmanın yolu, şeyhülislamın fetvasıyla, körü körüne gelenek taklidiyle kesilince ve bir bütün olarak İslami sistem gerici ve tutucu aşamaya girince, siyasal sistem tam bir betonlaşmayı yaşadı. Hiçbir duyarlılığa, ne içten ne dıştan cevap olabildi. Avrupa’da uygarlık Rönesans’la 15. yüzyıldan itibaren öz ve biçimini değiştirip kapitalist temelde yükselirken, İslamiyet’in despotik siyasal kurumları Ortadoğu tarihinin en gerici sürecine damgasını vuracaklardı.
On beş bin yıldan beri sürekli yükselen bir çizgide gelişen toplum ve tarih, bundan sonra hiç de hak etmediği, layık olmadığı en karanlık dönemin içine yuvarlanacaktır. Günümüze kadar da bir türlü bu karanlıktan çıkış yolu bulamayacaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER