SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (57.BÖLÜM)
Musa’nın tek tanrılı dine getirdiği yenilik, tüm İbrani kabilelerini eski kabile anlayışlarından radikal tarzda koparmak ve tek bir kavmin ulusal dini haline getirmek biçiminde olmuştur. Yehova bir milli tanrı olarak, İbrani kabilelerini kendine sıkıca bağlayan ve başlangıçta vahyedilen On Emir’le bağımlı kılan yapısıyla, ileri bir aşamayı temsil etmektedir. Mısır firavunlarına karşı çıkmanın ifadesi olduğundan, özürlükçü bir yanı da olmaktadır. Aslında Babil ve Mısır monarklarının tepkisel ve daha geri kabileleri birleştirmeye yarayan bir ideolojik kimlik tasarlanmaktadır. Zorunlu olarak iki güçlü kölecilik merkeziyle çatışıldığından ve onlara da sürekli muhtaç olunduğundan, etkilenme ve tepkilenme iç içedir. İki merkezden edindikleri birikimleri kendi özgünlüklerinde yoğurup, yeni ideolojiyi biçimlendirmektedirler. İbrani veya İsrail gerçekliğinin tarihi temelinde bu ideoloji yatmaktadır. Köleci sisteme karşıt olma, ama onun etki sahasından çıkma gücünden yoksunluk, İbranileri bu tarihleri boyunca sürekli yeniliklere zorlayacaktır. Zayıflıklarını uygarlıklardan aldıkları ve kattıklarıyla telafi etme yoluna gideceklerdir. Bu, uygarlıksal gelişmede bir çizgiyi temsil etmektedir.
İsa, Yehuda geleneğinde ortaya çıkmasına rağmen karşıt kutbu temsil temektedir. Nasıl ki İbrahim, Babilli Nemrutların geleneğinde yetişip onlara karşıtlık temelinde farklı bir dine yönelmişse; İsa da, köleci Roma’yla bütünleşmiş, yoksullar dünyasından ayrışmış resmi kahin Yahudiliğinden kopuşu ifade etmektedir. Bu konumu aynı zamanda kavim çemberini de yıkmaya götürmektedir. Bunda Roma dünyasının evrensel bir düzen kurması maddi bir zemin teşkil etmiş, objektif bir rol oynamıştır. Kabilelerin, kavimlerin üst kesimleri Roma’ya özenip işbirliğine yönelirken, yoksul kesim başının çaresine bakmaya zorlanmaktadır. Bir nevi enternasyonal bir zemin söz konusudur. İsa’nın çıkışı, Roma’nın kölelik dünyasının vicdanı olarak yükselmektedir. Tıpkı kapitalizme karşı işçi sınıfının çıkarlarını ifade ettiği savıyla ortaya çıkan sosyalistler gibi. İsa, köleci sisteme karşı daha çok ideolojik ve sosyal başkaldırıyı ifade etmektedir.
Üçlü tanrı anlayışı henüz tek tanrıya indirgenememiştir; eski Sümer, Mısır, hatta neolitik etkiyi taşımaktadır. Kavim tanrısı olarak Yehova’yı ancak bu biçimiyle aşmaktadır. Kavim tanrısı kimliğinde fazla açılma şansı yoktur. Yahudi kahinler bu şansı çoktan ve sıkıca kapatmışlardır. İsa’nın dini bir kurtarıcılık dinidir. Roma köleciliği insanlığın vicdanı üzerine o kadar baskı kurmuştur ki, sürekli beklenen Mesih (Kurtarıcı) inancı daha İsa doğmadan önce ideolojik bir zemin kazanmıştır. Ha geldi ha gelecek beklentisi sürekli ve canlıdır. Ortadoğu inançlarının üç kaynağı Kudüs’te bir potada erimektedir. Yahudi gelenek zaten kök salmıştır. İskender sonrası Helen geleneği yine Yahudiler ve Grekler arasında güçlü bir sosyal kesim yaratmıştır. Pers-Zerdüşt geleneği de güçlü etkilerini çoktan alanda ekmiştir. Dönem tam bir mistik tarikatlar dönemidir. Olagelen bir vicdan hareketidir. Roma’nın egemen evrensel düzeni, ezilenlerin evrensel düzenine zorlamaktadır. Roma, kabile düzenlerini, küçük krallıkları parçalayıp kendine bağlarken, geriye kendi dünyalarıyla baş başa kalan geniş insan yığınları bırakmaktadır. İnsanlık yeni sahibini, tanrısını aramaktadır.
İsa’nın kimliği esasında bu zeminden kaynaklanmaktadır. Kişisel yetenekleri önemli olmamaktadır. Dönemin Mesih beklentisi, onu kendi sözcüsü düzeyine yükseltecektir. Hıristiyanlık olarak evrensel bir ad kazanan bu ideolojik yükseliş, Roma’nın içini kemirecektir. Büyük vicdansızlığa karşı insanlığın yeni vicdanı olmayı bilecektir. Belki de ilk defa evrensel bir insanlık partisi gelişmektedir. Üç yüz yıl sonra bu parti Roma’yı içten fethetme başarısını gösterecektir; olan aslında kansız bir devrimdir. Daha doğrusu, evrimsel akışın yol açtığı feodal uygarlığın doğuşudur. İlk başlardaki inanç savaşı ve sosyal yaşam farklılığı, daha sonra siyasal güce dönüşecektir. Resmi din olarak M.S 325’lerde ilan edildiğinde, aslında Roma’nın uygarlıksal niteliğinde önemli değişimler yaşanmaktadır. Köleci kentler çökerken, kırsal alana geri çekilinmekte ve insanlık için yeni bir ilişki biçimi olarak, yumuşatılmış bir kölelik bağı içeren serflik kurumu şekillenmektedir. Tarımda gerçekleşen yeni devrim neolitiğe bir dönüş değildir. Özellikle demir tekniğinin üstünde yükselen, insanı yaşama biraz daha bağlayan yeni bir uygarlık şekillenmesidir. Zaten Roma imparatorları son dönemlerinde gittikçe tanrı-kral sıfatını terk etmişlerdir. Şüphesiz bunda tek tanrılılığın ve insanın tanrı olamayacağı bir dinin propagandasının büyük rolü vardır. Artık tanrı, dini ve felsefi kavramların örtüsü altında iyice göğe itilmiştir. Burada da yeri daraltılmak istenen mutlak hakim imparatordur. Tanrı ne kadar insandan uzak tutulursa, o kadar özgürlük elde edilmektedir.
Diğer yandan resmi tanrıya karşı bu muamele yapılırken, gnostikler, mistikler, eski neolitiğin insan dostu tanrı anlayışına sığınmaktadırlar. “Enel Hak, ben tanrıyım, tanrıda birleştim” anlayışı, aslında resmi politik temsile karşı, gayri resmi ve alt tabakanın kendi en eski dini geleneklerine sığınmasıdır. İnsana yabancı, ona hükmeden ve cezalandıran tanrı yerine, kendini tanrısıyla birleştiren bu anlayış, başlangıçta İsa’da da “Tanrının oğlu” biçiminde sürmektedir. Bir anlamda o da bir mistiktir. Gnostiktir. Daha sonra Eflatun ve Aristo felsefesiyle bu anlayış değiştirilecektir.
Önem taşıyan, İsa’nın şahsında giderek evrensel bir tarzda tüm yoksulların eğilimleri tek bir potaya taşınarak, üst düzeyde bir uygarlığa yol açılarak sınırlı bir kurtuluş gerçekleşmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER