APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (10.BÖLÜM)
ZAFER KİŞİLİĞİNİN AMANSIZ TAKİPÇİSİYİZ: En Soylu Eğitim Kendini Bilme Eylemidir; Bütün bunları şunun için söylüyorum: Bu hareket giderek daha da gelişiyor. Fakat öncü kadrosu aynı hızı gösteremiyor. Zaten Kürt tarihinde de öncülük adı altında hataların en kötüsü yapılmıştır. Bizim de başımıza böyle bir bela gelebilir, onu önlemeye çalışıyoruz. Tabii vurarak, ezerek değil, biraz insani temelde, anlayışına çağrı yaparak, davranışına hiç olmazsa eğitimle biraz düzen vererek yapmak istiyoruz. Yoksa sopayı indirmek bize alçaltıcı geliyor. Sizi dayakla yola getirmek fazla onurlu bir yöntem değil, bu eski bir yöntemdir. En büyük eğitim, en zorba eğitim türünden daha fazla, insanın kendini iknayla eğitebilmesidir. Bunu böyle kavramak gerekir. Şimdi de Ankara'ya bakalım, Ankara kaynıyor. Bu da hiç şüphesiz mücadelenin yol açtığı bir sonuçtur. Yani sadece yaz sıcaklığı değildir. Hükümet sağa çark etti. Demirel, Türkeş'le görüşüyor. İnönü-Demirel ittifakı zorlanıyor, generaller, kontrgerilla uzmanları bütün devleti ele geçiriyorlar. Devlet tamamen kontrgerillalaşıyor. Ankara cephesi böyle bir durumu yaşıyor, daha da yaşayacak. Tepede bunalım varmış, Demirel, Özal'ı kaçırtmış, Özal yeni planlar geliştirmiş. Bütün bunlar düzenin mantığı gereğidir. Ankara'yı zorlamak iyi bir şeydir, kaynatmak iyi bir şeydir. Fakat o kazanda kaynamamayı bilmemiz gerekir. O kazan kaynarken, bizi de kendi içinde diri diri kaynatmak ister. Onu önlemeye çalışıyorum. Sizi, bu yaz sıcaklığında onları daha da kaynatmak için özgürlük ateşini daha da alevlendirecek bir duruma getirmek gerekiyor. Kendinizi değil, özgürlük ateşini alevlendireceksiniz. Ateşin soğutucuları değil, körükleyicileri olacaksınız. Demirci Kawa da ateşi körükleyerek demiri tav ediyordu. Bunun için bizim sorumluluğumuz tırnakla bile koparıcıdır. Bunlar en doğrusudur. Peki başka nasıl yapacağız? Kaybedilenleri nasıl kazanacağız? Dondurulmuşluk nasıl yakıcı hale getirilir? Ve yaşam için ne isteyebilirsiniz? Belki bazıları örgüt disiplininden sıkılıyordur. Adam olana şunu söyleyelim; yaşayacak neyiniz var, bir parça toprak bile yok ki üzerinde yatasınız veya mezarınız olsun. Bildiğiniz gibi şehitlerimiz bile çukurlara dolduruluyor. Şu anda özgürlük şehidi için bir parça özgür vatan toprağı yoktur, bunu sağlayamamışız. Acı duyuyorum, ama bu bir gerçek. Bazıları yaşamak isterler, ama nerede? Bu dünyada sana yer yok, haram edilmiş. Tabii yaşam diye kendinizi yere atarsanız bu, -batak da olur, pislik de olur- herkesin yaşadığına benzer bir şekilde olur. Onu da kendine layık görenin fazla söyleyecek bir şeyi yok. Zaten böyle yaşayanları da şimdi perişan, rezil bir durumdadır. Yaşamak için bir karış yer, özgür bir nefes elde etmek o kadar zor mu? Yani bizim hareketimiz bir yürek hareketidir, büyük bir tutku, büyük bir insanlık hareketidir. Henüz kendini daha yer yüzünde bir ada haline getirememiştir. Halen havada bir bulut kümesi gibi dolaşıyor. Güçlü bir yağmur bile dökememiş, hiçbir yeri yeşertmemiştir. Bazılarına şöyle bir eleştiri de yaptık: Bulut kümelerisiniz ve ortalıkta dolaşıyorsunuz, yoğunlaşıp yağmur bile olamıyorsunuz. Yere düşme, sel olma, göl olma nerede? Bütün bunlar gerçek. Sahteliğe girmenize gerek yok. Zor bela bir araya getirdiğimiz bulut kümelerini, yağmur damlalarını bozup "ne de güzel önderlik ediyoruz" diyerek bizi aldatmasınlar. O kişi bunları paramparça ediyorsa son rahmeti de bizden kesiyor demektir. Kolay kaybediyorsunuz. Durum bunu gösteriyor. Ben bunları söylerken siz ne kadar anlıyorsunuz, ne kadar sonuç çıkarıyorsunuz? Söylenilenler doğruluğu ne kadar ifade ediyor, bu hareketin özgürlükçü değerini ne kadar açıklıyor, bu artık sizin anlayışınıza kalmış. Zorlama yok, fakat en soylu eğitim kendini bilme eylemidir. Hiçbir gücün koparamayacağı şekilde değerlere bağlanın. PKK, aynı zamanda böyle bir olayın adıdır. Zaman geçiyor, ne kadar başarmışım diye kendi kendime soruyorum. Sorumlu insanım, ben işi kaçışa bağlayamam, intiharvari çıkışlara da müsaade etmem. Umulmadık ve kimsenin beklemediği bir biçimde, bir yerde mevzilendim. Bu mevzide mücadeleye devam edişim 14. yılına girdi. Biliyorsunuz en çok aranan, düzenin en çok yüklendiği, bütün gücünü kullanıp yeryüzünde silip süpürmek istediği bir konuma sahibim. Bu mevzide yaşayabilir miyiz? Daha fazla zorlamak da olmaz. Bizim de yaptığımız ve elimizden gelen budur. Yani siz kendinizi yaşadınız da ne oldu? Zindandakiler, dağdakiler, sözümona düzendekiler ve o kadar mevzileri olanlar ne yaptılar? Hesap vermeleri gerekir. Zaten bizim en büyük iddiamız da iyi hesap vermektir. Yaptığımız budur diye düşmana da, dosta da, herkese de hesap veririz. Nefes alıp vermek, kendini toparlayıp buraya kadar getirmek bunun içindir. Herkes yaşamını sık sık sorgudan geçirip, iyi değerlendirip hesabını vermelidir. Soylu eylemi yoksa, hesap verecek şeyi yoksa kaç para eder? Eskiden toplum öyle serserilerle doluydu ki, soysuzlukta, düşmekte, lümpenlikte sınırın hesabı yoktu. Öyleleri neye yararlar, kaç para ederler? Biz de her şeyi başarmadık, ama silah isteyene silah, bıçak isteyene bıçak, söz isteyene söz gücü, örgüt isteyene örgüt sağlayabildik. Böylesi bir yaşama yaşam denilebilir, sizin de böyle bir yaşamınızın olması gerekir. Sanki başka türlü yaşamak mümkünmüş gibi bizimkiler beni değişik bir biçimde oyalamak istiyorlar. Ağlayabilir misiniz, zıplayabilirmisiniz, oflayabilirmisiniz, delileşebilirmisiniz, kaçabilirmisiniz, hatta güçlü eylemler düzenleyebilirmisiniz? Bunları da tartışabiliriz. Ben çocuk değilim, ben kolay aldanmam. Bizden bir şeyler öğrenmek için gelmişsiniz, bir şeyler öğrenmek istiyorsunuz. Fakat yapamayacağınızdan, zorlanacağınızdan korkuyorum. Sizde o soluk yok. Soluk olsa da o esneklik yok, o derinlik yok, kendine hakim olma durumu yok; ne yürek gücü, ne de beyin gücü var. Kendinizi çok batırmışsınız, güçten düşürmüşsünüz, planlayamamışsınız, örgütleyememişsiniz ve tecrübe edinememişsiniz. O zaman hesap verme durumunda değil misiniz? Karşımızda güçsüzlüğü oynarsanız, bu hiç iyi olmaz. Hangi arkadaş güçlülüğü oynayabilir? Hepiniz ancak zavallıları oynayabilirsiniz. Örneğin tiyatro yapıyorsunuz, bir kısmınız Türk subayı, jandarması oluyor. Bir kısmınız da topal falan oluyor. Bundan başka bir tablo çizebiliyor musunuz? Ağlama, sızlama, küfür... Bu tabloyu, bu tiyatroyu değiştirmek gerekiyor. Fakat bunu değiştirmek için de büyük güç ve güçlüyü oynamak gerekir. Sizi korkutmak istemiyoruz. Neden hemen önder olmadın demiyoruz, ama şunu söylüyoruz; bazı sözler veriyorsunuz, antlar içiyorsunuz ve iyi niyetlisiniz de. Fakat bunu yöntemine göre yürütmesini bilmiyorsunuz. Hepinizden yaşlıyım, böyle yürümekten öldüm mü? Çok mu kötü oldum, çok mu zavallıyım? Kesinlikle hayır. Herhangi biriniz kadar kendimdeyim. İnsan kendini büyük davalar için adarsa kendisini çok fazlasıyla mı vermiş olur? Hayır! Zaten verecek başka neyiniz var? Kendinizi adayacaksanız başka türlü adayın. Bir tarla parçasına, bir aileye, birkaç çocuğa ve bir maaşa sahip olmanın karşılığı nedir ki! Bütün bunların karşılığı sefaletten başka bir şey değildir. Büyük değerler vardır ve adandığında kazanılır. İstediğim kadar güç, para, silah bulabiliyorum. Demek ki oluyor. Kendini büyük davaya doğru bir tarzda yatırdın mı en büyüğüne ulaşmak zor değildir. Siz yaşamınızı küçük şeylere adadınız. Sonuç sıfırdır, boşluktur, cebinde beş kuruşu bile olmama durumudur. Onu savunacak ne bir iki yoldaşı, ne de akrabaları var. Hepsi bir anda ondan kaçar gider. Benim durumum böyle değil, şu anda her şeyim var. İstediğim kadar birlik yaratabilirim. İstesem bütün halkı ayağa kaldırabilirim. Ve ben yaşadıkça bu böyle olur. Şimdi bir de kendinize bakın; "bunda bizim de payımız var" diyeceksiniz, fakat bu ayrı bir meseledir. Pay meselesi, Önderlik tarzında yürümekle mümkündür. Ancak böyle hak etmiş olursunuz. Sizin için geçerli olan budur. Her gün çevrenizden bu kadar eleştiri alın, ondan sonra da "biz de hak sahibiyiz" deyin! Böyle bir yaklaşım kesinlikle kabul edilemez. Kendinizi verirken, kendinizi adarken ve fırsat da eldeyken hata yapıyorsunuz. On dört yıl önce buraya gelirken o kadar çaresiz, o kadar ilişkisiz, o kadar karanlıkta el yordamıyla yürüyordum ki, yanımızdakiler bile "Her şeye inanırız da, bu gidişattan sonuç alınacağına inanmayız" diyorlardı. Bugün en büyük inanç ve yürütme kabiliyeti aynı kişide somutlaşıyor. Ve en inanılmaz bir durumda böyle bir ortamın oluşmasına yol açılıyor. Size en büyük destek, güç işte bu örneğin kendisidir. Bu örneği inceleyin, anlayın! Gençsiniz, ben buraya gelirken otuz bir yaşındaydım. Arkanıza partinin aydınlatıcı çizgisini ve olanaklarını alarak yürüyorsunuz. Mutlaka benden daha fazlasını başarmalısınız. Eğer sözünüzün sahibiyseniz, sahtekar değilseniz, düzenin alıştırdığı gibi her gün kendinizle oynamıyorsanız bu sonucu mutlaka elde etmeniz gerekir. Gerekir, çünkü biz başarmışız, akla hayale gelmedik yerden, ortamdan buraya kadar getirdik ve bugün burjuva basını Ankara'yı kaynattığımızı yazıyor. Demek ki oluyor! Zindana düşmek, erkenden biçilmek kader midir? Bu önlenebilir, hele hele bundan sonra daha kolay önlenebilir. Bazıları heveslerini, dürtülerini, güdülerini yaşarken ben, soluk soluğa sadece ve sadece davayı düşünüyordum. Herkesi nasıl davanın emrine sokacağız? Sadece ve sadece onun için nefes almaya ve çare olmaya, kendini aşmaya, iğne ucu kadar da olsa zemin yoklamaya, eğer hiçbir şey elde edemiyorsam da zaman kazanmaya çalışıyordum. Tabii ki siz bunların farkında bile değilsiniz. Ama bu hikaye böyle yazılmış veya bu hikayenin kendisi böyledir. Kaçanlar oldu, ağlayanlar oldu, delirenler oldu; renk renk komplocular, tasfiyeciler, grup grup hainler ortaya çıktı ki, bunlar saymakla bitmez. Bütün bunlara rağmen bugün ülkenin büyük bir kısmında, kimsenin aklına bile getiremeyeceği kadar silah sesleri duyuluyor. Şu anda diyebilirim ki, bu ülkedeki halk hiçbir zaman kendisi adına düşünemeyecek, konuşamayacak bir durumdayken, şimdi her tarafta özgürlük silahları konuşuyor, özgürlük tartışmaları sürüyor. Düşman gittikçe daralıyor. Ve biz bunu, düşmanın bütün dünyayı arkasına aldığı bir dönemde her şeyiyle buradan yürütüyoruz. Halen de bu böyle devam ediyor. Bunu anlayacaksınız. Bu temelde bu kavrayışa, ruha ulaşacaksınız. İnkar edemezsiniz, etmemelisiniz de. Yürek derinliğine, ruh büyüklüğüne, düşünce gücüne ulaşmalısınız. Geçmiş süreci ve bu süreci hiç olmazsa biraz daha doğruya yakın, sonuç alıcı bir biçimde değerlendirmelisiniz. Ben insana güvenirim, belki bundan sonra içinizden sağlam yürüyüşçüler çıkabilir. 14. yıla da sağlam yürüme kararlılığıyla başlayalım. Ve bugün aynı zamanda Manifestonun kaleme alınışının 15. yılına giriş günüdür. Temmuz'a kadar Diyarbakır cehenneminde Manifestoya hazırlanış ve yine Temmuz'un başında o yurt dışı cehennemine çıkış... Tabii halk da cehennemdeydi. Fakat şimdi gidişat cehennemlik olmaktan çıkıyor. Ama cennete ulaştık, selamete ulaştık demek için de gafil olmak gerekir. Öyle bir durum yok. Fakat gidişat doğruya, cennette doğru. O din kitaplarında cennet diye tabir edilen yerlerin hepsine ulaştık, bunu da özgürlük düşüncesi ve silahıyla yaptık. Maalesef kıymetini halen tam idrak edemiyorlar. Xabur vadileri, Hezil vadileri, Botan vadileri, Murat vadileri, Zap vadileri, Dicle-Fırat vadileri böyle çok sayıda özgürlük savaşçısına kavuşturuluyor. Ama halen eski yaşamın kalıntılarıyla cehennemi yaşıyorlar. Bu da yüz yılların körleştirdiği, cehennemlik yaptığı kişiliklerin çok güçlü kalıntılar biçiminde devam etmesine neden oluyor. Halen böyle kalıntı kişilikler var. Fakat her şey onların dediği gibi olmayacak, bundan sonra bu doğru yolun hükmü daha fazla etkili olacak. Keşke oralarda olup, daha yakından yürütme durumunda olsaydık. Yolun büyüklüğünü, orada yaratılan değerlerin büyüklüğünü bilmiyorlar. Kötü yetişmişler, çoğunun yaşamı düzenin cehennemlik yaşamıdır. Halen onu yaşamaya devam ediyorlar. Tarihte birçok komutan burada devlet kurmuş, buraya seferler düzenlemiş. İskender, Darius burada savaş verdi, Asur İmparatorlarının hepsi burada savaş verdiler. Persler, Romalılar buraya birçok sefer düzenlediler. Daha dün Osmanlılar, İranlılar, Araplar da birçok sefer düzenlediler. Hiç olmazsa biz de özgürlük için seferler düzenleyelim. Adam küçük; ne tarihi görüyor, ne günü, ne de günceli. Yüreği küçük, kolu küçük, bacağı küçük basit bir köylü. Bunu aşmak gerekir. Günler özgürlük gerçeğine ilişkin biraz böyle dile gelebilir, güncellik böyle yakalanabilir. Özgürlük ideali büyük olanlar için iyi bir dönemdir, özlemini duyup da onu gerçekleştirmeye doğru götürmek için iyi bir fırsattır. Tabii yerine getirilmesi gereken bu çabanın da büyüklüğü, güncelliği gün gibi açık. Bunun için başınızı bile kaşıyacak vaktiniz yok. Yolun sağlam bir yürüyüşçüsü olmak istiyorsanız, bu işin esas yolu yordamı üzerinde düşünmekle işe başlayacaksınız. Bizim yaptıklarımızı kendiniz için sıradan şeyler olarak görmeniz durumunda kaybedecek olan kendiniz olacaksınız. Bunu da bana yaptıramazsınız. Benim rolüm başka, benim işim başka. Siz kendi işinizi yapın, ben kendi işimi. Diğer bir hastalık türü de, "değerli Önderimiz nasıl yapmışsa öyledir, bravo, kabul görmüştür" biçimindedir. Bu yaklaşım doğru değil. Önder bir şey yapmışsa bir dönem içindir; koşullar zinciri içinde bir çıkış yaptırmak içindir. Bu sizin için her şey demek değil veya sizin de kendinizi aynen öyle sanmanız için değildir. Size bir çıkış yaptırmak oldukça zordur. Sizin işiniz ise zor olana kendinizi vermenizdir. Siz büyüklüğü ancak böyle çizebilirsiniz. Diğer yanlış yaklaşımları da tasfiye etmeniz gerekir, zaten rolünüzü oynayacak durumdasınız. Onun da hazırlıkları oldukça gelişmiştir. Böylesi bir rol, yaşamda tercih edilecek en soylu, en iyi, en şanslı ve en eşsiz tercihtir. Bundan sonra hiç olmazsa sağlam bir hesapla bu işi götürmeye çalışın. Görüldüğü gibi işin özüne ilişkin değerlendirmeleri -günler böyle geçip giderken galiba en iyi işi- tekrar esas aldık. 'Galiba' kelimesini sizler için kullanıyorum. Ama benim için bir tutkuydu. Biz, herkese yer verdik, herkese güven verdik, herkese ekmek verdik. Çünkü kimse buraya evinden bir şey getirmedi. Beyninde fikirlerle de buraya gelmedi. Bunları abartmak için değil, gerçeği yalın bir biçimde vurgulamak için söylüyorum. Bir insan nasıl birleşme ve imkan, olanak etkeni olur? Bunları, biraz ders alasınız diye söylüyorum. Mesele hazır olana konma değildir. Ben gittiğim yerlerde hiçbir zaman hazıra konmadım. Yapılanlar tamamen öz çabalarımın sonucudur. Sizler de neden böyle yapmayasınız? Doğrusu bu değil mi diye size soruyorum. Uluslar için, halklar için hayırlı bir iş yapmak ancak bu tutumla mümkün değil mi? PKK okulunun esas görevi de böyle insanlar yaratmaktır. Terbiyesi bu temeldedir, ruhu bu temeldedir, düşüncesi hep bunu işler. Bu temelde kendi kendisiyle tutarlıdır, azim, irade sahibidir. Siz, neden başka türlü tutum ve davranışlar içinde olasınız, bunun bir anlamı var mı? Hayır hiçbir anlamı yok. Eğer zorlanma olmasaydı, bu konuları ısrarla tekrar tekrar işlemezdim. Bir çoğu küçük burjuva veya köylü kurnazlığıyla beni aldatabileceğini sandı. Olmayacak duaya amin dedirtmek istediler. Tabii ki kabul edemezdik. Fakat tekrar bu noktaya geldik. Bu iş böyle yapılır, kişilikler kendini böyle adar, sergiler ve sonuca gider. Bu işler, uyumlu, dengeli ve anlayışlı insanlarla böyle yürür. "Küçük burjuvalık yaparım, ağalık yaparım, gücüm oranında bir şeyler karıştırırım..." dersen ne yapalım! Elinden ne gelir? Elinden bir şey gelmediği ortaya çıkmıştır. Öyleleri anlayışlı olsa, "nefsim, güdülerim" demese, biraz yoldaşlıktan, anlayıştan nasibini alsa biz bu işin üstesinden rahatlıkla geliriz. Savaşı çok iyi noktalara götürebilirdik. Ve hatta zaferi elde edebilirdik. "Şuram ağrıyor, gevezeliğim var, güdülerim var" derken, kendilerini de, bizi de zora sokuyorlar. Ama işlerin böyle ele alınacağına dair iddia ve ispatımız budur. Kişiler kendini böyle kanıtlamalı. Haddini, hududunu, terbiyesini, edebini böyle bilmeli. Sonuca gitmek için kendini işe yatırmalı. Böylesi bir durumda sonuç başarıdır. Bütün bunları söylerken, bazıları tekrar anlamazlık etmesinler. PKK'nin yetkilerine, olanaklarına dayanarak kendilerini başka türlü göstermesinler. Ben alçakgönüllü olduğuma, halen hizmet ettiğime inanıyorum. Kendimden yana bir yetmezliği göremiyorum. Tam tersine, habire sıfırlardan, zor koşullardan katkı sunuluyor. İşin özü bu iken, başkalarının kalkıp bizden pay istemesi, hak, hukuk iddia etmesi saçmadır. Hele Önderlik adına, komuta yetkileri adına böyle yapmak daha da saçmadır. Bu adamların bu kişiliklerle iflah olacakları yok. Vazgeçsinler, doğru tutuma gelsinler. PKK'nin Önderlik gerçeğine gelerek kendilerini çok açık olan yaşam özelliklerine, tarzına ulaştırsınlar. Kendilerini sonuca, başarıya ve zafere götürecek olan bu tarzdır. Ve hiçbir zaman bu tarzı ne unutsunlar ne de saptırsınlar. Bu tarzın özelliklerini nefes nefese bütün yaşama, bütün çalışmaya egemen kılsınlar. Bu temelde görecekleri, alacakları sonuç zaferden başka bir şey değildir ve başarılı bir zafer yürüyüşünden başka ne bir çare ne de başka bir yol vardır. Yaşamınıza bu büyük tecrübenin ışığında daha iyi anlam verip daha iyi bir çalışmaya, vuruş tarzına ulaşmanızın mümkün olduğuna inanıyorum. Bu tarzı egemen kılın. Eğer bu tarzı egemen kılarsanız oldukça muhtaç olduğunuz üstün başarılara doğru yol alırsınız. HALKLAR ÖNDERİ (10.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER