SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I.CİLT (59.BOLUM)
B- FEODAL ÇAĞIN DEVRİMCİ GÜCÜ OLARAK İSLAMİYET
İslamiyet, tarihsel planda olduğu kadar güncel olarak da, teorik ve pratik tartışma ve gelişmelerin temel konularından biridir. Bunun nedeni, İslamiyet’in dile getirdiği gerçekliğin çözümlenememesi kadar, yerine henüz doyurucu bir ideolojik kimlik konulamaması veya gereken çağ dönüşümüne uğratılamaması gerçeği yatar. Doğuşunda da İslamiyet’in yeterince anlam bulduğu söylenemez. Hz. Muhammed, yakından anlamaya çalıştığı savaşımını “cehalete karşı” olarakilan etmektedir. Kastettiği cehalet, ataerkil kabile ideolojisidir. Bu çok önemli bir husustur. Musa tek tanrılı dini çıkışını İbrani kabilelerini birleştirmek için geliştirirken, Hz. Muhammed çözmeye çalışmaktadır. Bir nevi kabile toplumunu aşma çabasıdır. Kabilecilik güç olmayı ve uygarlaşmayı engelleyen en temel etkendir. Kabe’de 360 ufak ve üç dört büyük putla temsil edilen farklı ideolojik kimlikler bulmaktadır. Zihniyet üzerinde olanca ağırlığıyla çöken bu olgu aşılmadan ilerlemek mümkün değildir.
İkinci önemli olgu, Mekke’nin önemli bir ticaret merkezi olarak konumudur. Şehir ticaret üzerinde varlık bulmaktadır. Denilebilir ki, Mısır ve Sümer uygarlığı nasıl Nil, Dicle ve Fırat’ın bir hediyesi ise, İslamiyet de Arabistan’da Mekke merkezli bir ticaretin hediyesidir. İbrani geleneği esasta uygarlık merkezleri arasında gelişen ticaretin ürünüdür. Halen dünya ticareti ve finansmanında Yahudi hakimiyeti göz önüne getirildiğinde, ticaretin uygarlığın gelişmesindeki muazzam rolü daha iyi anlaşılır. Ticaretin uygarlaştırıcı rolüyle kabile taassubunun ilkel ve tutucu gerilimi, Hz Muhammed’in çıkışında esas maddi toplumsal zemini teşkil etmektedir. Bir taraf ilerlemeyi, uygarlaşmayı dayatırken, diğer taraf kısırlaştırıcıdır; kabile kavgalarını sürekli yaşayarak çürüme ve gerilemeye yol açmaktadır. Hz. Muhammed uygarlığın üç büyük merkezinin farkındadır.
Kuzey’de görkemli Doğu Roma, Bizans yükselişi, Doğu’da güçlü Sasaniler , Doğu Afrika’da Habeşistans ürekli esin kaynağıdır. Muhammed’in kendisi defalarca Mekke-Şam Kudüs arasında ticaret kervanlarıyla gidip gelmiştir. Yolda Hıristiyan rahiplerinden, özellikle Asuri Nestori rahiplerinden çok şey öğrenmiştir. Yahudi kabileleri yanı başındadır. Yahudi kavim dini olarak Yehova inancını daha yakından tanımaktadır. Birer gnostik, mistik tarikat olarak tek tanrılı din propagandasını Mekke’de bile Sabi kökenli Hanifiler yapmaktadır. İsa nasıl Esseniler tarikatından etkilenmişse, Hz. Muhammed’in de Hanifilerden bir etkilenmeyi yaşadığı bilinmektedir. Sasani rahip geleneğinde Zerdüştlüğün kavramlarını işitmesi zor değildir. Hıristiyanlık, Musevilik ve Zerdüştilik, Hz. Muhammed’in çıkışında resmi ideoloji konumundadırlar. Üçü de egemenliğe ulaşmış ideolojik kimliklerdir. Yanı başındaki Kabe tanrıları da az çok kabilelerin meşru ve egemen manevi kimlikleridir. Dört taraftan bu ideolojik kuşatma, mistik Hanifi eğilimine daha çok ilgi duymasına yol açmaktadır. Oluşacak kendi eğilimi de yeni bir gnostik (tanrıyı bilen) akım durumundadır.
Benzer örneklerine Ortadoğu coğrafyasında M.Ö 5. yüzyıldan beri yaygın olarak rastlanmaktadır. Gnostisizm aslında köleci ideoloji ve dininden kopuşun küçük, fakat vicdanen özgür tarikatçılığına verilen genel addır. Tarihi dönem, kölecilikten feodalizme dönüşümün hızlandığı bir geçiş aşamasıdır. Tıpkı bir dönem Avrupa feodalizminden kapitalizme dönüşüm gibi. Arap çöl kabileleri, etraflarındaki göz kamaştırıcı uygarlıkları zayıf dönemlerinde deneme-sınamayla ele geçirme geleneğinde ustadırlar. Daha önceleri aynı kökenden gelen Semitik kabileler, Sümer ve Mısır uygarlık merkezlerine bazen talan amaçlı, bazen de yarı köleler olarak akın ederlerdi. Sümerlerde ilk bilinen örnekler Akadlar iken, İbraniler de Mısır’a benzer biçimde akan Semitik kabilelerdi. Yine Semitik kökenden gelmekle birlikte, bu sefer Arap (güzel) adı altında tarihi bir hamleye kalkmak üzeredirler.
Tarihin “yürü, kazanırsın” dediği andır. Hz. Muhammed’in adına en büyük tarihsel hamleyi gerçekleştirdiği “Allah” kavramını çözümlemek kilit mahiyette bir sorundur. Maddi zemini belirlemek önem taşımakla beraber, daha zor olanı, temel ideolojik kavram olan Allah çözümlemesidir. Her ne kadar çeşitli ilahiyat ve felsefe akımları Allah’ı tanımlamaya çalışmışlarsa da, fazla bilimsel değeri olduğu söylenemez; kavramın sosyolojik çözümlemesi yapılmamıştır. Eldeki sınırlı verilerle birlikte, El (ruh) Semitik kökenli bir ilah, tanrı kavramıdır. Tahminen kabilelerin totemik din aşamasından sonra, uygarlığın etkisi altında geliştirdikleri yüce gök tanrısı anlamına gelen bir tasarımdır. Arap yarımadasının her tarafında değişik lehçelerde farklı biçimde söylenmektedir. Kabile toplumunda farklılaşmanın arttığı, şeyhlik kurumunun şekillendiği, tekdüze bir doğal düzenin uçsuz bucaksız bir çöl denizi gibi geçerli olduğu, kabile=şeyh, doğa=El paralelliğinde bir ideolojik temel kimlik olarak kavramlaştığı ileri sürülebilir.
Doğa düzeninin genel sahibi olarak düşünülmesi, kabilelerdeki evrimleşmeye denk düşmektedir. Kabilenin sahibi nasıl şeyh ise, tüm doğanın sahibi de El, Allah’tır. Şeyh kabile için hem manevi hem politik lider konumundadır. Kabilenin artan gücü şeyhte, onun yetki ve gücünde yansıma bulmaktadır. Bir nevi ilkel kraldır. Bu durumun şeyhte yaratacağı düşünce, nasıl kendisi kabilenin üstünde güçlü ve sahip ise, Allah da tüm doğanın üstünde ve sahibidir. İki kavram yeni gelişmiştir ve önem taşımaktadır. Yüce olan, El ile karşılanmaktadır. Kabilenin sürüngenlikten, aşırı doğal koşullara bağlanmaktan kurtulduğu, daha güvenli ve özgür koşullara kavuştuğu, farklılaşmayla altüst ilişkilerinin oluştuğu, aynı zamanda üstün sahip ve egemen rol üstlendiği bir aşamada, totemik inancın zayıflayıp benzer bir yolla doğanın da yer ve gök olarak ikiye ayrıldığı; göğün, El’in yere (şeyh nasıl kabileye, alttakilere hükmediyorsa) hükmettiği tasarımlanarak, yeni bir ilah olarak kavramlaştırılmaktadır. Allah’ın yücelik yanında diğer önemli sıfatı sahiplik ve hükümranlıktır.
Malik, melik, “mülk” kökünden türemedir. Mülkiyet, sahiplik anlamındadır. Malik ve melik, Semitik tüm dillerde mülkiyet ilişkisini karşılamakta, kabile şeyhliğinde kral anlamında melikliğe kadar gelişen bir anlam kazanmaktadır. Kabiledeki yücelik ve meliklik, doğanın temel yer-gök ilişkisinde, yere hükmeden gök veya yerin sahibi Allah biçiminde karşıtını bulmakta ve dönüşmektedir. Daha başlangıçta El’in tek tanrı olarak düşünülmesi, çölün yeknesaklığıyla yakından bağlantılıdır. Semitik Allah, kabile ve şeyh ilişkisinin yer ve gök ilişkisindeki yansımasıdır.
Böylesi bir paralellik kavramı açıklayıcı niteliktedir. Aralarında sıkı bağ olduğu kesindir. Çok sayıda yaşama hükmeden gücün bulunduğu Mısır, Sümer, Grek, Hint gibi toplumsal gelişmelerde çok tanrıcılık esastır. Tek tanrı kavramına çok sonra, siyasi otoritenin oldukça merkezileştiği aşamaya gelindiğinde ulaşılmaktadır. Bu gözlemin de açıklayıcı değeri yuksektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER