KIZGIN İKLİM (1.BÖLÜM)
Yıl 1972, henüz çocuğuz. Halen hafızamda duran canlı bir anı. Sabahın köründe köylerde genelde ilk uyanışlarla birlikte kalabalık sesler yükselir. Söz konusu Kürdistan köyleri ise bu bağırışmalar daha bir farklı olur.
Ancak o gün köyümüzde yükselen sesler daha farklıydı. Sabahın köründe işe giden işçilerin, köylülerin, çobanların, temizlik yapan anaların, çocukların ilk ağlayış çığlıkları derken, hepten yüksek seslere alışıktır köyümüz ve köylerimiz. Ancak dediğim gibi o gün sesler farklıydı. Kavga sesleri yükseliyordu. Kızan sesler, hatta bağıran sesler.
O küçücük yaşımızla köyün ortaya yerine varınca, yeni dikilmiş elektrik direklerinin çok yükseklerinde üç fotoğrafın asıldığını görüyorum. Kimisi bu fotoğrafları asanları destekliyor, kimisi küfür ediyor, kimisi aval aval bakıyor. Bu üç fotoğraf yıllarca belleğime, belleğimize yerleşip kalacaktı. O kavga neydi, niçin üç fotoğraf için bu kadar kavga edilir, sorusuna hep cevap aramıştım. Vuruldukları, idam edildikleri, şehit düştükleri söyleniyordu. Madem şehit düşmüşler, neden fotoğraflarının asılmasına izin verilmezdi? Hâlbuki bizde gelenektir: birileri ölürse onun fotoğrafı özenle büyütülerek, evin başköşesine asılır. Herkes o fotoğrafların yanında secdeye geçer. Ama neden bu kez böyle olmadı, olmamıştı?
O zaman köy meydanına asılan fotoğraftakilerin isimlerini öğrenmiştim. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan. Bir daha da bu isimleri unutmayacaktım. Sonraları biraz büyüdüğümüzde bu üç insanın haykırışlarını daha gür duyacaktım. Ve bir gün gelecekti ki, bu üç insanın asılma, katledilme gerekçeleri de bizim seçeceğimiz yol olacaktı. Faşizme karşı isyan, yani doyasıya haykırarak kendin olmak!
Denizlerin asılmalarına ve katledilmelerine götüren nedenler nelerdi, sorularını sonraları daha iyi öğrendikçe kendimizi de bir yerlere koyacaktık. Denizler ilk elden var olan adaletsizliklere, ülkenin işgal edilmesine, talana, sömürüye, emekçilerin haklarının emilmesine, özgürce istediğini söylememeye, küçük görmelere, hor görmelere, tahakküme, ezilmeye, ekonomik dengesizliklere, onursuzlaştırmaya, satılmalara, ırkçılaştırmalara karşı kafa tuttular. Ve de daha özgür, daha bağımsız, daha eşitlikçi, daha kardeşçe, daha adaletli, daha katılımcı, daha barışçı, daha paylaşımcı yani daha sosyal bir Türkiye istediler. Halklarla kardeşliği isteyerek, geçmişte aynı coğrafya da halklara yapılan katliamları kınadılar, kardeşleşmeyi esas aldılar, bugünde halklara yapılanları esefle karşıladılar.
Peki, Denizlerin isyan gerekçeleri ortadan kalkmış mıdır? Denizlerin özlemlerine kavuşulmuş mudur? Denizlerin istemi olan, halklara hoşgörülü yaklaşım yaratılmış mıdır?
Verilecek cevap hayırdır! Elbette ki dev gibi mücadeleler yürütülmüştür. Binlerce genç bu uğurda can vermiştir. Binlercesi işkence hanelerde geleceğin aydınlık günleri için acılar çekmişlerdir. Daha dün İstanbul’un göbeğinde Orhan Yılmazkayalar, Denizlerin ülküleri için can vermediler mi?
Dediğimiz gibi Denizlerin ışıklı yolunu takip eden devrimciler hep olmuştur. En görkemlisi ve kitleselleşmiş olanı ise Kürdistan Özgürlük Mücadelesi olmuştur. Özgürlük mücadelesi, Denizlerin yapmak istediklerinin birçoğunun gerçekleşmesi için yarıklar açmıştır. Gedikler açmıştır. Ve terörist faşist bir devleti istemese de bir yerlere kadar getirmiştir. Kürtleri tanır hale getirmek, “Türkiye halkları” dedirtmek, herkesin ağzından demokrasiyi düşürtmemek, diğer azınlıkları tartıştırabilmek, dini inançlara saygının yolunu açmak-Alevilerde olduğu gibi-,kadın haklarını herkese hissettirmek, ihaneti ve işbirliği görkemli deşifre etmek, hep gerilimler üzerinde siyaset yapan bir devlet zihniyetini-çıkarlar için de olsa-birlikte yaşama arayışlarına sevk etmek, pratikte bir anlam ifade etmezse de, sözle ve yasalarla bireylerin haklarını yerleştirmek gibi daha sıralamadığımız birçok husus Özgürlük mücadelesinin, Denizlerin ışıklı yolundan şaşmadan mücadelesi sonucu ortaya çıkan değerlerdir. Ezenlerden, sömürenlerden istemeseler de, Deniz ruhuyla söke söke alınan ve elde edilen mevziilerdir bunlar.
Ancak unutulmamalı; Denizlerin dağlara çıkma, isyan etme, baş kaldırma ve doyasıya çığlıklarını yükseltme gerekçeleri halen kalkmamıştır. Denizlerin deli dolu haykırışlarının gerekçeleri kalkmamışlarsa, yapılacak olan Denizler gibi davranmak değil midir?
Biz Kürdistan Özgürlük Savaşçıları olarak, Denizlerin ruhunu bir saniye dahi yaşayamamazlık edemeyiz. Bu kendimize ihanet etmenin başlangıcı olur. Bu insanlığımızdan kopmak olur. Bu Başkan Apo’nun yolundan uzaklaşmak olur. Başkan Apo çıkışını, Denizlerin görkemli haykırışına bağlamaktadır. Biz ise Başkan Apo’nun özgürlük savaşçıları olarak, Denizleşmeyi kendimize ancak amaç edinebiliriz ve biz Denizleri salt sözde değil, yaşamımızda cisimleştirerek yaşamakla ancak onlara ve Başkan Apo’ya layık olabiliriz.
Daha dün İstanbul’un göbeğinde Türkiye halkının yeni Denizi devrimci, militan, fedai, korkusuz Orhan Yılmazkaya yoldaş, Denizleşmeye en iyi örnektir.
Evet, Denizlerin ruhu ölmedikçe, özgürlük haykırışları dinmeyecektir. Denizlerin ruhu yaşadıkça, özgürlük arayışları gür ve hür haykırılacaktır.
NOT: Denizlerin onurlu çıkışları üzerine yoğunlaşırken, elime gerillada yazılan bir roman geçiyor. KIZGIN İKLİM-I. Yeni basılmış. Özgürlük dağlarına çıkmanın tüm gerekçeleri sıralanmış. Bu kitapta, Denizlerin isyan gerekçelerinin tümü bu romanda mevcut, bizim için de dağlara çıkmanın tüm gerekçeleri. Ve bu gerekçeler halen geçerliliğini koruyor. Ve diyoruz ki; içimizde yükselen fırtınalı seslere kulak vererek, bir an evvel doruklara.
ŞEHİT KASIM ENGİN
YORUM GÖNDER