APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (5. BÖLÜM)
DEVRİMCİ MİLİTAN EN GERÇEKÇİ İNSANDIR
Biraz saygılı, anlayışlı olmayı ve oldukça tehlikeli konumlardan çıkmayı başarmalısınız. Mevcut durumlarınızı oldukça tehlikeli buluyorum. Gerek yaşam, gerek savaş sorunlarınız küfre ve imhaya çok açıktır. Akıldan yoksun olduğunuz kadar, moralden de oldukça yoksunsunuz. Kendinizi çok dağıtmış, anormal durumlara sokmuşsunuz. Kişiliğinizde bir delilik biçimi gerçekleşiyor ki, bu çok sakıncalıdır. Bu durum aşılmazsa düşmana hiç gerek yok. Hatta bırakalım düşmana karşı savaşı, kendinize karşı açtığınız bu savaşla bile bire bir kendi sonunuzu getirebilirsiniz. Tehlike bu açıdan büyük ve her sahada yaşanıyor. Bu sorunlara güç yetirmeye çalışıyorum, fakat bu kadar anormal duruma düşmüş kitleyi, insanı ve özellikle de sözümona öncü gücü hizaya getirmek sanıldığı gibi kolay değil. Dizginsiz ve ölçüsüz yaklaşımlar aşılmazsa, ilk ve son kurtuluş şansınızı da çok tehlikeli bir son bekliyor. Tabii bunun altındaki muazzam kültürsüzlük, düşmanın baştan çıkardığı kişilik ve bitirilmiş yaşamın bütün değerleri mücadeleyi çok olumsuz etkiliyor. Acı ve umut da gerçekçi gelişmediği için, duygularda anormalliği aşamama, akılda da mantığın tüm gerçekleriyle oynama, hele politik mantık, irade davranışı daha da işlemez duruma gelmiştir. Savaşa hiç anlam verememe, niçin savaş, nasıl bir savaş sorularını anlamsız bırakma daha da tehlikeli bir halde seyrediyor. Kendini kontrol edememe şu anda en temel özellik olup çok yaygınca yaşanmaktadır. Bu yaklaşım, savaşta hiç sınır tanımadan, aslında objektif olarak en canice bir hak gibi kendini gösteriyor. Bu anlamda birer canisiniz desem, belki yadırgarsınız.
Tabii savaşı kurallarına göre yürütmeyince, kişinin bir caniden farkı kalmaz. Kürt tipinin genelde suç tipi olduğunu her zaman söyledik. Fakat bu suçlu kişilikte bu kadar ısrar etmeniz çok saçmadır. Bu sorunu çözmeye çalışıyoruz, ancak engel üstüne engelle karşılaşıyoruz. Son zamanlarda düşmanı unuttuk, sizde gerçekleşen düşman artık yetiyor da artıyor bile. On beşine gelen çocuklardaki yüksek dinleme ve anlama gücünün bile çok uzağındasınız. Bu da tuhaf bir durumdur. Kendinizi kontrol edemiyorsunuz. Oysa askerlik, öncelikle kendini kanunlar veya siyasi çizgiler temelinde denetlemekten ve disipline etmekten geçer. Oysa partinin çizgisi, partinin yasası, partinin siyaseti, partinin işleyiş kuralları, sizin hiç umurunuzda bile değil. Artan özgürlük imkanları, sizin yaklaşımlarınızda daha fazla kural tanımazlığa ve çizgi dışılığa yol açıyor. Bu neden böyledir diye hiç rahatınızı bile bozmuyorsunuz. Tarihteki sahte müminleri çok iyi tanıyoruz. En iyileriniz -ki, fazla başını kaldırmamış, bilinçlenmemiş olanlardır- partinin öyle bir mümini oluyor. Bu neye yarar, öncelikle insanın kendi içindekini tanıması gerekiyor. Önce kendi içinizdeki savaşı başarmanız gerekir. Dışarıya karşı iktidar olabilmek için bu gereklidir. Kendinizi tanımaya bile yanaşamıyorsunuz? “Kimim, neyim ve rolüm nedir” diye kendinize tek bir soruyu bile sorma cesaretini gösteremiyorsunuz. Kendinden hesap sormayan kişilik, kendini unutan kişiliktir. En ağır suçları da işlemiş olsa, kendi vicdanına hiç seslenmesi olmayan kişiliktir. Maalesef bu, sizin pratiğinizde gerçekleşti. Bu durumu nasıl önleyeceğiz? Aklıma sık sık sizden kaçmak gelir, ama bir savaşçı yanımız olduğu için, amansız yüklenmekten daha değerli bir şey yok diyerek direniyorum.
Bir kavga inadım var. Çocuklukta tam yapamadığımı şimdi yapıyorum. Oyunun kurallarına gelmemeleri, çok eskiden beri tanıdığım bir özellik ve ilk isyanı da bu yüzden başlatmıştım. Şimdi siz, bu tutumu daha tehlikeli bir biçimde sürdürüyorsunuz. Babalarınız da yok ki, babam gibi bana karşı çıksa. Delikanlılığınızla ortaya atılmışsınız, oynuyorsunuz. Arkanızda sınıf olsaydı daha iyi yüklenirdim. Arkanızda sınıfınız da, aşiretiniz de yok. Olsaydı, onlarla babama karşı yaptığım gibi şiddetli bir savaşımı geliştirirdim. Sınıf da sizsiniz, oğul da sizsiniz, baba da. Hepsi
şahsınızda birleşmiş. İşlenilen hatalar bir köy ortamında olsaydı bu kadar tehlikeli olmazdı. Oysa bu hatalar tüm bir ulus adına işleniyor. Hatta dünyayı da ayağa kaldırmışız, bize bakıyorlar. Anamla olan savaşlarımda ne kadar akıllıymışım. Sizinle ananızın ve sülalenizin ilişkilerini göz önüne getirerek, böyle oğul büyütülmez, böyle kız olmaz, ama olmuş bir kere diyorum. Kendim de böyleydim, sizi fazla ayıplamıyorum. Fakat benim yaklaşımım çok farklıdır. Yerinde, akıllıca hareket ettim ve kendime güvendim. Güçsüzlüğümü ve zayıflıklarımı hissettim, ne zaman yenileceğimi hep gördüm ve iğne ucu kadar bir imkanı yakaladığımda onunla kendimi beslemeye çalıştım. Benim farkım biraz buydu. Tabii siz hiçbir zaman bunu ne düşündünüz, ne de yaptınız. Sorunun esası buradan kaynaklanıyor. Şu anda Kürt halkı, dünyada kendi başına en çok bela olan halkı temsil ediyor. Ancak çok iddialıydım anama karşı Ana, sen analığı taslamayı bırak, büyük suçlusun diyordum. O zaman onu böyle susturdum. Çok tarihi bir gerçeği söylemiştim. O zaman tektim, insanlarla bu kadar tanışma yoktu. Ancak, sonradan başıma gelecek olan daha o zamandan belliymiş gibi yaklaşmıştım. Ne kendimi beğendim, ne de oldum olası yakaladığım iyilikleri, güzellikleri pek tatmin edici buldum. Şimdi Başkanlık adı altında bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Sizin başka çareniz olmadığı ve benim gücüm de bu kadar olduğu için halimiz böyle oldu. Her iki durum adeta birbirini tamamladı. Tabii bu çok zoraki bir savaş oldu. Fakat ne de olsa ben kendimi biraz yürütebiliyorum, siz ise bunu yapamıyorsunuz. Benim kendimi yürütecek gücüm var, ama siz ne olacaksınınız? Gerçekten hiçbir şey için sabretmediğim kadar, sizin büyümeniz için sabrettim. Deneme-sınamayla yaşamı ve savaşı öğretmeye çok büyük özen gösterdim, ama ufacık bir ilerleme sağlamış, bekleme durumundan çıkmış değilsiniz. Tabii büyümemiş, yüzyıllardan beri hep cüceleşmiş bir halkın öncülüğü de bu derin etkiyi yansıtacaktır. Gerçekleşen de budur. Haklısınız, “ne zaman büyüdük ki, bizden gerçek önderler bekliyorsun” diyebilirsiniz. Doğru, nereden geliyorsunuz ki, büyüklük taslayasınız. Çoktan bitirilmişsiniz. Düşman da “çoktan öldüler, bittiler” diyor. Biraz da o geleneği yansıtıyorsunuz. Soyu tükenmiş, insanlığı kurutulmuş bir gelenekte, herhalde benim istediğim gibi bir kişi olmak çok zordur. Düşünün ki, benim gibi güçlü konuşan, savaş konusunda bu kadar yaratabilen bir kişi bile, gerçeğiniz karşısında konuşamıyor. Ağalık, ilkellik, doğruya gelememe, sevgisizlik ve en önemlisi de zavallılık durumunu yaşıyorsunuz, tam da bela olma dedikleri gibi. Ben de her zaman en çok bu durumunuzdan kaçıyorum. Elimde bela olmayan bir ilişki, bir yoldaş yakalamak istiyordum, ancak tam tersi başımıza geldi. Yoldaşlık tanımında, kesinlikle bela olma kuralına yer yoktur, ama PKK mirası temelinde belki iyi bir aşiret olabilirsiniz. Türkiye‟de Dev-Yolcular vardı, Dev-Genç mirasını Türkiye‟nin sol çingeneleri biçiminde kullandılar. PKK mirası herhalde bundan daha da kötü kullanılacaktır. Çingenelerin bile gerisinde bir durum ortaya çıkabilir. Ben, çingenelerin psikolojisini fazla incelemedim, ama ilk bakışta söylenebilecek olan; toplumsal kurallar çerçevesinde kendini dışlanmış bulan kesim olduğudur. Marjinal kalmışlardır.
Fakat, yine de kendilerine göre bir düzene oturmuşlardır. Sizleri acımasız sömürgeci iradenin elindeki esir toplumdan çıkartmanın sonucu, ya gerçek PKK‟li tarzında bir militanlıkla büyük bir insanlık değeri olabilirdi ya da çingeneden daha beter bir durum ortaya çıkabilirdi. Şimdi ağır basan, çingeneye benzeyen yanlar oluyor. Boşuna “çingene paşaları, çingene komutanlar” demiyorum. Maalesef bu durum, gittikçe kendisini gösteriyor. Tam çingeneleşme de değil, henüz o gelişmeyi sağlamış değilsiniz, ama işaretleri oldukça fazladır. Gerçek PKK‟liliği yaşama geçirmek istiyoruz, ancak buna kimse yanaşmıyor. Bu dayatmalarınız karşısında daha fazla direneceğim. Pek fazla kendimi göstermeye hevesim yok, ama sizin dayatmalarınız karşısında kendimi biraz daha göstermem gerekiyor. Neye mal olursa olsun, tam bir gösteriye kalkışmam yerinde olabilir. Şimdiye kadar mantığı fazla zorlamak istemedim. İradeye de kırılacak, aşındıracak kadar anlamsız yüklenmek istemedim. Fakat mevcut tutumlarınızda ısrar ederseniz, her iki yönlü de gösteriye kalkışabiliriz. Benim kendimi kullanmam, kendimi savaştırmamın ne anlama geldiğini düşünmüyorsunuz, hiç umurunuzda bile değil. Bana hep, laf dinlemez eski ağaları, kendini bir şey sanan köylüleri, yine ukala küçük-burjuvaları anımsatıyorsunuz. Sizin temsil ettiğiniz o güçleri çok iyi tanıyorum. Ben onlarla kavgalıyım, onları oldukça da zorladım. Zaten fazla direnme kabiliyetleri de yok; öldürücü darbeyi yemişler ve fazla ayakta kalmaları da mümkün değildir. Ama yine de kişiliklerinizde yansımasını buluyorlar, ancak neyi, kimi temsil ettiğinizi hiç fark etmiyorsunuz. Kendi üzerimde bir savaşçı tartışması da yürütmek istiyorum, ama hiç ciddiye almıyorsunuz. Zaten eskiden beri alay konusuydum; köy alay etti, devlet alay etti, MİT alay etti, şimdi de siz alay ediyorsunuz. Kendimi nasıl alay edilmez duruma getireceğimi veya sizi doğduğunuza pişman ettirecek kadar nasıl güçlü tutacağımı düşünüyorum. Bizim köylüden, hatta devletten bile fazla hayır gelmediği veya bunların karşımızda fazla dayanamayacakları ortaya çıktı.
Şimdi sıra sizde. Kesinlikle size, oyunu kurallarına göre oynamayı öğreteceğim. Eminim ki, bir çok kılığa gireceksiniz, her türlü kaçış yolunu deneyecek, lanetli yaşamı ve karılaşmayı kabul edecek, yine de doğruya gelmemekte ısrar edeceksiniz. Fakat bu da kolay geçmeyecek, yine sizinle uğraşacağız. Siz ki, benim geliştirmek istediğim savaşçılıkla bu kadar oynadınız, bunun ne anlama geldiğini sizinle mücadele ederek size kavratacağız. Adam olmak kolay değildir ve bu gerçeği anlayıncaya kadar sizinle mücadele edeceğiz. Çünkü yiğitlik silahıyla, savaşçılıkla oynanmaz. Barzani‟ye mi kaçacaksınız, TC‟ye mi? Düşmanım artıkça bende de o kadar mücadele azmi gelişir. Hele özellikle de hainlerin kaçtığı yerlere karşı mücadele etmek iştahımı kabartır. İntikamcıyım, hatta ucuz mezara girenlere de öyle yaklaşıyorum. Mezardakilerin de kurtulamayacaklarını çok önceleri çözümlemiştik. “Bir istediğin canımızdı, onu da mezara verdik” demenizi de asla kabul etmiyorum. Ya bu savaşı öğreneceksiniz ya da biz sizinle böyle savaşacağız. Arkadaşlarına ve dostlarına çok dikkat eden biriyim. Hiç birisine niye geldin demem, kalbimde en ufak bir rahatsızlık duymam. Ama kişiliğimi de savunacağım ve ne kişiliği olduğunu göstereceğim. Ben davetiye çıkarmadım, karasevdalı bir biçimde buraya kadar ısrarla gelen sizsiniz. Büyük bir kısmınız “gideriz Başkanın yanında güç alırız” dediniz. Zaten hep bunu söylüyorlar. Güç alırsınız, ancak o gücü nasıl kullanacaksınız? Gücü alıp, çingene paşası gibi canımıza okurcasına, en değerlilerimizi katledercesine kullanmak için yanımıza geliyorsunuz, artık bu oyunu da durduracağız. Benim kendime ahtım vardır, yanımdaki insana sonuna kadar güç veririm, ama onun da bu gücü doğru kullanma andı vardır. Kullanmazsa ne olur? Beni tanıyan tanır. Gidin devlete sorun; benimle oynanır mı, oynanmaz mı? Gidin anama sorun; benimle oynanır mı, oynanmaz mı? Gidin PKK‟nin büyük şehitlerine sorun; öğrendiğiniz bir kelimeyi bile doğru kullanmazsanız, size bağlı kalınır mı, kalınmaz mı? Bırak o kadar parti olanaklarını, savaş silahlarını heba etmeyi, bir kelimeyi bile yerinde kullanmazsanız ne olacağını sorun, onlar size gereken cevabı verirler.
Bizim hayallerimiz, bizim intikamlarımız, kinlerimiz, öfkelerimiz, coşkularımız neyi söyler? Bunları anlamadan, bunlara bağlı olmayı bilmeden savaşmak mümkün değildir. Hiç eğitmediğim halde, çocukların bile hepsi akıllı bir asker gibi yetişiyorlar. Halka gidin bakın; gelen bütün bilgilerde “halk, Önderliğe çok bağlı” deniliyor. Tabii, beni tanıyıp tanımamaları da önemli değil, ama militanlarımızdan çok daha bağlıdırlar. Çocuklar mükemmel bağlı, yaşlı ninelerdedeler de öyle. Ancak iki yaş sınırından ortaya doğru geldiğimizde, özellikle de PKK içindekilere ve orduya doğru yol aldığımızda kendini bilmeme, haddini bilmeme geliştikçe gelişiyor. Halbuki hem çocuklar hem yaşlılar söz konusu olduğunda biri ermiş, diğeri ise suça bulaşmamış olarak değerlendirilebilir. Orta yaşa doğru geldiğimizde ise, kendini bir şey sananların kuralsız tırmanışı söz konusudur. Biz bunu önleyeceğiz. Yiğitlik pek kolay değil. Orta yaş, yiğitliğin en çok konuşturulması gereken yaştır. Ama gel de bunu tanınmaz hale getirenleri gör. Benim sıkça kendime söylediğim ve yarın bütün halka açıklayacağım husus; neden adam olmak istenmiyor sorusudur. Ben bildiğiniz adamlardan değilim diyeceğim. Bunu söylerken, tüm bu kişiliklerle nasıl çeliştiğimi ve savaştığımı göstereceğim. Başkanı heyecanla bekleyen insanlar bakacaklar ki; bu adam hiç de sanıldığı gibi değilmiş. Burada mükemmel oynayacağım. Yıllarca küçük oynayanların, sahte kişiliğin ne olduğunu göstereceğim. Siz ki beni zorladınız, imana gelmediniz, ben de bunların hikayesini gücüm oranında daha da geniş kesimlere anlatacağım. Meşhur provokatör, yazdığı son mektubunda “Nasıl çıktıysan, yer yarılsa da öyle içine girsen” diyordu. O da bir söylem! Yeryüzüne böyle çıkmayı ben de istemezdim, ama kendimi çıkmış gibi görüyorum. O zaman kim yerin içine girecek, onu da iradeler belirler. Şimdi biraz benim iradem belirliyor. En kolay olan, ucuz ölmektir. Siz zaten ona doğru kayıyorsunuz, ama o da sadece düşman provokatörünün istediği bir sonuçtur.
Yiğitlerin kolay ölmemesi gerektiğini tüm tarih söyler. “Ben kolay ölmem” sloganına bağlı olmak, bizim en temel ilkelerimizden biridir. Savaşın en temel bir ilkesi, kolay ölmeme ilkesidir. Tabii kolay ölmemek uğruna bir çok kişiyi öldürerek değil; kolay ölmemek, savaşı amansız geliştirmek ve düşmanı imha etmekle mümkündür. Düşmanı imha etmeyen, kolay öldürülmeye yol açmış olur. Örgütlemeyen, morali geliştirmeyen kolay ölüme yol açar. Bunlar temel özelliklerdir. Sizler, hayattayken bile kolay ölüm pozisyonundasınız. Tüm bunlar savaş teorisinin en önemli özellikleridir. Aynı zamanda, benim savaşta çok kurnaz olduğumu da bilmeniz gerekir. Peygamber bile, “Savaşın onda dokuzu kurnazlıktır” der. Ben bu ilkeye de bağlıyım. Ama nasıl kurnazlık? Tabii ki, sizin köylü kurnazlığınız biçiminde değil. Sizin sergilediğiniz kurnazlık değil, aptallıktır. Savaş hilesi, kesinlikle sizin yaptığınız o kurnazlıklar gibi değildir. Biz onu biraz gösterdik. Bu zavallılar savaşa mı geliyor, savaşçı mı olacaklar diye hep düşünüyorum. Siz, en az başaracağınız bir işe dört nala koşuyorsunuz. Hiç olmazsa benim gibi konuşmasını, eğitmesini ve özellikle örgütlemesini bilseydiniz, belki bir işe yarardınız. En yapamayacağınız iş savaştır ve herkes bunu istiyor. Diğer işlere var mısın diyorum, hepsi başını önüne eğiyor. Çok tuhaf bir tip. Değil sağlam bir komuta yürüyüşü, doğru bir oturuşu bile yok.
Bunların hepsi de sözde komuta yapısıdır. V. Kongre de komuta sorunu tartışılırken bazıları eleştiriye kaldırılmış. “Partileşmeden, doğru ordulaşma esasına hükmetmeden komutanlık olmaz, biraz kendini gözden geçir, kendini anlamaya çalış, olup biteni kavra ve sonra görev alabileceksen al” denildiğinde; “Rütbemiz mi indirilmiş, komutanlıkla mı oynamışız” diyerek küsüyorlar. Hatta kendilerine göre bir teorileri de var: “Ağzı biraz laf yapan aydınlar geldi, köylüler iktidardan düştü” diyorlarmış. Bazıları bunu eskiden de söylüyordu.
Kör Cemal pratiğini de hatırlıyorum; bir arkadaşımıza III. Kongre‟de Avrupa‟ya git dinlen dediğimizde, Kör Cemal bunu “aydınlar iktidardan düştü, köylüler iktidara geçti” diye yorumlamıştı. Kendisine çok geniş yetkiler ve olanaklar verdik ve ülkeye yolladık. Bir baktık ki, adamın iktidardan anladığı, henüz yerine ulaşmadan bir çingene çadırı kurmakmış. Zagroslar‟ın eteğine vardığında bütün yaptığı, “hoşunuza gitmeyeni çatışma esnasında vurabilirsiniz” demek oldu. Bu kişi “ikinci adamlığa” soyunuyordu. Köylü iktidarını kurmuş! Verdiği talimat aynen şöyle; “Baktınız ki biri gözünüze hoş görünmüyor veya engeldir, çatışma esnasında vurabilirsiniz.” Örneğin, şehit Erdal arkadaşımız vardı, nasıl şehit düştüğünü tam çözemedik ve böyle birkaç değerli arkadaş da bu şekilde şehit düştü. Düşman kurşunuyla mı yoksa bazı sözümona iktidar olmak isteyenler tarafından mı şehit düşürüldüler, belli değil. Hatta Agit arkadaşın şahadeti konusunda da tam bir sonuca ulaşamadık. Çatışma esnasında bir yerden kurşun geliyor, ancak düşman kurşunu olup olmadığı belli değil. Bu kişilik iktidarı böyle anlıyor. Oysa böyle bir iktidar yok. Burada bir hırsızın, bir caninin veya bir çok ilkelin hareket tarzı vardır. Keşke köylüler de iktidar olsaydı. Kaldı ki köylülerin iktidarı demokratik olur. Ancak demokrasi onları iktidara getirebilir. Barzani iktidarlığı feodaldir, işbirlikçidir. O sahanın kralı odur. Zaten hemen yanı başlarındadır, “sıkıştığımızda Barzani‟ye kaçarız” diyor. İçimizde biri bölük komutanıyken takım komutanı olmuş ve buna canı sıkılmış. Bu durum karşısında elinden gelen şu oluyor; kendisi gibi bazı köylüleri topluyor “ben giderim KDP radyosunda çağrı yaparım, siz de gelirsiniz” diyor. Köylü iktidarını isteyenin bulduğu çareye bakın. Ağasının radyosunda konuşacak ve böylece iktidar olduğunu kanıtlayacak. Küçük burjuvaziden veya aydından intikam alacak. Düşünün ki, bunlar en eski arkadaşlarımız oluyor.
Bu aynada herkesin kendisini biraz görmesi gerekir. Hiç böyle iktidar savaşı olur mu? Kaldı ki PKK‟de öyle aydın da, köylü de yok. Bir numaralı aydın da, köylü de benim. Benim kadar köyü bilen de, benim kadar aydınlanmayı bilen de yoktur. Buna dayanarak belirtiyorum; nerede köylülük, nerede aydınlık? Hepsi zavallı, dağda yürümesini bile bilmiyorlar. Köylüdür, ama kırk yıldır bir jandarmanın uşağı olmaktan bile kurtulamamış. KDP ağasının veya “kralının” eteğini öpemeyecek kadar zavallıdırlar. Aydın da kukladır. Sözümona bunlar birbirini kabul etmiyorlarmış, iktidarı birbirlerinin elinden alacaklarmış! Güney Savaşında arkadaşlarımız raporlarında yazıyor; “canları sıkıldığı için küsmüşler, moralleri bozulmuş ve tam savaşmamışlar.” Ortada iktidar mı var? Hayır, ortada imha var, imha yaşanıyor. Orada gücün hepsini kaybedecekler, ama sözümona iktidar savaşı verdiklerini sanıyorlar. Ne kadar büyük bir gaflet, ne kadar büyük bir bilinçsizlik var. Ondan sonra da nereye kaçıyorlar? Düşünün ki, gittikleri yerlerde de onlara ölümlerden ölüm beğendirtiyorlar. İnsan kendine kötülük eder de bu kadar mı eder? Yetmez aydını da öyle, fukara köylüsü de. Birbirlerine müthiş değer vermeleri gerekirken, aydın olan anında bir kelime daha fazla öğretmek durumundayken; köylü olanın doğru emekçiliğini geliştirerek, aydının aydınlığını da harekete geçirmesi gerekirken yaptıkları, sözde bir iktidar savaşıdır. Hiç umurunda mı o erken ölsün, o boşa çıksın? Bu anlayışın içinde incir çekirdeğindeki kadar beyin yoktur. O halde, komutanlığınıza nasıl anlam vereyim? Bir halk ordusu komutanı böyle olur mu? Bu bilinçsizliğe, bu gaflete yer verir mi? Karargahlarımızda tabandaki köylülük ve küçük-burjuvalık, onun fitne-fesadı en üst düzeyi bile birbiriyle karşı karşıya getiriyor, ancak karargahlarımız bunun farkında değiller.
Onlar da sözde aydınlar ve en üst düzeydedirler. Ne kadar zavallıca bir durum. Halbuki birliğinizi biraz geliştirebilmek için, hiçbir insanın aklına getiremeyeceği yöntemlerle kırk yıldır bir savaş yürütüyoruz. Bunu anlayacaklarına, bundan tarihi dersler çıkaracaklarına işleri-güçleri kendilerini nasıl dayatacaklarını düşünmek oluyor. Eminim ki on beş yaşındaki bir kız bile kendisini böyle görücüye çıkarmaz. Veya kendisini pazara çıkarıp da satmak isteyenler bile böyle zavallı, böyle sefil olmaz. İnsan kendisini bu şekilde alay konusu eder mi? Unutmayın ki, henüz komutanlığın yanından bile geçemiyorsunuz. İçimizdeki aydınlar da laf ebesi olmaktan öteye gitmemişlerdir. Yetmişlikler de dahil olmak üzere aydınlanmayı doğru-dürüst başaran yok. Aydınlamayı gerçek anlamda biraz ben idare etmeye çalışıyorum. Özgür köylüyü de ben temsil ediyorum. Bunu anlayıp değer vereceklerine, bizi de boşa çıkarıp sözümona kendi aralarında eski köylü fesadına, köylü kavgasına tutuşuyorlar. Biri diğerine, diğeri de ona vurur; Türk jandarması da gelir, ana- avrat küfreder, bir tokat ona, bir tane de diğerine patlatır ve ondan sonra diktasını sürdürür. Durumunuz aynen budur. Sonuç olarak, Türk ordusu buranın hakimidir. Bunlar da sözde gerillacı komutanlar. Birbirlerine karşı iktidar savaşı yürüteceklerine, düşmana karşı yürütseler olmaz mı? Kaldı ki, iktidar düşmandadır, bizde değil. PKK şu anda iktidarda olan bir parti değil. İktidarda olanlar, yanı başınızda Güneyde işbirlikçilik, Kuzeyde düpedüz acımasız Türk ordusudur. “Eşeğini dövemeyen semerini dövermiş” derler; düşmanı dövemiyorlar, ama birkaç yıldır birbirlerini boşa çıkarmak için akla hayale gelmedik oyunlar oynuyorlar.
Düşman yanı başınızda; Güneyde de savaştık, Kuzeyde de, ikisine karşı da ne kadar zayıf, ne kadar yetersiz olduğunuzu biliyorsunuz, çünkü kendiniz yaşadınız. İktidar savaşı bunun neresindedir? Hepinize, özellikle de aydınlarımıza ve yöneticilerimize soruyorum; iktidar bunun neresinde? Doğru dürüst bir mevziiyi savunma, doğru dürüst bir gelişme yaşama, sonra da “komutanlık ne oldu, kim karargahtan sorumludur” de. Bu tür şeyleri bırakın, düşmana karşı ne yaptınız? Ben burada savaşçı yetiştirmesem, para ve silah göndermesem, o dağlarda karnınızı doyurabilir misiniz? Siz eskiden de köylüydünüz, eskiden de aydınlar vardı, ancak KDP‟nin kapısında uşak, köle oluyordunuz. Sizi bundan başka bir şey bekliyor muydu? Büyüklerinize sorun, aydınlar Barzani‟nin peşmergesi, hatta kahyası bile olamazlardı. İşte bir Sarı Baran vardı, düşkün bir bayanla kaçtı. Adamı uşaktan daha beter etmiş, hatta bir odaya atmışlar. Belki bir katiptir veya herhangi bir ayak takımı işi vermişlerdir diyordum. Araştırdık, ancak onu da vermemişler. Bunlar sözde en üst düzeyde aydın! Köylüler içinse zaten açık söylüyor, “bizim ayakkabılarımızı bile öpemezler” diyorlar. Yani büyükleriniz bile onların ayağını öpemeyecek kadar uşaklarındandır. Gerçek buyken, bir Türk jandarması karşısında ne olduğunuzu söylememe hiç gerek yok. Bunları unutup, “KDP‟nin radyosuna gideyim, öteyim” diye düşüneceksiniz. Köylü kadınlarına, kızlarına Barzani yakınları el koymuş. Neden böyle oluyor diye Barzani‟ye şikayet etmişler. Barzani ise; “Çok güzel, Barzani gibi bir ailenin, kabilenin erkeklerinin sizin kızları elde etmesiyle, adice kullanmasıyla siz yücelmiş oluyorsunuz, daha ne istiyorsunuz” demiş. İşte bu tür şeyleri geliştiriyorlar. Bunun için nereye gittiğinizi anlayacaksınız.
İnsan kendisine karşı biraz saygılıysa, “Nedir bu yaptığım” der. Onu da bırak, bin bir emekle sizi yaşatacak bazı imkanlar veriyoruz, bunun üzerinde hesap yapıyorsunuz. İktidar olmak isteyen en azından aşiretinden, köyünden etrafına birkaç yüz kişiyi alır, örgütler. Aydın ise dil gücüyle, eğitim gücüyle bazı insanları örgüte bağlar. Hazır gönderdiklerimizi bile kaçırtacaksınız, ondan sonra da “biz iktidar savaşı veriyoruz” veya “ben komutanlıktan, karargahtan kolay kolay düşmem” diyeceksiniz. Eğer bu görev ve yetkiyi istiyorsan bunun kuralı var, bunun savaşla bağlantısı var. İktidar güzel bir şey, ama iktidar kimden alınır? Birbirimizden iktidar alabilir miyiz? Bizim birbirimizden alacağımız bir iktidar yoktur, ancak birleşerek iktidarı alma gibi bir görevimiz vardır. Hem de çok sıkı sıkıya örgütlenerek, birbirimizi yoldaşça güçlendirerek iktidarı parça parça işbirlikçiden, faşistten koparcağız. “Kim daha etkili, kim kimin yerine geçecek, kim diğerini ucuz kullanacak, bastıracak veya yardakçılık ederek kullanacak” gibi sözler, bir PKK militanının ağzına alamayacağı sözlerdir. Bir PKK militanının bunları aklına getirmesi bile suçtur. Ancak bu tür söylem ve düşünceler gelişmiş, hatta ortalığı silip-süpürecek duruma gelmiş. Bunlar, çoğunuzun yüreğine rahatlıkla
kabul ettirdiği şeylerdir. Oldukça vahim bir durum. Bunları şunun için belirtme gereği duyuyorum, siz ne yaptığınızın farkında değilsiniz. Bu suça sözümona aydınlarımızın, sözümona köylü kökenli komutanlarımızın hepsi bulaşmıştır. Savaşçı gücümüzün potansiyelinin yüzde beşini bile kullanmamışlardır. Bırakalım gelişme imkanlarının doğru kullanılmasını, bunların heba edilmesinin önüne bile geçmemişlerdir. Köylüler bile “gidin, aldatarak PKK‟den bol bol kazanabilirsiniz” diyor. Silahlarımızın, erzaklarımızın hırsızlıkla elimizden nasıl alındığını biliyorsunuz.
Peki gerçek buyken, siz nasıl “kim iktidar veya kim etkili-yetkili olacak” diyeceksiniz? Siz elinizdeki etkiyi-yetkiyi kaptırıyorsunuz, önce bunu düşünmeniz gerekiyor. İktidar imkanlarını artırın, arazi kurtarıp, değer biriktirin. Bu da ancak eğitimle, örgütlenmeyle ve bizzat savaşla olur. Ondan sonra da ben iktidar oldum dersiniz, o zaman iktidarın hepsi sizin olsun. Tüm eyaletlerimize savaşçı gönderdim, silah gönderdim. Eskiden Botan‟da bir çakınız var mıydı? Botan‟a savaşçıları ben kazandırdım ve bu savaşçıların binlercesi şehit düştü. Siz daha yedi yaşında bir çocukken, bu mücadeleye ilk adımı biz attırdık. Verilen emeklere biraz saygılı olmalısınız. O ideoloji, o politika savaşımını Ankara‟da yıllarca ölüm-kalım savaşı biçiminde verdik. Kırk yıllık savaşımla yoğrulmuşuz, size onların ürününü aktardık. Yalnız Botan‟a da değil, bütün Kürdistan‟a bu ürünleri aktardık. Gerçek bu değil midir? Dersim‟e, Serhat‟a... buradan onlarca müdahaleyi biz yapmadık mı? Bu çalışmaların hepsi bizimle başlamadı mı? Bunları inkar edip, ardından da “kim daha fazla etkiliyetkili” demek asla kabul edilemez. Bunları ağzınıza bile almamalısınız. Bunların hepsi parti değerleri, halk değerleridir. Bu mücadelede binlerce şehidin kanı vardır ve her birisi Kürdistan‟ın bir köyündendir. Kürdistan‟da toprağa düşenlerin araştırmasını yapın; hepsi Kürdistan‟ın ayrı bir köyündendir. Hatta içlerinde enternasyonalistler de vardır. Bunların gerçeğini görmeden, “ben buranın beyiyim, ben buranın ağasıyım” derseniz, bunu hiç kimse kabul etmez. Kaldı ki biz ülke savaşçısıyız, hatta enternasyonal savaşçıyız. Bunlar PKK‟nin savaş ilkeleridir. Bunları unutup, “ben şu dağın ağasıyım” veya “ben komutanım” mı diyeceksiniz; insan böyle ilkel düşünür mü?
Her birinizin sorumluluğu altında o kadar şehit verildi, kimdi o şehitler? Acaba komutanlarımız o şehitlerin adlarını biliyorlar mı? Biz Haki Karer‟in anısına bir parti ilan ettik; Agit arkadaşın anısına Kürdistan tarihinde ilk defa gerillayı gerçekleştirdik. Tanıdığımız birkaç tane yoldaşımız için bunları yaptık. Peki siz ne yaptınız? Yüzlerce şehit verdiniz, ancak birisinin adını dahi bilmiyorsunuz, yüreğinizde yerleri bile yok! Size nasıl saygılı olacağız? Siz nasıl savaş vereceksiniz? En yüce değerlerinizi unuttuktan, onların anısına saygıyı yitirdikten sonra, sizin bir canavardan farkınız kalmaz ve yarın tarih karşısında yargılanırsınız. Bu kutsal değerleri bile göz ardı edenler neden bahsedebilir? Kaldı ki, halktan da o kadar insanın ne hale düştüğünü biliyorsunuz, bir çoğunun köyleri yakıldı. Hiç bunların üzerine düşünmeyecek, bunlara karşı görevimiz nedir demeyecek, sonra da ucuz komutanlık taslayacaksınız; bunun ne kadar yanlış olduğu ortadadır. Onun için size, tehlikelisiniz diyorum.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER