HALKIMIZI TASFİYE ETME TARİHİNE PKK'DE VERDİĞİMİZ CEVAP
Halkımızı tasfiye etme tarihine PKK’de verdiğimiz cevap PKK tarihinde ve özellikle son beş yılı aşkın süreden beri yürütülen silahlı faaliyetler içerisinde, kendisini en değme kontraların bile gerçekleştiremeyeceği bir karşı faaliyet, ruh hali, yaşam ve vuruş tarzı içinde tutan kişiliğin pratiği üzerine bir toplantı yaptınız. Toplantı fazla kapsamlı gelişmemiş olsa da, biz burada kapsamlı bir biçimde partiye karşı duran yaşam ve vuruş tarzı üzerin de durmak istiyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, gelişen silahlı mücadelede devrimci savaşımımıza yönelik genel saldırılar içinde, düşmanın doğrudan “özel savaş” yönelimleri kadar, dolaylı ama nesnel ve öznel planda onunla bağlantılı olan saldırılar ve gelişmeler yaşanmıştır, yaşanmaktadır ve yenileri de beklenebilir. Türk egemenlerinin tarihsel süreç içinde Kürdistan’a yönelik saldırıları tekrar gözden geçirildiğinde, dışarıdan geliştirilen saldırılarla birlikte içeriden de yıkıcı etkileri çok daha fazla olan komploların tezgahlandığı görülecektir. Bu konuda somut örnekler oldukça bol ve çarpıcıdır. Kürdistan üzerinde Türk egemenliğinin kuruluşunun temel dönemeci olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kökleşmesinde büyük rol oynayan “Doğu’ya Yönelim” politikasıyla Kürt beylerinin kazanılmasında son derece belirgindir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sabırlı olma durumu yoktur. Çünkü İran’da yükselen diğer bir imparatorluk baş tehlikeyi oluşturmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu taktik planda Kürt beylerini kendisine müttefik kılmak istemiştir. Böyle olunca, yaklaşımını onları kazanma temelinde geliştirmiştir. Ama bu yöntem bugüne kadar değişmiş değildir. Sultan Selim son derece dolaylı bir biçimde kendi egemenliklerini nasıl daha fazla geliştirebileceğini tasarlamış ve buna göre bir yaklaşım benimsemiştir. Bütün Kürt beylerinin hoşnutluğunu kazanabilecek ajanlar bulmuştur. İdris-i Bitlisi’nin durumu böyledir; oldukça iyi bir arabulucu ve çıkarları iyi bütünleştiren bir tiptir. Sultan Selim, Kürt beyliklerini kazanmak için uzun yıllar çalışmış, heybeler dolusu altın dökmüş ve onları armağanlara boğmuştur. Sonunda irili ufaklı yirmiüç Kürt beyliğini Osmanlı İmparatorluğu’na bağlamıştır. Doğu’da Türk egemenleri için en az Malazgirt Savaşı kadar önemli olan Çaldıran Savaşı’nın kazanılmasında, bu beylikler önemli rol oynamışlardır. Aynı şey daha sonra Arap kesimine yönelik olarak da geliştirilmiştir. Tampon bir alan olarak Kürdistan’a böyle bir politika oturtulunca ve Kürt beylikleri bu biçimde yardımcı bir güç olarak kullanılınca, bu beylikler Mısır seferinde ve Halep yakınlarındaki savaşlarda da önemli rol oynamışlardır.
Dolayısıyla, Mısır kapısı da açılmış ve İmparatorluk bir kaç kat daha büyümüştür. Kürt beylerinin bu politikayla kazanılması, tamamen Türk egemenlerinin çıkarına olmuştur. Onların beylikler olarak varlıklarını sürdürmelerine rıza göstermiş ve kendilerini daha da teşvik etmiştir. Türk egemenliği, Kürt beyliklerinin anlayacakları dili iyi tespit etmiş; bu durumu kabul edeceklerini bilerek, ona göre davranmıştır. Kürdistan tarihindeki o büyük başaşağıya gidişi bu biçimde başlatmıştır. Böylece Kürt beylikleri, Türk egemenliğinin tarihsel temellerinin atılmasında, bu egemenliğin oturmasında ve yükselişinde ciddi katkılarda bulunmuşlardır. Mustafa Kemal’in pratiğine bakıldığında, aynı durumun tekrarlandığı görülecektir. Buna geçmeden önce, bugün silahlı savaşımı yürüttüğümüz Cizre-Botan alanında, beş-on yıl süren ve güçlü bir beylik kuran Bedirhan Bey’in durumuna bakarsak, gerçekleri biraz daha iyi kavrarız. Bedirhan Bey de kendi beyliğini geliştirmeye çalışmıştır. Bu dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflama dönemidir. Aynı şekilde ilkel kapitalizm ticarete ve sermaye birikimine yolaçmıştır. Dolayısıyla bu dönem, ilkel milliyetçi düşüncelerle buluşma döne midir. Bedirhan Bey, çok cılız da olsa, daha sonra bugünkü ilkel milliyetçiliğin geliştireceği yaklaşımı 1830’larda geliştirmiş; on onbeş bin kişilik ordu kurabilecek bir duruma gelmiştir. Van’dan Mardin’e ve Diyarbakır’dan Musul’a kadar uzanan alanda otorite sini pekiştirmiştir. Bildiğimiz gibi, daha sonra Osmanlı devleti bu büyümeyi ve otorite haline gelmeyi kabul etmez. Batı’nın da desteğini alarak, Bedirhan Bey’in üzerine yürür. Bununla birlikte yine geleneksel kazanma politikasıyla hareket eder. Bu sefer de dönemin önemli bir ismini Erzurum’dan yola çıkarır. Bu da tıpkı İdris-i Bitlisi gibi dir.
Osmanlı devleti, Bedirhan Bey’in amcasının oğlu olan yezdan Şêr’i tutar. Yezdan Şêr ayaklanmanın en kritik anında teslim olur. Bedirhan Bey Eruh kalesine sığınır. Burada üç gün kadar direnir ve ardından teslim olur. Birkaç gün içinde bütün güçleri dağıtılır. Yükseliş parça parça bozguna uğratılır. Mustafa Kemal gibi zorba yaklaşımlara sahip olan Sultan Mahmut’un çabalarıyla, tamamen aleyhte olan bir durum yaratılır. Ardından Kürdistan’da daha sert bir askeri uygulama ve vergi uygulaması gündeme gelir. Burada hareketin en kritik anında bir bölünmenin yaratılması başarılmış, öteki beyler de bu biçimde bölünerek elde edilmiştir. Sonuçta, bu denli büyük bir direnme, doğru dürüst bir kazanım bile sağlamadan kısa bir süre içinde yenilgiye uğratılmış, mensuplarının önemli bir bölümü teslim alınmış ve Türk egemenliğine kul köle yapılmıştır. Yani bunlar hemen öldürülmemiştir. Ailelerinin bir kesimi İstanbul’da tutulmuştur. Günümüzde Girit, Şam vb. alanlarda hala bunların kalıntılarına rastlanmaktadır. Mustafa Kemal’in uygulamaları da buna benzemektedir. O zaman Koçgiri’de ve Dersim’de Kürt hareketi henüz diri özelliklere sahiptir ve başkaldırılar vardır. Mustafa Kemal başta Dersim alanı olmak üzere Adıyaman, Diyarbakır, Van ve Bitlis gibi alanlara elçiler yollar. Tarihin en kritik anında Türklük, bir yandan kendi gücünü iyi toparlayıp, merkezileştirir ve kendi ulusçuluğunu geliştirirken, öbür yandan Kürt işbirlikçilerini de iyi kollar. Onların bazı çıkarlarını gözönünde bulundurur. Ermeni ve Rum tehlikesini ön ce çıkararak, bu temelde kendilerini etrafında toplamaya çalışır. Böylece ağalar ve şeyhlerin önemli bir bölümünü çevresinde toplamayı başarır. Cılız olan Kürt direnişçiliği, fazla örgütlü bir dü zeye ulaşmadan, birkaç provokasyonla ve daha çok da uzlaşma ve satın almayla dağıtılır. Aşiret reisleri ve aşiretçi kişilik satın alınır. Bunlar iş işten geçtikten sonra karşı koymaya çalışırlar. Ama uğranılan korkunç yenilginin ardından, işbirlikçilere dayanan Türk egemenleri Kürdistan’ı tamamen ele geçirir. Kürdistan adım adım kırım ve katliamlara sahne olur. Daha sonra ana kucağından alınan bebeler asimilasyondan geçirilir. Günümüze doğru gelin diğinde en çarpık kişiliklerin ortaya çıktığı tamamen düşmüş bir toplum yapısına ulaşılır. Bu birkaç tarihsel örneği neden veriyoruz? Biz benzer bir gelişmeyi kendi parti tarihimizde de gördük. Dıştan da saldırılar var dı, ama en büyük saldırı içtendi. Çeşitli çözümlemelerimizde de gösterdiğimiz gibi, düşmanın doğrudan saldırılarıyla bize verdiği zarar yüzde beş ise, içeriden yükselişimize dolaylı olarak dayattığı ve yarattığı kişilikle sergilediği tahribatlar yüzde doksanbeştir. Bu nu hemen hemen bütün çözümlemelerimizde belirtmiştik. Biz ta rih karşısında gafil avlanmak istemiyoruz. Bir kez daha, düşmanın bu tür oyunlarıyla kaybetmek istemiyoruz. Siz ne denli kötürüm olursanız olun, benim buna niyetim yoktur.
Dolayısıyla, bu konuda edindiğimiz tarih bilinciyle birlikte, güncel planda toplumumuzun düşürülüşünü de gözönüne getirerek, sağlıklı bir devrimciliği yü rütmeye çalışıyoruz. Sorun bizimle çözümlenemeyeceğine göre, sizleri yenilmeyen bir konuma ulaştırmak ve bu konumda savaştır mak PKK’nin önderlik görevidir. Tekrar da olsa bazı konuları bu nun için açıyoruz. Çünkü bir çoğunuzun durumu sonuna kadar ye nilgiye açıktır. Ne tarihten o kadar güçlü yararlanabiliyorsunuz, ne de günceli tespit edebiliyorsunuz. Size, PKK tarihinden birkaç örnek vereyim, bize kendilerini dayatanları anlatayım. Hemen söylemek gerekir ki, bana kadar uzanan ajanlar bilinçli temelde bir yönelim gösterdiler. Ama bunlar daha çok kişilik veya bir sınıf eğilimi olarak, düşmanın ortaya çıkarıp, beslediği bir eğilimin ve ortamın sahipleri olarak kendile rini nasıl dayatıyorlardı? Bunlar henüz birkaç yıllık gelişimimiz içinde de bize yöneldiler. Genelde bunlar birkaç doğruya sahip çıkabiliyorlardı. Ama işleri biraz sıkıya aldığımız zaman sıvışıp, gitmiştiler. Yani işlerin biraz gelişme eğilimi gösterdiğini farkettiklerinde hemen ayrıldılar. İşler biraz daha geliştiği ve ehli olanlar bu işlere kendilerini daha iyi verdikleri zaman, bunlar da açığa çıkıyorlardı. Ama sınıf, ulus ve enternasyonalizm temeli güçlü olmayanlar daha değişik hareket ediyor; özellikle PKK gruplaşması güç kazanınca ve gelişme şansı olan bir grup haline gelince sinsiliğe yöneliyorlardı. Daha sonra gelişme sağlanacağı kesinleştiğinde, bu kez yakamızı tutarak, bırakmama tutumunu sergilemeye başladılar. Çoğunda görünen şey buydu. Bu durum farklı tiplerde de ortaya çıkıyordu. Bazıları hemen ayrılmayı tercih ediyor, bazıları da yakamızı bırakmama konumuna düşüyorlardı.
1970’lerde PKK’nin etkin bir grup olarak, artık Kürdistan’da kökleşeceği anlaşılınca, kendini dayatmalar daha da tahammül edilemez bir hal almaya başladı. Bu dönemin belirgin bir eğilimi olarak, belki başlangıçta hareket üzerinde fazla iddialı olmayan, hareketin fazla gelişme göstereceğini tahmin etmeyen, bir olasılıkla Türk solunu Kürdistan’da temsil ettiklerine inanan ve bu alan da kalmanın kendi solculukları ya da misyonları için daha uygun olacağı inancını taşıyanlar, bize o denli yüklenmiyorlardı. Kendi lerini fazla dayatmıyorlardı. Ama gelişmemiz kesinleşince, özellikle Dersim alanında bu durum daha belirgin olarak kendisini ortaya koydu. Bu tipler hareketin en ileri düzeyine tırmanmaya, partinin bütün yükünü omuzlarına almaya ve işleri gerçekten iyi yapmaya çalışıyorlardı. Şahin-Yıldırım pratiğinde bu oldukça açıktı. Bu Fatma’nın pratiğinde de vardı. Bunlara göre ben gidici olabilirdim. Ama daha o zaman, hareket önemli bir potansiyel güç durumuna gelmişti; giderek güçlü bir potansiyel açığa çıkıyordu. Biz sembolik, onlar da fiili lider olabilecekler; hareketin kontrolü kendilerine kalacaktı. Bunlar o zaman bu sevdayla yanıp, tutuşuyorlardı. O dönemde böylesi tipler yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Bunlar hal ve hareketleri ile fazla umut vermiyorlardı. Ama sınıf konumları, özellikle ruh ve yaşam tarzları bizimkiyle oldukça çelişki arzediyordu. Bunların çoğunu siz de biliyorsunuz. Bunlarla yirmidört saat yaşamak bile zordu. Aklınıza şöyle bir soru gelebilir: Peki, o zaman neden bunlarla yaşamayı kabul ettiniz, diye sorabilirsiniz. Bunlar o dönemde benim en yakın yardımcılarımdı. Gerçekten de bunlarla iş yürütebiliyorduk. Bugün için bu belki önemsiz olabilir, ama ben bu hareketi ortaya çıkarırken, biraz da bu tipleri kullandım. Tabii onlar da bizi kullanmak istediler. Buna karşılık biz de onları kullanmak ve değerlendirmek istedik. Madem ki çalışmak istiyorlar, belirlenen hedefler temelinde bizim sorumluluğumuz altında çalışabilirler dedik. Bu hem hakkımızdı, hem de kendilerine karşı görevimizdi. Eğer dürüstlerse, elbette bunlar da sorumluluğumuz altında belirlenen hedefler temelinde çalışacaklardır. Burada anlaşılmayan ve dürüst sayılamayacak bir durum söz konusu değildi. Yaklaşımımız dürüsttü ve tamamen yapılması gerekeni yaptık. Burada hemen üzerine basa basa belirtmek gerekir. Bunların niyetleri ve bu niyetlerin dayandığı ortam ve sınıf zemini vardı. Ama bu bizimkinden çok daha değişiktir. Sanırım Lenin, Rus pratiğinde temel çok farklıdır, demiştir. Bizde de böyledir. Onlarla aynı sözcükleri kullanıyoruz. Ama niyetler ve zemin onları farklı yönlere götürüyor. Bunlar faaliyetlerini tırmandırdılar.
1980’lere geldiğimizde zindan pratiği bu tipleri net bir biçimde ortaya çıkardı. Bunlar çok kısa bir süre içinde kendilerini ortaya koydular. Zindanlara binlerce kişilik bir potansiyel taşınmıştı. Düşman bu potansiyel üzerinde oyun oynamak ve onu etkisiz kılmak istiyor du. Bu potansiyelden bir “Hain PKK” çıkarmaya çalışıyordu. “Hain PKK” olur mu diyeceksiniz. PKK devrimci özünden boşaltılır, ruhu ve yaşam tarzlarıyla daha çok düşman olanların yöneti mine sokulursa, “Hain PKK” olur. Aslında bir “Polis PKK’si” oluşturulmak isteniyordu. Başlangıçta yavaş yavaş geliştirilmek istenen ve sonraları açıkça ortaya çıkarılan “Ilımlı PKK” denilen olgu buydu. Adam resmen düşmana teslim olmuş ve düşmanla fiili bağları gelişmişti. Ama bunu gizliyordu. Bir kesimi de direnme yanlısı değildi. Bu durumda “Savunmalarımızı PKK’yi gözden düşürecek tarzda yapalım” diyordu. Kısacası “Bizim PKK ile ilgimiz ve ilişkimiz yoktur, Kürt halkı, Kürdistan ve sosyalizm yoktur” diyor ve savunmasında bunları söylüyordu. Bunlar “Genç Kemalistler Birliği”ne karar kıldıklarına göre, en iyisi kemalizmdir diyerek işin içinden sıyrılacaklardı. Bu hangi anlama gelir? Bu tamıtamına bir polis örgütü olmak anlamına gelir. Bu pratik yaşandı. Başlangıçta bunların polis olduklarını söylemek olanaksızdı. Ama sınıf temelleri ve niyetleri kendilerini hızla polisle bütünleştirdi. Daha sonra en tehlikeli kontralar haline geldiler. Zindanlarda insanların üzerine yürüdüler, katliamlar yaptılar. Eğer bunlar tutsakların üzerine yürümemiş olsalardı, Mazlum, Hayri ve Kemal yoldaşlar böyle direnmeyeceklerdi. Bu yoldaşlarımızın öncülük ettiği direnişler bu saldırılara karşı gelişen direnişlerdi. Daha sonra bildiğimiz gibi korkunç bir boğuşma ortamında can pahasına değerlerin korunmasına çalışıldı. PKK’nin ruhu biraz da böyledir ve böyle bir mücadeleyle kurtuldu. Zindanda bunlar olurken, biz dışardakiler boş mu duracaktık? Hayır, dışarıda da zor bir dönem yaşanıyordu. Zindanlarda yaşanan sıkıntılar ve acıların benzeri dışarıda da vardı. Bunlar da ha sonra düşmanla doğrudan bağ içine girdiler.
ÖNDERLİK PERSPEKTİFİ
2. BÖLÜM
YORUM GÖNDER