SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (7.BÖLÜM)
C- SÜMER UYGARLIĞINDA KALICI SONUÇLAR
2) Devletin sınıflı toplumun özeti ve kimliği olarak Sümer’de doğuşu gerçekten olağanüstü ve muhteşemdir. Bu öyle bir araçtır ki, gerçekleştirmediği bir hayal yok gibidir ve halen devletin ağır basan yanı böyle görülür. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” deyişi çarpıcıdır; devletli adam, devletli ulus, kendini Allah’tan her hakkın doğal sahibi gibi görür ki, anlamı bu kadar derindedir. Devletin bu gücü nereden aldığını ortaya koyan Sümer örneği, ilk ve taze olduğu için uygarlığın çözümlenmesinin en uygun aracını vermektedir. Bir defa hem bireye ve çoğunlukla birlikte anıldığı etnik gruba, hem de devlet dışı kalmış tüm toplum kesimlerine karşı olağanüstü, kıyaslanamaz bir güçlenme söz konusudur. Bu güç sürekli yetkinleştirilecektir. Sümer rahiplerinin devlet oluşumundaki hem çok kurnazca hem de ustaca ideolojik buluşları, toplumun zihniyetini oluşturup, bu zihniyetle devlete göksel düzenin yerdeki şekillenmesi olarak bakmaları harikadır. Zaten söylence (mitoloji) ve tanrı bilimlerinin ana amacı, kutsal ve ebedi bir sınıflı toplumun doğmasını doğanın düzeni diye egemen kılmaktır. Tanrı otoriteleri, aslında yeni yükselen krallık hanedanlığıdır. Ama bunu doğrudan söylemeleri, topluma açıktan sunmaları inandırıcılığını sağlayamadığı gibi, kuruluş ve sürdürülmesini de mümkün kılmaz.
Devlet önce ideolojide kurulmak ve kazanılmak durumundadır. İdeolojik kazandırmayla neolitik toplumun teknolojisi artı-ürün sınırında birleştirildiğinde devlet doğuyor. Birincisinin sağlanmasıyla ikincisi elde ediliyor; ikisi birleştirildiğinde o döneme kadar görülmemiş verime yol açıyor. Sümer tapınağının devletin ana rahmini teşkil ettiği çok açıktır. Yani daha sonra iddia edildiği gibi devlet usun, insan aklının bilimsel ifadesi değil, teolojik, dogmatik ifadesidir. Yeni ve yalın bir tanım sunuyorum: Uygarlık ve onun özü olarak devlet, sınıflaşmanın ilkel aşamasında bilimsel düşüncenin oluşmadığı dogmatik kavrayışın teolojik ifadesidir. Temelinde bilim değil, inanç dogması yatmaktadır. Belki de bu anlamda en çağdışı araç devletin kendisidir; onun özellikle halklaşamayan klasik biçimleridir. İlerideki bölümlerde göreceğiz ki, Avrupa’nın sınırlı da olsa bu konuda attığı en önemli ve ileri adım, devletin karakterine demokrasiyi kazımasıdır. Tabii bu da ancak halkların, sınıfların, ulusların ve bireylerin eşi görülmemiş direniş ve özgürlük mücadeleleriyle mümkün olmuştur. Devletle tanrı, merkeziyetçiliği aşırı gelişmiş devletle tek tanrı düşüncesi ve inancı arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Tanrıyı ne kadar güçlü, tüm sıfatların ki bunlar uygarlığın temel özellikleridir– sahibi, ulaşılmaz ve anlaşılmaz kılarsanız, devleti ve içine gizlendiği uygarlık maskelerini o denli güçlü, korkutucu, anlaşılamaz ve ulaşılamaz kılmış olursunuz. Bu hususlar aynı zamanda kralların özellikleridir. Kral eğitiminin özü, bu özellikleri kazandırmaktır.
Tanrının temsilcisine bu yaraşır, bu gerekir. Sınıflı toplumdan önce totem, temsil ettiği topluluğun özet kimliğiydi; bir nevi soyadıydı. Toplumun sömürücü karakteri olmadığı için, bunların öyle ürkütücü yanları yoktu. Tanrı da değillerdi. Kabile şeflerinin sömürücü karakterleri geliştiği oranda, totemin de yavaş yavaş tanrısal yüceliğe tırmandığı görülür; yeryüzünden gökyüzüne yer değiştirir. Yakın, dokunulur, korkulmaz sıfatlarından soyulur; uzak, ulaşılmaz, ürkütücü sıfatlar kazanır. Toplumda sınıflaşmanın ihaneti de özüne karşı böyle başlar. Tabii devleti tümüyle dolaylı bir hırsızlık ve yalana dayalı araç olarak çözmek büyük eksiklik taşır. Ortaya çıkması salt bu özellikleriyle izah edilemez. Sınıflı toplumun karmaşık niteliği, kesin artan iş bölümü ihtiyacı, ortak güvenlik sorunları mutlak bir koordinasyona ihtiyaç gösterir ki, egemen sömürücü sınıfın devleti olumlaması kadar, kendini vazgeçilmez kılması da bu ihtiyaçların ortaya çıkmasıyla oldukça bağlantılıdır. Devletin bir türlü doğru çözümlenememesi de, bu iki karakter özelliğinden ötürüdür. Bu, iki yönlü dogmatik yorumların çıkmasına yol açmıştır. Devlet sınıflarının tümüyle tanrısal ve kutsal bey yorumuyla, karşıtların şeytani, lanetli ve kara yorumları karşı karşıyadır. Devlet bu durumda çıkarları çelişkili, eksikli ve fazlalıklı toplum yanlarının uç verdiği çözümlenemez toplumsal kimliğin ifadesidir. Doğuşundan günümüze kadar devletin düşünce ve uygulamada bu kadar uğraştırılması boşuna değildir. Çünkü kaynağı tanrısaldır. Bilim-doğa ilişkilerinde tanrıyı şimdilik dışlamıştır. Ama toplumda bunu başarmaktan uzaktır. Çünkü devlet vardır. Devletin olduğu yerde her zaman tanrı vardır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER