SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (75.BÖLÜM)
3- Feodal uygarlığın gerek İslamiyet ve gerekse Hıristiyanlık biçimlenişleri evrenselliği temsil etmektedir. Her ne kadar Çin’de feodal uygarlık bir gelişme göstermekteyse de, tüm Hindi Çini ve Japonya dahil, mahalli düzeyde geri bir aşamayı yaşamaktan öte özgün bir anlama sahip değildir. Amerika kıtasındaki gelişmeler neolitik aşamayı derinliğine yaşarken, köleci sistemle yeni tanışmaktadır. Afrika ve Avustralya vahşi kabileler çağını yaşamaktadır. İnsanlığı evrensel düzeyde Ortadoğu kültür kökenli İslamiyet ve Hıristiyanlık temsil etmektedir. Aradaki Yahudiliğin ve her tür mistik tarikatın marjinal olmaktan öteye bir rolleri yoktur. İnsanlık ilk defa İslamiyet ve Hıristiyanlık’la kendilerini tanrı yerine koymayan, tanrının gölgesi, elçisi, sesi sayan bir anlayışla yönetilmeye çalışılmaktadır.
Feodalizmi kölecilikten ve daha geri ve kendinden üstün toplumsal biçimlerden ayırt eden yan bu özelliğidir. Köleci uygarlığın tanrı-krallık sistemi, insanın mutlak köleliğiyle sonuçlanmıştır. İnsanlık tarihi ilk defa bu kadar derinliğine bir tutsaklığa mahkum edilmektedir. Daha önceki neolitik ve hatta paleolitik dönemlerin insan yaşamından tümüyle farklı bir durum ortaya çıkmıştır. Dehşet verici birçok özelliği ortaya koymuştur. Sanki çok doğalmış gibi diri diri kralın ve adamlarının cesetleriyle mezara konulmalar, çarmıha gerilmeler, kazığa oturtulmalar, aç aslanlara parçalatılmalar bu dehşet örneklerinden bazılarıdır. Korkunç piramit yapıları, kral mezarları, su kanalları, şehir mimarileri diğer çarpıcı ve akıl donduran örneklerdir. Savaşlardaki vahşet, kölelerin her tür çalışma koşulları bunlara dahil edilebilir. Feodal uygarlığı doğru tanımlamak açısından, bu objektif gerçeklerin insanlığın zihniyet ve ruh yapısı üzerinde nasıl bir etkiye yol açacağını yakından görmekte zorunluluk vardır. Kıyaslamayı kapitalizme veya sosyalizme göre değil, köleci sisteme göre yapmak işin doğrusudur. Gerek mitolojinin, gerek tek tanrılı dinlerin doğuşunu bu sistemle yakın bağ içinde görmek, doğru bir tarih anlayışı için şarttır.
Mitolojilerdeki tanrılar, düzenin rahipleri, yani yaratıcıları tarafından, aslında sınıflı toplumda gerçekleştirilmiş köleci ilişki düzenini ebedi ve çok güçlü kılmak için, bir de ezeli kılınarak özene bezene yaratılmışlardır. Tanrılar düzeni için en temel özellik olarak biçilen ezeli, ebedi ve değişmez düzen anlayışı, yerdeki korkunç kölelik düzeninin yansımasıdır. Sümerlerde bu o kadar açıktır ki, insanlık Sümer edebiyatçılarına ne kadar teşekkür etse azdır. Tanrılarımızı kendi ellerimizle nasıl yaratıp başımıza taç yaptığımızı onlar kadar harika anlatan başka bir yazar takımına rastlamak güçtür. İnsanlık bu tacın ne olacağını yazılı tarihten beri her geçen gün daha iyi anlamaktadır. Bizzat devletin kendisinin de bu dönemden kalma bir tanrısal taç olduğunu hep göz önüne getirdiğimizde, kölelik adına yaratılan zihniyetle temel maddi güç düzenini daha iyi anlayacağız ve aralarındaki ilişkinin neye hizmet ettiğini daha iyi göreceğiz. Tek tanrılı dinin peygamber adlı yapıcıları, bu düzenin önce zihniyet, sonra da sosyal ve siyasal kurumlaşmalar düzeyinde sarsılıp değiştirilebileceğine dair inanç ve akıl geliştirdikleri için çok değerlidirler. Binlerce yıl bir kabus gibi insan zihnine ve ruhuna çöken bu ağırlığı kaldırmak, çok büyük inanç, akıl, cesaret, direniş gücü gerektirir.
Tarih bilimi henüz dinin ve genel olarak ideolojinin gücünü doğru tanımlamış olmaktan uzaktır. Çok kuru ve sanki yaşayan insanlığın dışında olaylar yaşanmış gibi bir söylem tutturulmuştur. Bu yüzden din kadar bile ciddiye alınmamaktadır. Eğer insanlar halen ölümüne peygamber ideolojilerine bağlılık gösteriyorlarsa, bu herhalde değişik biçimler altında Nemrut ve Firavun rejimlerini yaşadıklarından ötürüdür. Tüm bu konularda bir kargaşanın hüküm sürdüğü açıktır. Ortadoğu kültür rönesansı yaşanmadıkça, bunun aşılmayacağı çok iyi bilinmelidir. Yeri geldiğinde daha iyi açıklamaya çalışacağız ki, Avrupa Rönesansı yüzeysel ve kısmi bir anlama sahiptir. Dayandığı zeminden ötürü bu durum kaçınılmazdır. Ortadoğu’nun kültür zemini evrenseli içerdiğinden, rönesansı da daha kapsamlı ve evrensel olmak durumundadır. Tek tanrılı din ideolojileri, baştan sona siyaset ideolojileridir. Hatta bunlar günümüzün en gelişkin siyaset düşüncelerinden daha derinlikli siyasi anlamlar içerirler. Dini söylem, Allah, peygamber ve melek gibi kavramlar dönemin siyasi literatürüdür. Sözünü ettiğimiz dönemlerde siyaset bu terminolojiyle yapıldığı için bu kavramlar kullanılmaktadır. Daha da önemlisi, insanlığın zihniyet durumu bu kalıplarla, yani dini tarzda düşünmeye alıştırıldığı için, bu söylem kullanılmaktadır. Yapılan, amansız siyasi mücadelelerdir.
Günümüzün bilimsel dini yoktur diye küçümsemek veya sanki siyasi gerçekliğimizden çok uzaklarmış gibi değerlendirmek, büyük bir hata ve kendimizi aldatmaktır. Peygamber geleneğinin günümüzün siyasal diline çevrilmesine şiddetle ihtiyaç vardır. Anlamlı bir laiklik mücadelesi, ancak bu temelde bir aydınlanma sağlandığında anlamlı ve başarılı sonuçlar verebilecektir. Feodal devrim ve siyaset kurumlaşmalarının sınırlı bir özgürleşme sağladıkları gerçekçi olarak değerlendirilmelidir. Ama bu daha çok da köleci sistemle kıyaslanarak yapılmalıdır. Eğer Hz. İbrahim halen kutsal bir kişilik olarak anılıyorsa, bunun altında yatan temel gerçeklik, Nemrut rejiminde, tanrı-krallar sisteminde ilk gedikleri açan tüm kişilik ve eylemliliklerin sembolü sayılmasıdır. İnsanlık neye değer verdiğini iyi bilmektedir. Ama güncele boğulmuş aydının bunu anladığı kuşkuludur. Yine Musa hep büyük bir isim olarak anılıyorsa, Tanri - Firavun rejimine başkaldırıp büyük çıkışların en büyük isimlerinden biri olduğu için böyledir. İsa’nın sembolize ettiği en büyük değer; tek başına insanlığın zihnine, ruhuna ve gelişmiş kişiliği olarak ne varsa onun üzerine en onursuzca, en zalimce kurulan korkunç Roma düzeni ile, yüce peygamberlerin adını en kirli çıkarları için kullanan işbirlikçi kahinlik iktidarına karşı direnmiş olması, bunun için kendini tümüyle feda etmesi; maddi yaşamın tüm değerlerine karşı, insanlığın büyük vicdanı ve onuru olmayı tercih etmesidir; tek başına, strateji ve taktik düşünmeden, vicdanının sesine (buna tanrı sözü diyor) bağlı kalarak, en ağır işkence altında da olsa, mutlak egemen kölelik sistemine karşı ölümüne direnebilmesidir.
Bu nedenle insanlığın üçte biri O’nu her zaman en kutsal duygularla anmaktadır. En büyük siyaset; inancıyla, moral yanıyla, evrenselliğiyle ancak böyle olabilir. Hz. Muhammed’e gelince; sanıldığının tersine daha çok akla yer veren, klasik tanrı anlayışlarını yere gömerek, kendisine kalsa soyut tanrıyı en değme ütopyadan daha yüce, adil ve yaratıcı bir Allah-Kuran ütopyası haline getirecek olan büyük bir siyaset adımının sahibi ve başaran kutsal kişiliğidir. Köleciliği gömerken ne yaptığını çok iyi bilmektedir. İnsan sevgisinin olağanüstü boyutunun da bilincindedir. O dönemin koşullarında gerçekleşen özgürlüğün sınırlı olması, bu adımların büyüklüğünü küçültmez. Şunu önemle belirtmek durumundayız: İslamiyet ile Hıristiyanlığın önderliğinde geliştirilen ortaçağ, yeniçağdan bakıldığında o da son dönemlerinden ötürü belki karanlık görünebilir. Ama binlerce yıl süren köleci dünyaya göre büyük bir aydınlanma çağı olduğu da inkar edilemez. Belki klasik Grek-Roma kültürünün üstünü örttüğü için eleştirilebilir. Fakat köleci sistemin en son temsilcisi olan Roma İmparatorluğu’nun insanlığa dayattığı kölelikle karşılaştırıldığında, İsa ve Muhammed’in miraslarının ortaçağa katkılarının payı küçümsenemez.
Ortaçağın kendisi bu dünyaya göre ileridir. Belki görkemli kentler kuramamışlar, sanat eserleri yaptıramamışlardır. Ama insanlığın zihninden ve ruhundan köleliği sökmeleri ve sınırlı da olsa insanı bir adım ilerde özgürleştirmelerinin bu maddi yetersizliklerden daha değerli kazanımlar olduğu inkar edilemez. Ortaçağı yeni çağın bir hazırlayıcı dönemi olarak değerlendirdiğimizde, ilerde en büyük kent kuruluşlarının ve sanat eserlerinin yapımında en büyük pay sahibi olduğu da görülecektir. Tarihsel gelişmeyi diyalektik bağ içinde anlamaya çalıştığımızda, ortaçağın rolünün büyük önemi daha iyi ortaya çıkmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER