SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (53.BÖLÜM)
2.BÖLÜM-FEODAL UYGARLIK ÇAĞI
Tanrı-Allah nidalarıyla gümbürdeyen ve genel uygarlıklar tarihinde ortaçağ veya feodal uygarlık dönemi olarak da kavramlaştırılan bu sistemi çözümleyebilmek; gönümüz için, özellikle de Ortadoğu toplumları açısından hayati önemini alabildiğine korumaktadır. Bu toplum tipini ve yükselttiği uygarlık gerçeklerini çözümlemeden, bugün de büyük çıkmazlarla, acı ve kan deryasına yol açan çatışmalarla, despotik yönetim biçimleriyle, yozlaşan cumhuriyetçilikle, ekonomik ve sosyal gerilikleriyle tam bir bunalım ve kördüğüm haline gelmiş dönemi aşmak mümkün olmayacaktır. Gelişmenin esasının para ve teknik aktarımı olmadığı ortaya çıkmıştır. Arapların elindeki para ve teknik herhangi bir Avrupa ülkesinden az olmadığı halde, çoğunun yozlaşmış bir ortaçağ düzenini sürdürmesi bu iddiayı kanıtlamaktadır. Benzer birçok bölgesel güç içinde de aynı durumun yaşanması, sorunun kaynağını başka yerde görmek gerektiğini ortaya koymaktadır. Kendi başına para, bilgi ve teknik aktarımı, Batı uygarlık sistemiyle aynı sonuçları doğurmamaktadır.
O zaman sorunun, yani bunalım ve çıkmazın kaynağı ideolojiktir. Halen feodal zihniyet ve yaşam kalıplarının etkinliği bu tezi doğrulamaktadır. İdeolojik üstyapı çözümlenmedikçe ve yerine döneme cevap verecek olan ideolojik yeniden yapılanma kurulmadıkça, toplumun bunalımı ve düğümlenmeyi çözmesi –ilerleme, daha üst bir senteze sıçrama anlamında gerçekleşmeyecektir. Avrupa kapitalist uygarlık sistemi üstünlüğünü feodal sistemi çözmeye borçludur. Sanıldığının aksine, feodal sistem öncelikle bilim ve teknik tarafından çözümlenmedi. Bunların da temelinde ve gelişmelerine yol açan asıl devrim ideolojik alanda önceliğe sahiptir. Kilise dogmatizmine karşı zafer kazanan özgür zihniyet devrimi, tüm gelişmelerin özüdür. Bunda şüphesiz gelişen bilgi, teknik ve maddi zenginliklerin payı vardır. Ama belirleyici değildirler. Bilgi, teknik ve maddi zenginlikler birçok bölgede, örneğin Çin’de, Avrupa’ya göre geri değil, daha ileridir. İslam ülkelerinde de benzeri durumlar yaşanmaktadır.
8. ve 12. yüzyıllarda İslam dünyasındaki bilgi, teknik ve maddi zenginlikler Avrupa’nın çok ilerisindedir. Birincisinin giderek gerilemesi, diğerinin büyük bir dönüşümü yaşaması, nedenin ideolojik olduğunu kanıtlamaktadır. Feodal uygarlık çağını çözümlemede diğer önemli bir soru, onun nerede ve nasıl başladığına ilişkindir. Tüm hakim sistemlerin yaptığı gibi, tarih yazımına damgasını vuran Avrupa merkezli tarih yazımlarının, bu çağı Roma’nın çöküşüyle kendi alanlarında başlatmaları çok önemli bir çarpıtmadır. Bu, üstünlük kurma anlayışıyla yakından bağlantılıdır ve çok büyük yanlışlıklar içermektedir. Feodal uygarlık, neolitik ve kölelik çağlarının doğuş ve sonuna kadar olgunlaşma ve çözülme süreçlerini yaşadıkları gibi, Ortadoğu kültürel ortamının bir ürünü olarak doğmuş ve günümüze kadar en etkili olmuş bir uygarlık sistemidir. Bu tespit, tarihin zincirleme bir mantığa sahip olduğunu anlamak ve bu mantığı yitirmemek için önem taşımaktadır. Uygarlıklar rasgele doğmaz. Çözülmeleri de kolay değildir. Tarih biliminde bu yönlü bir kargaşanın yaşandığı gözlenmektedir. Siyasal hakimiyet en çok da tarih biliminde ben merkezli bir anlatıma ihtiyaç göstermiştir. Bilimin birçok alanında objektif olunmakla birlikte, tarih alanında objektivitenin tam sağlandığını söylemek zordur.
Daha yakından bakıldığında, köleci ve feodal sistemler arasında çok yakın bağların olduğu görülecektir. Kapitalizmin feodalizmle zıtlığı serttir ve kopuşu da kapsamlı ve çatışmalıdır. Doğası gereği böyledir. Egemenlik tarzı tüm feodal bağların vahşice parçalanmasını gerektirmektedir. Devrimci özü de buradan kaynaklanmaktadır. Halbuki köleci sistemin çözülüşü, Roma örneğinde görüldüğü gibi feodalizmle sessiz bir uzlaşma içinde gerçekleşmiştir. Güçlü kopuş ve çatışmalardan ziyade, içten içe devretme, kendiliğinden düşme ve belli bir evrimsel mantıkla yükselme biçiminde bir trend çizmektedir. Batı Roma köleciliğinden Doğu Roma Bizans feodalizmine geçiş böyle olmuştur. Hint, Çin olayı da buna benzerdir. Tabii bunda çelişkinin karakteri belirleyici olmaktadır. Kölelik biçimindeki ilişkilerin bağımlılık düzeyleriyle, feodal biçimdeki bağımlılık düzeyleri arasında fark, çok derinlikli bir çözümlemeyi gerektirmemektedir. Çözümlemenin sınırlı olması, sistemleri yakın kılmakta ve köklü kopuşları kısa süreli çatışma veya devrimci tarz biçiminde somutlaştırmaktadır. Evrimci yolla bir dönüşüm geçerli biçim olmaktadır. Tarihin en önemli görevlerinden biri de, bu evrimsel dönüşümün yer ve zamanlamasını uygarlıklar bağlamında gerçekçi yapmasıdır. Eksik olan, tarih biliminin halen doğru bir yer ve zaman akışına dayalı sistematiği kuramamasıdır. Bunun da en temel nedeni, Batı uygarlığının Doğu uygarlığına, özellikle de Ortadoğu uygarlığına uzun süre sömürgeci oryantalist zihniyetle bakması ve onu kendisi için büyük bir tehlike olarak görmesidir.
Daha yeni yeni bazı araştırmacılar çeşitli tezler halinde bu yanlışlığı ve haksızlığı aşmaya çalışmaktadırlar. Feodal uygarlığın Ortadoğu kaynaklı olması, birçok önemli hususun aydınlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu veri, başta Doğu-Batı çelişkisini daha gerçekçi temelde aydınlatacaktır. İkincisi; tarihte tek tanrılı dinsel ideolojinin doğru çözümlenmesinin yolunu açacaktır. Dinsel ideolojinin çözümlenmesi halen en önemli entelektüel bir görev olarak ilgilenmeyi beklemektedir. Üçüncüsü; bu çözümleme Ortadoğu kültürünün doğru tanımlanmasına ve tarihsel rolüne ilişkin bilimsel yaklaşıma büyük hizmetlerde bulunacak, bu da tarih biliminin doğru yazımına en büyük katkıyı yapacaktır. Dördüncüsü; Ortadoğu’daki, dolayısıyla benzer tüm dünyadaki gerilik, bu_nalım ve çıkmazdaki toplumların sorunlarının doğru teşhis ve çözümlerine yol açacaktır. Arap-İsrail çatışmasının neredeyse kapitalizm-sosyalizm çatışmasının bile çok üstünde dünyayı uğraştırması, halen vahşice sürüp gitmesi, tarihsel kökenlerle yakından bağlantılıdır. Bu çatışma, çağımızın çelişki boyutlarının Ortadoğu’nun güncelliğinde nasıl bir kördüğüme yol açtığını göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çelişkide tarih boğuşmakta, dinler biçimine bürünmüş toplumsal düzeyler çatışmaktadır. Uygarlık sistemleri karşı karşıya gelmektedir. Görünüşte bir kabile savaşı gibidir. Ama içerdiği özellikler itibariyle tarihteki süreklilik ve çağın genelleşen çelişkilerinin toplamı biçimindeki mevzilenmesiyle, diplomatik ve askeri yöntemleriyle adeta bir dünya savaşını andırmaktadır.
Tüm dünyanın belli başlı güçlerinin ilgilenmek zorunda kalışları, bu tezi doğrulmaktadır. Bunun da altında Ortadoğu uygarlık gerçeklerinin gücü yatmaktadır. Bütün dünya defalardır birleşiyor. BM ciltler dolusu kararlar aldı. Ama sorunun çözümünde arpa boyu yol alınamadıysa, bu, büyük yanlışlıkların yapıldığını göstermekte, kanıtlamaktadır. Soruna nereden ve nasıl yaklaşılması gerektiğinin ortaya konulmadığı ispatlanmaktadır. Bir İkinci Dünya Savaşı bile, tüm dehşetine rağmen artık bir anıdır. Ama Ortadoğu’da sadece İsrail-Arap çatışması bile, sürekli meşalesi tüten bir çatışma olarak sürüp gitmektedir. Birçok başka çatışma cephesinin de bundan geri kalmadığı bilinmektedir. Bu husus bile, Ortadoğu uygarlık gerçekliğinin, gücü doğru tanınmadıkça neye kadir (tanrıları gibi) olduğunu tuhaf ama inatçı bir biçimde göstermektedir. Avrupa, feodal sistemi sınırlı yaşamasına ve temelinde uzun süreli bir kölelik çağı bulunmamasına rağmen, bu çağı ancak çok kapsamlı bir Renaissance dönemiyle aşabilmiştir.
15 ve 16. yüzyıllardaki Renaissance olmadan, bugünkü Avrupa’nın doğacağı iddia edilemez. Fakat sistemleri derinliğine ve uzunluğuna bir mekan ve zaman boyutunda yaşamasına rağmen, Ortadoğu’nun bir Renaissance yaşamaması, acaba bugünkü çıkmazının en temel nedeni değil midir? Soru yerinde ve çok kapsamlı cevaplandırmayı gerektirmektedir. Ortadoğu uygarlıklarının en son güçlü biçimini İslami çıkış oluşturmaktadır. İslamiyet’in görkemli bir feodal devrim olduğunu söylemek mümkündür. İslam, Ortadoğu’nun son büyük atılımıdır. Avrupa feodalizminin İslamiyet şahsında Doğu feodalizmi karşısında bir üstünlüğü yoktur. Haçlı Seferlerinde görüldüğü gibi, gücünü sürekli Doğu’nun üstünlüğünden almak ihtiyacındadır. İslamiyet’in Osmanlı Türklerince temsili, Avrupa feodalizmini savunma durumuna itmiştir. Avrupa, ancak kapitalizmin doğuşuyla savunma durumundan kurtulmuştur. Bu aynı zamanda Batı uygarlığının Doğu uygarlık biçimlerine karşı kesintisiz ve giderek yoğunlaşan üstünlüğüne ve hakimiyetine yol açacaktır.
Doğu ve Ortadoğu, halen devam eden bir savunma, daralma, bunalım ve çözümsüzlüğe, bu üstünlük ve hakimiyet altında girdi. Bunu dar yaklaşımlı emperyalizm ve sömürgecilik tahlilleriyle açıklamak çok yetersiz kalmaktadır. Kaldı ki, bu tür tahliller Batı tarih anlayışının bir kolundan, daha çok reel sosyalizmden kaynaklanmaktadır. Reel sosyalizmin çözülüşünün kendisi henüz çözümlenememişken, yaptığı dar çözümlemelerinin yüksek ve tam bir anlam içermesi düşünülemez. Doğu ve Ortadoğu bu dönemde büyük bir zihniyet kaybına uğramıştır ve halen sersemliğini üstünden atmış değildir. Kendi Renaissance’ını aklına bile getirememektedir. Ama her şey Ortadoğu’nun olası bir Renaissance hamlesine bağlıdır. Sınırsız petrol, teknik aktarımı ve Batı merkezli aydınlanma çözümleyici olamamaktadır. Dev bir nüfus sorunu, işsizlik, kaynakların çarçur edilmesi, tarihe ihanet, taklitçilikte bile başarısızlık (Japonya kadar olamama) insan hakları ve demokrasinin farkında olamama, Sümerlerden bile daha geri despotik saplantılar, en tehlikeli bir körlük olarak dincilik, sıfırın altında moral değerler, çelişkilerin çözümünde ilkel klan toplumlarının bile gerisinde bir anlayışsızlık, bu zihniyet ve ruhsal bunalımın açık göstergeleridir.
Bunlar aşılmadan, sözde Kutsal Şehir Kudüs’te en lanetli ölümlerin gerçekleşmesinden kurtulunamaz. Daha da genişletirsek, bu zihniyet aşılmadan, kutsal Ortadoğu toprakları en büyük lanetliliği yaşamaktan kurtulamaz; tarihlerine karşı büyük suçluluktan kendilerini affettiremez. Bu ise, ancak bir Ortadoğu Renaissance ’ ıyla gerçek kutsallığın yakalanacağı, ondan güç alan bir zihniyetle yeniden ruhsal doğuşun yaşanacağı, ancak bu temelde tarihle buluşma ve çağla kavuşma gerçekleştirilerek bir üst tarihsel hamle sürecine girilebileceği anlamına gelmektedir. Ortadoğu kaynaklı uygarlık sistemlerinin çözümlenmesi, bu zihniyet devriminin özüdür. En başta gerekli olanıdır. Ortadoğu toplumsal yapısındaki alabildiğine yaygın zihniyet parçalanması ve yitimi, ancak bu ideolojik devrimle aşılabilir. Feodal uygarlığı ne kadar doğru çözümler ve o temelde zihniyet devrimine ve ruhsal yaşamın yeniden şekillenmesine dönüştürürsek, o oranda çok köklü bunalım ve kördüğüm olmuş sorunlara cevap olabileceğiz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER