HAKİKAT YOLDAŞLIĞI (8.BÖLÜM)
Hakikatin Yeni Durağı;
Rönesans olarak adlandırılan ve yeniden doğuşu ifade eden süreç, Avrupa açısından gerçekten bir yeniden doğuşu ifade ediyordu. Hakikatle tanışma vasıtasıyla gerçekleşen bir yeniden doğuşu ifade ediyordu. Gerek Ortadoğu’daki gerekse de daha uzak alanlarda yaratılan düşünsel birikimlerle gerçekleşen ilk tanışma süreçleri, Avrupa’da kendisini bir yeniden doğuş adı altında gerçekleştirmeye başlamıştır.
Rönesans’ın gerçekleştiği mekan, Önderliğin de önemle vurguladığı gibi; “Roma kopyası krallık ve piskoposluk sarayı değil, kırsal alan manastırlarıyla yeni yükselen kent üniversiteleridir. Ne siyasal-askeri güç, ne de feodal-tüccar ekonomik güç bu çıkışta belirleyicidir. Kır manastırı ve kent üniversitesi kendi emekleriyle geçinen, halkın beslediği ve umut bağladığı, desteklediği, özgürlük ve bilincin yükseltildiği bağımsız çalışma mekanlarıdır.” Bu anlamıyla rönesans, tamamen komünal toplumun zihniyet yapısına dayalı olarak gerçekleştirilen bir zihniyet devrimi olarak da adlandırılmaktadır. Rönesans ile gerçekleşen, dönemin siyasi ve dini iktidar odaklarının toplumda yarattığı hiçliğe, iradesizliğe ve düşüncesizliğe karşı insanı kendine döndürme çabasıdır. Rönesans’ta gerçekleşen en önemli akım bu anlamıyla Hümanizm olmaktadır. İnsanı sevmek, insana değer vermek ve insanı yüceltmek, rönesans’taki ana akım olmaktadır. Bu amaçla insan iradesini hiçleştirmeye çalışan tüm iktidar yapılarına karşı bir savaş içerisinde olunmuştur.
Her yerde olduğu gibi burada da hakikat arayışçılarının iktidar yapılarınca çok da hoş karşılanmadıkları görülüyor. Hakikat arayışçılığını komünal toplum gerçeğine yakınlaştıran ve birçok konuda kendinden öncekilerle benzer sonuçlara ulaşarak iktidar yapılarının zihni tezlerini boşa çıkarmış olan Giardano Bruno da, Sokrates, Hallac ve diğerleri gibi bir akıbet ile karşı karşıya kalmış ve tavrı onlarınkinden farklı olmamıştır.
Bruno’ya göre evren sonsuzdur. “Akıl için iki sonsuz olamayacağına göre, tanrı ve evren bir ve aynı şeydiler. Tanrı evrenin yaratıcısı değil, kendisidir. Yaratılan bir şey yoktur, olmakta olan bir şey vardır. Ne yaratan vardır, ne de özgürce bir yaratma işi. Bunların yerine doğayı ve meydana gelme zorunluluğunu koymamız gerekir. Evren-Tanrı, açılarak ve yayılarak, kendisi bireyleşmeden bireyleri meydana getirir. Sonsuz büyüklükte nasıl bulunuyorsa bir parçacık otta, bir kum taneciğinde, bir karıncada da öylece, bütünüyle bulunur. Sonsuz gerçek olarak onun her yerde bulunması yüzünden doğa'da hiçbir şey yok olmaz. Ölüm, hayatın bir değişmesinden başka bir şey değildir. Doğada, bizlerin kurup çattığımız anlamda bir ölüm olamaz. Sadece her şey sürekli olarak değişir, o kadar. Bu değişme sonsuzdur. Tohumlar başka tohumlara yönelirler, değişirler. Örneğin tohum, ot olur, başak olur, ekmek olur, keylus olur, kan olur, insan tohumu olur. İnsan tohumu insan olur, ceset olur, toprak olur, bitki tohumu olur. Bu değişmeler ve yenileşmeler sonsuza kadar sürüp gidecektir.” “Sonsuz evrenin içinde sonsuz sayıda dünyalar vardır. Her şeyin nedeni yaratıcı doğadır” ifadeleri Bruno’nun kendinden önceki vahdet-i vücutçuların, en’el hakçıların, doğa felsefecilerinin, Tao’nun, Zerdeşt’in ve Hermes’in ulaştığı hakikate ne kadar da yakın seyrettiğinin bir ispatı olmaktadır. Bedeli olarak ise engizisyon mahkemelerinde yedi yıl yargılandıktan sonra konuşmaması için ağzı kapatılarak idam edileceği alana götürülmüş ve idam edilmiştir. İdam edildiği anda ise son sözü “beni idam ederken bile siz benden daha çok korkuyorsunuz” olmuştur.
Bruno ile aynı dönemde yaşayan Galileo Galilei de, özgür doğa fikrini geliştirmeye çalışmış ve bu konuda yoğun bilimsel araştırmalar gerçekleştirmişti. Onun da engizisyonda yargılandığı ve son yıllarını zindanda geçirdiği biliniyor. Her ikisinin yargılamasında da; haklarındaki en büyük suçlamalardan biri, kilise tarafından sapkın olarak ilan edilen heretik mezheplere üye olmalarıdır.
Yine dönem filozoflarından sayılan Spinoza, aynı hakikat yolunda olduğunu her fırsatta dile getirmekten çekinmemiştir. Her fırsatta özgürlüğün cehaletten çıkış olduğuna yaptığı vurgu, aslında döneminin bilim ve bilme yapıları içerisinde yaşanan çarpıklığa yaptığı vurgu olmaktadır. Özgürlüğün bilme ve anlama ile yakından bağlantılı olduğuna inanmıştır. Önderlik de bu konuda onunla aynı fikirde olduğunu “Spinoza, ‘anlam, özgürlüktür’ demişti. Onun dışında özgürlük olmadığına ben de inanıyorum” sözleri ile dile getirir. Spinoza da Bruno gibi varlığın birliği fikrine oldukça yakın durmaktadır. Rönesans geleneği içerisinde de adını sayamadığımız onlarca hakikat arayışçısı, iktidar yapılarının tüm susturma ve ortadan kaldırma çabalarına karşı hakikatin izini sürmüşler ve tarihten aldıkları ilham ile tarihe yeni izler ekleyerek, bu yolun devam etmesini sağlamışlardır.
Sonuç;
Tarih bir gerçekleşme mekanıdır. Varlık, kendisini zaman içerisinde var etmektedir. Tarih, bu gerçekleşmenin yaşandığı sürecin bütünüdür. Varlığın kendisi nasıl bir bütün ise, onun gerçekleşme zamanını da bütün olarak ele alarak, ancak doğru yoruma tabi tutabiliriz. Bu anlamıyla hakikat arayışçılığı olarak tanımladığımız, daha çok da bir yol biçiminde tarif edilen bu süreç de bu bütünü ifade etmek zorundadır. Hiçbir arayış bir öncekinden bağımsız, ondan kopuk ve onun dışında gerçekleşmiş değildir. Bu anlamıyla bazılarının dediği gibi “yol, bir durma hali” değildir. Yol, hareketin kendisidir. Yol, uykudan uyanma halidir. Yol, sürekli bir şeylerin peşinde olma halidir. Bu konuda Önderlik; “Aydınlanmak, ilgili varlık konusunda hakikatle tanışmaktır. Hakikat ise, uğruna büyük mücadele verilmeksizin varılacak bir hedef değildir. Hakikat gerçek olmayıp, gerçeğin bilince varmış halidir. Hakikatsiz gerçek, uyuyan gerçekliktir. Uyuyan gerçekliğin sorunu yoktur. Hakikat, uykudaki gerçekliğin uyandırılmış halidir” diyerek, yolun; mücadelenin kendisi olduğunu ifade etmektedir.
Yolu ya da hakikat arayışçılığını anlatmaya çalıştığımızda, bunu çok daha net gördük ki, farkına varılan ya da uyandırılan her gerçeklik, insana daha fazla sorumluluk yüklemekte ve bu da kendisiyle bir mücadele durumunu ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenledir ki yola çıkmak, savaşmayı göze almakla mümkündür. Savaşma kararlılığı olmayanların, zaten bunu gerçekleştirmesinin de mümkün olmadığı, anlatmaya çalıştığımız bu tarihte netçe görüldü. Ancak asıl savaşın da insanın kendindeki gerçekliklere karşı savaşı olduğu, tüm hakikat arayışçılarının vardıkları ilk sonuç oluyor. Kendi gerçeğinin farkına varmayan, kendisinde bu gerçeği uyandırmayan, evreni kendinde hissetmeyen, doğayı kendisinde bilmeyen, ne doğanın, ne evrenin ne de toplumun hakikatine ulaşacaktır. Bu nedenle hakikat arayışçılarının ilk elden giriştikleri aslında nefs savaşı, kendini benliğinden kurtarma, aşkın bir maneviyata ulaşma çabası oluyor. Her yerde bunun adı başka. Bazılarında nirvana, bazılarında en’el hak, bazılarına fenafillah…
Yine her anlam arayışının, bir hakikat yaratma çabası olduğu anlaşılmaktadır. Kendi anlamına ulaşma çabası, hakikati aramanın ta kendisi oluyor. Anlam arayışı ise, özgürlük eğilimi olarak kendisini var etme çabasıdır. Bununla hakikat, kendisini bir biçime kavuşturuyor, bir sistem haline geliyor. Önderlik bunu Hakikat Rejimi olarak adlandırdı. Yani ulaşılan her hakikat, kendisini kişide ve toplumda bir ifadeye kavuşturmadığı müddetçe kaybolmakla yüz yüze kalacaktır. Merkezi uygarlık karşısında kazanılacak en büyük zafer de, aslında komünal toplum gerçekliğinin kendi hakikat rejimini yaratması ile gerçekleşecektir.
DERLEME
YORUM GÖNDER