YEREL DEMOKRATİK YÖNETİMLER
Yönetim: Gerek belirli bir birim ya da düzeyde, örneğin ulusal, bölgesel ya da yerel düzlemde, otoriteye sahip olan bütün veya yapıyı, gerekse bütün bir anayasal sistemi tanımlamak için kullanılan terim.
Demokrasi, otokrasi ve diktatörlük gibi farklı yönetim biçimleri vardır.
Yasa: 1- Şeyleri belirlediği kabul edilen ilke; doğal olayları birbiri etme bağlayan zorunlu ilişkiyi ortaya koyan genel prensip. Doğadaki olaylar arasında hüküm süren sürekli ilişki.
2- Bir bütünü meydana getiren öğelerin işleyişini yöneten zorunlu ve sürekli bağıntı.
3- Toplumsal yaşamı ve insan eylemlerini düzenleyen normlar, kurallar; belli bir otoriteye dayanılarak konan ve birtakım yaptırımlarla desteklenen ilkeler bütünü. Bu bağlamda, Tanrı tarafından konan ve vahiy yoluyla insanlara bildirilen, insanların birbirleriyle ve yaratıcılarıyla olan ilişkilerini düzenleyen yasaya tanrısal yasa denmektedir. Buna karşın, insan iradesinin insana tüm insanlar için geçerli olacak şekilde buyurduğu evrensel ahlâk kuralları bütününe ahlâk yasası, bir toplumda yasama organı tarafından çıkarılan, toplumsal yaşamı ve insan etkinliklerini düzenlemeyi, denetlemeyi amaçlayan bağlayıcı kurallara hukuk yasa, doğal olaylar arasındaki sürekli ve düzenli ilişkilere doğa yasası, doğa bilimlerinin konu aldığı sürekli düzenliliklere de bilimsel yasa adı verilmektedir. Bu bağlamda, en iyi bilinen ve en çok kullanılan açıklama türü olarak, açıklanma ihtiyacı duyan nesne ya da olgunun bir yasaya uyduğunu göstermekten oluşan açıklama türüne yasayla açıklama adı verilir. Bu anlayışa göre, örneğin, bir parçası suya batırılmış olan bir sopa. Snellin kırılma yasası temele alınarak, bir gezegenin konumu Kepler’in birinci ya da ikinci yasasına göre açıklanabilir.
III-DÜNYADA YEREL YÖNETİMLER VE SORUNLARI
A-YEREL YÖNETİM SİSTEMLERİ VE TARİHÇESİ
1-Yerel Yönetimlerin Kökeni ve Gelişimi:
Yerel yönetimler, yerel ve belediye sözcüklerinin dilbilimsel özelliklerinden de anlaşıldığı gibi yerleşme, mekan edinme, bir mekana bağlı yaşam geliştirme ile eş zamanlı bir geçmişe sahiptirler. Her ne kadar yerel yönetim sorunları ve belediyecilik kentsel sorunlarla özdeşleştirilmek isteniyorsa ve bu kapitalist uygarlıkla başlatılıyorsa da, bu yaklaşım kapitalist sistemin kendinden önceki tüm toplumsal gelişim süreçlerinin insanlığa kazandırdıklarını inkar etme, her şeyi kendisiyle başlatıp bitirme gibi ben merkezci özelliğinden ileri gelmektedir. Oysa arkeolojik ve antropolojik araştırmaların ortaya çıkardığı verilerle artık tartışma götürmez derecede anlaşıldığı gibi insan toplumunun gelişiminin yazılı tarihinin çok eski süreçlere dayandığı, kentleşmenin de Batı uygarlığının bir kazanımı olmadığı, yazılı olmayan süreçlere ilişkin de kesine yakın belirlemelerin yapılması olanağının ortaya çıktığı görülmektedir. İnsan toplumunun ilk yerleşik yaşama geçişle birlikte yerleşim sorunları, yerleşim alanının seçiminde gözetilen özellikler, yerleşim alanının mimarisi ve mimarinin topluluk yaşamı ile bağlantısı, üretim tekniği ile yaşam ve yerleşim alanının ilişkisi, çevreye yaklaşımda koruma yöntemleri ve insan doğa ilişkisinin etkisi konularının insan topluluklarının gündeminde yer alması, yerleşim sorunlarının köy devrimi olarak da bilinen neolitik sürece kadar götürmektedir.
Arkeolojik araştırmalar ilk yerleşim yerlerinin daha sonra bir çok kez yıkılıp aynı yerde kurulduğunu, böylece yerleşme alanlarının kolay değiştirilmediğini ortaya çıkarmıştır. Oluşan kültür, yaşanan anıların bağlayıcılığı ve tanıdık mekana yerleşme avantajları ile alanların topluluklar tarafından paylaşılması nedeniyle yerleşim yerlerin sık sık değiştirilmediği, aynı yerleşim yerinin sonradan defalarca aynı yerde inşa edilmesinden anlaşılmaktadır. İlk yerleşik yaşama geçişle birlikte oluşturulan yerleşim yerlerinden bazılarının Diyarbakır’a bağlı Ergani ilçesi ile Elazığ’a bağlı Maden ilçeleri arasında ortaya çıkarılması yerleşimin bakır madeninin işlenmesiyle bağlantısı bulunduğunu göstermektedir. Bronz çağına uzanan maden işlemeciliğine dayalı alet yapımı ile bu yerleşimin yakın ilişkisi vardır. Yine ilk kentlerin tarımın ve sulamanın en elverişli olduğu alanlar durumundaki Dicle-Fırat vadileri arasında, Mezopotamya’da kurulması da kentin zanaatçılığın gelişme alanı olması ve bunun gerektirdiği ticaretin su yolu ile yapılması avantajının yerleşmede ve kentleşmede önemli rol oynadığını kanıtlamaktadır. Buna benzer daha pek çok örnek verilebilir. Son yılların arkeolojik araştırmalarıyla ortaya çıkarılan Zeugma (Kargamış) yerleşim yapısının kentleşmeye yakın özellikleri pek çok gelişmeye ışık tutacak nitelikte iken yapılan baraj sularının altında kalması insanlık tarihine ışık tutacak pek çok verinin sulara gömülmesi açısından büyük bir kayıptır. Konuya ilişkin yapılan araştırmalara dayalı olarak yerleşik yaşamın yazılı tarih öncesindeki bölümüne ait pek çok belge ve bilgi ile insan toplumunun bu evresi yeteri derecede aydınlatılabilecek durumdadır. Bu çalışmamızın temel hedefleri bakımından yerel yönetimlerin günümüz dünyasındaki sorunlarının kökenine ve demokratik uygarlık çağının yerel yönetim anlayışına perspektif düzeyinde açıklık kazandıran bilgiler vardır ve bu çalışmanın kapsamı nedeniyle bu konulara özet şeklinde değinilmektedir.
Ortadoğu tarihine ilişkin belgelere dayalı verilerin ortaya koyduğu gerçek uygarlığın ve bu anlamda da tarihin başlama alanının burası olduğunu ortaya koymuştur. İlk kentlerin Ur, Uruk, Ubeyd, Nippur, Akad, Babil vd. adıyla bu alanda kuruldukları, kentlerin bu alanda geliştikleri, ancak olgunlaşma aşamasında uygarlığın yayılma özelliğiyle kendini Batı’ya, Avrupa’ya taşırdığı ve binlerce yıl ilk kentleşmeler olarak bilinen Atina, Sparta, Roma vb kentlerin bu şekilde aslında Ortadoğu uygarlığının birer taşıyıcısı olarak ortaya çıkıp geliştiği anlaşılmaktadır. Kent yaşamının kırdan ayrılması, bunun için kent alanının kutsal alan olarak ilan edilmesi ve Zigguratların denetiminin geliştirildiği yerleşim yeri olması üzerinde genişçe durmaya gerek görülmemektedir. Ancak kent yaşamının zanaatçılık, bunun gerektirdiği, hem maddelerin edinilmesi ve taşınması, kentler arası ticaret, mal değişimi ve kentin dış saldırılardan korunması ile iç denetiminin sağlanması bağlamında kendi zamanına göre karmaşık bir örgütsel yapıya sahip olduğu, bunun belirli iş bölümlerini gerektirdiği açıktır. Bu yönetim oluşumu hakkında ayrıntılı bilgilere sahip olmasak da ilk kentleşmelerde Sümer rahiplerinin kendilerinin gökyüzüne çıkardıkları ve gökyüzü sisteminin kurucuları ilan ettikleri tanrıların yer yüzü temsilcileri sıfatıyla yönetici oldukları bilinmektedir. Kentlerin birbirlerinden bağımsız oldukları dönemde her kentin de tanrılarının ayrı olduğu mitolojiden edinilen bilgiler arasındadır. Rahiplerin yerine kent hükümdarlarının Hamurabbi örneğindeki gibi tanrı kral olarak kentin en yüksek yöneticisi sıfatını edindiği de kesindir. Kent yönetiminin bundan aşağı kademelerine ilişkin net bilgiler olmamakla birlikte, ilk okulların, ilk mahkeme ve muhasebecilerin ortaya çıktığı bu kentlerde bir yönetim kademeleşmesinin, kent sorunlarını çözen ve kent yaşamını düzenleyen değişik örgütlenmelerin oluşturulduğu belirtilebilir. Ancak bu yönetimlerin yerleşik yaşama ilişkin sorunları çözme rolü dışında bu günkü anlamda yerel-merkez ayrımına dayanan yerel yönetim olarak adlandırılmasının da koşulları yoktur. Daha sonraları kentlerin birleştirilmesiyle oluşan imparatorluklar içinde kentlerin her biri yereli oluşturma özelliğine sahip olmuşlardır ve ancak merkezi yönetim ile ilişkileri düzenleme ihtiyacı o zaman ortaya çıkmıştır. Köleci uygarlık sisteminin Sümer versiyonu kaynak ve gelişim düzeyini bugüne ulaştıran özelliktedir. Ancak olgunlaşma aşamasında ve Akad kralı Sargon’un kentleri birleştirerek bir imparatorluk oluşturması ile olgunluğun zirvesine ulaşan köleci uygarlık Fenikeliler aracılığıyla Batı’ya taşınmıştır.
Bu Batı, sonradan uygarlığın beşiği olarak tanıtılacak olan Helen diyarı, yani Eski Yunanistan’dır. Roma’da zirveleşen Batı kentleşmesinin mimari özelliklerinin, yani Grek-Romen mimarinin de Mısır ve Girit’ten devşirme olduğu anlaşılmıştır. Bu derece vurguya gerek duyulmasının nedeni, Batı ben merkezciliğinin artık insani gelişmenin önünde ciddi bir engel olarak aşılması ihtiyacındandır. Kuşkusuz Roma mimarisi muhteşem görünümü ve hayranlık uyandıran sarayları, agoraları ve arenaları ile uygarlığa katkıda bulunmuştur. Ama bütün uygarlığın da kaynağı olarak gösterilmesinin insan topluluklarının binlerce yıllık çabalarına haksızlık edilmesi olduğu açıktır. Bu nedenle özellikle kentleşmenin ve uygarlığın kaynağının gerçek verilerle tanınması üzerinde durulması ihtiyacı duyulmaktadır. Yine kentlerin ilk yükselişi köleci uygarlığın ürünü olarak Roma şahsında zirvesine ulaşmıştır. Aynı zamanda yönetim sanatının köleci uygarlığa mahsus içeriğiyle en gelişkin tarzı da Yunan kentleri ve Roma’da kent meclisleri, konsüller ve üçlü yönetim sistemi şeklinde buralarda yaşanmıştır. Demokrasinin ilk uygulamaları, her ne kadar sadece mülk sahiplerini mülkiyet durumuyla orantılı bir etkinlik düzeyinde kapsıyor idiyse de yine bu kentlerde geliştirilmiştir. Köleciliğin insan doğasına mal etmeye çalıştığı tahakkümün sınıf ve servet kaynaklı biçimi karşısında gelişen isyanlar ve mücadelelerle de önemli gelişmeler yaşanmış, Solon reformlarında sonuç olarak ortaya çıktığı gibi hukuksal bir düzey de kazanmıştır. Roma’nın yıkılışı, köleci kent yükselişinin de sonu olmuştur. Ardından gelen feodal sistemde kentlerin yapıları ekonomik yaşama uyarlı olduğundan ağırlıklı olarak yönetim merkezleri olma işlevini görmüşlerdir. Sistemin kapalı üretim birimleri şeklinde gelişmesi, her derebeyliğin veya yerel hükümdarlık alanının kendine yeterliliği esas alması, tarımsal üretimin yapan ve su gücüne dayalı özelliği zanaatçılığın ve ticaretin de sınırlı kalmasına neden olmuştur. Fakat ticaretin kıtalar arası özelliği belirli kentlerin öne çıkmasını ve stratejik alanlar olmasını da sağlamıştır. Konstantinapolis, Mekke, İskenderiye, Venedik vb… Bu nedenle de yerel yönetimlerin sorunlarının daha da artmasına paralel rolleri de gelişmiştir. İslamiyetin doğuşu sürecinde Mekke önemli bir ticaret merkeziydi ve Medine de önemli merkezlerden biri olarak şehir yöneticilerine sahiptiler. Muhtesip olarak siyasi iktidarın temsilcisi Kadı’nın yardımcısı konumundaki bu yöneticiliği yerel yöneticilik olarak adlandırmak doğrudur. Fakat asıl kentlerin yükselişi kapitalist uygarlıkla ve endüstriyel merkezler, sanayi kuruluşlarının kurulduğu alanlar olmalarıyla gerçekleşmiştir. Modern belediyeciliğin, kentsel planlamacılığın ve bunun sonunda da kent sorunlarının muhatabı kapitalist sistemdir. Kentler, kapitalizmde o derece yükselmişlerdir ki toplumsal bünyede uçurum düzeyinde ekonomik, kültürel, siyasal ve psikolojik sorunların kaynağı, üreticisi haline gelmişlerdir. Kent yaşamı kendi başına sosyolojik araştırmaların konusu olabilecek kadar karmaşıklık ve önem kazanmıştır. Kır yaşamının kent yaşamının gölgesi durumuna düşmesi, kent-kır çelişkisinin de uç noktalarda yaşanması bir sonuçtur ve çözüm bekleyen en temel çelişkilerdin biri durumundadır. Bu özelliğinden dolayı da üzerinde ayrıca durmayı gerektirmektedir.
2-Kapitalist Kentleşme ve Yerel Yönetim Sorunları:
Kentleşmenin en büyük yükselişinin gerçekleştiği, bu nedenle de en çok sorunlarının toplum gündemine girdiği uygarlık sistemi kapitalizmdir. Kapitalist kentin ilk gelişimi feodal kentin mekanı, kalelerin burçları içinde ve çevresinde gerçekleşmiştir. Bourg’un kent anlamı buradan gelmektedir. Tacirlerle başlayan kapitalist sermaye birikiminin atölye üretimine geçmesi ve bunun ilk fabrika birimlerine dönüşümü tekniğin gelişim düzeyi nedeniyle mekana önemli ölçüde bağımlılığın devam ettiği süreçlere denk düşmektedir. Üretimde insan dışında su, rüzgar ve hayvan gücünün kullanılması, ulaşım tekniğinin düzeyi, kentleşmenin ve sanayi kuruluşlarının da bu güç kaynaklarının bulunduğu mekanlara bağımlılığına neden oluyordu. Buhar gücünün üretimde kullanılması imkanı, sanayi kuruluşlarının mekana bağlılığını azaltmış olsa da ulaşım ve iş gücü ihtiyacı sanayileşme ile kentleşmenin iç içe gelişimine yol açtı. Ulaşım sorunları, ham madde temini ve ticaret avantajları gibi nedenler liman kentlerinin kapitalist sanayinin merkezleri olmasında rolü büyüktür. Amerika’da bile Virginia eyaleti örneğinde olduğu gibi kıyı şeridinin ulaşımın deniz yolu ile sağlanmasındaki avantajları nedeniyle sanayinin en fazla yoğunlaştığı alanlar olması bu durumun sonucudur. Kapitalist sanayileşmenin büyük iş gücü gerektiren özelliği kırdan kopan işsiz yığınlarının kentlerde yoğunlaşmasına ve kentlerin sanayi merkezleri olmalarıyla aşırı derecede büyümesine yol açıyordu. Bu da beraberinde kent sorunlarının büyümesine ve arayışlara kaynaklık etmekteydi. Burjuvazinin kendi sistemini yaratmada kentleri temel alması aynı zamanda kentleri kendi yaşamının mekanı seçmesi, kente yaklaşımında temel anlayışı ortaya çıkarmaktaydı.
Kent yaşamının ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir örgü olarak bütünlük içinde kurgulanıp geliştirilmesi, kapitalist modernizmin kent anlayışı olmuştur. Ulus devletin, ulusal pazar hakimiyetinin siyasal aygıtı olarak kurgulanmasında olduğu gibi, kapitalist kent de sanayileşmenin, endüstriyel gelişimin merkezi olarak düşünülmekteydi. Ancak kent aynı zamanda burjuva sınıfının hem yönetim merkezi, iktidarının temel temsil organlarının konumlandığı yer, hem de kendi yaşamının bütün yanlarıyla ihtiyaçlarının karşılandığı, kendi yaşam tarzının sembolü durumundaydı. Bu nedenle de sisteminin sağlam temellere oturmasında kendi dışındaki ideolojilere, yaşam tarzı ve alışkanlıklarına karşı da yoğun bir mücadele yürüttüğü merkezler durumundaydı. Kentin ticaretin, zanaatçılığın, idari organların ve yasal, hukuksal sistemin uygulaması ile beraber bütün ülke sathına taşırılmasında da örnek alınması sistemin kuruluşu açısından önemliydi. Kapitalizmin sanayileşmesinin, doğanın da bu sanayileşmenin ham madde deposu olarak görülmesinin bir yaşam felsefesi haline getirilmesi amacı kapitalist modernizmin zihniyetidir. Bu temel üzerinde kent planlaması, kentin geliştirilmesi ve yaşatılması öngörülmekteydi. Kent-kır ilişkisinin kent-taşra adlandırmasıyla ve yenilikçilik ve uygarlaşma ile gerilik ve geleneksellik ikilemine dönüştürülmesi de bu zihniyetin bir ürünüdür. Kent planlamacılığı ve modern belediyecilik bu şekilde geliştirildi. Kent planlaması, tıpkı Pazar hakimiyetinde dışardan hiçbir rakip tanımaması gibi burjuvazinin tüm kent yaşamına hakim olması mantığına dayandırılıyordu. Bunun için sanayi kuruluşları, bunların hammadde ihtiyacının karşılanmasında ulaşım yolları ve tekniğinin geliştirilmesi ve konuşlandırılması, işgücü ihtiyacının kente çekilmesi ve yerleştirilmesi bu planlamacılığın özünü oluşturmaktaydı.
Kapitalist kentleşmede bir gelişme farklılaşması, sanayileşmede tekniğin ilerlemesine ve bazı üretim alanlarının eski önemini yitirmelerine veya iş gücü oranının eskisi kadar büyük olmamasına dayalı olarak ortaya çıktı. Bu kendisini dokuma sanayinin yoğunlaştığı kentlerde çok açık olarak gösterdi. Manchester ve Liverpol başta olmak üzere İngiltere’nin dokuma sanayinin merkezi durumundaki kentlerinde büyüme durdu ve yeni üretim tekniklerinin bulunmasıyla büyüme farklı kent alanlarına ve sanayi dallarına kaydı. Ama kentlerin büyümesi ve yükselişi durmadı. Bu büyümenin ilk planlamalardakinin kat kat üstünde olması beraberinde pek çok sorunu da getirdi. Alt yapı sorunları, kültürel ve sosyal ihtiyaçların karşılanmasında yetersizlikler, kent alanlarında yeşilin çok az duruma gelmesi ve hava kirliliği gibi pek çok sorun aslında kapitalist kentleşmenin kaçınılmaz sonucuydu. Kentleşmenin yarattığı fiziksel ve çevresel sorunların yanında sosyal sorunların yığılması, kent varoşlarını dolduran ve yerellik ile kentlileşme arasında bir yerde duran nüfusun sorunlarına çözüm getirmeyen, getirme kaygısı da taşımayan kapitalist kent zihniyetinin sonucu olarak büyük sosyal patlamalarla kendisini gösterdi. Kent örgüsüyle bütünleşmeyen büyük bir nüfus kesiminin kentin hem mekan olarak ve hem de sosyal-kültürel olarak kenarında durmasına ve çözüm beklemesine yol açtı. Kent sorunlarının giderek büyüdüğü 20. yüzyılın son çeyreğinde Batı kentlerinde burjuva kesimler önce kent banliyöleri oluşturarak kentin gürültü, kirli hava ve aşırı kalabalığının yol açtığı ulaşım sorunlarından kaçmayı, sonra da uydu kentler oluşturarak kendi yaşam mekanının kentlerin dışına taşımayı sistemin içinde bir çözüm olarak geliştirdiler. Artık kentler çalışanların ve işsizlerin yaşam ve yerleşim alanı oluyordu. Bu da siyasal sistemin
aşırı merkezi yapısından, burjuva sınıfın kendi çıkarına dayalı sistemin devamından başka toplum ve doğa sorunlarını gözetmeyen yaklaşımından kaynaklanıyordu. Ne zaman ki çevre ve ekoloji sorunları tek tek kentlerin sorunları olmanın ötesinde bütün dünyayı ilgilendiren sorunlar haline geldi ve çevreyi koruma örgütleri, ekoloji hareketleri gelişerek muhalefet seslerini yükselttilerse merkezi iktidarın sahipleri ancak o zaman sanayileşmenin doğaya ve toplum yaşamına verdiği korkunç zararları önleyici tedbir arayışına girdiler. Ancak kapitalist kentlerin sorunları aslında tedbir aramanın ötesinde köklü anlayış sorunları durumundadır. Beş bin yıllık egemenlik anlambilimselliğinin (epistemolojisinin) ürettiği ve temelinde topluma ve doğaya yabancılaşmanın yattığı büyük ve köklü sorunlardır. Bu nedenle sistemin kendini yeniden üretmek ve devam ettirmek amaçlı geliştirdiği tedbirlerle ortadan kaldırılabilecek sorunlar değildir.
3-Yerel Yönetim Sistemleri
Yerel yönetimlerin her ne kadar kentlerle özdeşleşen ve özünün de belediyecilik olduğu söylenmekte ise de bütün yerleşim alanlarının sorunlarını kapsayan özellikte olması, bütün dünyada değişik sistemlerin ortaya çıkmasını de beraberinde getirmiştir. Devletin merkezi iktidar organı özelliği ile yerelin bunun parçasını oluşturması, iktidarın hakimiyetini sürdürmede esas aldığı ölçü ve esaslara göre de merkez-yerel ilişkilerinin düzenlenmesi söz konusudur. Yerel yönetimlerin günlük yaşamın üretimini sağlayan hizmet üretimi ile sınırlı bir işleve hapseden yaklaşım merkezi yönetime gereğinden fazla rol veren ve bunu kendi çıkarına gören zihniyetin ürünüdür. Demokratikleşmeye paralel bu dengenin yerelin lehine değişmesi de bu gerçeğin kanıtı durumundadır. Ancak mevcut sistemler, yerel-merkez ilişkisini, yetki ve inisiyatif, imkan ve temsil düzeyi konularında sistemi zorlamayacak, çoğunlukla bir restorasyon, en fazla da bazı sıradan reformlarla sürdürmek çabasındadırlar. Yerel yönetim anlayışının yeni bir uygarlıksal gelişmenin özelliklerine uygun yeniden ele alınması gerektiği her geçen gün daha fazla yakıcılığını hissettirmektedir. Bu değişimin, zihniyet dönüşümüne dayalı olarak gerçekleşmesi mücadelesinde sonuç alıcılık mevcut sistemlerin tanınmasına ve çıkmazlarının ortaya konmasına bağlı olmaktadır. Bu nedenle dünyada uygulanan belli başlı yerel yönetim sistemlerinin bir bilgi olarak doğrudan verilmesi uygun görülmüştür.
Federal devletlerde federal yönetim ile federe yönetimler, federe yönetimler ile yerel yönetimler ilişkisi, üniter devlet yapılanmasından farklılıklar göstermektedir. Bu konuda her sistem kendisinin toplumsal yapıya en uygunu olduğunu kanıtlamak ve benimsetmek için toplum çözümlemelerinden siyasal analizlere kadar pek çok yönteme başvurmaktadırlar. Ancak, yerel yönetimlere yaklaşımın sistemin de ötesinde devlete hakim olan kesimin demokratikleşme eğilimi, ben merkezcilik düzeyi ve çıkarlarıyla toplumun çıkarları arasında tercihte temel aldığı ölçülere göre değişmeler yaşanmaktadır. Çünkü eninde sonunda sorun gelip yönetim imkanının sağladığı değerlerin kimin yararına kullanılacağına dayanmaktadır. Bu bakımdan da sorun ister yerel-merkez düzeyinde, isterse belediyecilik anlayışı ve kent sorunlarını çözme yaklaşımı düzeyinde ele alınsın temelde imkanların paylaşımı ve bunun hangi yoldan yapılacağı, başka bir ifadeyle siyasetin yürütülüş tarzıyla ilgili olmaktadır. Bu bakımdan konuyu belediyelerin tanımı ve inisiyatifi ile başlatmak en uygunu olmaktadır.
Belediyeler; tüzel kişilik taşıyan ve genellikle kendi kendini yürütme yetkisi bulunan kent ağırlıklı siyasal birimlerdir. Başta, Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde yasalar, belediye olarak tanımlanabilecek yerel yönetim birimlerinin kurulmasına olanak tanır. Belediyelerin örgütlenme biçimi yetki ve görevleri, merkezi hükümetli ilişkileri, ilgili ülkenin siyasal rejimine ve gelişmişlik düzeyine göre büyük farklılık gösterir. Belediyeler ve yerel yönetim sistemleri araştırmacılar tarafından ilke olarak dört sistem içinde gruplanmaktadır: Federal devletlerde uygulanan ademi merkeziyetçi sistem; Üniter devletlerde uygulanan ademi merkeziyetçi sistem; “Napoleon” ya da Fransız tipi gözetmeci sistem; Sosyalist ülkelerdeki uygulanan bütünleşmiş sistem.
a)Federal Devletlerde Belediye Örgütlenmesi:
Federal devletlerde yerel yönetim ulusal hükümetten çok eyalet ya da il yönetiminin yasama alanına girmektedir ve bu nedenle bir eyaletten öbürüne belirgin farklar görülür. ABD’de geleneksel belediye örgütlenmesinde yürütme organları belediye başkan ve meclistir. Zaman içinde başkan ile meclis arasındaki güç dengesi başkan lehine değişmiştir. ABD’deki pek çok belediyede geçerli olan güçlü- başkan sisteminde yetkisi vardır. ABD’de geleneksel belediye örgütlenmesinin yerini alabilecek en önemli almaşık, son yıllarda ortaya çıkan ve hızla yayılan kent yöneticisi (city menager) biçimidir. Bu sistemde belediyenin gerçek yetki sahibi kent yöneticisidir. Belediye başkanının yalnızca törensel bir işlevi vardır. son 40 yılda hiç biri yerel yönetim yapılarında koşullara uygun bir düzenlemeye gitmemiştir. Bu nedenle yerel yönetim birimlerinin sınırları ve yetki alanları var olan durumla çakışmamaktadır. Metropoliten alanın tümünü bütünsel biçimde planlayacak ve büyük ölçekli örgütlenmeleri gerçekten hizmetleri yönetecek birimler oluşturulmamıştır. AFC’de temel yönetim birimi olan belediye ya da bucak (Gemeinde) yerel yönetim sisteminin bir üst basamağı olan ilçe (Kreis) yönetiminin altında yen alır. Çoğunun nüfusu 50 bin aşkın olan 90 kadar kendi belediyesi ilçe yönetiminden bağımsızdır (Kreisfreie Stödte). Üç büyük kent Bremen, Hamburg ve Batı Berlin hem belediye, hem eyalet konumundadır. AFC’de de belediye sınırları ilgili eyaletler tarafından oluşturulur. 2. Dünya savaşı sonrasında AFC Temel Yasası (Grundgenta) belediyelerin temsilci organlarının genel, doğrudan, hür, eşit ve gizli oyla seçilmesini şart koşmuş, meclisi belediyenin en üst organı olarak belirlemiştir.
b)Üniter Devletlerde Ademi Merkeziyetçi Örgütlenme:
Üniter devletlerde ademi merkeziyetçi belediye sisteminin başlıca örneklerinden biri, İngiltere’de belediye yönetiminin oluşum sürecidir. İngiltere’de kent yönetimini bucak ve il yönetiminden ayrı bir gelişme süreci izledi. 1066’da Londra kentine yeni bir beraat verilmesinden sonra bir çok ilçe (borough) kraldan beraat elde etme girişiminde bulunmuştur. Beraat ilçeye kendi görevlilerini seçme, pazar işletme ve başka biçimlerde kendi kendini yönetme yetkisi tanıyarak bağımsız bir statü sağlıyordu. 19. Yüzyıl sonlarında İngiltere’de tüzel kişiliğe sahip 61 belediye hem il (country), hem de ilçe (borough) statüsü verilmişti. Bu birimler (country borough) yerel yönetim bakımından, sınırları içinde yer aldıkları yönetsel illerden tümüyle bağımsızdırlar. 1972 Yerel Yönetim Yasası eski yapılanmayı tümüyle kaldırarak il ve ilçelerden oluşan iki kademeli bir sistem getirmiştir. Hem illerde hem de ilçelerde yerel seçimle oluşan, bağımsız, ayrı işlevler yüklenmiş meclisler oluşturuldu. İl yetkilileri ise daha yerel çapta hizmetlerden sorumlu duruma gelmiştir. Nüfusun yoğunlaştığı bazı alanlardaki il ve ilçeler, metropoliten il ve metropoliten ilçe ilan edildi. İngiltere’de Londra metropoliten alanını yönetimi özel bir durum gösterir. Doğrudan seçimle işbaşına gelen Greater London Council, nazım planın hazırlanması, başlıca gelişme alanlarının belirlenmesi, trafiğin düzenlenmesi, toplu taşımacılık, imar yönetmeliği gibi daha çok metropoliten ölçekli konulara ilişkin işlevler yüklenmiştir. Yönetsel yapının ikinci kademesi, 32 ilçe meclisi ile eski Londra kenti tüzel kişiliğinden (corporation) oluşur. Bu birimlerin kendi sınırları içinde ulaşım, konut, sağlık ve sosyal yardım hizmetleri gibi daha çok yerel ölçekli işlevleri vardır. ayrıca kendi alanları içinde nazım planı kararlarına uygun detay planlar hazırlamakla da yükümlüdürler.
Ademi merkeziyetçi belediye sistemlerini benimsemiş üniter devletlerden Japonya’da yerel yönetimin modernleşmesi 1888’de ilk belediyelerin kurulmasıyla başladı. Bugün Japonya’da kent (shi), kasaba (machi) ve köy (mura) belediyeleri vardır. Tümünün yapısı ve yasal statü aynı, ama yetkileri farklıdır. Bir yerleşmenin kent sayılabilmesi için nüfusunun 50 bini aşkın olması, bunun %60’nın ticaret ya da sanayiyle uğraşması gerekir. Belediye başkanı ve meclis doğrudan seçimle belirlenir; yalnızca özel semtlerde belediye başkanları metropoliten valinin onayı ile semt meclisleri tarafından onanır. Belediye başkanı meclisin üyesi değildir. meclis bütçeyi ve hesapları onaylar, yönetmelikleri yürürlüğe koyar, yerel vergileri kararlaştırır, araştırmalar yapar ya da araştırma raporları talep edebilir. Belediye başkanı (ya da Tokyo valisi) ayrı yönetim kurullarının ilgi alanına giren belirli işlevler dışında tüm yönetimi denetler. Ilk ve ortaöğretim belediyenin işlevleri arasındadır. Büyüklüğü ve başkent olması nedeniyle Tokyo’nun özel bir yapısı vardır. Tokyo ile Tokyo kenti 1943’te birleştirilmiştir. Tokyo Metropoliten Yönetimi özel semt alanında belediye yönetiminden sorumludur. Bu alan içinde semt meclisleri olarak bilinir ve daha küçük ölçekli işlevleri olan 23 alt birim bulunur. Bu özel alanın dışında, 37 kent ile 15 kasaba ve köyü kapsayan bölgede, Tokyo Metropoliten Yönetimi il yönetiminin işlevini yürütür. Tokyo belediye başkanı ya da valisi, meclisi ve yönetmelik hazırlama yetkisine sahiptir. kentin en üst yöneticisi olduğu gibi protokolde de ilk sıradadır. Ayrıca Ulusal karayollarının bakımı ve nüfus sayımı gibi merkezi hükümet adına üstlendiği görevler de vardır. Tokyo’nun yanı sıra Osaha, Nagoya, Yokohama Kyoto, Kobe, Kitakyuşu gibi kentlerde de sosyal yardım, halk sağlığı, kent planlama gibi genelde valinin yetki alanına giren bazı hizmetler belediyenin işlevleri arasındadır.
c)Fransız Tipi Yerel Yönetim Sistemi:
Asya ve Afrika’nın bir çok ülkesinde geçerli olan Fransız tipi yerel yönetim sisteminin temelleri Fransız Devrimine ve Napoleon dönemine dayanır. Napoloen’un geliştirdiği merkeziyetçi yapı içinde bucaklar ya da belediyeler (communes) merkezi hükümetin yerel birimleriydi. Bucak tanımı, küçük köylerden büyük kentlere kadar her boyda belediye birimini içine alıyordu. Fransız sisteminin iki kademeli bir yetki dağılımı vardı. Her bucakta seçimle belirlenen bir meclis ve meclisin kendi üyeleri arasından seçtiği bir belediye başkanı bulunurdu. Belediye başkanı, ayrıca istatiksel ve öteki gerekli bilgilerin toplanması doğum, ölüm ve evliliklerin kaydı, askerlik yükümlüleri listelerinin hazırlanması, yasaların yürürlüğe konması ve Ulusal polis gücünün bir parçası olan belediye polis gücünün denetlenmesi gibi konularda merkezi hükümetin temsilcisi işlevini yüklenirdi. Fransa’nın birinci yönetsel bölünüm kademesi olan illerin (department) başında da merkezi hükümet tarafından atanan ve ona karşı sorumlu olan vali (prefet) ile seçimle belirlenen bir il meclisi vardır. vali ve belediye başkanı yürütme, meclisler ise görüşme ve yasama organlarıydı. Merkezi hükümete ilişkin görevlerde tüm bakanlıkların temsilcisi konumundaki vali, hiyerarşik bakımdan belediye başkanının üstündeydi. Belediyeye ilişkin görevlerde ise belediye başkanı valinin vesayeti altındaydı. Valinin, belediye meclisinin ve başkanının görevini askıya alma yetkisi vardır. (görevden alma içişleri bakanının yetkisi içindeydi.)
Mart 1982’de yürürlüğe giren bir yasayla ademi merkezileşme süreci başladı. Yönetsel ve mali yetkiler merkezi hükümetçe atanan valilerden, yerel seçimle belirlenen il meclislerinin başkanlarına devredildi. Öte yandan bucakların (communes) %80’inin 1000’den az nüfuslu olması göz önüne alınarak belli hizmetler için birlikler kurmaları ya da birleşerek yeni bir belediye oluşturmaları olanağı da yasayla sağlandı. 1966’da çıkartılan bir yasayla büyük kentsel yoğunlaşma alanları olan Lyon, Lille-Roubaix Tourcoing, Bordeaux ve Strasbourg’da metropoliten yönetimlerin kurulması zorunlu tutuldu. Benzer gelişmelere 50 bini aşkın nüfuslu merkezlerde de olanak tanındı. Bu yasaya göre her kurucu belediye kendi bölgesi içindeki çeşitli hizmetlerin gerçekleştirilmesinden ve yönetiminden gene sorumluydu. Metropoliten yönetimin yönetici birimi yerel yönetimlerin temsilcilerinden oluşan 50-80 üyeli bir meclisti. Paris’in yönetim biçimi tarih boyunca Fransa’nın öteki kesimlerinden farklı oldu. Paris, 1964’e değin güvenlik valisi (prefet de police) ve Seine Valisi (prefet de la seine) ile güçsüz bir meclis tarafından yönetilirdi. Başkentin merkezi hükümetin sıkı denetimi altında tutulması amaçlanıyordu. 1964’te gitgide büyüyen metropolün sorunlarına yeni bir yaklaşım getirildi. Öncelikle 5 milyonun üstünde nüfusu barındıran Paris yönetim bölgesi (region) kuruldu. Bu alanda daha önceden yer alan üç ilin (department) yerine, biri surların içinde yer alan kentin çekirdeği Ville de Paris olmak üzere sekiz il oluşturuldu. Bölgede yer alan 1100 kadar bucağın ya da belediyenin varlığı sürdürüldü. Metropoliten düzeyde hükümetçe atanan, doğrudan başbakanlığa karşı sorumlu olan ve de lêguê gênêral olarak adlandırılan bir bölge valisi ile 28 üyeden oluşan bir idare meclisi oluşturuldu. Meclis üyelerinin yarısı bucakların belediye başkanları ile il meclislerince seçiliyor; yarısı ise hükümet tarafından atanıyordu. 1975’te Paris için yeni bir statü yürürlüğe kondu. Buna göre güvenlik yetkileri gene güvenlik valisinin elinde kalıyor, ama temelde yeni bir kurumsal çerçeve oluşturuluyordu. Paris belediye başkanı 163 üyeli Paris Meclisince seçilecek, Paris meclisi de altı yılda bir Paris halkının oylarıyla göreve gelecekti.
Italya’da yerel yönetim örgütlenmesinin temeli Fransız sistemine dayanır. Her kent ve kasabada (commune) yerel seçimlerle belirlenen meclis (consiglio communale) ile meclis tarafından seçilen bir belediye başkanı (sindaco) ve başkan yardımcıları (assessori) vardır. Bunların tümü yürütme organını (giunta municipale) oluşturur. Fransa’da olduğu gibi İtalya’da da belediye başkanı aynı zamanda hükümet temsilcisidir. Latin Amerika ülkeleri de gözetimci sistemin temel ilkelerini benimsemiştir. Bununla birlikte yerel özerklik bakımından ülkeden ülkeye büyük farklar görülür. Ekvator’da her belediyenin seçimle belirlenen bir meclisi ve iki dereceli seçimle işbaşına gelen bir belediye başkanı vardır. başkan ve meclis merkezi hükümetçe atanan „Siyasal şef“ (Jefe Politico) ile hemen üzerinde yer alan ve devlet başkanınca atanan vali tarafından denetlenir. Şili’de belediye meclisleri seçimle belirlenir ve belediye başkanını seçerdi. Bununla birlikte Santiago, Valparaiso, Vina del Mar ve Concepcion gibi büyük kentlerin belediye başkanı devlet başkanınca atanır ve görevden alınabilirdi. Yönetimin her kademesinde devlet başkanının bir temsilcisi ve seçimle belirlenen küçük bir meclis bulunurdu. Ama 1973’teki askeri darbeden sonra yönetimin her kademesinde yetkililer devlet başkanınca atanmaya başladı. Bolivya ve Kolombiya’da ise belediye başkanı ya devlet başkanınca ya da onu temsilen vali tarafından atanır. Bu ülkelerdeki belediyelerin seçimle belirlenen meclisleri bulunmasına karşın meclislerin işlevi ağırlıklı olarak danışmanlık düzeyindedir. Buna karşılık hem belediye başkanının hem de meclisin seçimle belirlendiği Meksika’da yerel özerlik yüksek düzeydedir.
d)Bütünleşmiş Yerel Yönetim Sistemi:
Bütünleşmiş yerel yönetim sisteminin en önemli örneği SSCB’deki uygulamada görülmüştür. SSCB’de yönetim biçimi daha başlangıçta Komünist Partisi tarafından her il, ilçe, kent, kasaba ve köyde kurulan yerel Sovyetlere dayanıyordu. Yerel Sovyetler yalnızca kendi alanlarındaki hizmetleri sağlamakla değil, bir üst kademede yer alan Sovyeti seçmekle de yükümlüydü. 1936’da her yönetim kademesinin doğrudan seçimle belirlenmesi benimsendi ama yönetimin demokratik merkeziyetçi yapısı korundu. Her yerel yönetim birimi, bir üstünde yer alan kademeye karşı sorumlu ve onun önergeleri doğrultusunda hareket etmekle yükümlü tutuldu. Buna göre her belediyenin yürütme komitesi, hem kendi düzeyindeki Sovyete, hem de bir üst yönetim kademesinin yürütme komitesine bağlıydı. Bazı politikalar yerel ölçekte belirlense de bir üst sovyetin hatta konunun önemine göre daha üst yönetim kademelerinin onayı gerekiyordu. Bu hiyerarşik ve bütünleşmiş yapı içinde her sovyet devletinin yerel organı konumundaydı. SSCB, cumhuriyetler, illere, kentlere, ilçelere, köylere ve yerleşme birimlerine bölünmüştü. Sekiz milyonluk Moskova’dan bir kaç yüz nüfuslu küçük köylere kadar çok değişik büyüklükteki alanları kapsayan yaklaşık 50 bin sovyet vardı. Belediye sovyetlerinin üye sayısı 50 ile bir kaç yüz arasında değişmekteydi. Ama sovyet kentlerinin belediye meclisleri Batı ülkelerindeki benzerlerinden çok daha büyüktür. Her kent sovyeti bir yürütme komitesi seçer (İspolkam); komite de temel yürütme organı olan bir prezidyum atardı. Kent sovyetinin gücü görece az olmakla birlikte yurttaşlar ile kent yönetimi arasında yaşamsal bir bağ oluştururdu. Ayrıca kent sovyetlerinin üyelerden ve ilgilenen yurttaşlardan (aktivistler) oluşan komisyonlar vardı. Bu komisyonlar konut, halk sağlığı gibi özel konularda hizmet verirdi. Yerel yönetime kitle katılımının sağlanması, sovyet sisteminin, yüksek düzeyde merkeziyetçi, denetim yapısıyla at başı giden ayırıcı özelliklerinden biriydi.
SSCB’deki kent yönetimlerinin yetkisi kuramsal olarak neredeyse sınırsızdır. Gelişmiş ülkelerdeki belediyelerin sağladığı hizmetlerin yanı sıra gecekondu satış, çeşitli yerel sanayi yatırımlarına girişme, kamu tesisleri kurma ve belediye işletmeleri oluşturma gibi işlevleri de vardı. İnşaat sanayisini tümüyle denetleyip mimarlarını istihdam ettiği gibi doğrudan kendisine bağlı olmayan sanayi yatırımlarını da çeşitli konularda denetlerdi. Toprağın tümünün mülkiyetini elinde tutar ve fabrika, konut ya da başka kullanımlar için alan ayırırdı. Sınırları içinde bahçecilik, ormancılık ya da tarım yapılıyorsa verimliliği artırma yönünde çaba harcamakla yükümlüdür. Çok geniş bir alana yayılan bu işlevler, bir üst kademedeki sovyet organları ya da parti yetkilerinin sınırlama genişletme ya da yönetimine tabiydi. SSCB’de yaklaşık 90 büyük kent ilgili cumhuriyetin hükümetine doğrudan bağlıydı. Kentlerin büyük yoğunluğu ve yönetim birini (oblast) ya da bölge (krai) sovyetleri gibi ana kademelere karşı sorumluydu. Nüfusu 100 bini aşan kentlerde, kent sovyetine bağlı ilçe (rayon) sovyetleri vardı. metropoliten alanlarda yerel yönetimlerin nüfus dağılımı iş alanlarının yerleşimi ve kent merkezine ulaşım dokusu gibi konulardaki değişikliklerle çalışacak biçimde yeniden düzenlenmesi sorunu batı ülkelerine göre daha kolay çözülmüştü. Bunun temel nedenlerinden biri büyük kent yönetimlerinin çevre alanlar üzerinde çok daha geniş yetki taşımasıydı. Örneğin Leningrad kent yönetiminin yekti sınırları içinde 14 kentsel ilçenin (rayon) yanı sıra 5 banliyö ilçesi de yer alırdı.
DAHA FAZLA KAMU HİZMETİ
Parayı veren düdüğü çalar! Her alanda bu deyimle karşı karşıya kalıyoruz. Devleti küçültüyoruz diyerek aslında yurttaşa yönelik hizmetleri birer birer azaltıyorlar. Şimdi de yerel yönetimlerde, belediyelerde aynı durumla karşı karşıyayız. Birçok yerel nitelikli kamu hizmeti özel sektöre devrediliyor, yani özelleştiriliyor. Kamu hizmetlerinin, yerelde, belediye tarafından yerine getirilmesi ilkesi terk ediliyor. Bunun yerine, hizmetlerin piyasadan satın alınması dayatılıyor. Yani ‘parayı veren, hizmeti alır’ anlayışı her yere hakim kılınıyor. Merkezi ve yerel kamu hizmetleri piyasa koşullarında alınıp – satılan hizmetler olarak tasarlanıyor. Böylelikle sosyal politikalar hızla terk ediliyor. Çünkü parası olmayanlar bu hizmetlerden yararlanamıyor. Belediyeler birer şirket gibi yönetiliyor. Her şeye kar etme gözlüğü ile bakılıyor. Kamu hizmeti tanımı unutturulmaya çalışılıyor. Varsa yoksa yönetişim. Yönetim, yerinden yönetim, kamu yönetimi demode kabul edilip, hantal sayılıp, şirketlerin acımasız emek karşıtı modeli olan yönetişim topluma dayatılıyor. Biz, başka bir hayatın mümkün olduğunu biliyoruz. Başka bir hayatı yerel yönetimlerde de kurmak istiyoruz. Bugün halk yararına olan, merkezi yönetimin belirleyiciliğinin daraldığı, yerel yönetimlerin yetkilerinin arttığı, ancak kamusal hizmetlerin satılmadığı bir belediyeciliktir. Başta eğitim ve sağlık olmak üzere ulaşım, konut, içme suyu ve kanalizasyon, çevre, enerji, iletişim ve sosyal hizmetler kamusal hizmetlerdir. Kamu hizmetinin yurttaş hakkı olduğu ve her yurttaşın yararlanmada eşit haklara sahip bulunduğu; yurttaşın pazardaki müşteri değil, eşit hakları olan insan muamelesi gördüğü bir belediyeciliği gerçekleştirmek istiyoruz. Biz başka bir belediyecilik isterken, birbirinden kopuk, birbiriyle rekabete giren değil, birbiriyle bütünleşebilen, birbirini tamamlayan, eşitlikçi duruşunu tüm kamu mal ve hizmetleri için sergileyebilen bir belediyeciliği savunuyoruz.
KATILIMCI BİR YEREL YÖNETİM
Yerel yönetim demek bir sokağın, bir mahallenin, bir kentin, bir toplumun kendi kendini yönetmesi, yani toplumsal bir yönetim kültürünün yaratılmasıdır, kısaca tam anlamıyla yerinden yönetmektir. Yerel yönetimler eşitlikçi ve demokratik olmak zorundadır. Halk karar süreçlerinde söz sahibi, uygulamada ise denetleyici olmalıdır. Katılmadığı, beğenmediği kararları değiştirme olanağına sahip olmalıdır. O nedenle yerel ölçekte yönetimin güçlendirilmesi ve demokratikleştirilmesi, ülkemiz için öncelikli sorundur. Katılım demek toplumsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına hizmet etmek demektir. Güvence, partilerde ve politikacılarda ya da iyi niyetli yöneticilerde değil, halkın yönetime doğrudan katılımındadır. Halk, 5 yılda bir seçimlerde oy vermenin dışında da sürekli denetleyebilmeli, gerektiğinde geri çağırma hakkını kullanabilmelidir. Kısacası, doğrudan demokrasi karar alma süreçlerinin vazgeçilmez bir unsurudur. Mevcut siyasal yapılar ve kurumlar içinde kendilerini ifade edemeyen, sadece ekonomik nedenlerle değil, aynı zamanda kültürel ve ahlaki boyutta da mevcut sistemden rahatsız olan emekçi, kadın, genç, yoksul, dışlanmış herkes mutlaka yönetim sürecine katılmalıdır. Her yurttaş kendisinin ürettiği çözümleri kendi mücadelesi ile yaşam karşısında deneme ve geliştirme imkanına sahip olmalıdır.
KATILIMCI BÜTÇE İMKANI
Her yurttaş kamusal politikaların geliştirilmesine ve belirlenmesine katılma hakkına sahiptir. Her yurttaş yaşadığı kentte öncelikli yatırımların nereye yöneleceği, sosyal yatırımlara ne kadar pay ayrılacağı gibi temel konularda kararlara katılabilmelidir. Bunun için mahallelerden başlayarak semt, ilçe ve ildeki yurttaşların doğrudan katıldığı, acil ihtiyaçlarını ve önceliklerini belirlediği toplantılarda belediyelerin gerçekleştirecekleri yatırımlar saptanmalıdır. Kısacası, bir belediyenin kaynaklarının, yani parasının hangi yönde kullanılacağına o yerelde yaşayanlar birlikte karar verebilmelidir. Öte yandan kentsel hizmetlerin yatırım ve süreklilik gerektiren türlerinin 'hizmet bedeli' karşılığında sunulması kaçınılmazdır. Bu tür bedel miktarlarının belirlenmesinde, demokratik karar süreçleri bağlayıcı olmalıdır. Mahalle, ilçe ve il meclislerinde yapılacak değerlendirmeler ışığında saptanan bedel miktarları, halkın onayından geçerek karara bağlanmalıdır. Ulaşım, su, atık su da dahil olmak üzere, tüm hizmetlerin ayrı ayrı ele alınması ve hizmet bedeli miktarlarının halkın katılımıyla belirlenmesi gereklidir. Su tüketiminin belirli bir miktarı bedelsiz karşılanmalı, ancak artan tüketime oranlı olarak bedel alınmalıdır. Ulaşım ve enerji gibi diğer konularında da benzer bir kademeli uygulamaya gidilmelidir. Bugün hizmet bedeli fiyata dönüşmüştür. Hizmet bedeli adil bir vergi uygulamasının uzantısı olmalı, gelir bölüşümünü iyileştirme yönünde katkı sağlamalıdır. Kar amaçlı değil, nitelikli hizmet üretilmesi amacını taşımalıdır.
MECLİSLER YÖNETMELİ
Yönetime katılmanın farklı biçimleri bir arada uygulanmalıdır. Halk oylaması, referandum, halk toplantıları, belediye meclis toplantılarına katılma, il ve ilçe meclisleri bir bütün olmalıdır. Doğrudan demokraside vatandaş bir tüketici değil üretici ve karar alıcı konumunda olmalıdır. Yönetimin eylem ve işlemlerinin yöneticiler, uzmanlar ve halk tarafından tartışılacağı zeminlerle yerel demokrasi güçlenir. Bu nedenle, hem karar alma hem de uygulama süreçlerinde yurttaşların ve demokratik kitle örgütlerinin görüşlerine başvurulması katılımı gerçekleştirmenin vazgeçilmez adımıdır. İlçe belediye meclisleri kararlarını halka en yakın birim olarak mahalle meclisleri ve bu meclisi oluşturan muhtarlar, demokratik kitle örgütleri temsilcileri ve halkın katılımıyla almalıdır. Mahalle meclisleri, ilçe belediye meclisi, dernekler ve sendikalardan oluşan ilçe meclisi, belirli aralıklarla ve belirli bir planlama dahilinde çalışmalarını süreklileştirmelidir. Doğrudan halk tarafından seçilen il belediye meclisleri ve il belediye başkanı, genişletilmiş il meclisleri ile birlikte çalışmalıdır. İldeki tüm demokratik kitle örgütleri, üniversiteler vb. ile birlikte, ilçe meclislerinin temsilcilerinden oluşacak il meclisleri, kendi içinde demokratik karar süreçlerini işletmelidir. İlin öncelikli ihtiyaçları burada saptanmalıdır.
SIRA BÖLGE MECLİSLERİNDE
Ülkemizin kaynaklarının daha etkin değerlendirilmesi ve bölgesel gelişmenin ve kalkınmanın halk yararı gözetilerek sağlanması için farklı illeri kapsayan bölge meclisleri oluşturulmalıdır. Bölge meclisleri, bölgeyi oluşturan illerin belediye meclis üyeleri arasından, bölge meclis başkanı ise, bölge meclis üyeleri arasından seçilmelidir. Bölge meclisleri ortak planlama ve yatırım gerektiren hizmetleri gerçekleştirmelidir. Çevre, ulaşım, iletişim, enerji, sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, su, atık su, tarihi ve kültürel mirasın korunması gibi konularda gerekli bilgi, yatırım ve alt yapı donanımı ile akılcı bir şekilde tasarlanmalıdır.
DEMOKRATİK KENT KONSEYİ
Halk katılımı ve denetimi için, en alt düzeydeki birim olan mahallelerden başlayarak örgütlenmiş, demokratik kitle örgütleri temsilcileri ve uzmanların da katıldığı kent meclisleri etkin bir modeldir. Bu konseyler her türden etkinlik ve uygulamayı ayrıca rapor ederek kamuoyuna sunmalı, tartışma ortamları yaratarak mevcut sorunların çözümüne ve geleceğe yönelik tasarımlara yön vermelidir. Ayrıca belediye meclislerinde belirli konular etrafında komisyonlar kurulup bu komisyonlara yurttaşların, uzmanların ve kitle örgütlerinin katılımı sağlanmalıdır.
ADİL BİR İLLER BANKASI
İller Bankası, içinde bulunulan koşullarda özellikle küçük belediyeler için eşitsizlik ve adil olmayan sonuçlar üretiyor. Mevcut yapı demokratikleştirilmeli, meslek örgütleri ve uzman kuruluşlar yönetime katılmalıdır. Ayrıca İller Bankası'nın yönetimi belediyelerden temsilcilerin katılımı ile genişletilmeli, uzmanlarla güçlendirilmelidir. İller bankası genel bütçe gelirlerinden daha fazla pay almalı, kaynaklarını bölgelerarası eşitlikçi bir yapının oluşmasına katkı sağlayacak şekilde dağıtmalıdır.
NİTELİKLİ PARASIZ SAĞLIK HİZMETİ
Sağlık hizmetlerinden yararlanmak tüm yurttaşlar için temel bir haktır. İl ve ilçe belediyeleri, sağlık ocakları gibi kurumları geliştirerek sunacakları 'yerinde' sağlık hizmetlerini bedelsiz olarak yerine getirmelidir. Koruyucu sağlık hizmetlerinin esas olduğu bu sistemde, il ve ilçe belediyeleri ayrıca, başta çevre sağlığı olmak üzere, genel kamusal sağlık uygulamalarının denetlenmesi görevini de üstlenmelidir. Ayrıca bölgesel bazda değerlendirilecek olan eksiklikler dikkate alınarak, üniversite hastaneleri dışında kalan tüm sağlık kuruluşlarının yatırımları bölge meclisleri tarafından yapılmalı, uzmanlık alanlarına göre farklı hizmet veren sağlık kuruluşları ise, merkezi yönetime bırakılmalıdır. Sağlık politikalarının belirlenmesi, planlanması ve koordinasyonu ulusal düzeyde merkezi yönetim tarafından yapılır. Ama o planın yerel tarafından denetlenmesi ve yerellerin katılımı esastır.
NİTELİKLİ VE PARASIZ EĞİTİM HİZMETİ
Eğitim hizmetlerinden yararlanmak tüm yurttaşlar için bir haktır. Eğitim politikaları ulusal düzeyde merkezi yönetim tarafından belirlenir. Ancak eğitim hizmetleri bölgesel kalkınmayı ve yerel gereksinimleri gözeten bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Üniversite ve yüksekokullar ile özel nitelikteki eğitim kurumları haricinde, ilköğretim ve lise düzeyindeki eğitimin yatırım ve planlamaları yerel yönetimlerinin görev alanında olmalıdır. İl ve ilçe belediyeleri, özellikle okul öncesi eğitim ile destek ve mesleki eğitim aşamalarıyla sorumlu olmalıdır. Vatandaşa en yakın birimler olan ilçe belediyelerince yerine getirilecek olan okul öncesi eğitim, destek ve mesleki eğitimlerin yanı sıra, eğitim alanıyla ilgili ulaştırma, beslenme ve araç gereç temini gibi konularda kolaylaştırıcı hizmetlerin düzenlenmesi de belediyelerce sürdürülmelidir.
DAHA FAZLA KADIN YÖNETİME
Kadınların yerel yönetimlerdeki temsilini artırmak amacı ile “en az temsil” şartı getirilmeli ve kentsel olanaklardan yararlanmaları güvence altına alınmalıdır. Kadına yönelik şiddet, taciz ve istismarın önlenmesi konusunda çalışmalar planlanmalı, kadın koruma, rehabilitasyon ve kültür evleri, kadın danışma merkezleri açılmalı, bu konudaki gönüllü kuruluşlarla işbirliği belediyelerin zorunlu görevi olmalıdır. Kadınlara istihdamda öncelik tanınmalı, çalışma koşulları iyileştirilmelidir.
DOĞAL VE KÜLTÜREL ÇEVRE KORUNMALI
Ülkemizde kentleşme doğal ve kültürel çevreye büyük zarar vererek gelişiyor. Doğal afetler ve deprem tehdidi sık sık yaşanır olmuştur. Doğal afet komiteleri genişletilmeli, ilgili meslek odaları ve uzmanların katılımı ile işlevlendirilmelidir. Denetim yapan tüm elemanların eğitimi de dahil olmak üzere gönüllü ekiplerin de oluşmasını sağlayacak acil durum hazırlıkları düzenli olarak yapılmalıdır. “Yeryüzü herkesin ihtiyaçlarını karşılayabilir ama herkesin açgözlülüğümü karşılayamaz.” O nedenle çevre sorunlarının çözümü yerelden başlamalıdır. Çevre kirliliği ulusal sınır tanımayan bir konudur. Bu nedenle çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için yerel düzeyde belediyelerin, merkezi yönetimlerin ve uluslararası kurumların işbirliği zorunludur. Yerel yönetimlerin ayrıntılı bir çevre envanterine sahip olması şarttır. Belediyelerde ormanların, toprağın, havanın, suyun, sulak alanların, su ve doğal kaynakların, kıyıların yönetimi ve korunması için güçlü ve yetkili 'çevre koruma birimleri'oluşturulmalıdır. Kentsel ve kırsal alanların yönetimi, eko sistemlerin sosyal yaşamla birlikte düşünülmesini gerektirir. Yerel yöneticiler, yeşil alanın insan yaşamıyla ilişkisini iyi kavramalıdır. Kente, kentin değerlerine karşı işlenen, kente zarar veren eylemler kent suçu olarak ele alınmalıdır.
ENGELLİLERE, YAŞLILARA İNSANCA YAŞAMA İMKANI
Engelliler, korunmaya muhtaç olanlar, yaşlılar ve sorunlu gençler yerel sorunların çözüm süreçlerinde mutlaka gözetilmelidir. Mekansal şekillenmede, onların ihtiyaçları dikkate alınmalıdır. Fiziki ve sosyal mekanların, yolların kaldırımların, toplumun tüm kesimleri tarafından rahatlıkla kullanılır olması esas olmalıdır. İmar planları bu açıdan yenilenmeli, binaların ve sokakların tadiline gidilmelidir. Oluşturulacak atölyelerde, planlama, sosyal sorunlar ve yönelimler ele alınmalıdır. Engelliler için kentin işgücü piyasasına uygun meslek ve beceri edinme kursları, iş eğitim merkezleri ve yaşam evlerinin açılması, engelliler için ulaşım ve sosyal kültürel amaçlı hizmetlerden ücret alınmaması veya indirimli tarife uygulanması, belediyelere ait ve belediyeler tarafından işletilen büfe gibi işyerlerinde öncelik verilmesi sağlanmalıdır. Yaşlıların gündelik yaşamdan soyutlanmasını önleyecek hizmet alanları geliştirilmeli ve erişebilirlik için önlem alınmalıdır. Barınma ve dolaylı gelir desteği, evde bakım servisleri, sağlık servisleri, gündelik işlerini kolaylaştırma gibi programlar planlanmalıdır.
GENÇLİK GELECEK
Belediyeler, gençlere yönelik olarak, zamanları değerlendirmelerine olanakları sağlayacak hizmetleri üretmeli ve gençlik merkezleri, tatil tesisleri ve gençlik kampları gibi tesisler kurmalı ve işletmelidir. Gençlerin yönetim mekanizmaları içinde yer almasını sağlayacak bir anlayış yerel yönetimlerde hakim kılınmalıdır.
KÜLTÜRSÜZ KENT OLMAZ
Kültür alanında da belediyelerin son derece önemli görevleri vardır. Tiyatro, konser ve sanat gösterileri için tesis ve alanların düzenlenmesi ve çalışmaların organize edilmesi; müze, kütüphane ve sanat galerileri açılması ve çalıştırılması; sanatsal hizmetlerin teşvik edilmesi; eğlence ve spor etkinliklerinin düzenlenmesi gibi tüm kültürel faaliyetler, yerel yönetimlerin zorunlu hizmetleridir. Yerel yönetimler bu hizmetleri geliştirmenin ötesinde sanatçısına sahip çıkan, onun emeğini değerleyen bir yaklaşıma sahip olmalıdır.
ÇEŞİTLİLİĞİMİZ KENTLERİN ZENGİNLİĞİDİR
Toplumsal yapımızın çeşitliliği en fazla kentlerimizde görülmektedir. Yerel yönetimler bu zenginliği korunması ve geliştirilmesinin merkezleri olmalıdır. Mimariden mutfağa kadar kentlerin dokusunu oluşturan alanlarda yerel mirasa sahip çıkmak ve bu mirası ülke ve dünya düzeyine taşımak yerel yönetimlerin asli görevleri ar
YORUM GÖNDER