PARTİ TARİHİ 16.BÖLÜM
Bitince, Şener hemen devreye girdi. Ve onu çıkmazdan kurtarmaya çalıştı. Söylediği şey, 'Sen Ferhat'ı savunuyorsun.' Oradan tutmak istiyor. O zaman kendisine şunu söyledim, 'Ben burada Ferhat'ı savunmuyorum. Kendimi de savunmuyorum. Benim savunduğum başka. Sen biraz beni tanımış olsaydın, benim hiçbir zaman kendimi savunma gereği duymadığımı bilirdin. Bırakalım başkalarını savunmayı! Bir kişinin savunulması gerekiyorsa, örgüt savunur. Kişinin kendini savunmasına gerek yok. Hiç bir örgüt adamı kendini savunma gereği duymaz örgüt karşısında, çünkü bir örgüt adamı şunu çok iyi bilir, örgütün bir parçasıdır, örgütün sorumluluğu altındadır. Onun örgüt üyelik haklarını örgüt korur, gözetir, bunu bilir. Onun için de bir devrimci örgütüne karşı kendini savunma gereği duymaz. Savunulacak bir şey varsa, örgüt onu savunur. 'Ona açıkça, ' Ben burada PKK'yi savunuyorum, ne Ferhat'ı, ne kendimi. Ne yaparsan, demiyorum yapma ama burada olduğunu unutma.' O zaman artık konuşmayacağını belirtmişti. 'Konuşursun konuşmazsın, o senin bileceğin iş.' dedim. Tabi ki birçok arkadaş bunları fark etmiyor, neden? Çünkü parti tecrübesini yeterince özümsemişler. Eğer özümseselerdi, bunlar yeni şeyler değildi. Daha önce Semir'lerin, bilmem kimin çokça kullandığı taktiklerdi. Bunu görmemek mümkün değildi. Yani, ben çok zeki olduğum için değil, bunları biraz bildiğim için yutmadım. Yargılanması gerekenler vardı. Fakat bu pek başarılamadı.
Bunun da belirtilmesi gerekiyor. Kongrede Şener'in bir de şöyle ilginç bir önerisi oldu, 'Güney ve Akademi faaliyetleri soruşturulmalıdır.' Tabi kongre yargılama kongresi. Birçok pratiği yargılıyor. Her alandaki pratiği ele alıyor. Çok makul bir istem gibi geliyor insana. Akademi ve Güney faaliyetleri soruşturulsun demek, Parti Önderliğinin sorumluluğunda olan bir faaliyet hakkında soruşturma istemek, yani Parti Önderliği hakkında soruşturma istemek demektir. Ama 'Parti Önderliği hakkında soruşturma istiyorum.' demiyor. Bu biçimiyle söylüyor. Tabi ki bunu arkadaşlar göremedi, anlayamadı. Yani oldukça gizli bir taktik izliyor. Bütün bunları görüp anlamak bilinç, tecrübe gerektiriyor. Gerçekten partiyi tüm yönleriyle yaşamayı gerektiriyor. Yoksa bunlara anlam vermek, çıkarmak zordur. Hatta kongrede bunun ve bazı arkadaşların -fark etmeyerek- çabalarıyla çıkan yanlış kararlar da oldu. Dedik ya esas yargılanması gerekenler hakkında değil de yargılanmaması gerekenler hakkında karar çıktı, ki biri de Zeki arkadaş hakkındadır. Soruşturma, yargılama talebi, ki daha sonra zaten Parti Önderliği bunu kabul etmeyeceğini söyleyecektir. Talimat da vardır bu konuda. Yani kongrenin böylesi bir yönü de vardı.
Kongre sorunları bu tarzda ele aldı ve sonuçlandırdı. Körfez savaşı başlamadan merkez seçimi yapıldı. Merkeze Şener bilinçli önerildi. Hala Şener'in ortaya çıkmayan yönleri vardı. Bunların ortaya çıkması için önerildi. Merkez seçildikten sonra yapılan ilk MK toplantısında yine Şener'le karşı karşıya geldik. Şener kongrede sonuç alamayınca, parçalamak istedi, fakat bunu da başaramadı. Orada fazla bir şey yapamayacağını gören Şener kongre sonrasını esas aldı, yani bırakmadı. Parti üzerindeki hesaplarını bırakmadı. sonrasına bıraktı. Kongrede hassas olan bir durum da vardı. Bir yandan bunların durumu, bir yandan da eski merkezde yer alan arkadaşların durumu. Bu arkadaşların da Şener'in provokasyonlarıyla partiye karşı alınganlıkları vardı ve her an parti karşıtı duruma da düşebilirlerdi. Eğer hassas, doğru yaklaşılmazsa. Orada benim tutumum şuydu, esas olarak kongrenin zamanında gerçekleşmesi, kongrede çıkarılması gereken kararların alınması, öyle ikilikler yaratmadan, parti ortamını zedelemeden sorunların çözümlenmesi, eski merkezdeki arkadaşların olumsuz bir konuma düşmemeleri. Bunların olumsuz konumdan çıkarılması, Şener'in yalnız bırakılması. Eğer bu başarılırsa kongre yara almadan çıkar. Kongre sonrası şeylerle artık savaşılır. Biraz bu anlayışla hareket edildi.
Yapılan merkez toplantısında da Şener'le tartışmaya girdim ve o zaman da buna, 'Bu tarzda devam edersen senin için hiç iyi olmaz. Hatta seninle çalışamayız.' Yani yine bir uyarıydı. Toplantı yapıldıktan sonra, kongre belgelerini Parti Önderliği'ne ilettik. Bunun üzerine Parti Önderliği talimat gönderdi. Bu talimatta Zeki Arkadaş hakkında alınan soruşturma ve yargılama kararına katılmadığını belirtmişti. Ancak karar bir kongre kararıydı ve resmi bir karardı. Bu anlamda soruşturmayı kendisinin yürüteceğini söylemişti. Yine bu talimatta Şener ve Sarı Baran hakkında soruşturma açılmasını da istemişti. O talimatın önemli noktaları bunlardı. Bunun üzerine derhal bu iki unsur hakkında soruşturma kararı alındı. O dönem Sarı Baran Çukurca'da, Şener Haftanin'deydi. İkisine de yazdığımız yazılarda haklarında soruşturma kararı alındığını, rapor yazmaları gerektiğini ilettik. Sarı Baran bir rapor yazıp göndermişti, ancak bu raporu kabul etmedik. Ve kendisini de Haftanin'e çağırdık. Sarı Baran'la yapılan konuşmada şunları söyledi: 'Şener Parti Önerliği'ne ve partiye inanmıyor, inançsız biridir, tükenmiş, bitmiş biridir. Benim ise bununla herhangi bir ilişkim yok. Ben partiye bağlı biriyim.' Ki ben o zaman “Şener'le ilişkin var.” gibi bir şey de söylememiştim.
Bunun üzerine ona raporunu yazıp, durumunu izah edebileceğini söyledim. Rapor yazacağını söyledi. Şener de birinci raporunu yazdı. Fakat kabul edilmedi. İkinci rapor için kendisine sorular gönderildi. Soruları aldığında işin ciddiyetini anlıyor ve görüşmek istediğini söylüyor. Görüşmeye ben gittim, Daha konuşmaya başlar başlamaz ağlamaya ve 'Ben Semir, Şahin değilim. Beni ve ailemi tanıyorsunuz vb. gibi konuşarak etkilemek istedi. Tabi bunlar onun meşhur yöntemleriydi. O zaman ona “Ağlamayı bırak, sana Semir veya Şahin olduğunu söylemedim. Durup dururken bunları söylemen biraz da senin gerçekliğini ifade ediyor herhalde. Aileni ve seni tanımaya gelince, ne seni, ne aileni tanımıyorum. Bu soruları zaten seni tanımak için soruyorum. Sorular üzerine tartışacaksan, tartışabiliriz, yoksa raporunu yazacaksın. Fakat kendini de bizi de aldatma. Korkmana, çekinmene de gerek yok. Biliyorsun ki parti sana kazanımcı yaklaşacak, seni kazanmaya çalışacak. Açık davran ve kendini de bizi de zorlamaya kalkma,' dedim. Kendisi, raporu yazacağını söyledi. Ancak yazdığı raporda kısmen bazı şeyleri yazmıştı, o kadar. Yani ölçüyor, biçiyor, partinin hakkında ne kadar bildiğini düşünüyorsa, o kadarını yazıyor. Daha fazlasına girmiyor. Tabi bunları yaparken de son derece masumane tavırlara da giriyordu. Biz bu raporu da kabul etmeyerek kendisini tutukladık. O zamana kadar tutuklamadığımız gibi silahını bile almamıştık. Ve ona, 'Hiç olmazsa bu defa gerçeği yaz ve bizi uğraştırma. Bizi, tutuklamaya sen mecbur ettin.' Yine yazacağını söyledi. Kısaca bunların soruşturmaları bu şekilde gelişiyordu.
Yine bu süreçte Parti Önderliği'nin talimatı geldiğinde biz, varolan merkezdeki arkadaşlar toplantı yapıp bunlar hakkında soruşturma kararı aldığımızda, Şiyar (Kazım Kulu) arkadaş -şehit düşen Dersim'li arkadaş- ilginç bir tutum sergiledi. Söylediği şey şuydu: 'Bu arkadaşlara kazanımcı yaklaşın.' Şiyar arkadaş da aslında Şener'den etkilenmişti ve etkisindeydi. Bunu bizim bildiğimizi de biliyordu. Daha Akademi alanındayken, bu arkadaşın durumunu biz biliyorduk. Şiyar arkadaş açıktan Şener'i sahiplenemiyordu. Bu biçimiyle güya korumaya çalışıyordu. Halbuki Şiyar arkadaşın söyleyeceği şey değildi bu. Çünkü birazcık PKK'yi bilen bir insan, PKK'nin insanlara yaklaşımını bilir. En iflah olmazlara bile PKK kazanımcı yaklaşır. Defalarca PKK'ye zarar veren tipler olmuştur, PKK yine de her zaman bunları kazanmayı esas almıştır. Ve Şiyar arkadaş da bunları çok iyi bilir. Aslında Şiyar Arkadaş biraz da sıkışmıştı ve bunlar o sıkışıklığın bir ifadesiydi, farkında olmadın bunu dile getiriyordu. Ona dedim ki, 'Biz bunu düşünmüyor muyuz? Sen mi sadece düşünüyorsun? PKK'nin yaklaşımı var. Burada herhangi birimiz kendimize göre bir yaklaşım sergileyemeyiz. PKK'nin insana, kendi insanına, suçlu insana yaklaşımı var ve bunlar bilinen şeylerdir. Burada bunları kazanmak gerekir demenin bir anlamı yoktur.'
Yine o toplantıda çeşitli alanlar için alınan kararlar vardı, gerillanın örgütlendirilmesi, gerilla ordusunun geliştirilmesi, tüm ülke sahasına yayılması gibi kararlardı. Ona dayalı olarak güçlerin mevzilendirilmesi ele alınmıştır. Şiyar arkadaşın kendisi de bir grupla birlikte Dersim'e gidecekti. Kendisiyle birlikte gidecek grubun oluşumu ele alındığında sorun yaratmaya başladı. Şiyar arkadaşa şunu söyledik, “Sen ille de sorun yaratmak istiyorsun. Bunu yapma. Burada ortak bir irade var ve bunu kabul et.' Adeta kendisini dayatıyordu. Tabii ki bu tarzda üzerine gidilince, “Bastırılıyorum” dedi. Bunu benim için söylemişti. Ben ona şunu söyledim, 'Toplantıdır -hem toplantının seviyesini düşürmemek için- kusura bakmayın, gerekirse bastırılabilirsiniz. Bu kadarına müsaade edin. Her türlü tasarrufu kendinizde görüyorsunuz ama biraz bunu engellemeye kalktığımızda, ‘bastırma’ diyorsunuz. Bu durumda bırakın da örgüt kendisini biraz savunsun. Buna hakkı da vardır.' Arkadaşın durumunu bildiğimiz için sorun yapmadık, sürece bıraktır. Biz, kongre sonrası bir yandan Şener ve Sarı Baran meseleleriyle uğraşırken, bir yandan da kongrenin kararlarını hayata geçirmek için güçlerimizin mevzilendirilmesine çalışıyorduk. Kongre kararlarının, sonuçlarının alanlara taşırılması, yapının bu temelde eğitilmesi, düzeltmeye tabi tutulması, bir de çeşitli alanlara güçlerin zamanında, sağlıklı, kayıpsız aktarımını sağlamak vb. sorunlarla uğraşıyorduk. Tam da bu tip sorunlarla uğraştırdığımız dönemde o bildiğiniz Körfez Savaşı patlak verdi. Kongrede de bu durumlar değerlendirilmişti. Ki zaten Parti Önderliği'nin değerlendirmeleri vardı. Bu savaşın yol açacağı sorunları, ortaya çıkabilecek durumlarla karşı izlenmesi gereken taktik yönelimleri de belirtmişti. Bu amaçla bir halk komitesi oluşturulmuştu. Zeki arkadaş da komitede vardı.
Bu konu üzerine Parti Önderliği ile sözlü bir görüşme yapılmıştı. Değerlendirmelerle birlikte, kongrede bunlar tartışılıp, karar haline getirilmişti. Yani, bu savaş patladığında bunun G. Kürdistan'ı özellikle özgürleştirmeye doğru götürebileceği, Saddam'ın kontrolü yitirebileceği, bu açıdan hazırlıklı olmak gerektiği, bu duruma müdahale edilip yararlanılması gerektiği söylenmişti. Hatta çeşitli olasılıklar da değerlendirilerek taktik belirlenmişti. Fakat ortaya çıkan durum zamanında iyi tespit edilemediği için zamanında müdahalede gecikme oluştu. O zaman Sadık Ömer Zaxo'da KDP tarafından 92'de ketledildi ve çevresiyle sürekli ilişki içindeydik. Ve Güney'de ilk ayaklanmalar başladığında ne YNK, ne KDP yoktu. Halk vardı, bir de o eski çete reisleri vardı. Aslında belli bir örgütlü çalışma da sözkonusu değildi. O ayaklanma biraz böyle gelişti, Güney'de Körfez Savaşı'nda Saddam darbe yiyince alelacele ABD ile uzlaşmaya girdi -Güney'de Şiiler ayaklandı. Şii ayaklanması epeyce güçlüydü, örgütlüydü. Bu durumda Saddam, Kürdistan'daki tüm ordusunu çekti. Bu ayaklanmayı bastırmak için ordusunu çekmeye başlayınca, biraz da ABD'nin propagandaları halkı hemen ayaklanmaya götürdü. O müsteşarları, çete reislerini...
Ayaklanma biraz böyle gelişti. Yoksa önceden örgütlü, hazırlıklı ortaya çıkan bir durum değildi. Ve ayaklanma ortaya çıktığında ne KDP, ne YNK hiçbiri ortada yoktu. Bizim biraz Zaxo'da müdahalemiz oldu. Sadık Ömer onlarla ilişkilerimiz olduğu için oradaki ayaklanmayı zaten Sadık Ömer Derkar'da başlattı, kendi köyünde. Bir iki günde Zaxo'nun tümü düştü. Biz o süreçte arkadaşlar da gönderdik. Hiçbir direnme olmadan düşürüldü. Bu alan düşürüldüktün sonra diğer örgütler gelmeye başladı. KDP- YNK gelip hazıra konmak istediler ve kondular da. Tabi ki biraz da işin arkasında ABD vardı. Bizim bu ayaklanmaya müdahale imkanlarımız son derece olmasına rağmen, önderlikte mücadelemiz zayıf kaldı. Gücümüz de fazla değildi aslında. Tüm nitelikli gücümüzü Kuzeye aktardığımız için o zaman Güneyde kalan yeni eğitim adaylarıydı. Bir de kongrenin hakkında soruşturma kararı almış olduğu bazı arkadaşlardı. Ve de bu M. Şener ile onun biraz etkisinde kalan arkadaşlar vardı. Yani elimizdeki güç de zayıftı. Sayı olarak da azdı. Bunun için buradan -Akademi sahasından- güç istedik. Eğer güç gelirse, zamanında ulaşırsa, müdahalelerimizi güçlendiririz. Önemli sonuçlar da yaratabiliriz, diye düşündük. Varolan gücümüz yeterli değil çünkü her taraf açılıyor, her taraf düştü. Yani her tarafa el atmak için biraz kadro gerekiyordu. Örgütlemek, denetim kurmak için. Şimdi, buradan arkadaşlar gönderilmişti. Ama gönderdikleri kişiler, Güneyde hiç eğitim almayan, hatta bizi yeni tanıyan bir sürü insan. Bunların orada yapacağı fazla bir şey yoktu tabii. Daha kendisi PKK’yi tanımıyor orda kitleyi nasıl örgütleyecek? Yani, o gelen gücün fazla bir yararı olmadı. Bu ayaklanma, giderek halkçı bir karakter kazanabilir, giderek bizim etkinliğimiz artabilir. Gelişmeler, kendi kontrollerinden çıkabilir. Bunun için bunu sabote etme.
Gerçekten öncülükte yetmezliklerimize rağmen, gücümüz de fazla olmamasına rağmen yine de bazı çalışmalar kitlede etkinliğimizi artırıyordu. Hem Zaxo'da hem Duhok'ta, hem Hewler'de bu görülüyordu da. Binlerce kitle bizim sloganlarımızla, bayrağımız altında yürüyüşler. protestolar vb. yapıyordu. Bu, onları ürküttü tabi. Şimdi ABD'nin, emperyalist güçlerin müdahalesi salt Güneye değildi. Onların daha farklı yaklaşımı vardı. Yani Füneyi provoke etmek, kontrol altına almak, ezmek, karşı devrimin bir süsü haline getirmek, böylelikle hem Kuzeyi vurmak ve Kürdistan Devrimini boğmak. Hem Ortadoğu'da gelişebilecek devrimci, demokratik ilerici hareketlenmeleri boğmak. Bütün bunlar tabi ki Güney Kürdistan'ın tam kontrolünden geçiyor. Oysa ayaklanma kendiliğinden de gelişse, onların kontrolünden çıkabiliyor. Halkçı bir karakter kazanabiliyor. Alelacele buna müdahale ettik. O kaçışı aslında onlar örgütledi. YNK ve KDP vasıtasıyla, ABD'nin taktiğiydi o, İngilizlerin taktiği. Yoksa öyle kaçılacak bir durum yoktu. Saddam'ın öyle bir gücü de yoktu. Bunlar, 'Kaçın, Saddam gelecek, geliyor' diyerek, kitlede bir panik başlattılar ve kitleyi hızla Türkiye, İran'a sürdüler. Daha sonra ABD, emperyalist güçler güya, 'konumu koruma' adı altında bunları tekrar geri getirip, yerleştirdi. Böylelikle hem o gelişmenin önüne geçti, hem de tümüyle halkı aldatarak kendi kontrollerine geçirdiler. YNK ve KDP'yi de bu dönemde güçlendirerek bunlarla tam bir denetim kurmaya gittiler. Yani, o bilinçliydi.
Bu halkın kaçış sürecinde, önemli bir fırsat doğmuştu. Şu anlamda, yani silah. Gerek ayaklanma döneminde, gerek kaçış döneminde bu biraz değerlendirildi, ama yine yeterince değerlendirilemedi. Eğer iyi değerlendirilseydi, çok sayıda malzeme temin etmek mümkündü. Hareketin bu yönlü ihtiyaçlarını gidermek tümüyle mümkündü. Bunu da yeterince değerlendiremedik. Ancak kısmen değerlendirip, biraz ihtiyaçlarımızı karşıladık. Ama daha fazla -ilerisi için-imkan elde edebilirdik. Bu imkan vardı yani. Tabi KDP’lilier bize vermiyor, TC'ye veriyordu. Yurtsever kesimler, bize biraz sempati duyan kesimler veriyordu. KDP'liler açıkça, 'PKK'ye vereceğinize, TC'ye verin.' diyorlardı. Bu süreçte Saddam'ın kitlenin peşine takılarak, Haftanin'de belli yerlere gelmesi var. Bunlara karşı bazı eylemler yapıldı. O ......... denilen yer var, bir taburluk gücü var Saddam'ın. Oraya saldırıldı ve ele geçirildi. Esirler vardı. Getirilip, Güney kitlesine teslim edildi. Yine Batufa yolunda kurulan bir pusuda asker, subay yakalandı. Getirilip, halka teslim edildi. Aslında o zaman Saddam'ın Zaxo'daki toplam gücü 200 askerdi. Bu da öğrenilmişti yakalanan Irak askerlerinden. Zaxo’ya karşı tekrar bir müdahale başlatmak istedik. Fakat tam o sırada ABD'nin, İngiltere'nin geri çekme, halkı götürüp yerleştirme durumu olunca artık bu gerçekleşmedi. Yani o süreçte yaşanan durum buydu. Güney kitlesinde korkunç bir moralsizlik, yıkım vardı. Biz, o yakaladığımız askerleri götürünce, moralmen biraz düzeldi. O, kitlede PKK'ye olan güveni daha da geliştirdi.
Bir de eğer kampanyayı Kuzeyde başlatmamış olsaydık, o kitle gerçekten çok büyük acılar yaşayabilirdi. Kuzeyde kampanyaların başlatılması bizzat malzemeleri getirenlere 'Askere teslim etmeyin, halka getirin, ulaştırın.' dedik. Çünkü asker ve çeteler vermiyor, el koyuyorlardı, kendilerine alıyorlardı. Bu zordu ama halka ulaştırıldı. Burada hatamız, öncülük olayında hem geç kaldık, hem de el attığımızda bile bunu yönlendirmede yetersiz kaldık. Esas hata oradaydı. Yani öncülüğünüzün yetersiz kalması, gelişmelerin yeterince doğru değerlendirilememesi, ortaya çıkan fırsatın değerlendirilememesi söz konusu. Eğer değerlendirilebilseydi, biraz daha olumlu sonuçlar almak mümkündü. Her bakımdan, silahlanmadan tutalım, taraftar kitle oluşturuncaya kadar biraz oradaki harekete zayıf da olsa damgasını vurabilirdi, bu imkan vardı ama kaçırdık. Bu, yetersizliğimizden, geriliğimizden kaynaklandı. Öngörüsüzlüğümüzden kaynaklandı. Yani partinin, Parti Önderliği'nin değerlendirmeleri, kongrenin buna dair aldığı kararlar hayata doğru geçirilemedi. Geçirilseydi, dediğimiz gibi daha iyi sonuçlar alınabilirdi. Kongre sonrası yapılan çalışmalar esas olarak Kongre gerçeğinin alanlara taşırılması, o temelde yapının düzeltmeye tabi tutulması ve mevzilendirilmesiydi, ki 91'e kadar esas savaşımız da, gücümüz de Botan'a sıkışmıştır. Diğer yerlerde de çalışmalar vardı fakat zayıftı. Fazla bir varlık gösteremiyordu. Biraz 89'da, 90'da Amed'de belli bir çalışma vardı. Diğer yerlerinki denilebilir ki, biraz Botan'dı. Eğer Botan'da açılım sağlanmazsa, savaş burada sıkışıp kalacaktı. Böyle bir tehlike vardı. Hatta bir anlamda TC'nin izlediği şey zaten savaşın, gerillanın örgütün diğer alanlara yayılmasını engellemek, Botan'da sınırlamaktı, burada kaldığı müddetçe ciddi bir tehlike yaratmayacaktı, hatta giderek tasfiye olacaktı. Zaten TC buna çalışıyor. Önemli ölçüde de başarı sağlıyor. Bunu kırmak, aşmak gerekiyordu. Hem Botan da böyle işlerlik kazanabilirdi.
Kongre sonrası açılımlar yapıldı, diğer eyaletlere önemli aktarmalar gerçekleşti. Bu aktarmalarda da ciddi bir kayıp yaşanmadı. Birçok eyaletin oturması 91-92 sürecinde gerçekleşti zaten. Yani, kongre sonrası gerçekleşti bu açılımlar. Tabi ki diğer alanlara açılım yapmak öyle sanıldığı gibi kolay değildi. Bu alanlara açılım da dikkat edilmesi gereken hususlar vardı. Bunlara dikkat edilmezse açılım yapalım derken, darbe de yenebilirdi. Alanların özellikleri var. Düşmanın bu alanlarda mevzilenmesi var, gücümüzün o alanlara yabancılığı var. Bu aktarımın mutlaka sağlıklı gerçekleşmesi gerekiyor. Bu amaçla Botan biraz zayıf da bırakılsa, ki bu risk de göz önüne alınarak diğer eyaletlere biraz daha zorluklara dayanabilecek, biraz tecrübeli arkadaşlar seçilip, aktarıldı. Bir, öyle olmak zorundaydı. Çünkü ilk kez oralara giriliyor. Oralara girebilmek, tutunabilmek için gerçekten başlangıçta epey zorluklar vardı. Bunu herkes göğüsleyemez. Göğüsleyebilecek bir kadro yapısının, savaşçı yapısının seçilmesi gerekir oralar için. Biraz bu gözetildi. Tabi o zaman Botan'da sorumluluk yüklenen arkadaşlar bunun kendileri açısından değerlendirdikleri için buna itirazları da oldu. Bazı arkadaşlar hatta tepki de duydular. Zaman zaman bu tepkilerini talimatları boşa çıkaracak düzeye bile vardırdılar. Gerekçe olarak şunu ileri sürmüşlerdi, talimat bölümünde birtakım şeyler yüklendiğinde, “Kiminle yapacağız? Varolan gücün hepsini gönderdiniz. Zayıf güçleri bıraktınız.
Dolayısıyla da bu durumlar bundan ötürü yaşanıyor. Zamanında da biz söylemiştik.' Bu da boşa çıkarmanın gerekçesi. Bu tabi ki örgütü geneli mücadeleyi bir yönüyle yaşamak oluyor. Tüm yönüyle değil. Halbuki bir örgüt adamı, hele hele taktik önderlik merkezi düzeyde görev alan arkadaşların örgütün genelini düşünmeleri gerekir. Sadece kendi eyaletini düşünmek olmaz. Veya sadece kendini düşünmek olmaz. Bazı arkadaşlarımızda tabi ki bunlar vardı, hala da bunlar var. Kendi eyaletini, birliğini görüyor, sanki diğeri bambaşka bir ülke, başka bir ordunun güçleri, bu nedir? Partiyi çok geri düzeyde yaşayan bir kişinin içine girdiği tutumdur. Partiyi yaşamayan, mücadeleyi yaşamayan bir kişinin sergilediği bir anlayıştır. Bir devrimci ister merkezi düzeyde, ister daha alt düzeylerde olsun, kendisinin düşündüğü kadar, arkadaşını da düşünür, kendisini düşündüğü kadar örgütü de düşünür. Kendi eyaletini düşündüğü kadar diğer eyaletleri de düşünür. Kendi birliğini düşündüğü kadar diğer birlikleri de düşünür. Doğru tutum budur.
Diğeri PKK ile bağdaşmayan bir tutumdur. “Benim eyaletim güçlü olsun, benim malzemem iyi olsun, diğerlerine ne olursa olsun”. Bu anlayışla da çok mücadele ettik. Bu anlayışı kim geliştirmişti? Yine o Hogır'la Metin, Sarı Baran. Eskiden bu tür anlayışlar bizde yoktu. Bunlar hep geliştirdi. Silah beğenmeme, yer beğenmeme, kendi birliğine güçlü adamlar alma, diğerlerine zayıflarını verme, en iyi silahları kendi birliğine alma, başkalarına kırık dökük şeyler verme. Bunların geliştirdiği şeylerdi. Zaten parti yaşamı, ordu yaşamı birazda böyle aşınmış, oynanmış. Ne disiplinden bir şey kalmış, ne değere bağlılık denen bir şey kalmış. Adeta özel mülkiyet geliştirilmiş. Herkes kendisine bir şeyler alıyor. Hem de en iyisini. Nerede, nasıl en iyisi varsa hepsini alıyor. Benimdir diyor. Başkalarını yararlandırmıyor. Böyle bir anlayış körüklemişlerdi. Bu hemen hemen şu veya bu düzeydeki arkadaşlara da bulaşmıştı. Bu tehlikeli bir anlayıştı aslında. Hatta Güney'de elde ettiğimiz bazı malzemeleri bazı eyaletlere gönderdiğimizde bakıyoruz ki ulaşmamış. Yolda değişmiş, kaybolmuş, almışlar. Gece dürbünü elimize geçmişti gerekli olan yerlere, Mardin, Garzan, Amed buralara gönderdik. Botan'a tek bir tane vermedik, daha sonra elimize geçerse göndeririz dedik. Bu eyaletlere bir kısmı gitmiş, bir kısmı Botan'da kendilerine alınmış. Malzeme gönderiyoruz, silah gönderiyoruz, en iyisinin içeri gönderilmesi gerekir. Botan her zaman bulabilir. Her zaman bulsan da içeriye ulaştıramayabilirsin ama bakıyoruz ki değiştirmiş, almış eskisini göndermiş veya almış başkalarına göndermiş. Böyle yozlaşma, dejenere olma vardı. Bunlar çok önemli şeylerdir. Bunlarla mücadele edildi.
CEMİL BAYIK (HEVAL CUMA) 16.BÖLÜM
YORUM GÖNDER