PARTİ TARİHİ (9. BÖLÜM)
Yine bu dönemde Türkiye çalışmalarına el atılmıştır. 83'te bu çalışmalar için Piro Arkadaşı göndermiştik. Piro Arkadaş geçen yıl Sarıkamış'ta Şükran Hocalarla şehit düştü. Bu arkadaş gittikten bir süre sonra polisin tuzağına düştü. Dilaver denen unsurun amcasının kızıyla duygusal ilişkiye girdi. Dilaver'ler eski sempatizanlardır, bunlarla ilişkiye geçer. Böylece Türkiye temsilcisi olarak gönderildiğini öğrenirler. Bu kız da ajanlaştırılmıştır ve duygusal yaklaşır. Piro Arkadaş girilen ilişkiyi sakıncalı görmüyor, oysa ki ilişki polis ilişkisidir. Kızın abisi de polistir. Zaten Dilaver’in durumu da daha sonra ortaya çıkacaktır. Bu duruma daha sonra tekrar değinilecektir. Yine bu dönemde her ne kadar gücümüz ağırlıklı olarak Botan'a taşırılmışsa da diğer alanlar da boş bırakılmamıştır. Diğer alanlara da küçük birimlerle müdahaleler yapılmıştır. Tek Serhata-bugün ki adıyla- grup ulaştırılmamıştı. O zamana kadar da Serhat'taki gruplarla bağlantı kurulamamıştı. 12 Eylül'de, geri çekilme döneminde bu gruplar ilişkisiz kalmış, uzun süre öylece kendilerini korumuşlardı. Bunun dışında 83'te hemen her alana küçük birimler gönderilmişti. Fakat Botan esas alınarak, esas güç de Botan'a aktarılmıştı. İşte, merkez toplantısına da 84'ün başında girildi. Bu toplantıya, Avrupa'dan Ziyad, Cafer onlarda çağrılmıştı. Toplantı her ne kadar merkez toplantısı olsa da kongre niteliğini taşımaktadır. 3. Kongre'de ele alınan, çözümlenen, kararlaştırılan tüm sorunlar bu toplantıda da gündemleştirilmiştir, Parti Önderliği tarafından. 3. Kongrenin ön hazırlığıdır denilebilir. 84 Şubat'ın da yapılan bu toplantıda Parti Önderliği'nin yaklaşık 850 sayfalık değerlendirmeleri vardır. O değerlendirmeler kitap olarak da yayınlanacaktı fakat Fatma unsuru bunu engelledi. O kitabın zamanında çıkmamasını bilinçli sağları. Sosyalizmin sorunları ele alınmıştı. Parti Önderliği'nin o zamanki değerlendirmeleri şuydu, 'Varolan sosyalizm, sosyalizmden sapmıştır. Varolan komünist partileri, komünist parti olmaktan çıkmıştır. Varolan sosyalizmin ciddi sorunları vardır, sapmaya uğramıştır. Bu partiler, komünist partileri olmaktan çıkmıştır. Ya kendilerini fesh etmeli yada yeniden örgütlenmelidirler. “yani daha 84'te reel - sosyalizmin bugün içine düştüğü durum belirtilmiştir. Ve bunların bu tarzda yürüyemeyeceği de belirtilmiştir. Ki bu değerlendirmeler, 89'da pratikte ispatlandı. Toplantılarda, görüşmelerde, konuşmalarda bunların durumları ortaya konulduğu için komünist partileri ciddi rahatsızlık duydular. Hem de PKK'ye saldırılar başladı, 'PKK Sovyet'lere, sosyalizme dil uzatıyor, komünist partilere dil uzatıyor. Bunları sosyalist, komünist olarak görmüyor, yalnızca kendisini görüyor. Böylesi eleştirileri hatta saldırıları olmaya başları. Fakat doğru olanın PKK olduğu şimdi açık bir gerçek haline geldi. O zaman Parti Önderliği dışında kimse bu gerçeği görmemiştir. Yine, öncülük, merkezleşme, örgütsel sorunlar, ideolojik sorunlar tasfiyecilik, insanlığın durumu gibi sorunlar ele alınmıştı. KDP'nin tutumu pratik önderliğin durumu, durumunda ısrar ederse nereye götüreceği çok açık konulmuştu. Partiye bağlılığın önemi, Semir-Süleyman olayı ve buna bağlı olarak Ziyad ve Cafer'in durumu ele alınmıştı. Yine her arkadaşın durumu Parti Önderliği tarafından tek tek ele alınmıştı. Pek çok arkadaşın durumu isim verilmeden ortaya konulmuştu. Toplantıda kararlaştırılan hususlar vardı. En önemli husus, ülkeye dönülür dönülmez gücün Botan'a üslendirilmesiydi. Üslenme sorunlarının hızla halledilerek, gerillanın icra edilmesi. Yine Parti ortamının arındırılması, bir bütün olarak gözden geçirilmesi, Partinin merkezinde başlayarak, en alta kadar örgütlendirilmesi, bunun mutlaka başarılması ve oturtulması. Yine Süleyman'ın durumu, Süleyman o zaman tutukluydu, soruşturmadaydı. Toplantıda onun hakkında kararlar alınmıştı. O toplantıdan sonra Avrupa'ya tekrar müdahaleler yapılmıştı. Semir olayında Ziyad ve Cafer'in takındıkları tutum daha o toplantıda eleştirilmişti. Daha sonrasında tekrar müdahale oldu . Esas olarak da ülkenin durumu söz konusuydu. Bu toplantıdan sonra ülkeye gidildi. Lolan'da bu toplantının sonuçlarının yapıya özümsetilmesi amacıyla toplantılar yapılacaktı. Alınan kararlar doğrultusunda yapı harekete geçilecekti. Abbas Arkadaş gider gitmez oradaki merkezi arkadaşlara şunu söyledi, 'Konuşmak istediklerinizi ben konuşamam.' Toplantıya gelmişti ve toplantıya gelen insan konuşmak için gelir. Konuşmaması veya neyi konuşmadığı oldukça dikkat çekmişti. Durumu daha sonra öğrendik ki, o belirtilen meseleydi. Aslında, kadronun durumunun zayıf olduğunu, Botan'da taktiğin geliştirilemeyeceğini, taktiğin doğru olmadığını, Önderlik sahasının değerlendirmesiymiş gibi aktaracakmış. Fakat Parti Önderliğinin toplantıya yaklaşımını görünce, söyleyemiyor. Toplantıdaki kararlara katılıyor, oraya gidince de arkadaşlara bunu yansıtmak istedi. Tabii konuşmanın üzerinde durmak gerekiyordu çünkü öyle yabana atılacak bir konuşma değildi. Sorulduğunda, toplantıyı fazla uzatmak istemediğini söyleyince, üzerinde duruluyor. Aslında biraz parti bilinci olan bu tutumun altında bir şeyler olduğunu anlar, anlamak zorundadır. Bunu ortaya çıkarmak zorundadır. çünkü Partiyi ilgilendiren bir meseledir. Toplantılar yapılarak, sonuçlar aktarıldı, tüm yönleriyle olmasa da esasta biraz yansıtıldı ve problemli yeni eğitim adayları dışındaki tüm gücümüz hızla ülkeye aktarıldı. Lonan o zaman merkezi bir kampımızdı. KDP'nin merkezinin bir kısmı da orada kalıyordu. Esas merkezi ise İran/ Rajan'da kalıyordu. Abbas Arkadaş onlarla gitti ve Lolan'da ben kaldım Süleyman'da oradaydı, yeni eğitim adaylarının eğitimi, derginin çıkarılması, KDP ile ilişkiler vb. oradan yürütülecekti. Savaş, gerillaya hazırlık, tüm güçlerin komutası, komuta sorunu, çözümü bunlar hep Kuzeyde yönetiliyordu Bu arkadaşlar gittikten sonra eski tutumlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Parti Önderliği'nin talimatları peş peşe geliyor, 'Kararlar uygulanmalıdır, ertelemeci davranılmamalı, eski tutumlar devam ettirilmemelidir. 'O zaman Ziyad, Cafer, Fatma, Fuat'da gönderilmişti ve her gelenle talimat da gönderilmişti. Fuat Arkadaş, Parti Önderliği'nin talimatı olarak, 'Çeşitli örgütler Süleyman meselesini sorun yapıyor. Kendisi gazetede yayınlanmak üzere bir rapor yazsın. Eğer olumlu bir rapor yazarsa gazetede yayınlarsınız. Serxwebun'da çıksın. 'İletmişti. O zaman toplantıda alınan kararın uygulanması görevi bana verilmişti. Ancak bu konu toplantıda bu şekilde tartışılmamıştı ve gelen talimat kafamı karıştırmış, ikircikli bir durum yaratmıştı. Yine de Parti Önderliği'nin talimatıdır diyerek -o dönemde diğer örgütlerin bunu mesele yaptığı da biliniyordu-Süleyman'a raporu yazması söylendi. Fazla iyi bir rapor olmasa da raporu yazdı ve ben raporun arkasına, 'Bunu Parti Önderliği'ne iletin ve onaylarsa yayınlayın, yoksa yayınlamayın' notunu düşerek Avrupa'ya yolladım. Bu durumda, Süleyman'a karşı da ikircikli bir duruma girdim ve soruşturmanın yönü biraz değişti. Ki böyle bir talimatın olduğu da doğru değildi ve bu daha sonra pahalıya patlayacaktı. En son arkadaşlar Lolan'a gittiğinde -Haziranda- Parti Önderliği'nin yeni bir talimatını iletmişlerdi. Artık toplantı yaparak silahlı mücadeleyi ilan etmek gerektiğini belirtiyordu. Bunun üzerine Abbas Arkadaşlara haber verildi Agit Arkadaşlar oldukça içerde, Eruh taraflarındaydı o açıdan onlara haber verip, beklemek epey zaman alacaktı. Varolan arkadaşlarla toplantı yapıldı. Zaten toplantıda tartışılacak öyle fazla mesele de yoktu. Merkez toplantısı yapılmıştı ve kararların hayata geçirilmesi gerekiyordu. Talimatta istenen de bu. Kararların neden hayata geçirilmediği tartışılacak ve silahlı mücadele resmen başlatılacak. Toplantıya gittiğimizde Abbas arkadaş hala işleri tartışmak, sürüncemeye bırakmak, ertelemek istiyordu. O zaman benim tavrım ya görevimize sahip çıkalım, ya bu işi bırakalım, partiyi aldatmayalım şeklinde sert bir çıkıştı. Toplantıda HRK'nin ilanı bu şekilde çıktı, Parti Önderliğinin peş peşe talimatlarıyla çıktı. Adeta bizi mecbur bıraktı. Eğer bize kalsa o güç öylece çürüyüp gidecekti. Onun üzerine silahlı mücadelenin ilanı kararlaştırıldı. silahlı mücadele ilan edilirken aynı zamanda cephe de ilan edilecekti. Hatta ERNK ilan edilecek, silahlı eylemle HRK'nin de bildirisi dağıtılacaktı. Bunun için de tarih olarak 14 Temmuz uygun görülmüştü. Hayri’lerin, Kemal’lerin büyük ölüm orucunu başlattıkları gün. Ve bu eylem partimizi kurtaran eylemdi. İşte bu önder arkadaşların anısına bağlı kalınarak, koydukları eylemin anısına bağlı kalınarak özüne bağlı kalınarak silahlı mücadele o tarihte başlatılmak isteniyordu. ERNK de o tarihte ilan edilecekti. Doğrusu da buydu fakat önümüzdeki süreç ele alındığında bunun gerçekleşmeyeceği ortaya çıktı. Yani zorlasak belki bazı şeyler olabilir fakat istediğimiz tarzda olmuyordu. Aceleye getirmenin yarardan çok zararı olacaktı. Bu açıdan 15 Ağustos tarihi tespit edildi. Yani 15 Ağustos, 14 Temmuz anlamını taşır. 15 Ağustos tarihinde hem Şemdinli, hem Çatak, hem de Eruh baskınları gerçekleşecekti. Bu eylemlerin aynı anda ve başarılı olmaları gerekiyordu. Tabi ki bu düşmana bilgi sızmaması açısından gizli tutuldu. Bunun hazırlıkları da gizli tutuldu. Toplantıda HRK'nin kuruluş bildirisinin hazırlanması görevi Abbas Arkadaşa verildi. ERNK'nin kuruluş bildirisinin hazırlanması görevi de Fatma unsuruna verildi. Kendisi gelirken Önderlik biraz onunla konuşmuştu. Cephe meseleleri hakkında konuşmuştu hatta kendisi cephe ilanı için bir yazı hazırlayacağını söylemişti. 'Kuruluş bildirisini ben yazayım dedi ve kabul edildi. Toplantıdan sonda bu kararın pratik örgütlendirilmesine geçildi. Bazı afişler, bildiriler, talimnameler hazırlandı. Bazı malzemeler çeşitli yerlere aktarıldı. Ebubekir Arkadaş, Agit arkadaşların yanına gönderildi. 15 Ağustos'un pratikteki Örgütlendirilmesi görevi Agit Arkadaşa verilmişti. O dönemde Şemdinli'de Mustafa Ömürcan Arkadaş vardı. Gözlüklü Ali dediğimiz Bingöllü arkadaş. Daha sonra intihara sürüklendi. Sevgat, Erdal vb. arkadaşlar eylemlerde yer aldılar. Gözlüklü Ali ve Mustafa Ömürcan Arkadaşlar Şemdinli eyleminin sorumlusuydular. Çatak eylemini Terzi Cemal yürütecekti. Eruh eylemini de zaten Agit Arkadaş bizzat kendisi üstlenmişti. Mustafa Yöndem, Erdal, Bedran onlar var. Hazırlıklar yapılacaktı, kendilerine bildiriler ulaşacaktı ve öyle harekete geçeceklerdi. Bir takım değişiklikler vardı ve bunu çok az sayıda arkadaş biliyordu. Biz yapılan toplantıda hep eylem öncesi üzerinde durduk, sonrası üzerinde fazla durmadık. Yani bu eylemler gerçekleşirse ne tip sonuçlar çıkarabilir, buna göre ne tip hazırlıkların olması gerekir, bunları fazla tartışmadık. Daha çok eylemler sonrası Türk ordusu her tarafı yakar yıkar, darbe yememek gerekiyor şeklinde kaldı. Ama nasıl darbe yememek gerektiğini de fazla tartışmadık. Ama bunu o zaman göremedik, daha sonra gördük. Halbuki bir eylem başlatılırken, onu tüm yönleriyle ele almak gerekiyor. Öncesi ve sonrasıyla, olumlu ve olumsuz sonuçlarıyla, en kötü ihtimalleriyle ele almak gerekiyor. Eğer böyle olursa olumlu sonuçlarından yararlanılabilir. Bir de olumsuz sonuçlanırsa, daha önce hesaplamadığımız için çok olumsuz sonuçları daha sonra ortaya çıkacaktı. Lolan'da Süleyman'ın soruşturmasından ben görevliydim. Toplantı bitip, arkadaşlar gittikten sonra Parti Önderliği'nin 'Bazı güçler Süleyman ve Davut'u kaçırmak isteyebilirler, dikkatli olun' uyarısı gelmişti. Bazı tedbirler almaya çalıştık. Süleyman saray gibi bir yerde kalıyor, dışarı çıkıyor, istediği gibi gezip dolaşıyordu. Daha sonra Savur'da merkezi düzeyde şehit düşen Süleyman Aslan Arkadaş vardı. 13 arkadaşla birlikte şehit düşmüşlerdi. Süleyman'ın yanında kalan birimin sorumlusu bu arkadaştı. Bu arkadaşa Davut'u alacağımızı Süleyman’ı ise ertesi gün alacağımızı söyleyerek merkez kampa gittim. Daha sonra bu arkadaşın, da oraya geldiğini gördüm arkadaşa ne için geldiğini sordu. Arkadaş, diğerlerinin kendisini şeker almak için gönderdiğini söyledi. Hemen durumu anladım ve kampa döndük ancak Süleyman'ın kaçırıldığını gördük. Bunu yapan sağır Cuma ve Hüseyin diye Muş'lu bir unsur. O zaman örgüt karşısındaki durumumu partinin yürüttüğü bir mücadeleyi, sonuç aldığı bir mücadeleyi tersine çevirmek şeklinde düşündüm. Ve döndüğünde Fatma unsuru ne olduğunu sordu, Süleyma'nın kaçtığını söyleyince, 'Yazık oldu sana' dedi. Ben ise 'Bana değil, örgüte oldu' deyince, Fatma ısrar etti. Fatma'nın bu tutumu da bilinçliydi. İnsan psikolojisini iyi bildiği için bunu yapıyor. Görevi bu, insanları çökertmek. İnsanın eksikliğini kavratarak, kurtarmayı değil, onu hatasında boğmak, yanlışında boğmak. Adeta bir insanın eksikliğini görüp onu tüketmek için çaba gösteriyordu. En belirgin özeliklerinden biri buydu. Fatma olayı mücadele tarihimizde önemli bir olaydır. Dışarıda bir döneme Fatma damgasını vururken, içerde de bir döneme Şener damgasını vurur. Parti Önderliği'nin Fatma şahsında yürüttüğü bir mücadele var. Kürt egemen sınıflarını yenme, geleneksel iş birlikçi Önderliği yıkma, yine kadın gericiliğini yenme. Fakat biz bunu anlamaktan çok uzaktık. Fatma'nın her şeyine yıllarca tahammül etti, biz bir gün tahammül edemedik. Parti Önderliği yıllarca sabretti ve sonuçları şimdi görülüyor. Hem Önderlik, hem örgüt hem de kadın açısından görülüyor. En olumsuz bir ilişkiden dev gibi bir gelişmeyi sağladı. Kadın gericiliğinden, kadının özgürlüğünü sağladı. Eğer PKK saflarında bu kadar kadın arkadaş varsa ve kimlik mücadelesi kazandırılmak isteniyorsa, biraz da Fatma mücadelesinden kaynaklanıyor. Gerçekten dayanılmaz bir ilişkiye dayanarak, bundan bir özgürlük ilişkisi yaratıyor. Kadın gericiliğini tersine çeviriyor. Fatma, işbirlikçi önderliğe soyunuyor, onu dayatmaya çalışıyor PKK'ye. Önderlikle mücadelesinin bir özü de budur. İşbirlikçi Önderlik mi yoksa bağımsız Önderlik mi? Sonuçlarının oldukça kapsamlı olduğu bugün görülüyor. Daha o dönemde Parti Önderliği’nin kadını Özgürleştirme çabası var ama o çabalar başlangıçta 2.planda kalıyor. Fatma’nın da bu çabalardan haberi var. Bunu boşa çıkarmak için yürüttüğü bir savaş var. O dönemde saflarımıza katılan bayanları biraz özgüleştirmek, yürütmek için Önderliğin çabaları varken, Fatma bunları boşa çıkarmaya çalıştı. Bunun için özel olarak uğraştı, hatta denilebilir ki son dönemde bütün çabasını bunun üzerinde yoğunlaştırdı. Tüm bayan arkadaşlara el atarak onları kötürümleştirdi. Hepsini bitirdi, problemli hale getirdi. Öyle yaptı ki, tutmak da, tutmamak da mesele, vurmak da, yaşatmak da mesele. Bayanlarla birlikte bazı erkekleri de o duruma getirdi. Bir yandan sözüm ona evliliklere karşı çıkıyor, 'Bakın Parti Önderliğinin de böylesi bir ilişkisi var. Sizin de böyle yaşamanız gerekir' diyor diğer yandan. Herkesin kafasına bunu sokuyor. Öyle çıktılar ki sonradan, hepsi çiftleşmiş. Çok ilginç şeyler çıkardı ortaya. Hem birçok bayanı hem de birçok erkeği bitirdiği bir gerçek. Yani kadının Özgürleştirilmesi faaliyetine kadının gericiliğini dayatarak bitirmek istedi. Birçok bayan arkadaşın kendisine gelememesinin nedeni Fatma'dır. Mesela Lolan'da Önderliğin yanına alarak üzerinde durduğu bayan arkadaşlar vardı. Eksiklikleri, yetersizlikleri vardı ama o günkü koşullarda gerçekten saygı duyulacak arkadaşları. Ama Fatma Lolan'dayken bütün arkadaşları birbirine düşman hale getirdi. Bayan arkadaşların hepsi birbirine karşı canavar kesilmişti. Birbiriyle yaşamak istemiyor. Konuşuyorsun, mesele halloluyor bir gidiyorsun, bakıyorsun eskisinden beter. Fatma o hale getiriyor. Bu durumu fark ettim ve onu ölümle tehdit ettim ve biraz durdu. Fakat arkadaşları öyle bir hale getirdi ki bir dana toparlanamadılar. Daha o dönemde Parti Önderliği'nin geliştirdiği bu çabayı böylece boşa çıkarmaya çalışmıştı. Süleyman'ın kaçışından sonra merkeze görevimi başaramadığın örgütün çıkarını temsil edemediğim için hakkımda tüzüğün işletilmesini istediğini belirten bir rapor yazdım fakat merkezden gelen cevapta bu isteğin mücadelenin gerçek sahiplerine iletilmesi gerektiğini belirten bir cevap geldi. Ben ise bu tavrından dolayı merkezi eleştirip gerçek sahiplerinin kendileri olduğunu, karar vermeleri gerektiğini belirtince, merkez görevimi devrederek Doğuya çekilmemi bildirdi fakat konumum görevim belirtilmedi. Burada bir süre bekledim ve cevap gelmeyince, tüzük kurallarını kendime işletmeye kalktım, Kendimi resmi görevden aldım. Bunu örgüt çıkarlarını gözeterek yaptığımı sandım. Fakat bir süre sonra aslında örgüte zarar verdiğim ortaya çıktı. Daha sonra Parti Önderliğiyle yapılan bir görüşmede, 'Süleyman kaçtıysa canı cehenneme. Fakat senin kendini o duruma getirmen doğru değil, kendine gel, 'dendiğinde bir uyarı yapılıyordu. Oysa bir örgüt adamı tepkiyle hareket etmez. Eğer tepki duyulacak bir şey varsa şüphesiz tepki duymak gerekir ancak bunu doğru düşünmeye ve doğru eyleme dönüştürmek gerekir. Yoksa o tepki zarar verebilir. Ki Parti Önderliği'nin tarzı da budur. Birçok olaya tepki duyar fakat o tepkisini doğru düşünmeye, yoğunlaşmaya, sorunu gidermeye yöneltir ve giderir. Bir çoğumuz bundan uzak bir noktaya düşüyoruz. Dolayısıyla da halkın dediği gibi “Keskin sirke küpüne zarar' bu oluyor. Tepkiyle kalkarız, birçok değeri bitiririz, zarar veririz. Hemen hepimiz günlük yaşantımızda örgüt çıkarına bağlı olduğumuzu söylüyoruz. Gerçekten öyle mi değil mi fazla belli değildir. Neyin örgüt çıkarına olup olmadığını fazla kestiremiyoruz. Birbirine karıştırıyoruz. Ben de örgüt çıkarını gözeterek hareket ettiğimi sanıyordum fakat Süleyman'ın kaçışından daha büyük zarar verdim. Kendisimi parti yerine koydum. Kendi durumumu değerlendirirken keyfilik, bireysellik, örgüte gelememe olarak değerlendiriyorum. Bir yandan kendimi parti yerine koyarken, diğer yandan örgütün dışında tuttum. Üstlendiğim görevlerin yerine getirilip getirilmemesinde oldukça keyfi davrandım ve o görevi yapıp yapmamakta kendimi özgür gördüm. Çokça yaşanan bir durumdur, yetkiyi sahiplenmemek, keyfi kullanmak, her türlü kararı kendi başına alarak uygulamak. Böylece bizim parti olduğu için bununla çelişen bir arkadaş olduğunda, sen partiyle çelişiyorsun, karşı çıkıyorsun diyerek canına okuyoruz. Parti çıkarı böyle gözetilmez. Maden partiye zarar verdim, o zararı gidermen gerekir. Bu boynunun borcudur. İşte o zaman partinin çıkarını korumuş olurum. Başka türlü partinin çıkarı korunamaz, partili olunamaz, partiye hizmet edilemez, temsil edilemez. Ayrıca ben merkezi görevlerime sahip çıkmayarak boşluk yarattım ve bu boşluktan Kör Cemal, Şehmmuz gibiler yararlandı. -Ki bu durumların daha sonra sonuçlarını çıkarmıştım -ve partinin başına bela oldular. Bu zararı görünce, parti içinde çıkan sonuçları gördüğümde uzun süre kendime gelemedim. Ve bu tür durumlara düşmemek için çok güçlü bir partililiğin şart olduğunu anladım. Eğer o dönemde durumu anlayan arkadaşlar olsa benim bu durumumda yardımcı olabilirlerdi fakat o da yoktu. Devrimci adam kendi başına da kalkar tabii ki. Benim o zaman ki durumum çok net anlaşılıyor ki devrim ile karşı-devrim arasında bir kişiliktir. Bunun için bu kadar zor durumlara düşüyor, kendisini bu durumlara düşürüyor ve kendisiyle birlikte Örgüte de zarar veriyor. 15 Ağustos'a bu koşullarda ulaştık. Eruh, Şemdinli basıldı. Ve hiç kayıp verilmeden başarılı bir şekilde tamamlandı. Fakat Çatak baskınını Terzi Cemal gerçekleştirmedi. Neden yapmadığını dana sonra şöyle izah ediyor, güya haber kendisine geç ulaşmış, hazırlık yapamadıkları için de basamamışlar. Aslında 15 Ağustos'u boşa çıkarmak için bilerek yapmıyor. Fakat o zaman üzerinde durulmuyor ve izahı yeterli karşılanıyor. Halbuki en geç haber Agit Arkadaşa ulaşmıştı. Buna rağmen onlar gerçekleştirdiler. Şemdinli baskınının başında Ömer arkadaş (M. Ömürcan), Gözlüklü Ali Arkadaş bulunuyor. Eruh baskınının başında Agit Arkadaş, Erdal, Bedran Arkadaşlar vardı. 15 Ağustos'un gerçekleştiği koşullar nasıl koşullardı? Türkiye'de 12 Eylül faşist rejimi’nin herhangi bir engel tanımaksızın kendisini örgütlediği ve oldukça da mesafe kat ettiği koşullar yaşanıyor. Devrimci hareketler önemli ölçüde darbe yemiş. Devrimcilerde alabildiğine bir inançsızlık, güvensizlik yaşanıyor. Devrimci harekette tasfiye yaşanıyor. Kitlelerde bir umutsuzluk, güvensizlik söz konusu. Ve tüm dünya bu rejimin her şeye muktedir olduğunu sanıyor. Rejim de kendisinden oldukça emin. Herhangi bir engelle karşılaşmayacağını, önüne koyduğu programı uygulayabileceğini sanmaktadır. Kürdistan ve Türkiye Halklarında devrimcilerin artık bir şey yapamayacağı düşüncesi egemendi. İşkenceler had safhadadır. İşte 15 Ağustos, bu koşullarda gerçekleşmiştir. Mücadelemizde önemli bir yeri kapsar. Halkımızın tarihinde ilk örgütlü silahlı direniş hareketidir. Ondan önce çoğunlukla kendiliğinden gelişen hareketler söz konusudur. Kendiliğinden gelişen isyanlar biçimindedir. İlk kez bilinçli Örgütlü geliştirilen ve kamuoyuna ilan edilen bir harekettir. Tarihsel açıdan, devrimin tasfiye olmadığı, devrimcilerin tasfiye olmadığı mesajını içerir ve bir umut olarak ortaya çıkar. Askeri açıdan ele alındığında oldukça başarılı bir çıkıştır. Hazırlık, planlama, uygulama süreçleri ve sonuçlar açısından oldukça başarılıdır. Yine 15 Ağustos atılımı, 12 Eylül rejiminin önünde ciddi bir engel olarak ortaya çıkar. 12 Eylül rejiminin örgütlediği, planladığı ve geliştirdiği adımları sekteye uğratır. Tersine çevirir. Türk egemen sınıfları 15 Ağustos atılımı karşısında paniğe kapılmıştır. Ummadıkları bir anda böylesi bir çıkışla karşılaştıklarında, neye uğradıklarını şaşırmışlardır. Ve ilk etapta ne olup bittiğini anlam verememiş, kavramamışlardır. Sadece anlamayanlar rejimidir,Türk egemen sınıfları mıdır? Hayır. Türkiye'-deki devrimcilerde kavrayamamıştır. Kürdistan halkı açısından da öyledir. Hiç kimsenin ummadığı, beklemediği bir dönemde gerçekleştirilen bir çıkıştı. Bunun için bir çok çevreyi şoka uğratmıştı. Onun için 15 Ağustos atılımı önemli bir olaydır. Denilebilir ki bir dönemin başlangıcıdır, bir tarihin başlangıcıdır. Bu çokça değerlendirilmiştir. Oldukça kapsamlı değerlendirmeler yapılmıştır. Bunlar biliniyor. Bu açıdan daha fazla değerlendirmeye gerek yok. 15 Ağustos biraz-bilindiği gibi-Agit arkadaşla anılır. Bunun nedeni vardır. Gerçekten 15 Ağustosun örgütlendirilmesinde, başarılı gerçekleştirilmesinde Agit arkadaşın rolü büyüktür. Bu açıdan agit arkadaşla anılır. Tabii ki 15 Ağustos'a gelinen süreç vardır. Adım adım örülen süreç vardır. Bütünüyle bu Parti Önderliği'ne aittir. Bunun pratikte gerçekleşmesi ise biraz Agit arkadaşa aittir. Yani 15 Ağustoş'ta emeği olanları da bilmek gerekiyor. Başta Parti Önderliği olmak üzere, Agit arkadaş, Mustafa Yöndem, Bedran, Mustafa Ömürcan, Ali arkadaşlar. Bu arkadaşların emeği vardı. Bunu da bilmekte yarar var. 15 Ağustos'la birlikte HRK ilan edildi. ERNK'nin de ilan edilmesi gerekiyordu. Ama ERNK ilan edilmedi. Nedeni de Fatma'nın kuruluş bildirgesini hazırlamaması. Ki, hep hazırladığını söylüyordu, tam belgenin istendiği an hazırlamadığını söyledi, onun için de ilan edilmedi. Bunun önünde geçilebilirdi, bir bildiriydi, bir günde de hazırlanabilirdi. Pratik önderliğin soruna yaklaşımı o zaman çok geride olduğu için, bir bildiriyi bile yazma zahmetine katlanmadı. Aslında yazılabilirdi ve ERNK'de ilan edile bilinirdi. Bunun için ERNK geciktirildi ve bu ciddi bir hataydı. 15 Ağustos sonrası değerlendirilmediği için gerçekten çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalındı. 15 Ağustos'la kitlelere bir mesaj verilmişti. Özellikle Botan'da. Botan'da köylülük dağa çıktı, bir isyan havası gelişti. Silahlı mücadele başlatıldı. Herkes savaşmak istiyordu. Köylüler bunun için dağa çıkmıştı. Fakat örgüt buna hazır olmadığı için, böylesi gelişmelere tahammül etmediği için bunu değerlendirmedi. Örgüt şaşırdığı gibi, halkta şaşırdı, düşman da şaşırdı. Halk savaşmak istiyordu. Savaştırılmadığı için halkta bir inançsızlık baş gösterdi. Hatta bir kısım insanlar evlerine gönderildi. 'Gidin evlerinize, köylerinize daha sonra sizinle ilişki kurarız. 'dendi. Bu yaklaşım halkta bir güvensizliğe yol açtı. Bu halkı dağlara çıkaran neydi? 15 Ağustos'un kendisiydi. Halkın tarihten kaynaklanan bir özlemi vardı. Bu özlemini yakalama fırsatına kavuşmuştu, savaşmak istiyordu. Ama bu imkan kullanılamadı. Bu halka da bu fırsat verilmedi. Bunun suçlusu kim? Bunun suçluları elbette ki pratik önderliktir. Halkı ayağa kaldırmış olmamıza rağmen, savaştırmadık. Evinde oturmasını söyledik. Tabii ki düşman bu insanları oturtmayacaktı. Düşman ne yaptı? Bizim yerinden oynattığımız bu insanları, örgütlemediğimiz için, savaştırmadığımız için düşman el attı. O örgütledi, o bize karşı savaştırmaya başladı. Burada önemli bir husus ortaya çıkıyor. Devrimci mücadelede bir yere el atıldığımı, orayı mutlaka örgütlemek gerekiyor. Eğer el etapta örgütlemesen, yerinde oynatıp da örgütsüz bırakırsan, düşman el atar, örgütler ve sana karşıda kullanır. Nitekim 15 Ağustos sonrası ortaya çıkan tabloda böylesi bir tablo. Birçok köylümüz, taraftarımız milisimiz hatta komitelerimiz bu durumu yaşadığı için, düşman bunları zorlada olsa çeteleştirdi. Ve bize karşı savaştırdı. Bugün Botan'da bize karşı savaşan bazı çete odakları, o dönemlerde ilişkide bulunduğumuz köylerdi, hatta milislerimizdi. Bu da yaygınca yaşanan bir durum aslında, hemen her eyalette yaşanan bir durum. Eğer sen örgütlemezsen, düşman örgütler. Yine buradan da anlaşılacağı gibi 15 Ağustos'la ortaya çıkan bazı sonuçlar var. Bu sonuçları kendimiz yaratıyoruz. Ama mücadelenin hizmetine sunamıyoruz. Mücadelenin hizmetine sunamadığımız için karşı-devrim bunu kendi hizmetine kanalize ediyor. Hem seni bundan mahrum ediyor, hem de bunun sonuçlarını kendisi toparlıyor. Devrimci çatışmada en çok dikkat edilmesi gereken hususlardan biri oluyor. 15 Ağustos'la silahlı mücadele de yeni bir dönem başlatılmıştı. Yani silahlı propagandadan gerillaya geçilmişti. Gerillanın ilanıydı. Fakat o günkü pratik önderlik, birazda Parti Önderliği'nin zorlamasıyla o adımı attığı için, inanarak atmadığı için, gerillaya inanmadı, savaşa inanmadı. Hiçbir zamanda savaşı üst bir düzeye sıçratmak istemedi. Onun içinde ne yaptı? 15 Ağustos'la başlatılan süreci tekrar geriye çekti. Yani gerilladan, tekrar silahlı propaganda taktiğine döndü. Bu savaşta çok ciddi bir olaydı. 15 Ağustos'u biz başlattık. İnisiyatif bizdeydi. Gelişmeler oldukça lehimizeydi. Ama biz bunu değerlendiremediğimiz gibi, birde bunu tersine çevirdik kendi elimizle. Düşman uzun süre, ne olup bittiğini anlayamamıştı. Bir gerilla mücadelesine zaten hazır değildi. Daha çok Kürdistanda har zaman o, klasik bir ayaklanma beklemiştir. Buna göre hazırlıklıdır. 15 Ağustos karşısında takındığı tutum da bu. Başlangıçta bir isyan biçiminde değerlendirir. Ona göre güç yığar, konumlanır, tutar. Fakat karşısında hiçte klasik bir isyan olmadığını görür, anlar. Bunu anlayıncaya kadar da, aslında yaptığı fazla bir şey yoktur. Bizi izleme, anlama, sonuç çıkarma sürecidir. Düşman şunu görür; Bir ayaklanma değil bu. Gerillada gelişmiyor, geliştirilmek isteniyor. Bunu fark ediyor, görüyor. Ama süreç biraz ilerlemiştir düşman açısından. O yıl yapacağı bir şey yoktur. Hazırlıksız yakanlamıştır. Birde olup bitenleri çok geç kavradığı için, daha sonrasına hazırlık yapar. O dönemde Abbas Arkadaşın yazdığı bir yazı var. 'Savaşı geliştirmeli miyiz' diye bir yazı. Parti Önderliği sık sık bu yazıdan bahseder. O yazıda da Abbas Arkadaşın ki sadece Abbas Arkadaşın değil, o dönemde savaşa öncülük eden pratik önderliğin- savaşa yaklaşım söz konusu. Yani ikircikli bir durum söz konusudur. Savaşı geliştirelim mi? Geliştirmeyelim mi? Aslında yazıda bunu net görürüz. Bu yazıyı Parti Önderliği gördüğünde, pratik önderliğin savaşa nasıl yaklaştığını, taktiğe nasıl yaklaştığını görür ve şiddetli bir eleştiriye geçer. İşte dedik ki savaşta, silahlı propagandaya geçmişsin, her türlü inisiyatif sende. Her türlü gelişme sağlayabilirsin. Sen bunu değerlendirmiyorsun, savaşa dayanarak, daha da derinleştireceğine, geliştireceğine tekrar silahlı propagandaya dönüyorsun. Bu nedir? Savaşı geriye çekmektir. Bu savaşa tersten yaklaşmaktır. Bu zaten savaşın kaybedilmesi anlamına gelir. İşte Parti Önderliği birazda bunu gördüğü için, sürece yüklenir. 1985 kayıpları bunun sonucudur. Yoksa düşmanın çok örgütlü, çok güçlü olmasının sonuçları da değildir. Bir neden budur. Ki esas nedenlerden biridir. Bunun yanında başka nedenlerde vardır şüphesiz. Onlara da değineceğiz. Yani 85 kayıpları böyle ortaya çıkar. Sadece 85 kayıplarıyla sınırlı kalmaz. Partinin ve silahlı mücadelenin tasfiyeye doğru hızla yol aldığı bir süreç olur. 15 Ağustos sonrası eğer, öncesinden değerlendirilmiş olsaydı, biraz hazırlık yapılmış olsaydı sonuç daha farklı olacaktı. Gerçekten ortaya çıkan bir ayaklanmaydı. Bunu bir ayaklanma tarzı ile sürdürmek, şüphesiz doğru değildir fakat, bu ayaklanma gerillaya dönüştürüle bilinirdi ve gerillaya dönüştürmekte gerekiyordu. Eğer bu başarılsaydı bugün bizim mücadelemizin geldiği düzey belki de çok daha ileri bir düzey olacaktı. Hatta belki bugün Botan çoktan kurtarılmış olacaktı. İşte bizzat kendi çabalarımızla hazırladığımız, ortaya çıkardığımız bir fırsatı değerlendirmememizin neye yol açtığı ortada. Tarihte her zaman fırsatlar ortaya çıkmaz. Bazen çıkar çoğunlukla da az çıkar. Eğer fırsatları zamanında iyi değerlendirirsen sonuç alabilirsin. Eğer zamanında değerlendirmezsen, elinden kaçar ve bir daha da o fırsatı yakalaman çok zor olur. Kaldı ki o fırsatı biz kendimiz yaratmıştık ve kendimizde kullanmadık. Bu büyük bir suç teşkil eder. Parti Önderliği'nin öfkesi bundan ötürüdür. Gerçekten, yurtdışına çıkış o kadar tehlike içerisinde, çok yoğun ve büyük çabalarla hazırlanan bir süreç var. Bu sürecin yaratığı eylemlilik var. Bunun değerlendirilmemesi var. Bu çok şeyi kaybettirmiştir mücadelemize. Ki 15 Ağustos'tan sonra o eylemin sürekli kılınması gerekirken, bunun koşulları da, olanakları da çok olgun olmasına rağmen, bu sürdürülmemiştir. Adeta gruplar saklanmışlar. 'Darbe yemeyelim, yeterlidir.' Düşman beklemede, bizim güçlerimiz beklemede. Halbuki 15 Ağustos'la düşman şaşkına dönmüş. Eğer bundan yararlanılarak, eylemler sürdürülseydi, o zaman bile Botan'dan sonuç alına bilinirdi. Zaten düşman hala Botan'da öyle örgütlü, güçlü değildi. Yani askeri olarak öyle bir gücü de yoktu. Halkta da büyük bir coşku vardı. Korku falan yoktu. Yani tüm yönleriyle avantajlı bir durumdaydık. Ama bunu değerlendiremedik. Gruplarımız hep beklemede kaldı, hep talimatsız kaldı, hep hedefsiz kaldı. Onun içinde süreç değerlendirilmedi, kışa öyle girildi. Tabii ki düşman uzun süre izledi. Bizden bir şey çıkmadığını, hatta savaştan çekildiğimizi görünce,geriye adım attığımızı görünce, bunu bize pahalıya ödetmek istedi. Onunda hazırlıkları yetersizdi ama hızla o kışın 84 - 85 kışında hazırlıklarını geliştirdi. 85'te esas hazırlığını yaptı. Düşmanın tutumu bu oldu. CEMİL BAYIK (HEVAL CUMA) 9.BÖLÜM |
YORUM GÖNDER