SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (61.BÖLÜM)
Hz. İbrahim’le bütünleştirilen Allah’ın yükseltilişi, bu yasayı geçersiz ilan etmeyle kesin bağlantılıdır. Birinci özellik “İnsan, Allah olamaz ” kuralıdır. İbrahim’in dini geleneğinde yaşanan coğrafya ve kabilelerin farklılaşan toplumsal yapısıyla Allah kavramının ilişkisi çözümlenmeye çalışılmıştır. Ama onun daha özgün yönü ve anlamı, Sümer ve Mısır tanrı ve din anlayışına karşıt olmasıdır. İnsan tanrı olamaz derken, bu aslında Firavun ve Nemrutlar tanrı olamaz anlamındadır ve ideolojik değeri çok yüksektir. İbrahim’in put kırma eylemi veya devrimi en büyük anlam değerini bu içerikte bulmaktadır. Nemrut ve Firavunların tanrıyla özdeşleşme çağının geçtiğini haykırmaktadr. İbrahim’in anlayışında yükselen Allah, bu içeriğiyle mutlak köleliğe önemli bir darbe indirmektedir. Oldukça ilerici ve özgürleştiricidir. Nitekim Hz. Musa’da bu çok daha somutluk kazanacaktır.
Tüm kabilelerin genel tanrısı olarak Allah nidaları her tarafı çınlattığında, bir yandan tanrı-krallar düzeni, diğer yandan kabilelerin oldukça tutuculaşmış totemik dönemi parçalanmakta, aşılmaktadır. Yüksek devrimci özü burada yatmakta ve tarihte bu nedenle önemli bir yer işgal etmektedir. Yükseltilen ve güçlendirilen Allah, güçlenen ve özgür lük düzeyi gelişen toplumdur. Yüzyıllarca “Allah! Allah ! ” nidalarıyla yürütülen eylemler, savaşlar, gerici ve tutucu bir aşamaya kadar en önemli devrimsel slogan işlevi görmektedir. Kapitalizm döneminde “yaşasın liberalizm, yaşasın sosyalizm, yaşasın millet” ne anlama geliyorsa, köleci ve feodal dönemde de “ Ya Allah, Allah birdir ” nidalarıda o anlama gelmektedir. Toplumsal çözümleme derinleştirildiğinde, bu sloganların altında yatan gerçekliği böyle tespit etmek zor değildir. Sıradan bir bilimsel dürüstlük bunun için kafidir. Allah’ın yüceltilmesinde üç aşamayı ayırt etmek mümkündür.
Birinci dönem, Sümer ve Mısır mitolojilerinden etkilenme ve kabile totemlerinden sonra gelen oluşum dönemidir. İki uygarlık merkezi arasında yoğunlaşan ticari ve kolonileşme ilişkileri, ideolojik alanda kimlik dönüşümünü zorunlu kılmaktadır. Kabilelerin genel tanrısı El giderek önem kazanmakta ve Hz. İbrahim’le tarihi bir hamle yapmaktadır. İkinci aşama İsa ile yapılmaktadır. Kavim dinine ve tanrısına dönüşen Musa süreci Yahudilik’te bir İbrani krallığına kadar gelişme sağlamasına rağmen, Hz. İbrahim geleneği asıl patlamayı İsa ile yapacaktır. Nasıl ki Sümer ve Mısır köleliği İbrahim ve Musa’yla bir karşıt cevabı bulduysa, İsa’yla da Greko-Romen köleliği karşıtını doğurmuştur. İbrahim ve Musa kavmin egemenleri olarak kendi Allahlarını yüceltirken, İsa tüm Roma ezilenlerine kendi yorumunu açmaktadır. İsa’nın Rabbi, babası konumundadır. Bu yönüyle Sümer geleneğinden oldukça etkilendiği açıktır. Babil tanrısı Marduk, bilge ve kurnaz Eridu tanrısı Enki’nin oğludur. Bir gelenek takibi söz konusudur. Sümer otoritesinin Babil’deki karşılığı Marduk şahsında ideolojik kimlik kazanmaktadır. İsa bu geleneğin ezilenlerin dünyasının karşılığı olarak, bir Kudüs versiyonu gibidir. Sümer geleneğini esas alırsak, tanrılar çağında üçüncü önemli aşamadır. Tek tanrılı dinleri içermektedir.
Önceki tanrılar daha çok kent, kavim ve bölge tanrısıyken, İsa’nın Rabbi (Rab=Efendi) tüm insanların ve yerin-göğün tanrısı olarak yüceltilmektedir. Bir dünya devleti olan Roma’nın yol açtığı evrensellik, tanrı kavramındaki değişimi oldukça etkilenmiştir. Maddi koşulların manevi alana yansıması bir kez daha önemli bir tarihi aşamaya yol açmıştır. İsa, Roma egemenliğinin insan zihni ve ruhu üzerindeki baskısına karşı Allah geleneğiyle verilen cevabı teşkil etmektedir. Gelenekte vicdani, ahlaki yanı ağır basan, ezilen herkese sahip çıkan ve hitap eden yeni aşamayı temsil etmektedir. Tutucu, Yahudi kavmine özgü tanrısından ve dininden de kopuşu temsil etmektedir. O kadar büyük etkiye yol açması, kaynaklandığı ve hedeflediği bu yapılarla yakından bağlantılıdır. Roma’nın nefessiz bıraktığı insanlık vicdanı, İsa ve babası Rabbin, Yahudi kahinlerine radikal tavır alışı ve Allah’ın yüceltilmesiyle, tarihi bir kopuş, başkaldırı ve kurtuluş imkanına dönüşmektedir. Milad’ın en büyük ve yeni ideolojik kimliği olarak tarihte yerini almakta, yeni bir tarih başlatmaktadır. İsa’nın Rabbi, dönem ve dayandığı sosyal kesimler nedeniyle, politik krallığı değil, ruh ve ahlak krallığını öncelikle hedeflemektedir. Politik iktidar için ne gücü ne hazırlığı vardır. Ama vicdanın krallığı için ortam çok uygundur ve buna yönelme kaçınılmaz olmaktadır.
Birçok belirti, başlangıçta İsa’nın Kudüs krallığına göz diktiğini göstermektedir. Ama bunun karşılığını çarmıha gerilmeyle bulunca, hareket uzun vadeli bir inanç, ahlaki ve sosyal cemaat olarak yön kazanmak zorunda kalır. Aslında resmi Yahudi kahinliğine karşı bir isyan söz konusudur. Kahinliğin Roma işbirlikçiliği ve yozlaşma bu isyana yol açıyor. Başlangıçta kitlelerin desteğiyle Kudüs’e sahip çıkacağına inanıyor. Ama 12 havarisinden Yehuda İskaryot’un ihaneti, kolay ele geçmesine yol açıyor. Roma valisi aslında serbest bırakmak istiyor. Kahinler çıkarlarını tehlikede gördüklerinden, kraldan daha kralcı bir tavırla çarmıha gerilmesinde muvaffak oluyorlar. Oysa böyle bir cezalandırma olmasaydı, sıradan ve çokça görülen bir isyan olmaktan öteye gitmeyecekti. Fakat olgunlaşmış objektif koşullar ve çarmıha gerilmenin yol açtığı infial, tarihin en güçlü dini hareketlerinden başta gelenine yol açıyor. Genellikle ufak kıvılcımların ateşlediği süreçler olarak böylesi durumlar tarihte sıkça karşımıza çıkmaktadır. Çalıların çok biriktiği bir ortamda, ufak bir kıvılcım büyük bir yangına yol açabilir. İsa’nın çarmıha gerilmesi de bu rolü fazlasıyla oynamıştır. İseviliğin başlangıçtaki bu saf hali, Grek felsefe akımlarının etkisi altında, özellikle Eflatun felsefesiyle bir teoloji (tanrıbilimi) haline gelecektir.
Üçlü tanrı anlayışı (teslis) çeşitli yorumlarla açımlanmaya çalışılacaktır. Bu yorumların izlerini de, daha çok Sümer mitolojisinde bulmaktayız. Gerek Enki, gerek Babil-Marduk mitolojilerinde, baba tanrı, ana tanrıça ve daha güçlü oğul tanrı anlayışına rastlamak, temel anlayış düzeyindedir. Bunun da arkasında, en eski ata, gelenek ve dönem temsilini yapan torun ve oğul üçlüsü yatmaktadır. Daha çağdaş felsefi bir yorumu Hegel geliştirmiştir. Tez-antitez-sentez biçimindeki bu yorum, evrenin temel oluşum yasası olan diyalektik kuralı dile getirmektedir. Gerçekten tüm doğa oluşumlarında bu yasa hükmünü icra etmektedir. Zerdüştlükteki ikilem de, bu görüşün ilk farkına varılan bir biçimidir. Zerdüştlükte tez ve antitez, sentezle sonuçlanmamıştır. Grek felsefesinde biraz daha Herakleitos’la ilerletilecektir. En çağdaş anlamına Hegel’le varılacaktır. Daha sonra Hıristiyanlık’ta ana Meryem’e biçilen rol ilginçtir. Meryem ana tanrıça İnanna’dan, Star’dan çok uzaklaşmıştır.
Bunda, gerek Babil destanında Marduk’la birlikte ana tanrıça Tiamat’ın ölümcül bir darbe yemesi, gerekse Musa’yla tamamen eve kapatılmasıyla kalan son izlerin de tarihten yitip gitmesinin önemli rolü vardır. Bu süreçte özellikle Semitik gelenekte, erkeğe dayalı ataerkil toplumun çok sert kuralları, özünde bir neolitik dağ ve tarım tanrıçası olan İştar (İnanna ve Star’la aynı) kültürünün anaerkil kurallarıyla zıtlık teşkil etmesi ve Babil döneminde Sümer kültüründeki tanrıça ağırlığının son kalıntılarının aşılmasıyla yakından bağlantılıdır. Ana bu dönemden sonra eski tanrıça, artık evinde, uysal, iffetli bir kadınıdır. Tanrılarla eşit olması şurada kalsın, sesini duyuramayacak, yüzünü açmayacak haldedir. Yavaş yavaş peçeye sarılmakta, güçlü erkeğin mutlak haremi olarak tutsak alınmaktadır. Musa, İbrahim geleneğinde bunu daha da geliştirmiştir. Kadın köleliğinin Arabis tan’da çok derin olması, bu tarihsel gelişmeyle bağlantılıdır. İsa’nın anası Meryem, geleneğin en eski biçimlerinde tanrıçadır. Ama kadının sürekli statü kaybı, İsa’nın doğuş döneminde tam bir doğum aracı durumuna kadar inmiştir. Genelde de böyledir.
M.Ö 2000 ile M.S 2000’li yıllar arasında kadın tarihi, erkek lehine siyasal iktidar ve sömürünün zor ve hileyle gelişmesi oranında, sürekli en alttaki sınıfın tarihidir. Erkeğin köleleşmesi yanında, cins özelliği nedeniyle kadın daha katmerli bir köleliğe mahkum edilmektedir. Babil döneminde ana tanrıça Tiamat baş başa savaşmaktadır; hatta Musa döneminde yakını olan Mariam ’la şiddetli bir kavga yaşanmaktadır. Musa’ya kolay boyun eğilmemiştir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER