CEZAEVLERİNDE KATLİAM VAR
Bugün faşizm mahpuslara ya onursuz bir “yaşam” ya da direnerek “ölüm” arasında bir seçim yapmayı dayatmaktadır. Değerlerinden, duruşlarından taviz vermeyen, kendilerine dayatılan onursuzluğu, pişmanlığı kabul etmeyen mahpuslar infazları yakılarak, tedavileri yapılmayarak veya bizzat katledilerek cezaevlerinde ölüme terk edilmek istenmektedir.
Bu coğrafyadaki hukuksuzluğun, adaletsizliğin, keyfiliğin cisimleşmiş hali olan cezaevlerinden peş peşe ölüm haberleri gelmeye devam ediyor.
Daha Garibe Gezer’in ölümünün öfkesi ve acısı tap tazeyken Türkiye ve Kürdistan’daki cezaevlerinde 4 siyasi mahpus daha katledildi: 14 Aralık’ta Abdülrezzak Şuyur, 15 Aralık’ta Halil Güneş, 17 Aralık’ta İlyas Demir, 19 Aralık’ta Vedat Erkmen. Beş mahpusun da ortak noktası ırkçı, tekçi sisteme karşı Kürtlerin verdikleri demokrasi ve adalet mücadelesinin birer neferi olmalarıdır; devrimci duruşlarından taviz vermemeleridir.
Yaşadığı onca işkenceye rağmen bir adım geri atmayan Garibe Gezer’e daha önce değinmiştik. Abdülrezzak Şuyur yıldır cezaevindeydi ve ağır hastaydı. Yine 29 yıldır cezaevinde olan Halil Güneş de ağır hastaydı ve hastalığı çok ilerlemiş olmasına rağmen Adli Tıp Kurumu ona cezaevinde kalabilir raporu vermişti. İlyas Demir, 2013 yılından beri cezaevindeydi ve onun da tedavisi kasıtlı olarak yapılmıyordu. Vedat Erkmen ise tutulduğu cezaevinde aslında hiç de şüpheli olmayan bir şekilde yaşamını yitirdi. Tıpkı Garibe Gezer de olduğu gibi ailesi ve avukatlar gelmeden göstermelik bir otopsi yapılması aslında her şeyi ortaya koymaktadır.
Cezaevlerindeki tüm bu ölümlerin sorumlusu işkence, baskı ve zulüm merkezine dönüşmüş cezaevleri ile; işkence yapanlarla el ele işkencenin üstünü örten, mahpusların en temel hakkı olan sağlık hakkına erişmelerinin önünde bir engel olarak duran sözde hekimleri ile; ağır hasta mahpuslara cezaevinde kalabilir raporu vererek onların ölüm fermanına imza atan Adli Tıp Kurumu ile; işkence ve kötü muamele iddialarını görmezden gelen, es kaza bir dava açılırsa sorumluları aklayan mahkemeleri ile Türkiye’deki mevcut faşist sistemdir.
Ama bunlar tekil olaylar olarak değil bütünlüklü bir siyasetin parçaları olarak düşünülmelidir. Faşizm, tetikçileri, çeteleri, ırkçıları, kadın düşmanlarını ve ezcümle tüm insanlık düşmanlarını bir bir aklayıp cezaevlerinden çıkarırken geride kalan özellikle de siyasi mahpuslara karşı tüm kurumlarıyla topyekun bir saldırıya geçmiş durumdadır. 1999’dan beri İmralı’da devrede olan sistematik ve sürekli işkence ve kötü muamele hali, en geri hali ile bile olsa yürürlükteki yasa ve düzenlemelerin uygulanmadığı mutlak hukuksuzluk sistemi bugün Türkiye ve Kürdistan’daki tüm cezaevlerinde uygulanmak istenmektedir.
Bununla, her açıdan büyük bir varoluş krizi içinde olan faşizm, tam da yıkılmasının artık sadece bir zamanlama sorunu olduğu bu süreçte, direnişleriyle ve geliştirdiği politikalarla hesaplarını ve oyunlarını boşa çıkaran Kürt siyasi aklından, diğer devrimcilerden ve muhaliflerden intikamını cezaevlerindeki siyasi mahpuslar üzerinden almanın hesabı içindedir. Amacı onca baskıya, gözaltıya ve tutuklamaya rağmen siyaseten kendisini alt edip sonunu hazırlayanlara cezaevlerinde boyun eğdirmek; bu olmuyorsa, düşünsel ve ruhen boyun eğdiremediklerini fiziksel olarak ortadan kaldırmaktır.
Bugün faşizm mahpuslara ya onursuz bir “yaşam” ya da direnerek “ölüm” arasında bir seçim yapmayı dayatmaktadır. Değerlerinden, duruşlarından taviz vermeyen, kendilerine dayatılan onursuzluğu, pişmanlığı kabul etmeyen mahpuslar infazları yakılarak, tedavileri yapılmayarak veya bizzat katledilerek cezaevlerinde ölüme terk edilmek istenmektedir.
Bu ise yeşili ile beyazıyla iktidarda olan faşist ittifakın hayali olan ve sürekli ısıtıp ısıtıp gündeme getirdikleri “idam cezasının” cezaevlerinde fiilen uygulanmasıdır aslında. Daha önceki örneklerde olduğu gibi cezaevlerine yapılan saldırılarda yaşanan toplu katliamlar gibi değil ama zamana yayılan ve tek tek mahpusları hedefleyen bu uygulama aslında 12 Eylül faşizminin “Asmayalım da besleyelim mı” düşüncesinin bugün de farklı bir kılıfta hala iktidarda olduğu anlamına gelmektedir.
Ama umutsuzluğa gerek yok. Her karanlık bir gün yerini aydınlığa bırakacaktır. Ve çok da uzak olmayan bir gelecekte adalet bu coğrafyaya tekrar döndüğünde, üzerinden kaç yıl geçmiş olursa olsun cezaevinde yaşanan tüm bu ölümlerin, işkencelerin, baskıların ve hukuksuzlukların sorumlularından mahkemelerde hesap sorulmasını sağlamak tüm insan hakları savunucularının, barış ve demokrasi güçlerinin en temel görevlerinden biri olacaktır.
CİHAN DENİZ
YORUM GÖNDER