ÖNDERLİK GERÇEĞİ-51.BÖLÜM
Çok geriye gitmeden 20. yüzyıl gerçekliğine baktığımızda önder kişilikler görebilirsiniz. 19. yüzyıl açısından da benzer şeyler söylenebilir. Mesela Mark ve Engels’in konumu önderlik konumudur, ona yakındır. Aslında yeni çağın peygambersel çıkışın rolüne adaydırlar. Çıkışları biraz o temelde algılanır. Lenin’de bu, pratikleşmesine kavuşuyor. Lenin kendi döneminde bütün ezilen halklar tarafından bir tür ezilenlerin peygamberi olarak tanımlanıyor. Algılanış biçimi esas itibarı ile böyledir. Biraz pratikleşme boyutunda ele alındığında Lenin örneği üzerinde durmak yararlı olabilir. Lenin daha gençlik çağında itibaren sosyalist eğilimlidir. Gerçekten iddialı bir kişiliktir.
Fakat çıkışı Önderlik ile karşılaştırıldığında çok daha farklıdır. Bunu oluşturduğu parti gerçeğinde çok daha rahat görebiliriz. Sosyal Demokrat İşçi Partisi aslında Lenin öncesinde kurulmuş bir partidir. Lenin’in katılmadığı bir partidir. Birinci kuruluş kongresi sırasında kongre devam ederken parti kongresi Çarlık polisi tarafından basılır, kongredeki bütün üyeler tutuklanır ve bir daha kendilerinden haber alınamaz. Belgeleri bile yoktur. Bu açıdan önemli bir tarihsel adımdır, fakat daha ilk adım tümüyle bir bitiş ile sonlanıyor. Lenin bu adımı devam ettirmek istiyor. Aslında partiyi yeniden kuruyor. Fakat bunu birinci kongre olarak değerlendiriyor. Onun için Sosyal Demokrat İşçi Partisinin kuruluşu gerçekte ikinci kongre olduğu halde bunu birinci kuruluş kongresi olarak değil ikinci kongre biçiminde tanımlıyor. Bir diğer özelliği şudur: Değişik eğilimler bir araya geliyor. Aslında sosyalist harekette en fazla tanınan, uluslararası alanda en üst düzeyde itibar gören Plehanov’dur. Lenin gençtir. İddialıdır, hırslıdır, ama Lenin’de bir eğilimin temsilcisidir. Iskıra diye bir eğilim. Iskıra bir gazetedir. Kıvılcım anlamına gelen bir gazetedir. Fakat kongreye Iskıra adına katılır. Girişim Iskıra tarafından başlatılır. Yani Lenin tarafından başlatılır, diğerleri de buna onay verirler. Emeğin Kurtuluşu gurubunu Plehanov oluşturur. Bunun yanında Lenin’den daha fazla tanınan uluslararası kişilikler var. Martov, Aksellord, Lerazasuriç gibi (yazımları yanlış olabilir) tanınmış kişilikler var. Troçki bir eğilimin temsilcisi olarak katılıyor. Bund bir Yahudi eğilimi olarak katılıyor. Her grup kongreye delege gönderiyor.
Ağırlıklarına göre delegeler katılıyor. Bütün bu grupların birleşiminden bir parti kurulmak isteniyor. Parti programında sorun çıkmıyor. Programda anlaşıyorlar. Temel sorun parti tüzüğünde çıkıyor. En temel sorunda parti üyeliğinde çıkıyor. Parti üyesi kimdir? Tartışma Martov ile Lenin arasında geçiyor. Martov’da bir tüzük taslağı, üyelik tanımı hazırlıyor, Lenin’de hazırlıyor. Lenin parti üyeliğini şöyle açıklıyor: “Parti programını kabul eden, parti pratiğine katılan, parti organlarından birine katılarak parti çalışmasında yer alan ve partiye düzenli aidat ödeyen kişilidir.” Buna karşılık Martov’un üyelik tanımı şöyledir: “Parti programını kabul eden, partiye düzenli aidat ödeyen ve parti organlarından birinin denetimi altında çalışan kişidir.” Tartışma katılmak ile denetimi altına almak arasında noktalanıyor. Bu, örgüt içerisinde bölünmeye yol açıyor. Daha ilk kongrede bölünme doğuyor. Lenin’in tarafı biraz daha çoğunluğu oluşturuyor. Lenin taraftarları çoğunluk olmaları itibarı ile adlarını Bolşevik koyuyorlar. Bolşinsro sözcüğünden geliyor. Çoğunluk anlamına geliyor. Menşinstro azınlık demek. Bunlar da Martov taraftarları oluyor. Bunlarda Menşevikler olarak tanımlanıyor. Parti örgütlerinden birine katılmak ile parti örgütlerinden birinin denetimi altında çalışmak arasındaki fark aslında devrim yapma iddiası ile reformist bir örgüt modeli ortaya çıkarmak arasındaki farkı net bir şekilde ortaya çıkarıyor. Parti örgütlerinden birine katıldınız mı onun her şeyine tabisiniz. Artık o örgütün genel işleyişine, onun disiplinine, yaşamına, kararlarına tabisiniz anlamına geliyor. Denetimi altında çalıştınız mı zaman zaman işte git burada çalış derler. Lenin ne dehasıdır? Örgüt dehasıdır. Lenin denince akla örgüt gelir.
Önderlikte Lenin’in o özelliğine hayrandır. Lenin devrim yapacak örgütü kurmuştur. Martov Ekim devriminden sonra sisteme katılıyor. Avrupa’ya çıkıyor. Birleşik karşı devrim güçlerine katılıyor. Ama Lenin ise gerçekten devrim yapıyor. Ekim devrimi küçümsenmeyecek bir devridir. Ne olursa olsun amaç odur ve devrim yapılmıştır. Devrimin iddiası tabi ki özgürlüktür. Özgürlük ve eşitlik iddiasıdır. Geleneğin devamıdır. O anlamda Ekim devriminin tümden boşa çıktığını söylemekte doğru değildir. o devrim için canlarını veren milyonlarca insanı sıfırlayamazsınız. Bu bir gelenektir. Siz bu geleneğe sahip çıkmak zorundasınız. Önderlik ne dedi: “Tarih ve gelenek ne ise günümüze ve gelecekte odur.” Ve dolayısı ile siz “Tarihi ve geleneği ne kadar biliyorsanız, onu içselleştirdiğiniz ölçüde ve onun üzerine eklediğiniz kadar günümüz ve geleceği değiştirebilir ve dönüştürebilirsiniz.” Onun üzerine ekleyeceksiniz. Ekim devriminin üzerine ne eklediniz? Ekim devrimi bizim geleneğimiz değil mi? Üzerinde yükseldiğimiz gelenek değil mi? Peygamberlik geleneğinin de bir parçasıdır. Direniş geleneğinin bir parçasıdır. Onun bir devamıdır. Dünyayı sarsan bir devrimdir. Biz de ucuz yaklaşımlar var.
Önderlik en çok kimi eleştirir? Mark ve Engels’i eleştirir. Neden? Gerçeği açıklamada en iddialı ekol olduklarından. Diğerlerini neden eleştirsin ki. Lenin’in en temel hatasının nerede olduğunu söyler? Lenin’in bütün görüşlerinin yanlış olduğunu hiç kimse iddia edemez. Lenin’in temel yanlışı devlet ve iktidar üzerine yapmış olduğu belirlemeleridir. Mark ve Engels için de aynı şeyleri söyler. Bu anlamda onların değerlendirmelerine sahip çıkar. Burada esasta anlatmak istediğim şey şudur. Lenin başlangıçta böyle çok tanınan, sivrilen biri değildir. Hatta batıda tepki bile uyandırır. Gençtir, hırslıdır. O hırsı ile birçok çevrenin tepkisini bile toplar. Mesela Roza Luxemburg’un tepkisini alır. Plehanov daha çok destekler. Lenin uzlaşmaz biri olarak tanımlanır. Parti ikiye bölündüğü halde eğilimler birbirinden tümüyle kopmaz. 1905 devrimi gerçekleşir. Bir burjuva devrimi özelliğini taşır. Yenilgiye uğrar. 1907’ye kadar kısmi direnişler vardır. 1907 ile 1911 yılları arasındaki dönem tam bir çöküş dönemidir. Müthiş bir tasfiyecilik dönemidir. Stolipin gericiliği diye bir dönem var. O gericilik idamlar ile korkunç zulüm ve zorbalıklarla Rusya’yı yönetir. İdamlar korkunçtur. İdam sehpasının ipi, Stolipin’in boyun bağıdır. Kravatıdır. Öyle tanımlanır. Stolipin içişleri bakanıdır. Devrim 1911 sonrasında yeninden yükseliş gösterir. Ondan sona Bolşevikler ayrı bir örgüt olarak örgütlenirler. Daha sonra adlarını Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi ve sonrasında da Rus Komünist Partisi olarak değiştirir veya adını Bolşevikler olarak değiştirir.
Önderlikte durum daha farklıdır. Bir de Rusya’da öncesinde muazzam bir direniş kültürü var. Köylülerde Emeğin Kurtuluşu gurubunun geliştirdiği köylü isyanları var. Büyük direnişler var. Anarşist eğilimler var. Onlar genelde Çara suikast düzenlerler. Çara, Çarın yakınlarına suikastlar düzenleyerek sistemi değiştirmek isterler. Hatta Lenin’in kardeşi de bunların içerisindedir ve idam edilir. Lenin belli bir temel üzerinde devrimi gerçekleştirir veya devrimci mücadeleye girişir. Devrim için koşullar gerekir. Bunlar objektif koşullardır. Devrimin önce objektif koşulları oluşur. Objektif koşullar nedir? Sınıf farklılıkları gelişecek, sınıf çelişkileri derinleşecek, sınıfların kendiliğinden eylemi başlayacak. Proletarya bu duruma bilinçli müdahale edecek. Sübjektif koşul öncünün ortaya çıkışıdır. Devrimin sübjektif koşulları bilinç ve örgütlenme düzeyidir. Kitlelerin kendiliğinden bilinçlenmesi düşünülmeyeceğine göre bilinç kitleleri dışarıdan götürülür, örgütte dışarıdan götürülür. Dolayısı ile devrimin sübjektif koşulları parti tarafından yaratılır, objektif koşullar ise kendiliğinden doğar.
Dolayısı ile kitlelerin kendiliğinden bir hareketi var. Kendiliğinden bir direnç, kendiliğinden bir hareket var. Kendiliğindenlik bilince dönüşürse anlam ifade eder. Lenin o açıdan kitlelerin kendiliğinden hareketini, öncünün devrede olmamasını, ezilen köylülerin ellerindeki sopalar ile düzenli orduya kafa tutmasına benzer. Devrimin koşulları şudur der: Kitleler eskisi gibi yönetilmek istemezler, yönetenlerde eskisi gibi yönetemez duruma düşerler. Dolayı ile bu çelişki devrim koşullarının gerçekten olgunlaştığına işaret eder. Bütün bunları Kürdistan’a uygulayın. Ne bulusunuz? Kitleler eskisi yönetilmek istiyor mu? Belli değil ki, ne kitlesi. Peki, egemenler eskisi gibi yönetemez duruma düşmüşler mi? O kadar rahat yönetiyorlar ki, sürü yönetir gibi. Çok rahat bir biçimde Kürdistan’ı yönetebiliyorlar. Hiçbir sorunları yok. Tam tersine iddiaları şu: Mezara gömüldü, üzeri betonlandı, hayali Kürdistan burada meftundur, diyorlar. Objektif olarak devletin kendisi bile, onun basını bile yaptığı karikatürler ile Kürdistan’daki durumu 1940’larda böyle tanımlıyor. Şöyle bir durum söz konusu değil: Ne kitlelerin kendiliğinden hareketleri var ne kitlelerin kendiliğinden eylemliliği var ne tepkisi var, o köylü yığınlarının elindeki sopalar ile düzenli ordulara kafa tutma gibi bir durum da yok. Bir mezar sessizliği var. Sizin objektif koşullarının olgunlaşması dediğiniz durum Kürdistan’da söz konusu değildir. Her şeyi getirip bir kişinin eylemine bağlıyorsunuz. Bu noktada şu gerçek çok büyük önem taşıyor: İhanete bulaşmamış olmak.
Özellikle Kürt gerçeğinde. İhanete bulaşmamış tek bir insanın bile kalmaması, özellikle Kuzey Kürdistan boyutunda. Önderliğin ihanete bulaşmamış kişi olarak bu sisteme tavır alışı. Gerçek budur. O açıdan Önderlik tarzı bambaşkadır. Mucize buradan doğar. Diğerlerinin mucize beklemelerine gerek yok. Lenin’in mucizelere ihtiyacı yok. Lenin geniş bir Rus devrimci hareketinin üzerinde vücut buluyor. Kitlelerin muhalefeti var, daha öncede parti kurma çabaları var. Rusya’da köyle dayalı devrim yapmak istiyorlar. Onların çok büyük etkileri var. Lenin’in yaptığı şey köyler ile devrimin olmayacağıdır. Bunun yerine işçi sınıfının esas alınması gerektiğidir. Yani işçi sınıfını bilinçlendirme ve onu kendisi için bir sınıf haline getirerek devrime öncülük yapabilecek bir güç düzeyine getirme Lenin’in iddiasıdır ve bütün çabası bunun üzerinedir. Buradan da başarı sağlar. Ama bir hareket vardır. Işçilerin grevleri var, Rusya’da belli bir işçi sınıfı gelişimi var. Bunlar kesin olarak var. Ama Kürdistan’da yine bir şey yok. Kürdistan’da o bilinen klasik devrim teorileri, devrimin şöyle objektif koşulu, şöyle sübjektif koşulu bunların hiçbir geçerli değil. Önderlik pratiği açısından bile baktığınızda geçerli değil. Bunlara bakılmamıştır. Onun yerine kişi çıkış noktası bulmuştur. Neye dayanarak oraya çıkıyorsun? Önderlik bu soruyu soruyor.
Önderlik “Biz hareket olarak ortaya çıktığımız zaman kendimize nasıl bir sosyal zemine dayanıyoruz, sosyal zemin ne kadar elverişli, dayandığımız sosyal sınıf ne kadar güçlü ne kadar dış dayanağımız var ne kadar dostlarımız var ne kadar maddi imkânımız var ne kadar donanım sahibiyiz” gibi soruları kendimize sormadık, diyor. Sorsaydık bir tek adım bile atamazdık, çünkü yoktu, diyor. Hareket çıkışını böyle yapıyor. İmkânsızlık dediğimiz şey budur. En büyük imkân kitle hareketidir, halk hareketidir. En büyük imkân kitlelerin sisteme karşı büyük hoşnutsuzluğudur. Kitleler ölü gibidir. Modern devrimlerin temel olgusu olarak oraya çıkan objektif koşullar kavramının içeriğinin aslında Kürdistan için hiçbir şey ifade etmediğini gösterir. Bu, Kürdistan devriminin farkını ortaya koyar. APO’cu hareketinde bu anlamda farkını oraya koyar. APO’culuk kayada gül olup bitmektir. Bunu Önderlik için biri söylüyor. Kayada gül olmak. Kayayı çatlatarak gül olmak. Gül güzelliği temsil eder, ama bittiği yer bir kayadır. Burada neye yükleneceksin? Çıkış yapmak için neye dayanacaksın? Kendine. Başka imkânın yok. O açıdan Önderlik hareketin en temel özelliği olarak şunu ortaya koyuyor: Hayırlı bir işe başlamak istiyorsan olanak aramayacaksın. Birkaç kelimelik doğru iyi duygular ile birleşirse, birkaç kelimede ifadesini bulan bir doğru senin iyi duyguların ile birleşirse yeter ki o işe inan ve onun başarısı için adım at arkası gelir. En büyük olanak insanın kendisidir. Onun iyi duyguları ve doğru düşünceleridir. Onlar ile yaşamasını bilme gücüdür.
Önder APO’nun bize öğrettiği budur. PKK budur. Onun tarihinden, Önderlik gerçeğinden çıkarılacak ders budur. Burada insanın kendisine yükleniyorsun. Güç sensin. Özgüven burada doğuyor. Umutta yok. Umudu da kendin yaratıyorsun. Umut ortaya çıkarıyorsun ve bunu başarıyorsun. Yeter ki bu işe inan ve başarısı için çaba harca gerisi gelir. Gelmiyor mu? Geliyor. Bütün sol gruplar, bütün Kürt grupları bizden önce Kürdistan’a girdi. Bütün Kürt grupları Mart darbesinden önce Kürdistan’a girmiş. DDKO o dönemde girmiş. DDKD, Rızgarı, Kawa o zemin üzerinde doğuyor. Bunların hepsi o zemin üzerinden mayalanıyorlar. Türk solu 12 Mart öncesinde Kürdistan’a girmiştir. Her yerde çalışmaları var, Kürdistan’da çalışmaları var. APO’cu hareket ne zaman Kürdistan’a girdi? Dikmen’deki toplantıdan sonra. 1975’ten sonra. 76 başındaki Dikmen toplantısı ile birlikte Kürdistan’a girildi. Kürdistan’da esas çalışma o dönemden sonra başladı. Bütün gruplar Kürdistan’da belli bir kitle tabanına sahip iken PKK’nin fazla bir şeyi yoktu. Şunu ifade edeyim. Önderlik Urfa çevresinde gidip geliyordu. Belli bir arkadaş çevresi vardı.
Mesela Dersim’de bize ilk katılımlar 73’ün sonunda oldu. Böyle katılımlar var. Urfa ve Dersim ilk katılımların olduğu temel yerlerdir. 75’in sonuna gelindiğinde Dersim’de bize baya katılım oldu. Fakat yine de bu şu anlama gelmiyor: Sistematik bir çalışma yok. Sen bir doğrunun propagandasını yapıyorsun, biraz da dürüstsen insanlar bu doğrulara geliyor. Ama önemli olan ısrar etmektir. En azından objektif gerçeği kesinlikle dikkate alıyor, o gerçekliğe uygun hareket ediyor. Bu gerçeği ne ile değiştirecek? Kişinin kendisini çare haline getirmesi ile değişecek. Önderlik bazen bize “Gücünüz bir başkasına yetmiyorsa kendinize yetsin, kendinizi çare haline getirin” diyordu. Bizdeki devrimci tanımı nedir? Çözüm gücü olmaktır. Nedir çözüm gücü olmak? Bir çözüm gücü olarak devrimci nedir? Bunun özelliklerini oraya koymak lazım. Neye dayanacaksın? Kendine. Neye dayanacaksın? Aslında insana. Dayanmak istediğin, ayakta kalmak istediğin güce dayanacaksın. Ama önce kendine dayanacaksın. Kendine güvenmeyenin, kendine saygısı olmayanın bir başkasına saygısı olamaz. Ben Önderliğe güveniyorum, ama kendime güvenmiyorum diyorlar. Bunu söyleyen yalancıdır, sahtekardır. Önderliğe güvenmen aynı zamanda kendine güvenmen anlamına geliyor. Öz güven, insana güveniyorsun. Sonuçta sen bir insansın.
O açıdan Önderlik hep şunu söylüyordu: Tabi ki her şeyden önce kendime güveniyorum, en büyük imkân benim. Kendimi böyle değerlendirdim, dilimi bir silah olarak kullandım, ayaklarımı en büyük teknik olarak çalıştırdım diyor. Bu tarzdaki kendine güven, aynı zamanda kendindeki insana güvendir. Sen aynı zamanda tabi ki kendindeki insanı açığa çıkarıyorsun. Sen insanlığın bir parçasısın. Aslında insanın doğasını kendinde tanıyorsun. O doğayı açığa çıkarıyorsun. İnsanın doğasında bu var. Mesela bazen insan düşünüyor. Neden evrene kadar gidiyorsun? İnsanı anlamak için ilk önce evrenin oluşumunu bilmek gerekir. Çünkü evrensel oluşum zincirin bir devamıdır. İnsan öyle ortaya çıkıyor. Dolayısı ile o oluşumu iyi anlamadığın zaman insanın oluşumunu da yeterince anlayamazsın. Bu aynı zamanda onun işleyişinin diline de hâkim olmak gerekir. Bu konuda öznellik nedir, bu konuda özgürlük nedir, bu konuda genellik nedir? Bunların hepsinin farkına varıyorsun. Mesela dünyaya bakıyorsun. Derler ki Dünya kendi etrafında dönüyor. Peki, kim döndürüyor? Dünyayı döndüren güç nedir? Bir enerji döndürüyor. Güneşin enerjisi olmazsa Dünya döner mi? Koca bir kütle. Enerji olmadan dünya dönmez değil mi? Ama Dünya’nın da bir enerjisi var. O da kendi etrafında Ay’ı döndürüyor. Bu yüzden sen şuna inanıyorsun: Evren, evrendeki hareketlilik enerjiyi anlatıyor. Dünyayı kendi etrafında döndüren enerji insanda da var. Bu felsefede değil, işin özü budur. Maddenin özü bu değil midir? Sen enerjiyi açığa çıkaracaksın. Kendindeki enerjiyi. Hele hele bir de insansan. Anlamın büyük enerjisi, duyguların büyük enerjisi bunları ortaya çıkaracaksın. En büyük gücün, hatta bunun atom bombasından daha büyük bir enerji olduğunu kanıtlayacaksın.
Önderlik bunu kanıtlamadın mı? Önderlik sistemi yendi. Bir insan kanıtlayabiliyorsa diğerleri de kanıtlayabilir. Bu, çok büyük önem taşıyor. Önderlik bunu ortaya çıkarmak istiyor. Güç burada. İnsan neden evrenin özetidir? Neden insan mikro evren diye tanımlanıyor? Evrendeki enerji insanda da var. Atom altı dünyadaki enerji insanda da var. Aynı yasallık insanda da işliyor. Her iki sistemin yasaları insanda da işliyor. Aynı zamanda bu şu anlama geliyor: İnsan müthiş bir enerji kaynağıdır. Kendindeki evreni işletiyorsun. Evrendeki enerjiyi kendinde açığa çıkarıp işletiyorsun. Ve onu üstelik ona anlam katarak, anlam doğrultusunda harekete geçiriyorsun. Bir şey daha belirteyim. Bu örneği belki başka bir yerde de vermişim. Su bir eneri kaynağıdır. Özü itibarı ile enerji kaynağıdır. Düz bir yerde bulunduğumuzu düşünün ve hiç su yok. Suyu bulmak zorundasınız. Sondaş ile bulacaksınız değil mi? Önce suyun tahmini olarak nerede olabileceğini tespit edeceksiniz. Yeri tespit ettikten sonra suyu açığa çıkaracaksınız. Suyu açığa çıkardınız ve kendi halinde bıraktınız. Enerjiyi açığa çıkardınız ve kendi halinde bıraktınız. Ne oldu?
Önderlik çok çarpıcı bir şey söylüyor. Etrafını bataklığa dönüştürür, diyor. Peki, suyu doğru kullanmak, suyu gerçekten doğru bir enerji kaynağına dönüştürmek, suyu ihtiyaçlar için kullanmak ne ile mümkün? Onun içinde akacak kanallar açmak ile mümkün. İnsanı bilinçlendiriyorsun, insanı eğitiyorsun ve enerjisini açığa çıkarıyorsun. Propaganda yapıyorsun, eğitiyorsun ve enerjisini açığa çıkarıyorsun. Onun yeteneğini açığa çıkarıyorsun. Peki, bunları kendi halinde bırakırsan ne olur? Neden Kürdistan zemini şu an bataklık halindedir? Örgütlü değil de ondan. Biz örgütlülüğümüzü yitirdik. Sorun ondan doğuyor. Sorun başka bir problemden değil. Ama enerjinin içinde akıtılabilecek kanalar olsaydı sorunlar olmazdı. Suyu kanallarda akıtırsan sulamada kullanabilirsin, elektrikte kullanabilirsin, yıkamada kullanabilirsin, içmede kullanabilirsin her türlü işte kullanabilirsin.
Demek ki örgüt enerjinin içinde aktığı kanaldır. Örgüt insan enerjisinin, toplum enerjisinin, emekçi enerjisinin içinden aktığı ve bir hedefe yöneldiği kanaldır. O açıdan kanal önemlidir. Kanallar oluşturmak önemlidir. Mesela biz hep şöyle deriz: Toplumun enerjisini başka yönlere aktarmak için sistem ek kanallar, yedek kanallar oluşturur. Oradan sisteme akıtır değil mi? İşbirlikçi örgütler kurar, sahte örgütler kurar bununla toplumun enerjisini oraya akıtır ve onların vasıtası ile yeniden döndürür sisteme aktarır. Bir de enerjinin bir başka sisteme akmasına izin vermeyeceksin. Doğru sisteme akacak. Doğru sistemin hizmetine akmasını sağlayacaksın. Örgüt bu. O açıdan özellikle her şeyin kaynağında, kaybettiğimiz her şeyin yeniden ortaya elde edilmesinde belirleyici olanın güç ortaya çıkarmak olduğu, gücünde ancak örgütlenme ile gerçekleşebileceği dikkate alındığında Kürdistan’da atılan her adım mutlak anlamda bir örgütlenme adımı olmak zorunda. Örgütlenme olmadan olmaz. Her adım bir örgütlenme adımı olmalı. Her örgütlenme eşittir bir eylemdir. Örgütlenmenin kendisi bir eylemdir. Örgütlenme eşittir eyleme geçiştir. Örgütlenme eylem yaratır. Eylem örgütü daha da geliştirir ve derinleştirir.
Örgütlenmek en soylu, en temel insan biçimidir veya özgürlüğü kılan en temel araçtır. Özgürlüğün en temel aracı örgütlenmedir. Örgüt olmadan olmaz. Hele bu parti ise. Bu boyutu ile baktığımız zaman ne objektif koşullar var ne doğru dürüst sübjektif bir ortam var ve her şey Önderlik ile kendisini örgütlediğinde de örgüt ile iş yapan biri tarafından ve onun etrafında oluşuyor. Onun etrafında oluşan nedir? Birincisi örgüttür. Her türlü değer onun etrafında anlam buluyor, insan orada kişiliğini buluyor, yaşam orada anlamını kazanıyor. Yani ne varsa o örgüt ile anlamını kazanıyor.
Dolayısı ile bunu artık sıradan bir yaşam olarak değerlendiremiyorsun. PKK’yi herhangi bir örgüt, devrimin herhangi bir aracı olarak ele almıyorsun. Gerçekten özü itibarı ile yeni bir yaşamdır. PKK eşittir bir Önderlik cisimleşmesidir. PKK eşittir yeni bir dünyanın cisimleşmesidir. PKK’ye bu tarzda yaklaşılmadıkça bizim doğru sonuçlara ulaşmamız ve dolayısı ile PKK ile doğru temelde buluşmamız kesinlikle mümkün değil.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER