PARTİ TARİHİ 12.BÖLÜM)
PARTİ TARİHİ 12.BÖLÜM)
0 Yorum
910
26-09-2021

Dikkat edilirse kongre sonrasında, kongrenin alanlara taşırılmasında, yaşatılmasında hemen her sahada çok ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. Ve Parti Önderliği'nin çabalarıyla tüm sahalardaki sorunlar aşılıyor. Kongre gerçekliği hayata geçirilmeye çalışılıyor. Peş peşe müdahalelerle, değerlendirmelerle bunlar aşılabiliyor. İşte bu sahanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Önderlik sahası mücadele tarihimizde belirleyici rol oynuyor. Mücadele sürekli buraya dayanarak besleniyor, gerileşiyor. Yine mücadelede çıkan her sorun buraya dayanılarak aşılıyor. Hüseyin Yıldırım olayı öncesi Dilaver olayı var. Dilaver Yıldırım daha grup döneminde TSİP'ten bize katılan, parti kurulmadan önce yakalanan biri. Uzun süre cezaevinde kaldı ve devletle işbirliğine girdi. Kimsenin de ajanlaştığından haberi yok. Çıkacağı döneme yakın kendisiye kurulan irtibatta kanal verilmiş çıkar çıkmaz partiye ulaşması için. Çıkınca askere gitti, kendisine tekrar gelmesi söylenmiş. Bu, kendisinin bir kanal bulduğunu bu kanalın daha sağlam olduğunu , bir grupla birlikte bu kanaldan geleceğini söylemiş. Söylediği kanal da Bulgaristan kanalı, Bulgaristan'a çıkıyor. Daha sonra parti onu uğraşarak aldı. Geldiği zaman Parti Önderliği'ne yaklaşımı şu, 'Artık sen bir tarafa çekil, bu işleri bize bırak.' Gelir gelmez bunu söylüyor ve tabi ki söylerken niyetleri var, bunun için söylüyor. Halbuki mücadele tarihimizde, Parti Önderliğini aşan bir tarzı tutturan daha hiç çıkmadı. Kaldıki kendisi bundan çok çok geri konumda ve bizim mücadele tarihimizde Parti Önderliği'ne böyle yaklaşım gösteren birkaç kişidir. Biri Dilaver'dir, daha sonra da M. Şener ve Sakine'dir. Başka da yok. Dilaver geldiğinde hem bu yaklaşım içine giriyor, hem de oldukça seviyesiz ve saygısız davranıyor.

Hem Parti Öderliği'ne hem de tüm partili arkadaşlara. Bu uzun yıllar partiden uzak kalmasına yoruluyor. Bunun içinde kendisine hoşgörülü davranılır. Akademide yine anlaşılması zor durumlar içine girer. Bu yine uzun süredir ayrı kalmasına yorulur. Daha parti kurulmadan cezaevine girmiştir, o açıdan parti gerçekliğine uzaktır diye yorumlanın. Aslında içine girdiği bütün tutumlar bilinçlidir. Gelirken getirdiği ekiple partiyi ele geçirmeyi planlıyor. Fakat bunun mümkün olmadığını görüyor, 'Ben hastayım Bulgaristan'a gitmem gerekiyor. Bir tek orada hastalığımdan anlayan, beni tedavi eden doktor var. Başka bir yerde yok.' Arkadaşlar kendisine, 'Hastaysanız başka yerler de var, başka yerlere de gidebilirsiniz.' diyorlar fakat o ısrar ediyor. Sorun ne doktor ne de Bulgaristan sorunudur. Aslında partide yapabileceği bir şey olmadığını anlayınca çıkmak istiyor. Eğer başarabilirse Avrupa'ya ulaşacak ve orada kendisini ilan edecek. Fakat bunu başaramıyor. O dönede durumunu anlamak için özeleştiri sürecine çıkarılıyor. Özeleştirisini veriyor, yapı kabul etmiyor. Kendi durumunu izah etmesi isteniyor ve akşam yemeğe çıktığında bir arkadaşa soruyor, 'Benim durumumu anlayabildiniz mi?' diye, arkadaş da, 'Senin ne mal olduğunu çok iyi anladık,' deyince, aynı akşam intihar ediyor. Bakıyor ki kurtuluş yok, olsa mutlaka deniyecek, ne partiyle ilgili hesapları tutuyor, ne Avrupa'ya çıkabiliyor, nede açık davranıp partiye teslim oluyor, parti iradesine de teslim olmuyor, yapabileceği bir şey kalmamış oluyor ve intihar ediyor. Dilaver'in durumu bu. Aslında Ankara kapalı cezaevinde ajanlaştırılmış, gönderilmiş biri Bulgaristan’a çıkınca da Bulgaristan bunun durumunu kavrıyor. Bulgaristan da PKK'ye kaşı kullanmak için buna el atıyor. O zaman reel-sosyalist ülkelerin devrimci örgütlere yaklaşımı şöyleydi, örgütlerde birer, ikişer adamı teslim almak, onların vasıtasıyla o örgütleri ele geçirmek. Yani PKK'yi bunun vasıtasıyla ele geçirmeye da kontrol altına alma. Tabi ki Dilaver'in esas görevi partiye karşı bir hareketi başlatmak ve partiyi ele geçirmek. Bunun biraz inandırıcılığı da var.

Çünkü yıpranmamış, eleştiriye uğramamış, cezaevinde kalmış, cezaevindeki gerçek durumu da bilinmiyor, teslim olmayan biri. Yani her bakımdan durumu müsait. Onun için bunu hazırlıyorlar ve gerçekten Avrupa'ya ulaşırsa Hüseyin Yıldırım çıkmayacak, bu çıkacak. Esas liderleri bu. Bu intihar edince, Hüseyin Yıldırım mecbur kalıyor ve çıkıyor. Tabi bütün bunların arkasında Fatma var. Fakat Fatma hiçbir zaman açıktan PKK'nin karşısına geçmez, Çünkü ne toplum nezdinde, ne de PKK nezdinde hiçbir itibarı yoktur, kalmamıştır, Çıkıp da PKK'ye karşı öyle bir hareket başlattığını söylese kimse itibar etmez, biter. Onun için Fatma bu anlamıyla bitik biridir. Yani hiçbir zaman PKK'ye karşı aşıktan faaliyet yürütemez ama PKK'nin yakasını da hiçbir zaman bırakmaz. Yaşadığı müddetçe PKK'nin yakasını bırakmaz Fatma. Dilaver'i öne çıkarmak ister. Ancak durum böyle olunca, sözcü olarak Hüseyin Yıldırım'ı çıkardı. 88 Hüseyin Yıldırım dediğimiz provokasyon böyle geliştirdi. Tabi ki H. Yıldırım'ın TC, Alman ve Fransız istihbaratlarıyla bağlantısı var. Önce hukuki açıdan bu devletlerin üzerimize gelebileceği bir takım nedenler yaratılıyor, Cafer döneminde. Hatta daha önce Semir döneminde yaratılıyor. Bilinçli , amaçlı, giderek arttırılıyor. Bir bu yönüyle. Diğer yönüyle H. Yıldırım onlar arkadaşları yakalatmaya başlıyor. Avrupa'nın en önde gelen kadrolarını yakalatmaya başlıyor. Bu boşluk yaratıyor, bunlar boşluktan yararlanarak giderek yayılacak ve örgütü el geçirecekler. Avrupa örgütü bu sebeple ellerine geçirmiş oluyor. Yakalattıkları arkadaşlar Alman polisi ne verdikleri bilgi şu 'Bunlar kongrede eleştirilmiş, görevlerinden alınmış kişilerdir. Dolayısıyla da rahatsızlık yaratan kişilerdir.

Eğer biraz güvence verilirse, Başkan'a başkaldıracaklardır.'Almanya'nın o arkadaşları yakalamasının nedeni biraz da bu. Ve gerçekten Almaya bura da yanılmıştır, yanıltılmıştır. Bu kadro arkadaşlara uzun süre bu yönlü baskılar uygularlar. Partiye , Parti Önderliği'ne karşı şartlandırma. Fakat Almanya'nın bu çabaları da sonuç alamaz. Tam tersine bu arkadaşlar için kendini savunma, ispatlama durumları ortaya çıkar. Hele hele bu tutuklanma bu dava arkadaşların Parti karşısında içine girdikleri konumlarının biraz da giderme aracı olur. Öyle yaklaşırlar ve Almanya'nın beklentisinin tersi olur. Hatta Alman mahkemesini çıkmaza götüren biraz da bu olur. Sadece bu değil tabi . Bir nedeni bu, yoksa dava çok kapsamlı bir dava. Bir yandan H. Yıldırım onlar Avrupa örgütünü ele geçiriyor. Bunlar M. Şener'le cezaevinde ilişki içindeler. Cezaevi işi tamam ki o zaman da H. Yıldırım cezaevi bizden falan diyor. Biz inanamıyoruz, nasıl cezaevi H. Yıldırım da? Aslında daha sonra ortaya çıkıyor ki doğru söylüyor. Evet, belki birkaç kişiler ama anlayış olarak Şener parti anlayışını cezaevinde bitirmiş. O yapı her an H. Yıldırım'la birleşecek bir duruma getirilmiş H. Yıldırım biliyor bunu tabi. Onun için cezaevindekilere bizden diyebiliyor. Yani Öndeliğin işi bitirilirse, cezaevi rahatlıkla, H. Yıldırım'dan yana kararını alacaktır. Bunu bildiği için, rahatlıkla söylüyor. O zaman yine PKK'nin işi bitirmek isteniyor. Tam buna denk gelen TC ve KDP'nin Botan'da saldırısı var. Bütün bunlarla PKK bitirilmek, kalanları da H. Yıldırım onlarla birleştirmek isteniyor. 88'de H. Yıldırım onlar bunları yaparken hiçbir arkadaş fark edemiyor. Bazıları fark ediyor beklemede kalıyor. Ne olacak? Hatta bazıları ikircikli bir tutuma düşüyor. Acaba partimi kazanacak, H. Yıldırım mı kazanacak? H. Yıldırım bunlara yaklaşırken de işte 'sizi sekreter yapacağım' kimini sekreter, kimini bilmem ne yapacağım gibi teklifler götürüyor. Bu teklifleri neden götürüyor? aslında Parti Önderliği'nin bahsettiği hususları bildiği için, o teklifleri götürüyor.

Yani bakıyor kadrolar ki kadrodaki durum, yapı, mevkiye, yetkiye düşkün, yaşama düşkün H. Yıldırım da onun için bu tip önerilerle gidiyor. Ve bağlıyor bir kısmını. Yani H. Yıldırım'a karşı partiyi savunması gerekenler, partiye sahiplik yapmıyorlar. İkircikli bir duruma giriyorlar. Ne zaman kadar? Ta ki Parti Önderliği Avrupa kitlesine çağrı yapıncaya kadar. H. Yıldırım tasfiyesini tasfiye eden bizim Avrupadaki örgütümüz değildir, Avrupadaki kadromuzda değildir. Avrupa'daki kitlemizin kendisidir. Direk Parti Önderliği kitleye hitap etmiş. Çünkü kadrolar yan yatmış, Bir kısmı H. Yıldırım'ın denetimindedir. Bir kesimi de beklemededir. Partiye sahip çıkan kitledir Onun için Parti Önderliği direk kitleye hitap ediyor. Ve kitle bu tasfiyeciliğin üzerine gidiyor. H. Yıldırım onlar iki günde kaçıyor. Kitleyle bu tasfiyecilik tasfiye edildikten sonra, bizim kadro yavaş yavaş harekete geçiriyor. Avrupa'da Gerçek budur. Ve acı bir gerçek tabi. En çok partiye sahiplik etmesi gerekenler, hiç sahiplik yapmıyorlar. H. Yıldırım onun için zaten Avrupa'da bu kadar ileri gidebiliyor. 1988'de H. Yıldırım tasfiyeciliği de Parti Önderliğinin çabalarıyla tasfiye edilir. H. Yıldırım orada başarısız kalınca ve kaçınca, tabii ki işin mimarı olan Fatma, hemen Yunanistan'dan kaçıyor. İsveç'e ulaşıyor. İsveç gizli polisi, SAPO'nun yanına. Ki bunlarınki bir darbe hareketi. Biliyorsunuz her darbede perde arkasından yönetenler vardır. Darbe tutarsa tutar, tutmazsa hemen kaçarlar, bir yerlere sığınırlar, bunların yaptığı da odur. Darbe yapmaya kalkışmış, fakat tutmayınca, darbe sahibinin kendisi Fatma, hemen kaçıyor. Evet bunlar kaçtı ama, gerçekten büyük tahribatlar bırakarak kaçtılar. Bir kısmı maddi değerlerimize el soyup götürmüşlerdi. Bunların tahribatları hem maddi, hem maneviydi. Manevi tahribatları daha büyüktü. Hem kitlemizde, hem örgütsel yapımızda ciddi tahribatlar yaratmışlardı. Durumu daha iyi kavrayabilmemiz için bir örnek vereyim.

Bizim şehit bir arkadaşımızın babası, bu H. Yıldırım onların tutumuyla karşılaşınca ve kadromuzda bahsettiğim “bekle gör” politikasını görünce, gidiyor evine M. Kemalin resmini asıyor. Türk bayrağını asıyor ki bunu yapan şehit bir arkadaşın ailesi, değerli bir aile. Duyduğu tepkiden dolayı bu tutuma giriyor. Ve kitlede korkunç bir yıkım başlıyor. İnançsızlık, güvensizlik başlıyor parti gidiyor. Partiye sahiplik yapan yok. Parti Önderliği el atıyor da kitle öyle ayağa kalkıyor. 1988'de H. Yıldırım olayına denk gelen KDP-TC ortak saldırıları var. TC sınır boylarına önemli bir güç yığıyor. Bizim önemli gücümüzde Botandaydı. Diğer alanlardaki gücümüz fazla sorun teşkil etmiyordu onlar açısından. Yani Botan ezilirse eziliriz. KDP ile işbirliği içerisinde, KDP peşmergelerinin de katıldığı operasyonlar geliştirildi. Hem de Kuzey Kürdistan'da. Güney'de değil. Şemdinli, Çukurca, Uluderede. Amaç 88'de PKK'yi bitirmekti. Avrupa'da H. Yıldırım bitiriyor, Almanya'yla el ele. Burada Türkiye. PKK denen olay ortadan kaldırılıyor. Daha 88'in başlarında bu olaylar yaşanıyor. O zaman KDP'li olan bir peşmerge - ilişkilerimiz vardı, bu durumu bize söyledi. Mesut'un Türkiye'yle görüştüğünü, beraber saldıracaklarını, tedbirli olmamızı söylemişti. Hatta Türkiye'yle Muş meselesi üzerine anlaştıklarını söylemişti. Şimdi beraber yönelecekleri bizim açımızdan biliniyordu. Öyle fazla bilinmeyen bir durum değildi. Fakat o Muş meselesi nedir? O zaman anlaşılmadı. Ama daha sonra anlaşılacak ki, bize saldıracaklar, darbe vuracaklar, bunun karşılığında eğer Saddam'da saldırırsa, o zaman onlarda gelip Muş'a yerleşecekler. Daha o zamandan kararlaştırmışlar bunları.

1987-88'de o Kör Cemal'in geliştirdiği feodal komplocu anlayışı pratikte en çok uygulayan bu Topal Metin dediğimiz unsurdur. Daha o zaman Hogır fazla ileriye fırlamayan biridir. Hatta 87'de bir işte verilmez kendisine. Fakat yaptığı bazı eylemler vardır. Fakat asası onu da yönlendiren Topal Metin’dir. Yani Şahin Baliç. Bu Kör Cemal’in güvendiği kişilerden biridir. Hatta Kör Cemal soruşturmasında şöyle bir şey kullanır, 'Metin Botan beyi olacaktı. Bende onun üzerinde beyler beyi olacaktım. En çok güvendiğim kişidir.' gerçeğide oydu, doğruydu. Bu anlayışı pratikte en iyi uygulayanlardan biri, Metin'dir. O anlayışın militanıydı. Metin,kariyer için, mevki için her şeyi yapabilen bir özelliğe sahipti. Bunun içinde, yanındaki insanı bastırma, yanındakini bitirme, kendine göre adam öne çıkarma, hesabına geleni öne çıkarma, hesabına gelmeyeni yerin dibine batırma. İşte o bilinen askerlik anlayışı. O yasanın uygulanışı. Bu unsur o dönemde ciddi tahribatlar yaratı. Bazı duygusal olayları gerçekleştirdi. Yersiz öldürülme olayları. Kadın, çocuk, suçsuz insanların vurulması. Buna da eylem dedi. Partiyi de bununla aldatmak istedi. Yine yanındaki gücü-en önemli gücümüzü savaştırmama, hep atıl bırakma, hep çürümeye terk etme, taktikle oynama. Bir çatışması vardır bunların. Çatışmada sözümona darbe yenilmemiş, düşmana darbe vurulmuş. Bu çok büyük bir başarı gibi gösteriliyor Herekol'da yaptığımız toplantıda. O zaman ben ve Zeki arkadaş bu tutumun, doğru bir tutum olmadığını, başarının olmadığını, yaşanan durumun bir taktik dışılık olduğunu söylemiştik. Adeta zorla kabul etmişti.

87'de-88'de, özellikle Botan'da Kör Cemal anlayışını pratik uygulayan Metin'di. Yanında özenle geliştirdiği Hogır'dır. En gözdesidir Hogir. O zaman Metin, Zeki arkadaşı, şehit düşen Süleyman arkadaşı (Süleyman Arslan), şu anda Gabar'da bulunan Celal arkadaş bu arkadaşları ezmiş, etkisiz kılmak istemiş. Hatta bazılarını öldürmek istemiş, Biraz kendi anlayışına ters düştüğü için. Bunu bile yapmak istemiştir. Eğer bazı arkadaşları katletmemişse, biraz tesadüfler, biraz, yarı, - bilinçli, müdahalelerdir. Onun sonucu olarak yapmamıştır. Yaptığı komutanlık adı altında ağalıktır. Kendine göre bir güvenlik düzenleme, kendine göre hizmet adamları, bir ağa nasıl oturur, çevresini döşer,hizmet elamanları vardır, her şeyi doğrudur, tek bir kelimesi dahi yanlış değildir, herkesin onun dediğini kabul etmesi gerekir, tam da Metin'in yaptıkları, bunların aynısıdır. Hiçbir eleştiri kabul etmez. Her şeyin söylediği her şeyin mutlaka doğru olduğu mutlaka herkes tarafından kabul edilmesi gerektiği, kabul etmeyen oldu mu, tehlikelidir. Bu adam ajandır. Tabi bunu yaparken de işi biraz kitabına uydurarak yapıyor. Ya inandırıyor, ya korkutarak sindiriyor. Öylece istediği her kararı uygulayabiliyor. İşte 87-88'de bazı kadın ve çocuklar veya yersiz idamlar, hakketmeyen insanlar vurulmuşsa bu , Metin ve Hogır onların yaptığı şeylerdir. Partiye rağmen tabi yaptıkları şeylerdir. Bunlar görüldüğünde üzerine gidilmiş. Hatta o dediğim toplantıda, Herekol'daki toplantıda, daha ısrar ederse görevinden alınacağı kendisine söylenmişti. Ve onunla biraz frenlenmişti. Terzi Cemal olayından sonra, Parti Önderliği, o bildiğimiz kişilik çözümlemelerine, artan bir tempoda ağırlık verir. Devreler üzerinde düzenler. Eğitimi yoğunlaştırın, kişilik çözümlemelerini yoğunlaştırır. Sürekli ülkeye takviye üzerine takviye, müdahale üzerine müdahale. Kongre gerçeğini biraz böyle hayata geçirmeye çalışır. Ve bu tasfiye hareketini böyle bir tutumla boşa çıkarmaya çalışır. Partiye böyle adım attırtmak ister.

Bu müdahalelerle, bu takviyelerle, eğitimi yoğunlaştırarak, birçok kişiyi eğiterek bunları donatarak ve bin bir güçlükle hemen hemen her sahaya ulaştırarak partiyi yaşatmaya, parti gerçekliğini oturtmaya çalışır, savaşı geliştirmeye çalışır. Bu dönem Parti Önderliği'nin en çok, artan bir tempoyla yoğunlaştığı, toparladığı bir dönem oldu. Ve dönem biraz, böyle kurtarıldı. 89'da müdahale grupları yine peş peşe ülkeye görderildi. Neden? Çünkü Hogır - Metin anlayışı pratikte epey tahribat yaratmıştı. Bu tahribatların önünü almak, gidermek, savaşla devrimcilileştirmek, geliştirmek için, bu müdahaleler takviyeler gerçekleştirildi. Ve o zaman, bir konferans düzenlemesi de giden grupların önüne kondu, ülke içi konferansın düzenlenmesi. Bu konferansın amacı nedir? Konferansın amacı varolan pratiği, bu pratikteki olumsuzlukları, hataları, yanlışlıkları ve bunun sahiplenmesinin ortaya çıkarılması ve tabii ki geleceğin planlaması gerektiği, bunun başarılmasıdır. Konferans düzenleyen sorunlular tabi bu konferansa sorumsuzca yaklaşmışlar. Konferans aslında bir ülke için olmalıyken, bir bölge için bile ele alınmıyor. Konferansın daha çok o parti dışılık, çizgi dışılık, bunun yarattığı tahribatlar sorumluların ortaya çıkarması gerekirken, tam tersine bunun sahiplerini izleme ve ödüllendirmeye gidiyor. Metin 88'in sonunda bu sahaya alındı. Hogır'a o konferansta gerçekten ödül verildi. Neden bu yapılıyor? Çünkü konferansa katılanlar oldukça geri bir konumda. Eylemsel, örgütsel planda oldukça geri,ciddi bir eyleme girmemişler. Ama Hogır kendine göre bir sürü eylem yaymış. Bunlar Hogır'a nasıl karşı çıkacak? Doğru eylemle karşı çıkacak. Ama bir eylemi yok ve Hogır'ı eleştirme cesaretini gösteremiyor. Hogır askerlik yasasını işletmiş, çocuk da olsa bir sürü kişi çıkarmış. Bunların öyle bir duyumu da yok. Hogır gitmiş halktan zorla silah almış para almış, bunların düzeyi de yok. O zaman ölçü de şu, kim çok savaşçı çıkarmış, çok silah getirmiş kim çok eylem yapmışsa iyidir. Kim bunu yapmışsa görevini yapmış, diğerleri yapmamıştır.

Bütün bunlar Hogır da var, diğerlerinde yok. O zaman Hogır herkes daha iyi olur ve kimse de ses çıkaramaz. Hogır'ın eylemlerinin nasıl olduğu üzerinde duran yok. Savaşçı dediği 4,7, 8 yaşlarında çocuklar. Öyle savaşçı falan değil, tam tersine beslenmesi gereken çocuklar. Bunlar değerlendirilip, görmeyeceğine hiç kimse bununla anlaşmıyor. Çünkü kendileri eylem yapmamış, kendisi Hogır'dan daha beter. Böylece Hogır'ın üzerine gitmeyerek, gerçeğini ortaya çıkarmıyorlar, tam tersine mükafatlandırıyorlar. Tabi Hogır'da bunların durumunu bilerek üzerlerine yükleniyor. Yargılanması gereken aslında Hogır'ken, pratikleri olamadığı için Hogır bunları yargılıyor. Bu konferans, yargılanması gerekenler yargılanmayıp, mükafatlandırıldığı için Parti Önderliği tarafından kabul edilmedi. Görevini yerine getirmemiş, Pratik sorunlara çözüm olamamıştı. Daha sonra Hogır görevden alınıyor. Fakat görevden alınmasına rağmen, pratikte yine sorumlu hareket ediyor. Yani resmi olarak görevli değil ama fiiliyatta görevli. Birçok kişiyi de sindirerek bastırarak etkisizleştirmiş. Yanında Ebubekir arkadaş var, onu bile rahatlıkla sindirmiş. Aslında Ebubekir arkadaş bireysel endişe taşımasa, partiye sahiplik yapsa - ki yapabilir de - Hogır da tahribatların hiçbirini veremez. Bana zarar gelmesin, parti mi gitmiş, devrim mi gitmiş, halk mı gitmiş, yanındaki insanlar mı gitmiş hiç önemli değil. Bu anlayış. Ebubekir arkadaş partiye biraz sahiplik yapsa, rahatlıkla yapabilir, Hogır o tahribatları yapmayabilir, yaptırtmaz da. Hogır'ı Hogır yapan biraz da arkadaşların kendileri oluyor. Onu güçlendiren arkadaşların yaklaşımları, tutumları oluyor. Hogır bunun üzerinde Hogır oluyor. Eğer bu kadar tahribat yaratmışsa, bunda yalnız Hogır'ı görmemek gerekir, kendimizi de görmemiz gerekir. Tabii izaha geldi mi. Ebubekir arkadaş yalnızca şikayet etmeye başladı.

Devrimciler olaylara, sorunlara böyle yaklaşamaz. Yani, 'Benim önümü kesti, tahdit etti, bunaltıldım, etkisiz kaldım, engel konuldu,' bunlar izah değildir. Yapabilir, engel de olabilir, her türlü şey de olabilir. Senin de görevin bütün bunları ortadan kaldırmak, eğer kaldırırsan devrimci olursun. Aksi taktirde kendine örgüt adamı diyemezsin. Kör Cemal meselesin de de aynı durum var aslında. Belki farklı yönleri var ama sonuç itibariyle aynıdır, Kör Cemal meselesini başta gördüm, görmedim desem yalan olur. Kendime göre tavır da aldım, mücadele de ettim ama sonuçta tek kalmaktan başka bir işe yaramadı. Kör Cemal'de yaptığını yaptı. Şimdi, 'Ben bunları gördüm, alet olmadım savaştım.' demek de bir şeyi kurtarmaz. Ha görmüşsün sonuç alamamışsın, ha görmemişsin sonuç almamışsın. Örgüt açısından yaratılan sonuç önemli. Eğer ben örgüt tarzıyla Kör Cemal'in üzerine gitseydim, kaybedecek olan o olurdu. Ama kedi tarzımla gittiğimiz için o, tahribat yaratabildi. Kendime göre ne kadar savaştıysam da yenilen ben oldum, ben kaybettim, örgüt kaybetti. Bireysel endişeye düşmedim, Ebubekir arkadaşın Hogır meselesinde yaptığı gibi bir bireysel endişe de taşımadım fakat mesel o da değil. O örgütle oynadı, ben koruyabildim mi ? Onun verdiği tahribatları asgariye indirebildim mi ? Partiye doğru sahiplik yapabildim mi ? Eğer yapabildiyse, benim görevimin gereğini yapmadığım, Partiye doğru sahiplik yapmadığım ortaya çıkar. Sonuç budur. İşte Ebubekir arkadaşında işlediği budur aslında, belki de daha kötü. Onunkinde can telaşı da var. Kaldı ki bu Hogır'ın bir şeyi de yok. Kör Celam gibi Kongre taşıyıcılığı, öyle aldatacağı bir şeyi de yok. Hogır öyle bir ortam yaratıyor ki artık hiçbir arkadaş diğerine güvenmiyor. Herkes can telaşına düşüyor çünkü yersiz cezalandırmalar alabildiğine. Kimin ne zaman nasıl cezalandırılacağı beli değil. Yani parti ortamımızı yaşanmaz, kuşkulu bir hale getiriyor.

Herkes birbirinden kuşkulanır hale geliyor. Acaba Hogır beni ne zaman öldürür diye düşünüyor. Parti yapısında böyleyken, kitlede zaten bir öcü olmuş, Kitle Hogır’ın önünden kaçıyor. Partinin kitle açısından itibarı böylelikle zedeleniyor. Parti bir çekim merkeziyken giderek bir itim gücü haline geliyor. Kitleler Partiden uzaklaşmaya başlıyor. 89 sonu, 90 denilebilir ki parti öncülüğünün, yaşamının, yoldaşlık ilişkilerinin en çok aşındığı bir dönemdir. Buna Çukurca sahasından Sarı Baran destek olur. Sarı Baran da o alanda adeta Hogır'ın can koruyucusu olur. Aynı pratiği o sahada da sergiliyor. Giderek birçok arkadaş ölümden kurtulmak, korkak damgası yememek Hogır'ın provokasyonuna gelerek vurulmaması gereken arkadaşları vuruyor. Doktor Baran arkadaşa da bunu yaptırıyor. Halbuki çok olumlu özellikleri olan bir arkadaştır. Mesela Jirki'lerle, Kaşuri'lerle olan durum hep Hogır'dan kaynaklanıyor. Bunları Dr. Baran arkadaşlara yaptırıyor. Tabi bunlar saf, farkında değiller. Ama Hogırlar, ne için yaptırdıklarını çok iyi biliyorlar ki sonuçta bir çok alan bize kapanıyor. Çetecilik 89’un sonunda biteceğine azgınlaşıyor. O bildiğimiz çete odakları tam teslim olma aşamasındayken, tersine çevriliyor. Hogır, Baran'lara parayla Jirki'lerden Adıyaman'ın adamlarını vurdurtuyor. Kendisi zaten Sadık Ağa'nın oğlunu vuruyor. Adam yanlarına gelmiş, vuruyorlar. Teslim olacak çete odakları hepsi, eskiden silah almayanlar da silah alarak çeteleşiyor. Hem kitlede, hem Baran'larda bir daralma, hatta kitlenin bir kesiminin kaybedilmesi,öncülüğün yitilmesi, yoldaşlığın yitirilmesi, parti ve odu yaşamından uzaklaşma ve bunun savaşı hızla felakete götürmesi. İşte tam bu dönemde Türk MİT'inin Diyarbakır'da değerlendirmesi var, PKK'de reformizm ve devrimci kanat. Reformizmi geliştirme, güçlendirme, PKK'de etkin kılma. O toplantıya Şahin Dönmez, Hıdır Akbalık'ta katılmışlardı. Sözümona taktik geliştiriyorlar, PKK'de reformizmi hakim kılma. Aslında MİT o toplantıları boşuna yapmadı. 89, 90 pratiğini düşman değerlendiriyordu.

O dönem Hogır'ı gazetelerde boşuna meşhur yapmadı. Bu boşuna değildi. O feodal -komplocu anlayışla liberal anlayış birbirini besliyordu. Aslında bir anlam da liberal anlayış, feodal - komplocu anlayışın hizmetine girmişti. Düşman bunu fark edince, bu noktadan sonuç almak için hazırlık yapıyordu. Reformist dediği kesim kimlerdi ? Cezaevinde Abdulatif kesimidir, Şener kesimidir. Bu ekiple PKK'de reformizmi egemen kılacak, PKK'yi ele geçirecek. Hazırlıkları tam da bu pratiğe denk geliyor çünkü bu pratik partiyi tükenişe götürüyor. Bunun üzerine çok ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkacak, işte iyi değerlendirilirse, rahatlıkla silahlı mücadele tasfiye edilebilir. PKK'de ele geçirilebilir, reformist bir hareket haline getirilebilir. Düşman gelişmeleri adım adam izliyor ve bundan yararlanmak istiyor. O toplantıları bunun için geliştiriyor. Bu anlamıyla düşmanın 4. Kongreye hazırlığıdır. 88-89 dönemi mücadele tarihimizde çok önemli, kritik bir dönemi ifade eder. Eğer Parti Önderliği'nin 89 ve 90'da o yüklenimi olmasa, pratiğin çözümlenmesi, grupların bu temelde eğitilmesi, peş peşe ülkeye yollanması, müdahaleler olmasa, belki de partinin tasfiyesi gerçekten mümkün olacaktı. Olmaması Parti Önderliği'nin müdahaleleri sonucudur. 89'da çok kapsamlı değerlendirmeler yapar. 90'da bu daha da derinleşir. Ve 90'da partinin 2. Ulusal Konferansı yapılır Tümüyle bu pratiğin çözümlemesidir. Ve bu konferans sonuçlarının gruplarla ülkeye aktarılması, müdahaleler partiyi kısmen yenilginin eşiğinden çevirir, önünü kapatır. Fakat bunu da özellikle Sarı Baran boşa çıkamaya çalışır. Parti Önderliği Hogrı'ın durumunun soruşturmaya alınması için bir talimat çıkarır. Bu talimatı alan Sarı Baran Hogır'a okutup kaçırtır. Hogır, Saddam'ın yanına kaçarak kurtulur. Çukurca'daki katliamları Hogır yaparken, Sarı Baran'da buna destek sunar, onarılması çok güç tahribatlara yol açar. Bu dönemde, 90'da şehit düşen MK üyesi İşsiz Mahmut arkadaş (Şexmus) vardı. Ebubekir arkadaşın tutumuna, Parti Önderliği'nin eleştirilerine peş peşe müdahalelerine tepki duyar.

Bu tepki onu parti karşıtı öğelerle birleşmeye götürür. Yani pratikte Hogır'la birleşmeye götürür. Halbuki değerli bir arkadaştır, oldukça fedakar, savaşı geliştirmek isteyen bir arkadaştır. Fakat bu arkadaş ne örgütlenmeyle, ne eğitimle nede ortaya çıkan sorunlarla uğraşır, bunları görmek bile istemez, kendi sorunu olarak görmez. Sadece eylemlilikle savaşı sürdürmeye çalışır. Halbuki savaşımız sadece eylemle geliştirilecek bir savaş değildir. Bu savaşın bir yanıdır. Diğer yanlarını görmemek savaşmak demek değildir. Bu arkadaşın içine düştüğü durum aslında vahim bir durumdur. Tepkiyle kalkarak Hogır'ın yedeği durumuna düştü ve en iyi uygulayıcısı haline geldi. Daha önce de belirttik, devrimci bir kişi sorumluluğunu bilen kişidir. Tepkiyle yaşayan kişi değildir, hareket eden değildir. Tepki duyduğu şeyleri doğru düşünme ve bunu gidermeyle anlamlandıran kişidir. Parti tarzı da budur. Aksi halde hareket edilirse, tepki insanı tasfiyecilerle de hareket ettirir, parti karşıtlığıyla da hareket ettirir. Bu arkadaşın bu konumu daha sonra 4. Kongrede ele alınacaktır. Demek ki 3. Kongre sonrası ülkede yaşanan durum budur. 3. Kongre aslında gerillayı, gerilla savaşımını geliştirmek isteyen bir kongredir. Fakat 90'lara geldiğimizde hem partinin kendisi hem de gericilik bir tasfiyeyle yüz yüzedir. Bunda Metin'in, Hogır'ın, Sarı Baran'nın rolü büyüktür. Kısmen işte bu Mahmut arkadaşın rolü büyüktür. Ki zaten kaynağını, Kör Cemal onlardan alır. Aynı anlayışın derinleştirilmesidir. Dedik ki düşman parti de ve gerillada yaşanan bu durumu yakınen izlemekte, direk ya da dolaylı düşman kişiliğini örgütlemek istemektedir. Buradan sonuca gitmek istemektedir. 89'da İsmail Seven - özel kolordu komutanı? tarafından izlenen çok ilginç bir taktik vardı. Tam da savaşın içine düştüğü durumlara denk düşen bir taktik geliştirir.

Adeta bazı yerlerde güçleri geri çeker. Bu çok anlamlıdır. Burada PKK'yi, birçok öğeyi etkileme taktiği vardır. Reformizimi geliştirmek için böyle bir taktik izleme. Türk devleti o dönemde PKK üzeri ne çok yoğun bir çalışma yürütür. En somut, Diyarbarır'da MİT'in yaptığı toplantıdır. O toplantıda alınan karar doğrultusunda çalışma yürütür. Ki İsmail Seven onlar bir ekiptir. Jandarma ordu teşkilatı birazda Kürdistan için kurulmuştur. Kürdistan Biraz da bu teşkilatın denetimindedir. Ve bu teşkilat kendisine Kürdistan'da herkesten etkili, yetkili görür. Jandarma bünyesinde oluşturulan istihbarat teşkilatı vardır,JİTEM. PKK'ye karşı Kürdistan'da yürütülen mücadelede bu istihbarat örgütü en tehlikeli istihbarattır. Bu istihbarat, bir ekip olarak rahatlıkla T. Özal'dan başlamak üzere, E. Bitlis, Ersever, bunlar hayatlarıyla öderler. Yine Kürdistan'da özel kolordu komutanlıkları yapanların hepsi, İsmail Seven, Temel Cingöz - 89, 90 döneminde Botan'da görevliydi. Daha sonra Adana'da Dev-Sol adıyla öldürüldü. –ki Parti Önderliğinin daha o dönemde yaptığı tespit, bunları Dev-Sol'un yapmadığı, Dev-Sol'un Kemalist bir kanat tarafından ele geçirildiği ve bunların bu şekilde vurulduğuydu. Bunların vurulması çok anlamsızdı. Vurulması gereken o kadar adam varken, emekli olmuş generallerin vurulması öyle doğru bir tutum değildi. Ancak daha sonra anlaşılıyor ki o ekibin tasfiyesidir. Şimdi bunlar biraz daha iyi anlaşılıp, aydınlanıyor. 88'de Metin unsuru bu sahaya çekildi. Bur soruşturma ve yargılamadan geçti. En sonunda ülkeye gidip geçmişteki olumsuzlukların aşıp, savaşmaya söz veriyor. Tüm olumsuzluklarına rağmen kendisine bu şans tanınıyor. Tam gideceği zaman 90'da Akademide Hamza arkadaşı katletti. Bu olayı düzenleyiş biçimleri çok ilginçti. O dönemde M. Şener, Sarı Baran, Topal Metin vardı. Akademide eğitim verme adı altında arkadaşlara silah atışı yaptırılıyor. Topal Metin tarafından. Sarı Baran, Hamza arkadaşa 'Gel gidip seyredelim' diyor, Hamza arkadaş, 'Ben gelmiyorum, işim var' demesine rağmen zorla götürüyor. Ve Topal Metin nişan alarak Hamza arkadaşı vuruyor.

Arkadaş şehit düşüyor olay çok doğalmış gibi karşılanıyor. O zaman Parti Önderliği de Akademi de ve müdahale ediyor. Topal Metin tutuklanıyor ve daha sonra soruşturması yapılarak tüm arkadaş yapısı önünde kurşuna diziliyor. O dönem basına da yansımıştı, 'PKK'de çatışma oldu. APO vurulmak istendi. fakat APO'nun koruması vuruldu. 'Hamza arkadaş için söyleniyor. Ve haberi Milliyete verende özel validir. Milliyetin haberini de BBC vermişti. Biz de BBC'yi protesto etmiştik. Ben o zaman Avrupa'daydım. Milliyet o zaman bizimle görüşmek istedi, biz reddettik. Haberi özel valilikten aldığını söyledi. Bu, sıradan bir olay değil. Aslında o zaman Parti Önderliği hedefleniyordu fakat bu işi Hamza arkadaşta başlatıyorlar. Parti önderliği, olayın iç yüzünü zamanında görebildiği için tedbir alıyor ve bu engelleniyor, başarılamıyor. Yıksa, Parti Önderliği o zaman bu ekip tarafından öldürülecek. 88'de Önderlik sahasına geldiğimde Piro arkadaşın durumu da vardı. 83'te Türkiye'ye temsilci olarak gönderdiğimiz arkadaştı. Bu arkadaş gelmişti ve tutukluydu. Bu arkadaşın bir raporunu okumuştum ve durumu aslında netti o raporunda sanki çözülmüş gibi göstermişti ama gerçek ajanlığı kabul etmemiş olmasıydı. Fakat çekindiği için bunu söylememişti. Kendisini İstanbul'a ben göndermiştim ve iyi tanırım, gönderildiğinde ajan değildi. Oldukça temiz bir arkadaştı. Fakat daha önce de belirttiğimiz gibi bu Dilaver Yıldırım'ı amcasının kızı tarafından bir duygusal ilişkiyle bu işe bulaştırılmıştı. Uzun süre kendisi de bunu fark etmiyor. Yakalanıyor, çıkıyor, hala farkında değil. Tekrar İstanbul'a geldiğinde MİT kendisini yakalayıp Diyarbakır'a getiriyor. Burada MİT ajanlık teklif ediyor, kabul etmiyor. Biraz işkence, yine kabul etmiyor. Buna boşuna güvendiklerini söylüyorlar. Gerçeği biraz anlatıyorlar. Bakıyor, dört tarafı MİT'le çevrili orada zayıflık göstererek “nasıl olsa MİT beni kuşatmış, her şeyimi biliyor, artık saklayacak bir şeyim kalmadı” diyor ve ajanlığı kabul ediyor. MİT, uçaklan İstanbul’a gönderiyor.

İstanbul MİT'i, uçaktan iner inmez karşılıyor ve diyor ki, 'Biz senin yanına zaman zaman uğrarız.' Bu, her ne kadar kabul ettiyse de dışarı çıkınca MİT'i atlatmaya kalkıyor ve bunun için de üzerine gidiliyor, tehdit ediliyor, 'Bizi aldatmaya kalma, eğer kalkarsa seni de vururuz, aileni de, akraba çevreni de Zaten partinin yanında senin hiçbir şeyin kalmadı. Bu durumunu partide biliyor. 'bunu kafasına iyice sokuyorlar. Bu durum karşısında paniğe kapılıyor. Hem MİT kendisini vuracak, hem parti. Bunun üzerine kaçıyor. 6-7 ay İstanbul'da bir evde gizleniyor. Hiçbir yerle irtibat kurmuyor. Bu arada Dilaver'le ilişki kurarak eğer varsa ilişkisi partiyle ilişki kurup sığınmak istiyor. Biraz partiyi de tanıyor, belki parti kendisini affedebilir. Dilaver partiyle ilişkisi olmasına rağmen, olmadığını söylüyor. Daha sonra tekrar ilişki soruyor, Dilaver diyor ki 'Parti seni kabul etmiyor.' Halbuki böyle bir durum yok, kendisi uyduruyor. Dilaver buraya geldikten sonra bununla ilişkisi kuruldu ve Yunanistan'a çıkarıldı. Yunanistan'a çıkar çıkmaz Dilaver, bunun ajan olduğunu söyledi. Buraya geleceğini anladıktan sonra söyledi. Kendisini kurtarmak, gizlemek için söyledi çünkü biliyor ki buraya geldiğinde kendi durumu ortaya çıkacak. Eğer erken davranırsa, daha sonra Piro bunun durumunu söylese de diyecek ki, 'Ben bunun durumunu ortaya çıkardığım için bana hakaret ediyor.' Bunun önlemini alıyor ve şunu da söylüyor, 'Yunanistan'a gidip soruşturmasını yapayım.' Soruşturmanın yönünü saptırmak ve kendisini kurtarmak istiyor.

Arkadaşlar, 'Nasıl olsa buraya gelecek, soruşturmaya girmek istiyorsan, burada girersin.' Tabi bütün kapılar kapanınca, biraz da paniğe giriyor, intihar olayı gerçekleşiyor. Piro arkadaş geldiğinde konuştuk, açık koyduk. Dedim ki, 'Piro ben sen iyi tanıyorum. Sen çözülmemişsin, ajanlığı kabul etmişsin. Vereceğin kadar da vermişsin, bunu gizlemenin anlamı yok. Eğer bunu söylersem parti beni affetmez diyorsan, zaten elimizdesin, vurursak vururuz seni. Yaptığın da ölümü kırk defa hak ediyor. Biz seni vurmayacağız, yine kazanmaya çalışacağız. Yeter ki sen de dürüst davran. Bu işi nasıl gelişti, bunu biraz anlamaya çalışalım.' Ondan sonra kendisi gerçeği itiraf edip dedi ki, 'ben çekiniyordum, onun için söylemedim. Gerçek bu.' Daha sonra nasıl ajanlaştığını anlattı ve Dilaver'le Cafer'in durumunu da anlattı. Dilaver, daha cezaevinde ajanlaştırılıyor. Onun vasıtasıyla amcasının çocukları ajanlaştırılıyor. Oraya gidince bu kız ona duygusal yaklaşıyor.

CEMİL BAYIK (HEVAL CUMA) 12.BÖLÜM

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

PARTİ TARİHİ (1.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (2.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (3.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 4.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 5.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 6.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 7.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (8.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (9. BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 10.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (11.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 12.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (13.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 14.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 15.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 16.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (17.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (18.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (19.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (20.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (21.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (22.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 23.BÖLÜM (SON)

BÜYÜK ÖLÜM ORUCU DİRENİŞ GERÇEĞİ