KENDİNİ ÖRGÜTLEYEN İNSAN BİR ORDU GÜCÜNDEDİR-1.BÖLÜM
Sivas’ta iki erkek, iki bayan arkadaşın şehit düşüşüne baktığımda, yine yaşam tarzınızla bağlantısını kurmaktan kendimi alıkoyamadım. Düşman o cenazeleri sergilerken, yaşamınızda bu gerçeği tespit etmek hiç de zor değil. Yaşamdan kaybettiler. Baharın bu günlerinde gerillanın kaybetmesi, kesinlikle koşulların elverişsizliğinden değil, kendini doğru yaşamsallaştıramaması ile çok yakından bağlantılıdır.
Tabii burada eskisi gibi öfkelenmem de, çünkü kazanabilme imkanını yakalamışken büyük oynayamamak, büyük savaşamamak tamamen o kişinin sorunudur. Böyle bir ölüme razıysa, olsun. Sanılıyor ki, biraz kendilerini yaşarlar, dünyalarından bir gam alırlar gibi... Belli ki, yaşam çözümlenmemiştir. Kendinizi biraz akıllı mı sanıyorsunuz, ama yaşam hakkını da yanlış değerlendiriyorsunuz. Sonuç, beklenmedik yerlerde ve biçimlerde kaybetmedir. Bunu kırmanız gerekiyor, yoksa sizlere yazık oluyor.
Alışkanlıklarınız ne kadar güçlü olursa olsun, yine geriliklerin üzerinizde ne kadar etkisi olursa olsun, hiçbir şey özgür yaşam kadar etkileyici olamaz. Özgür yaşamın da gerçekleşmesi, gerçekçi bir irade ve yapılması gerekenler hususunda düşünce gücü ister. Bunları mutlaka çözmeniz gerekiyor, yoksa kendinizi yaşatamazsınız. Kendinizi bu halinizle nasıl rahat ele aldığınıza şaşıyorum. Sözde kendinizi akıllı da sanıyorsunuz. Alınması gerekenler konusunda sizi buradan bile izledikçe, bu insanlar başaramayacak diyorum. Geriliklerinizin ne olduğuna bakıyorum; bu kişi ülkesinden, tarihten, özgürlükten fazla bir şey anlamamış diyorum. Tabii insan, sizin adınıza üzülüyor. Bana göre bunlar olmaz değil, kayıp da olur, ama bu biçimleriyle bana hep büyük bir eksikliği, yanlışlığı yaşıyorsunuz gibi geliyor. Yani şu çok açık, kendini derinliğine düşünmekten alıkoyan, verilmesi gereken savaş konusunda kendisini bir türlü yoğunlaştıramayan tabii ki sizin düştüğünüz duruma düşer. Çaresiz olacağınızı da sanmıyorum. Bütün deneylerimiz, mevcut durumda hiçbirinizin çaresiz olamayacağı, kolay kaybetmeyeceği ve çok işler başarabileceği yönündedir. Siz bu tespitle çelişiyorsunuz. Bunun adını da kendini yormama, yoğunlaştırmama, ikirciklik, darlıktan kendini kurtarmama koyuyorsunuz, ama bunlar ölüm getirir. Bu haliyle düşmanın elinde çok basitçe ölüme razı olmak herhalde ölümlerin en kötüsü, en acısıdır. Sürekli buna bir son verin diyorum. Bir de yıllardır savaştasınız, onun asgari gereklerine bir gelişmeyle cevap verememeyi nasıl kabul ediyorsunuz? Bu nasıl kişiliktir ki, yıllardır savaş sahasındadır, doğru dürüst bir-iki gerilla kuralını uygulayamıyor? Bu anlamda kendinizden nasıl sıkılmıyor, öfkelenmiyorsunuz; doğru bir mevzilenmeyi, doğru bir hareket tarzını bile oturtamıyorsunuz? Bu büyük bir ayıp değil mi? Bu, ayıptan da öte, ölüm getirir. Buna karşı halen rahat oluşunuz çok tuhafıma gidiyor. Köye dayalı veya kendini fazla zorlamamaya dayalı tarzın basit bir rahat yaşamı bile getireceğini sanmıyorum. Ama siz böyle bir kandırmaca içinde sözümona felekten bir gün çaldınız! Peki daha sonra başınıza geleni nasıl izah edeceksiniz? İşte orda da büyük bir körlük, yani burnunun ötesini görememe var. Bu sizin gerçeğiniz oluyor.
Siz bu dünyadan ne istiyorsunuz veya bu dünyadaki gerçekliğinizi, bu korkunç öğretmelerimize rağmen neden öğrenemiyorsunuz? Hatta aldıklarınızla öyle yetiniyor veya onunla kendinizi öyle beğeniyorsunuz ki, yine buna şaşmamak elde değil. Bunu çözmek gerekiyor. Hiç olmazsa burada fırsat eldeyken, kendinizi bir güzel çözün. Kısa bir süreniz var. Bazılarınız çok zor da olsa, ülkeyle, savaş gerçeğiyle mutlaka yeniden tanışacak, temas edecek ve rol oynayacak. Ama her gün gelen haberlere baktığımızda, olmadık yerde eyleme girilmiş, olmadık yerde kayıp verilmiş, olmadık yerde tuzağa düşülmüş. Başarılı bir gerilla planına dayalı hiçbir savaş yok veya o anlamda “biz gönlümüzce savaştık; kayıp verdiysek de, hatta yenildiysek de gönlümüzce planladık ondan sonra bunlar oldu” diyen bir durum yok. İşin ilginci veya zor anlaşılanı burasıdır. Aylardır mevzilenmesini yapmamış, nereye nasıl üsleneceğini belirleyememiş, bir eylem gelişecek onun hakkında bir tasarısı, planı yok. Hep düşmanın dayatmaları, hep olmadık yerlerde tıkanma, daralma, sözde mevzilenme; ya karda kendini yitirir ya bir yol alışta hep düşmanın pususuna takılır, ama hiçbirisi “ben düşmanı düşürdüm, plan benimdi, ben hazırlamıştım, o temelde bekliyordum, geldi düştü” demez. Gerçeğinizde buna pek yer verilmiyor.
Siz o kadar çaresiz olamazsınız. Bu kadar parti desteği oluştuktan sonra bunu normal kabul edemezsiniz. İnceleyin, göreceksiniz ki, kayıp nedenleriniz kadar, birçok gelişme sağlayabilecekken buna ilgi duymayışınız bencilliğinizden dolayıdır. Bu bencillik, Kürt tipinde, genelde de küçük burjuvalıkta var ve bunun iki arada bir derede veya iki sınıf iradesinin gölgesi altında hep izdüşümü içinde kalmasına yol açar. Yani katıksız, en zavallı bir küçük burjuva kişiliğisiniz. Küçük burjuva kişiliğinin sistemi bireycidir, dardır, çok yüzeyseldir, kandırmacadır ve hep başka iradelerin izdüşümünü yaşar. Şimdi bizde buna bir de çok kötü bir feodal işbirlikçilik, faşist sömürgecilik eklendi mi, sizin gerçekliğiniz içinden çıkılamaz bir hal alır. Sorguluyoruz, neden en küçük bir tedbir almadın diyorum, izah edemiyor. Orada biraz bencilliği yaşamış, nedeni odur. O yere yıkılsın, kırılsın, sen onunla kaybettirdiklerini düşünüyor musun? İşte orada körlük, orada böylesine korkunç bir bencillik karşımıza çıkıyor veya daha da ötesi, fazla umudu da yok. Ne istediğini kendisi de bilmiyor. Aslında cehalet veya kendini bir şey sanan cahil.
Böyle sorunlarınız var gibime geliyor. Sizin bu gidişatınızı normal bulmuyorum. Engel nerede diye örgütün içini, dışını çok zorluyorum. Sonuçta engel gelip kişiliğinize takılıyor. Siz kendiniz sorumlusunuz. Örneğin ben küçük bir adımın daha sahibi olmak için bu yaşımda günlük olarak halen kendimi evirip çeviriyorum. Sizin kendinizi beğenme tarzınıza bakıyorum, ilerlemeniz mümkün değil. Kim bilir belki umutlarınız bile yok. Belki bazı heveslere kapılmışsınız, aslında tam bununla da izah edilemiyor, ne de olsa bu ayaklar üzerinde o kadar dağları, taşları dolaştınız. Hatta bir sigaraya yüksek ilgi gösteriyorsunuz. Fırsat düşse, bir bencilliği yaşamaya dair gözükara oluyorsunuz. Bununla da büyük bir çelişki teşkil ediyorsunuz. Madem bu kadar yaşama düşkünsünüz, o zaman yücesine neden göz dikemiyorsunuz? Neden akıl gücünüze sığınmıyorsunuz? Geriliklere sığınacağınıza, akıl gücüne, örgüte neden sığınmıyorsunuz? Tümüyle buna vereceğiniz cevap “ben bireyciyim”dir. Tabii bunun da altında karşınıza “düşmanım çok güçlüdür ben bir hiçim” anlayışı çıkar. Bu nokta da teslimiyet noktasıdır. O zaman da bütün devrimciliğiniz boştur ve PKK’den de hiçbir şey anlayacağınızı sanmıyorum. PKK tırnak hareketidir, iğne ucu hareketidir. Hatırladığım kadarıyla bazı provokatörlerin ve TC’nin deyişiyle olmazın hareketidir, ama onlar açısından. Bizim açımızdan ise insanlığını hareketidir. Siz bunu anlayamıyor, anlamaya yanaşmıyorsunuz. Yani söylediğim gibi kendinize göre bir günlük yaşam olsun, varsın gerisi ölüm olsun.
Bu, PKK gerçeğiyle çelişiyor. Tabii bunun üzerine en son partimizi değiştirmeye, dönüştürmeye, düşmana teslimiyet zemini haline getirmeye kadar gidildi. Bu zeminden beslenmek istediniz, bu zeminle uzlaştınız, şimdi karşımızda hırsı da, öfkesi de büyük olmayan, başarıya fazla göz dikemeyen, yani sıradan bir yürüyüş sahibi kişiler gibi kalıyorsunuz. Bu da dediğim gibi sizi yarı yolda tüketecek. Büyük öğretmeye çalışıyoruz, büyük öğretme konusunda bir eksikliğimizin olduğunu sanmıyorum. Birkaç dersi bile doğru özümserseniz, eğer bu işe anlayış diyorsanız size kesinlikle temeli verecektir. Sanırım sorun bu değil. Siz büyük öğrenmeye de yanaşmıyorsunuz, yani öğrenmeyi istemiyorsunuz. Öğrenmekten kaçıyorsunuz, yoksa öğrenme imkanları çok fazla, olağanüstü bir öğreticilik gerçeğimiz söz konusu. Öğrenmeye karşı çok güçlü bir tepkiniz var. Örneğin benim gerçeğimde çok faklı, yani “Önderlik” diyorsunuz, “tanımaya çalışıyoruz, yakından izlemeyi istiyoruz” diyorsunuz, ama artık bu sözlere de anlam veremiyorum. Benim öğrenme tarzım çok açık ve bunun üzerinde çok durdum, yani nereye bakarsam oradan bir şey öğrenirim. Sadece öğrenme değil, hislenme, duygulanma, tabii onları bir yaşam fırtınasına dönüştürme ve gerekirse savaşa dönüştürme, bütün bunlar Önderlikte anı anınadır ve hep gelişim halindedir. Bunu çok anlattık. Şimdi biraz size bakıyorum, gerçekten tarzınız biraz öküzün trene bakıp öğrendiği tarza benziyor. O ne kadar anlıyorsa, siz de söz konusu bu gerçekliğimize biraz öyle bakıyorsunuz. “Devenin kılını gördüm, devenin boynunu gördüm, bacağını gördüm” deyip kalkıp bununla deveyi izah etmeye çalışıyorsunuz veya “gözümün önünden bir şeyler geçti” gibi. Öğrenme işinde korkunç olamayanın eylemi kesin fecaattir, yani trajiktir. İki cümlelik öğretme işini söylüyorum. Kendinizi öğrenme işine korkunç vermezseniz, öğrenmeyi son sınırına kadar zorlamazsanız -ki, bu yapacağınız işle; eylemle, savaşla, örgütle ilgilidir- siz bunun hakkını veremezsiniz, o savaşı yapamazsınız, yani o örgütü yürütemezsiniz. Size açık belirtiyorum, benim gücüm korkunç öğrenme ve o öğrenmeyi öğrendiğim konuda korkunç yürütmedir. Önderlik bir anlamda budur. Ama dağlar kadar öğrenseniz de, bunun konuyla bir ilgisi yoktur. Hatta konu, obje, yani nesne, yani ilgilendiğiniz iş söz konusu olduğunda, örneğin bizde meşhurdur, “ben teoriden hoşlanmıyorum, ama savaşı istiyorum” diyorsunuz. Halbuki teori en büyük öğrenmedir, öğrenmenin en yoğunlaşmış ifadesidir. “Ben siyasileşmekten hoşlanmıyorum, ama askerlikten hoşlanıyorum” diyorsunuz. Oysa ki, askerlik siyasetin en yoğunlaşmış ifadesidir. En yoğunlaşanlar siyasileşenlerdir, daha öncesi de ideolojikleşenlerdir, yani düşünce gücü olan siyasileşir, siyasileşen de çok yoğunlaşırsa askerileşir, eylemselleşir.
Gerçek bu iken, bizim bütün savaşçılarımıza, komutanlarımıza bakıldığında, gerçekten teoriyle, ideolojiyle, bunun siyasal ifadesiyle bağını koparmış, aslında bir yerde kendini tehlikeli bir konuma getirmiş, ama yine de “pratikçiyim” diyor! Yalan. Onun o pratik dediği, fecaattir, tehlikedir. Buna hiç pratik yaptırmamak gerekir. Bunu bin defa haykırdım, ama maalesef bir tek akıllı adamımız “bunun pratiği teoriden kopuk, çizgiden kopuk, örgütten kopuk” diyemedi. Örgüt bir tarafa atıldı, teori, siyasal anlayış, siyasi kişilik bir tarafa atıldı. Neymiş de eylemciymiş! İşte kontra komutanlıklar çıktı. Televizyonlarda izledik, “bu da komutanları Fidel’dir” diyorlar. Subay onu halka götürüyor, “konuş Fidel, bu iş nasıl kötü” diyor. Fidel de bizim Zagros’un “ünlü komutanlarındandı!” Elli kez, bu öküzün tekidir, bunun komutanlıkla bir ilgisi yok dedim, yine de lanet şeyi başımızda tuttular. “Pratikten anlar” demişler, o da onlarca genç militanımızı karakollara bu anlayışla yollamış ve buna da “eylem” demişler; yine o kadar değerimiz çürütülmüş. Böyle birçok sahte komutan, şimdi hepsi düşmanın elinde bir itirafçı, bir kontradır. Bu, önemli oranda sizin de gerçeğinizdir. Bu neden böyledir? Fidel denilen olayda düşünce yok, ideoloji yok, moral yok, bu olsa olsa kimde çıkarını görürse, kim pohpohlarsa onun adamı olur, onun paralı askeri olur. Bundan başka bir şey çıkmaz, ama bir tane siyasi adamımız bu gerçeği tespit edemedi, edip de tedbirini alamadı. İşte benim en çok öfkelendiğim konu budur. Bu konuda size canavarsınız derken, bazı gerçekleri göstermek istiyorum. Sizdeki nasıl vicdandır, nasıl imandır, nasıl bağlılıktır ki, bunları görmüyor? O zaman sizi kim besleyecek, siz kendinizi nasıl yaşatacaksınız? Kim size, savaş büyük düşünce olmadan, büyük yoğunlaşma olmadan yürütülür dedi? Bunu hangi kitaptan öğrendiniz?
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER