SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (105.BÖLÜM)
D- UYGARLIĞIN GENEL BUNALIMI VE DEMOKRATİK UYGARLIK ÇAĞI
“Tarihin sonu” kavramı doğru değilse de, uygarlığın sınıf karakterine dayalı özelliklerinin sonuna gelindiğinden bahsetmek gerçekçi bir yaklaşımdır. Eğer tarihi sadece sınıf mücadelesinden ibaret sayarsak, bu anlamda tarihin sonuna gelindiği kavramı da anlam taşır. Uygarlığı esas gerçekleştiren temel, neolitik toplumun yarattığı teknik güçtür. Bu teknik gücün verimli topraklarla, sulama imkanlarının olduğu coğrafyada tüketilebileceğinden fazla artı-ürüne yol açması, sınıflı toplumun doğuşunu hazırlamıştır. Doğal olarak yöneten-yönetilen ayrımı devleti mümkün kılmıştır. İlkin Aşağı Mezopotamya’da gerçekleşen bu toplum olgusu uygarlaşmayı ifade etmektedir. Uygarlığın özünde tekniğin yattığı açıktır. Teknik gelişmenin imkan dahiline girmesi, onunla gelişmek anlamına da gelmektedir. Toplumu sınıf temelinde bölünmeye zorlayan teknik iki yönlü bir etkiye yol açmaktadır. İlk aşamada zayıf teknik temel, derinliğine bir sınıflaşmaya zorlamaktadır. İnsanın bizzat kendisi teknik bir alet gibi kullanılmaktadır. Kölenin kendisi en gelişkin teknik olarak mülkiyet konusu olmakta, bu da toplumun kölelik ve köle sahipleri biçimindeki en köklü bölünmesini beraberinde getirmektedir. İnsan köleliği, zayıf teknik temelin bir sonucudur. Teknik geliştikçe, sınıflaşma düzeyi arasındaki fark da azalacaktır. Köleliğin bile daha sonraki aşamalarında, özellikle demirden aletler ve teknikleri geliştirildikçe, sınıfsal farklılaşmadaki derinlik azalmaktadır.
Fakat daha da önemli olan husus, teknik seviyeyle sınıflaşma arasındaki bağlantıdır. Hatta hangi seviyede tekniğin sınıflaşmaya yol açtığının bilinmesi, toplumun özgürlük mücadelesi açısından büyük önem taşır. Bu durumda tekniğin geliştirilmesi, özgürlüğün geliştirilmesinin maddi zemini olmaktadır. Kapitalist toplum döneminde manifaktür üretimin yerini fabrika üretiminin alması, sınıf ilişkisinde de köklü bir değişime yol açmaktadır. Gelişkin fabrika tekniği, çalışan sınıf üzerinde köleci tarzda bir ilişki kurulmasını gereksiz kılmıştır. Hatta bu tarz bir ilişki fabrika üretiminin özüne de terstir. Gelişkin üretim, sınırlı da olsa işçinin emeğini özgürce kullanmasını getirmektedir. Emeğin serbestçe pazarlanması sistemin ilkelerindendir. Fakat bunu mümkün kılan maddi zemin fabrikanın kendisidir. Tekniğin tarihinde kapitalist dönem büyük gelişmelere tanıklık etmektedir. Bilimle teknik arasındaki kopukluk ilk defa giderilmekte ve birbirini besleyen etkenlere dönüşmektedir. Özellikle 20. yüzyılda büyük bir bilimsel-teknik devrim yaşanmaktadır. Bu yüzyılda mekanik tekniğe ilaveten, elektronik ve nükleer teknik ilk defa geliştirilmiştir. Her iki tekniğin toplumun hizmetine sunulması, geleneksel tüm değerleri altüst etmiştir.
Bu özellikle siyaset, devlet ve askerlik alanında büyük dönüşümleri zorunlu kılmaktadır. Yoğunlaşmış ve kurumlaşmış siyaset olarak devlet, kölecilik çağının bir icadı ve aletidir. Marksist sosyolojinin onu daha çok kapitalizm temelinde çözümlemesi, bu konuda büyük yetmezliğin yaşanmasına yol açmıştır. Devletin ilk ilke ve biçimini belirleyen Sümer rahipleridir. Herhangi bilimsel bir temeli yoktur. En kaba sınıf sömürüsünü yürüten araç olarak devlet, din ideolojisinin bile gerisinde mitolojik düşünceye dayanmaktadır. Rahip gözlemlerine göre devlet, gökteki sabit düzenin yeryüzündeki örneğidir. Tanrılar gökyüzünü nasıl yönetiyorlarsa, devlet de yeryüzünü öyle yönetmelidir. Tanrıların kutsallıkla bir tutulan yönetimi, devlet yönetimi için de aynen geçerli olmaktadır. Devletin kutsal olduğu fikri, Sümer rahiplerinin mitolojik inançlarından günümüze kadar gelen, en köhne sömürüyle baskıyı gözeten en tehlikeli bir görüştür. Denilebilir ki, tüm sınıflı toplum tarihi devlet konusunda bu Sümer görüşünü güçlendirerek sürdürmüştür. Her yeni hakim sınıf bunu biraz daha yetkinleştirmiştir. Belki de değişmeyen en eski araçların başında devlet gelmektedir. Hala en cahili olunan toplumsal gerçeklikler arasında devlet başta gelen konu durumundadır. Dinler bile çok büyük değişimleri yaşadıkları halde, devlet sürekli kutsal hale büründürülerek korunmaya çalışılmaktadır. Egemen ve sömürücü sınıf için öneminden ötürü böyle yapılmakta, değerlendirilmektedir. Siyaset ve askerliğe ilişkin yaklaşımlar da devletle ilişkilerinden ötürü benzerdir. Devlet, siyaset ve askeri işlevle teknik temele dayalı sömürü sistemini ve onun toplumsal yapısını yönetmektir.
Gerektiğinde zor kullanarak bu işlevi de sürekli yetkinleştirilecektir. Kapitalizmin devraldığı devlet, tamı tamamına böylesine bir Sümer rahip imalatıdır. Her egemen sömürücü sınıf en çok devlet güvencesini sürekli aradığından ve onsuz bir gün bile yaşayamayacağını bildiğinden, önündeki en hazır devlet aracına tapınmak durumundadır. Devleti sorgulamak, çözümlemek istemez. Daha çok kendi kimliğine göre yeni organlar ve elbiseler giydirilir. Bu öyle kuvvetli bir gelenektir ki, Sovyet devrimi yapıldığında emekçi devletin kurulduğunu iddia eden birçok güç, aynı rahip devletine teslim olmaktan kurtulamamıştır. Sovyet tarzı devletlerin Sümer ve Mısır rahiplerinin tarzına en çok benzeyenler olmaları tesadüfi değildir. Reel sosyalist devrimcilerin en çok gerçekleştirdikleri, Sümerlerden beri fazladan giydirilen elbise ve organları parçalamak olmuştur. Ama kutsal devlet fikri ve temel özü olan baskı ve zorla çalıştırmayı “proletarya diktatörlüğü” olarak sunmanın kendini aldatmaktan başka bir anlam içermediği geç de olsa anlaşılmıştır. Elbisesinin yırtılması, kendisinin parçalanması olarak anlaşılmıştır. Proletarya diktatörlüğünün kelime olarak emekçilerle ilişkisi olabilir. Fakat tüm diktatörlüklerin sömürüyle bir ilişkisi vardır. Diktatörlüğü bir gün bile sürdürmek, sömürüye alet olmak demektir. Sovyet sosyalizmini yıkan, devlet ve diktatörlük konusundaki yanılgıdır. Ezilen emekçi sınıfların, dolayısıyla toplumların hiçbir zaman devlet aracına ihtiyaçları olamaz.
Çünkü o araç sınıflaşmayı sürdüren araçtır. Varlık nedeni sınıflı toplumdur. Bu değerlendirmeyi geliştirirken, klasik devleti esas alıyoruz. Sovyetik biçimleri de dahil, bu aracın değişmediğini göstermek istiyoruz. Devlet değişmedi derken, oluşum ilkesini ve temel işlevini kast ediyoruz. Yoksa tarih boyunca çok farklı devlet yönetim biçimlerinin mevcudiyeti tartışılmıyor. Dünya tarihinde samimi olarak insanların baskısız, eşit ve özgür bir dünyada yaşaması için büyük mücadele veren birçok devrimci insanın çabalarının boşa gitmesinin en temel nedeni, yine devlet konusundaki yanlış düşünce ve eylemlerinden ileri gelmektedir. Kurdukları nice sistemler başlarına en büyük belayı getirmiştir. Çünkü Sümer rahiplerinin en kutsal varlıklarını doğru anlamamışlardır. Bu öylesine bir araçtır ki, toplumun en tortu anlayışlarının en sıkı ve cahilce, ama dizginlenmesi zor tanrısal bir simgesi olarak sürekli şaşırtma ve çarpıtma özelliğindedir. En yaşlısı olduğu halde, en yeni makyajla kendini genç ve güzel gösterip çekici kılan bu varlık, aslından büyük tecrübesiyle çok az kimsenin büyüsünden kurtulabildiği en etkili ve çift cinsiyetli olduğundan bölünmesi zor ucube varlıktır. Bunu söylerken, amaç olumsuzlamak değildir. Sınıfsal bölünme gerçekliği sürdürüldükçe, teknik nedenlerden ötürü devletsiz yaşanamayacağı da bilinmek durumundadır. Böyle bir durumda devletsiz yaşamayı istemek, ya taş çağına geri dönmek veya anarşist olmakla mümkündür.
Mevcut toplumsal koşullarda ikisi de mümkün olmadığına göre devletle yaşanacaktır. Hem teknik hem de onun zayıflığının bir ürünü olarak sınıflı toplum ve devlet, dolayısıyla uygarlık oluştuğuna göre, sorulması gereken ve bu süreçle bağlantılı olan soru şudur: Hangi teknik gelişme sürecinde sınıfsal bölünme, dolayısıyla devlet ve ona dayalı uygarlık sistemi gereksizleşecektir? Asıl cevaplandırılması gereken soru budur. Teknik sınıflaşmayı doğurduğuna göre, belli bir gelişme seviyesinde onu aşacak olan da ancak yine teknik olabilir. Tarih, her teknik gelişmenin sınıfsal farkları daralttığını ve özgürlük imkanlarını artırdığını netçe kanıtlamaktadır. Bir demirden araç tekniğinin insanlık için muazzam bir özgürleşme imkanı olduğunu kimse inkar edemez. Örneğin eline ucuz kılıcı geçiren halklar, sabanına demiri geçiren çiftçiler, tezgahını demirle kuran zanaatkarlar için bu teknik olanağın nasıl bir özgürlük imkanı yarattığını başka bir araç çok az gösterebilir. Tarih bu gibi örneklerle doludur. Bu konuya ilişkin çözümlenmesi gereken diğer bir sorun, tekniğin gelişmesi temelinde artan meslekleşme durumlarının ve iş koordinasyonunun sınıflaşma ve devletin gelişmesi olarak değerlendirilmemesidir. Artan meslekler ve koordinasyon ihtiyacı, klasik sınıflaşma ve devletleşmeyi aslından gereksiz kılmaktadır. Meslek ve koordinasyon yönetimi devletin aşılması gerektiğini ortaya çıkarmaktadır.
20. yüzyılda gerçekleşen bilimsel-teknik devrimlerin belki de en önemli tarihsel sonucu, sınıflaşmanın maddi temelini ortadan kaldırmasıdır. Bu, tarihin en önemli bir olgusu olarak değerlendirilmek durumundadır. Bunun toplumsal gelişmeye etkisini göz önüne getirmeden, 18. ve 19. yüzyıl tekniğine göre şekillenmiş sınıflar arası ilişki ve çelişkilere ilişkin teorik yaklaşımları aynen sürdürmek önemli yanılgılara yol açar. Kapitalizmi feodalizmden ayrıştıran, bilimsel-teknik gelişmelerdir. Bunun ulusal devlet, cumhuriyet ve laiklik başta olmak üzere beraberinde birçok siyasal ve sosyal kurumlaşmayı doğurduğu bilinmektedir. Bu gelişmenin diğer bir sonucu, sınıfsal ve ulusal mücadelelere yol açmasıydı. 20. yüzyıldaki ikinci büyük bilimsel-teknik devrimin sosyal, siyasal ve askeri sonuçlarının çok daha büyük ve kalıcı olacağı öngörülebilir. Bunu mümkün kılan, bilimsel-teknik devrimin büyüklüğüdür. Sonuçları daha yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Birincisi, blokların çözülmesidir. Sovyetlerin dağılması bu devrimin ilk önemli sonucudur. Başka nedenleri olmakla birlikte, en önemlisinin bu devrim olduğu genelde kabul edilen bir görüştür.
İkinci önemli sonucu, ulusal devletin eski önemini yitirmesidir. Zaten sınırlar anlamını önemli oranda yitirmiştir. Bunda iletişim teknolojisinin olağanüstü bir devrimci dol oynadığı açıktır. Bilgi toplumuna doğru yöneliş hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar hız kazanmıştır. İnternet, başlı başına bir büyük devrimsel olgudur. Özce mekanik, elektronik ve nükleer teknikte yaşanan devrimin ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri sonuçlarını hesaba katmayan hiçbir teorik çözümleme, yaşanılan dönemi doğru değerlendiremez. Bu doğru değerlendirmeyi geliştirmeden de doğru bir siyasal program, strateji ve taktik geliştirilemez. Bu konularda derinliğine bir tartışmaya, eleştiri ve özeleştiriye ihtiyaç olduğu açıktır. Yaşanan ideolojik bunalımların en önemli bir nedeni, bu yönlü değerlendirme düzeyinin zayıflığıdır.
Eğer bilimsel-teknik devrim kaçınılmaz olarak sınıflı toplumu büyük bir değişime zorluyorsa, o zaman yeni ideolojik kimliğin ve siyasal programın nasıl geliştirilmesi gerektiği büyük önem taşır. Tarih her zaman bu dönemlerde büyük arayışlar ve tartışmaların boy verdiğini göstermektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER