TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (74.BÖLÜM)
Biz burada binlerce olanak yaratıp sunduk. Kürdistan’ı ilk defa silahlandırdık. Bombalardan roketatarlara, patlayıcılardan tabancalara kadar çeşitli silahlar gönderdik. Ne var ki, adamın bir hırsız ve yol kesenin teki olduğu ortaya çıktı. Kendisi bu değerler üzerinde bir yaşam tutturmaya çalışmıştı. Ne oldum delisi tipinin ilk örnekleri böyle ortaya çıktı. Biz, yoldaşlarımız tarihsel bir fırsat yakalamışlardır, diyorduk. Partinin özlü kadroları ve öğeleri aslında böyleydi. Onlar gerçekten de böyle çalışıyorlardı. Ancak içlerine bazı tortular karışmıştı. Bunlar başka işlerle uğraşıyorlardı. Ama bunlara rağmen atılım sağlandı. Bu atılım çok daha güçlü olabilirdi. Hazırlıklarımız buna olanak sağlıyordu. Eylem daha örgütlü olabilir, daha doğru bir yönetim altında çok daha ileri düzeyde gerçekleşebilirdi. Biz o zaman bu durumları eleştirmiştik. Dıştan provokasyon ve içten bu tiplerin feodal ve küçük-burjuva hesapları sınırlı bir başarıyla yetinmemize yol açtı.
Halk kitleleri, 1984 yılının sonlarından itibaren tam bir ayaklanmaya hazırdı. İstediğimiz kadar insan eğitebilirdik, bu bizim için çok önemliydi. Birçok bölgede ilk ateşi yakmıştık. Halk saflarımıza akın ediyordu. Her şey yaratılan güçlü zeminin sonuçlarının derlenmesine kalmıştı. Ama bunun tam tersi yapıldı. O dönemin gelişmeleri incelenirse iyi görülecektir: Safları gittikçe daha fazla daraltma çabaları kendisini oldukça dayatıyordu. Çünkü adam ayaklanmaya hazır değildi. Gerilla da hazırlıktan yoksundu. Önderlik ve yönetim adını verdikleri şey, aslında kendileri için birkaç kul köle tutmak ve kendilerini idare edecek ölçüde bir düzeyi tutturmaktı. Devrimden ve isyandan haberleri yoktu. Tutuculuk tehlikesi bu biçimde ortaya çıkıyordu. Daha sonra düşman saflarımıza koşmak isteyen binlerce insanı yakalayıp “korucu” yapmaya çalıştı. “Korucular”ın ezici çoğunluğu başlangıçta PKK’den umut bekliyordu. İncelenirse durumun bu olduğu tespit edilecektir. Ama zamanında sahip çıkılmadığı için, bu insanları düşman tuttu. “Bir zamanlar siz PKK’ye ilgi duymuşsunuz; ya korucu olursunuz, ya da sizi öldürürüm” dedi. Bu tehditler üzerine insanlar “koruculuğu” benimsemek zorunda kaldı. Kuşkusuz bunların içinde bilinçli bazı hainler vardır. Ama özellikle yoksul kesimin durumu böyleydi. Biz bunları çekseydik, kendilerini eğitip örgütlendirebilseydik, hepsini bir gerilla ordusuna dönüştürürdük.
Ama kendilerine yetişen düşman oldu; kendilerini eğitip örgütledi. Karşı-devrimin sağlam dayanaklarından biri durumuna getirdi. Bundan kimlerin sorumlu olduğunun iyi tespit edilmesi gerekir. Sorumlu eğitici ve örgütleyici, önderliksel görevlerine sahip çıkmamıştır. Tersine kendilerine “Gelmeyin, ben sizleri eğitemem ve örgütleyemem, bunu yaparsam başım tehlikeye girer” demiştir. Yaklaşımıyla bunu söylemeye çalışmıştır. Kendisini korumak için rahatı seçmiştir. Kendisini yorma gereğini duymamıştır. Bu kadar insan mücadele saflarına geldiğinde, o zaman ayaklanmayı yönetmesi gerekir. Bunların ayaklanmayı değil, bir ahbap-çavuş çevresini bile yönetemeyecekleri ortaya çıktı. Kendisine böylesi bir yaşamı felsefe edinen biri elbette adam kaçırtacak, insanları düşmana peşkeş çekecek ve hareketin bu ilk adımının başına en büyük belayı getirecekti.
Örnek verirsek, Şeyh sait isyanı’nda hareketin ulaştığı büyüklüğe rağmen düşman harekete sızdırdığı birkaç provokatör eliyle her şeyi yerle bir etti. Bu provokatörler halkla oynadılar. Sonuçta isyan, en canalıcı bir dönemde ağır bir yenilgiye uğradı. Bunlar içerden halkın canına ve malına el attılar. Ulu orta yerlerde adam öldürdüler. Böylece hareket kendi içinde provoke edilerek, dağılmaktan kurtulamadı. Bunun küçük bir örneği de bizde böyle ortaya çıktı. Tam da böylesi bir dönemde önderlik gerekiyordu. Kitleler sana yönelmişler, senden yönetim ve eğitim bekliyorlardı. Müthiş bir çaba harcayarak kitlelere sahip çıkacaktın . Yoksa bu alanı düşman dolduracaktı. Bu nasıl sonuç verdi?
1985 yılına doğru geldiğimizde, el attığımız unsurlar “koruculuk yasası”yla karşımıza dikildi; yanımızda doğru dürüst bir militan kalmadı. Çünkü önderlik ve yönetim yetersizliği yüzünden, dürüst kadroların çoğu biçilmiş, güçlerimiz çarçur edilmişti. Geriye kalanlar sözümona kendilerini korumuş olanlardı. Aslında içlerinde en sinsi olanları “Söz konusu olan 12 Eylül’dür, hareket tekrar bitmiştir” diyorlardı. Birbirlerine küfrediyor, birbirlerinin suçlarına ortak oluyorlardı. Yurt dışına kapağı atarak, artık yeter demek istiyorlardı. Bu tıpkı 1980’li yılların başında gördüğümüz, içerde Şahin Yıldırım çetesinin, dışarda Semir ve benzerlerinin durumunu andırıyordu.
1985 yılında buna benzer bir provokasyonun kendisini dayatmaya çalıştığını gördük. Bunlar özünde silahlı mücadeleye ve partinin zaferine inanmamışlardı. Güçlerimizin bir an önce harcanıp bitmesini ve bazılarının kurtulmasını istiyorlardı. Bu tutum oldukça etkiliydi. Bazıları da ortayolcuydu. Tipik bir durum sergileyen bu unsurlar, kendilerini kurtarmak için ilkel milliyetçiliğe sığınıyorlardı. Salt üç aylık çalışmaların boşa çıkarılması için, ortaya ucuz sorunlar atıyorlardı. Militanlarımızı tali sorunlarla uğraştırıyor, uyduruk teorik sorunlar ve uyuşmazlık noktaları ortaya çıkarıyor ve böylece sözümona politika yapıyorlardı
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER