SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II -355.BÖLÜM
20. yüzyılın sonlarında herkes adam akıllı kendi PKK’si rolünü oynuyordu. Somutlar olanca ağırlığıyla kendini hissettiriyordu. Tek kaldığımı, daha doğrusu başlangıçtaki ve her zamanki telkini ve yalnızlığımı derinden bir kez daha duyuyordum. Yalnız adamın çağların dışında, ama tüm çağlarla olma gibi bir özelliğini dile getirdim. Bunu anladığımı belirttim. Yücelme sürecine girenlerin bu özelliğe yakınlaştıklarını biliyorum. Bulunduğun çağdan ve zamandan ne kadar koparsan, o kadar bütün zamanların içine uzanırsın.
PKK’nin somutunda bunu yaşadım. Bunun müthiş bir okul olduğu kesindir. Ayrılıkçı ve şiddet yanlısı gibi özelliklerini kabul etmemek kadar, içten bu yönlü arzu ve eğilimlerimin gelişmediğini iyi biliyorum. En çok istenen ve arzu edilen, her şeyin özgürce tartışılması ve kabul edilen sonucun uygulamaya dökülmesiydi. Bu hoşuma gidiyordu. Eylem hedefimde bu hususu hep gözetledim. “Bir muhatap arıyorum” derken, bunu kastediyordum. Türk gerçekliğinin, kapanmış olduğu durumdan ötürü, diyaloga geçebileceğine hiç ihtimal vermiyordum. Özal dönemi ve sonraki dönemde buna benzer yaklaşımlara bir türlü inanamadım. Anlayıncaya kadar eylem anlayışının bu yönü de önemlidir. Diğer iddialar şekli olmaktan öteye rol oynayamaz. İmralı sürecini yorumlamak için büyük çaba harcıyorum.
Denilebilir ki, anlayışta ete kemiğe bürünerek en derinleştiğim dönemdir. Evrenden bir böceğe kadar her şeyi olduğu gibi anlama yeteneğimin gelişmesini önemli buluyorum. Hatta en büyük savaşın anlayışı derinleştirmek, tüm eşyanın özündeki düzeni bir çırpıda kavrayacak düzeye gelmek olduğunun tamamen farkındayım. Bunu PKK’ye yansıtmak istedim. Sonuna kadar, yalnız Türkiye’nin ülkesel ve siyasal bütünlüğüyle değil, tüm komşu halklar ve ülkelerle birlikte, iğne ucu kadar olanağı varsa, yasaların ruhuna uygun birlikteliğin kazanılacak en büyük savaştan daha değerli olabileceğini ve tercihe şayan olduğunu da belirttim, önerdim. Yeter ki herkes, tüm taraflar hukukun evrensel kavramlarına bağlı olma gücünü göstersinler. Bu sağlandıktan sonra, tüm halklar ve ülkelerle birlik, idealimin kendisidir. Bu tutuma tereddütsüz yöneldim. Meşru savunmaya her zaman inanırım. Bunun bir doğa yasası olduğuna da ikna olmuşum. Saldırganlık doğada olsa da, esas olan, varlıkların doğal oluşum yasalarıdır. Meşru savunma bu anlama geliyor. Bir kişinin bile bu anlamda dünyaya karşı başarılı meşru savunma yapabileceğinden kuşku duymam. Burada geçerli olan, karşı güçlerin fiziki ağırlığı değil, gelişimin özündeki yasadır.
Dolayısıyla PKK’nin şu anki meşru savunma durumu kesin gereklidir. Evrensel hukuk düzenine ve özgür birliğe yol açılıncaya kadar, bunun herkese, tüm komşu halklara ve bölgeye gerekli olduğuna inanıyorum. Bundan sonrası ilgili devletin alacağı tavra bağlı olacaktır. Saldırılar meşru savunmayı zorlarsa, bu, şiddet ortamının gelişmesine yol açacaktır. Meşru savunmaya saldırıyla yönelmek devlete hiçbir şey kazandırmaz, ama meşru savunmadakileri güçlendirir. En doğru tutum, tam demokratikleşmeye kapıyı açık bırakmak ve tüm sorunların demokratik uzlaşma ile çözümünden yana tavır almaktır. Sürekli bir meşru savunmanın gerginliğe yol açacağı ve beklenmedik durumlar karşısında sakıncalı durumları beraberinde getireceği anlaşılırdır.
PKK’nin geçmiş eylem anlayışı ve uygulamalarına şiddetli eleştirilerimi belirttim. Meşru savunma çizgisine çekmeye çalıştım. Ama istediğim gibi başarılı olamadığımı belirtmeliyim. Şiddet konusunda vardığım sonuç, yaşam hakkına ve varlığının özgür ifadesine yönelmedikçe, hiçbir karşı saldırıda bulunulmaması, bir damla kanın bile akıtılmaması biçimindedir. Bu, bağlı kalmaya çalıştığım özgür yaşam felsefemin bir gereğidir. İnsanlar eğer bilinçlerini yitirmez ve ders almasını bilirlerse, en önemli dönüşüm süreçlerini, yaşadıkları en zorlu olaylarda gerçekleştirirler.
Böylesi bir süreci, en acımasız olaylar içinde yıllarca yaşayarak gerçekleştirdiğime inanıyorum. Vardığım sonuçları kapsamlı olarak bu savunmada dile getirdim. Dünya, Ortadoğu, ülke, toplum ve devlete kadar çözümlemelerimi ortaya koydum. Bunların ışığında bir kez daha Urfa yöre gerçekliğine bakarak, 21. yüzyıl için bir perspektif geliştirmeyi görevim sayıyorum. Urfa, tarihsel rolünü bir kez daha oynamayla karşı karşıyadır. Yine bir tarih başlangıcı yapabilmeli, kutsallık ve laneti hakkettiği yere oturtmalıdır. Urfa, ülke somutunda feodal geleneklerin en güçlü olduğu yöre konumundadır. Hatta zihniyet yapısında Sümer düzeninin kalıntıları az değildir. Kırsal alanda neolitik zihniyet büyük oranda geçerlidir. Kapitalist değer yargıları özünde işlenmemiştir; teknik olarak işlemektedir. Çevre yöreleriyle adeta ülke içinde ülke gibidir. Etnik ve kültürel yapısında çoğulculuk varlığını sürdürmektedir. Ortadoğu toplum mozaiğinin bir mikro örneği durumundadır.
Dünya genelinde Ortadoğu neyi ifade ediyorsa, Ortadoğu geneli için de Urfa o önemi ve yeri ifade etmektedir. Tarihte de benzer rol oynama konumu dediğimiz husus budur. GAP Projesi’nin hayata geçmesi ile bu önemi ve rolü daha da artmıştır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER