FAŞİZME KARŞI TOPYEKUN DİRENİŞTE ŞEHİR SAVAŞLARI VE GÖREVLERİMİZ-57.BÖLÜM
Bu anlamda dışa dönük son derece saldırgandır. Dolayısıyla aşırı teşhir olmuş durumdadır. Özellikle Tayyip Erdoğan kişiliği bütün dünyada, bölgede, en fazla teşhir olmuş konumu yaşamaktadır. Artık internet sayfalarında, “Günümüzün diktatörü kimdir?” sorusuna cevap olarak Tayyip Erdoğan konmuş durumdadır. Sözüne güvenilmez, ne yapacağı belli olmaz, son derece pragmatist, çıkarcı bir kişilik olarak tanınıyor. Bu anlamda çok fazla teşhir oldu, zayıf konuma düştü. 16 yıllık AKP yönetiminde geçmişte var olan Tayyip Erdoğan’a güven konumu tümden ortadan kalkmış durumdadır. Bu anlamda da en fazla zayıf ve teşhir olma sürecini yaşıyor. Bunu yetkileri elinde merkezileştirerek gidermek istedi. Bunun için cumhurbaşkanıdır, başbakandır, parti başkanıdır. Bütün başkanlıkları eline geçirdi, öylece elinde tutuyor, bireysel diktatörlüğe dönüştü.
Aslında TC yönetimi, Mustafa Kemal döneminde böyleydi. Mustafa Kemal’den sonra giderek bir oligarşi olmaya yüz tuttu. İnönü ve arkasından DP ve AP yönetimleri altında bir faşist oligarşik diktatörlük oluştu. Şimdi Tayyip Erdoğan kişiliğinde yeniden bir faşist diktatörlük kişiliği açığa çıkmış durumdadır. Bu henüz kurumlaşmamış, yapılaşmamış bir birey diktatörlüğü konumunu almış haldedir. Dolayısıyla bireysel diktatörlükler, taktik olarak gücü elde toplamadan kaynaklı avantajını sürdürüyor. Böyle bir güce sahiptir. Stratejik olarak ise, çok zayıf bir konumdadır.
Bir oligarşik yapı, daha çok ittifakı oluşturuyordu, faşist güçlerin, daha çok birliğini, bütünlüğünü, koalisyonunu ifade ediyordu ki, o sistemler daha güçlüdürler. Siyasi iktidarlar bakımından en zayıf iktidarlar bireysel olarak faşist diktatörlüklerdir. Taktik olarak saldırı gücünü ellerinde toplarlar, ama stratejik olarak zayıftırlar. Bu bakımdan mevcut faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğü en zayıf konumunu yaşıyor. Taktik saldırı olarak da son iki buçuk yıldır Türkiye’de, Kürdistan’da, Suriye ve Irak’ta saldırı yürüteceği kadar yürüttü. Taktik saldırganlık anlamında elindeki imkanların hepsini cepheye, savaşa sürdü ve kullandı. Yeni kullanacağı hiçbir şey kalmadı, bütün hazinesini bitirdi. Bundan sonrası şimdiye kadar yaptıklarını tekrarlamak olacaktır. Tekrar da daha zayıf duruma düşmesini getirecektir.
Bu anlamda yaptığımız tespit önemli ve anlamlıdır. Tayyip Erdoğan faşizmi artık en saldırgan dönemini geçirmiştir. Şimdi yeni saldırı olarak devreye koyacağı herhangi rezervinin kalmadığı bir durumu yaşıyor. Yapacağı şey en fazla şimdiye kadar yapılanı tekrar edecek olacak ki, bu da bir gelişme ortaya çıkarmayacaktır. Kaldı ki, şimdiye kadar yaptığını olduğu gibi tekrarlamakta da zorlanacaktır. Çünkü bazı şeyleri karşıtlarının zayıflığına dayanarak yaptı. Kürdistan’daki saldırıları bu düzeyde geliştirmesinde bizim hata ve eksikliklerimizin payı oldu. Örneğin, Ortadoğu’da bu kadar saldırgan olmasında, Arap toplumunun Tayyip Erdoğan’dan, İslam lider diye umut beslemesinden, yine İran’ın, Kürt karşıtlığında bir ittifak güç olarak görmesinden kaynaklandı. Dünyada bu kadar saldırgan olması aslında Avrupa, ABD, Rusya yönetimlerinin çıkarcılığından, bir de Tayyip Erdoğan kişiliğini değerlendirmedeki yanılgılarından kaynaklandı. Aslında, zamanında onlar bu yönetime destek verdiler. Tayyip Erdoğan bir hiçti, ABD, “yürü Tayyip” dedi, Tayyip yürüdü. Oradan aldığı güçle bu hale geldi. Tayyip’i bu kadar güçlendiren ABD’nin, Avrupa’nın destek politikaları oldu. Avrupa Birliğine girmesi için destek verildi. Neredeyse Türkiye’nin sosyal-demokrat partisidir diye “Sosyalist Enternasyonale” kendisini üye yapacaktı. Zamanında bu kadar destek verdiler, güçlendirdiler. Onların hatalarından güç alarak bu saldırıları yaptı. Artık herkes Tayyip Erdoğan ve Türkiye’deki faşist diktatörlük gerçeğini daha iyi görüyor, daha temkinli yaklaşıyor. Şimdi esas dayanağına karşı çıkacak bir konuma geldi. Çıkar mücadeleleri olduğu için herkes bizim gibi karşı çıkmıyor. Var olan çelişkili ve çatışmalı ortamdan mümkün olduğu kadar ekonomik, siyasi çıkar sağlamaya yöneliyorlar. Fransa yönetiminin tutumu açıktır. Almanya bu konuda çok daha fazla menfaatçidir. İngiltere’den İtalya’ya kadar zaman zaman bu tür durumlar yaşanıyor. Kapitalist modernite sisteminin mantığı budur. Onların karşıtlıkları bu temeldedir. O bakımdan sadece kendimiz gibi değerlendirmemeliyiz, ama şu haliyle çıkar çelişkisi, çatışması nedeniyle destek veriyor olsalar da zaman zaman da karşıttırlar. Eskiden hep destek veriyorlardı. NATO sistemi içerisinde TC, Avrupa’dan ve Amerika’dan ne isterse alıyordu. Özellikle Kürt soykırımını, katliamlarını NATO’dan aldığı destekle yürütüyordu. En küçük bir karşıtlık, pürüz, çelişki yoktu. Şimdi bu düzeyde bir çelişkili, çatışmalı durumun olması bile TC yönetimi, AKP-MHP faşizmi açısından ciddi bir zayıflık olarak görülmek, algılanmak durumundadır.
Bu anlamda elindeki imkanları, taktik olarak her türlü saldırıda kullanmaya devam edecektir. Topyekûn faşist-soykırımcı saldırılarını sürdürmeye çalışacaktır. Şimdiye kadar yaptıklarını daha fazla yapmak isteyecektir. Olduğu gibi tekrarlamaktan geri durmayacaktır. Elindeki bütün imkanları karşıtlarını etkisiz kılarak faşist iktidarının ömrünü uzatmakta kullanacaktır. Bundan geri adım atmayacaktır. Farklı bir durumu kesinlikle yaşamayacaktır. Tayyip Erdoğan yönetimi öyle teslim olmayacaktır. Elindeki imkanları savaşa sürmeden geri durmayacaktır. Tıpkı Saddam diktatörlüğü gibidir. Hepsini kullanabildiği kadar kullanacak, tüketerek çökecektir. Mücadeleyi bırakırsa yok olacağını çok iyi biliyor. O kadar çok herkesle karşıtlaştı ki, herkesin bu karşıtlığın hesabını soracağını da biliyor. Ortada Saddam Hüseyin ve benzerlerinin örneği de var. Mücadeleyi bırakırsa, vazgeçerse, mücadelede zayıf düşerse kendinden hesap sorulacağının bilincindedir. O halde böyle bir duruma düşmemek için elindeki gücü bu faşist saldırıda sonuna kadar kullanacaktır. Gücü tükenirse yok olacaktır. Öyle gücü kullanmama gibi bir duruma kesinlikle düşmeyecektir. Bu da önemli bir durumdur. O halde hiç kimse Tayyip Erdoğan’ın seçimle ya da başka bir biçimde elindeki imkanları savaşa seferber etmeden iktidardan düşeceğini sanmamalıdır. Ancak anti-faşist direnişle yıkılırsa yok olacaktır. Yoksa başka biçimlerde kesinlikle yok olmayacaktır. Topyekûn faşist saldırıyı elindeki imkanların tümünü savaşa sürecek düzeyde sürdürecektir. Bunu da böyle bilmek gereklidir. O halde Tayyip Erdoğan diktatörlüğü ancak topyekûn anti-faşist demokratik direnişle yıkılacaktır. Başka biçimde Tayyip Erdoğan yönetiminden, faşizminden kutuluşun yolu yoktur. Bu da çok önemli bir durum tespiti oluyor. O halde faşizmi yıkacak düzeyde bir mücadele yürütmek kaçınılmaz oluyor. Öyle darbeleme mücadelesi, zayıflatma mücadelesi ile sonuç alınamaz. AKP-MHP faşizmine karşı mücadele, faşist diktatörlüğü devrimci direnişle yıkma çizgisinde olmak durumundadır. Ancak yıkılarak aşılabilinir. Bu da önemli bir tespit ve sonuçtur. Şimdiye kadar böyle bir durum ya da pozisyon görülemedi.
Peki, böyle bir faşizmi yıkacak mücadele nasıl olmalıdır? Onu da değerlendirdik. Faşizm, ‘topyekûn bir saldırıdır’ dedik. O halde anti-faşist direniş de topyekûn olmak durumundadır. Topyekûn olmak, her bakımdan topyekûnlüğü ifade ediyor. Öyle bazı bakımlardan değil, bir de bunu yeniden tanımlamamız yerindedir. Önümüzdeki süreçte faşizme karşı mücadeleyi topyekûn anti-faşist, demokratik mücadele olarak öngörmemiz gereklidir. Başka türlü yaklaşmak kesinlikle doğru değildir. O halde topyekûnlük nedir? Faşizmi topyekûn hedeflemelidir. Zihniyet, siyaset, askeri, ekonomik olarak faşizmin tüm güçlerini hedeflemelidir. Sadece askeri güçleri hedefleyen bir mücadele ile sonuç alınamaz. Sadece propaganda yapılarak, faşizm teşhir edilerek faşizmden kurtulunamaz. İdeolojik, siyasi, askeri, kültürel, ekonomik, örgütsel tüm varlığını yıkmak üzere hedeflemek lazım. Faşizmin tüm gücünü hedef haline getirmek gerekiyor.
İkincisi; faşizmden zarar gören herkesi mücadeleye sevk etmek lazım. Sadece devrimcilerin mücadelesi ile olmaz, sadece gerillanın mücadelesi ile olmaz, sadece demokratik siyasi güçlerim mücadelesi ile de olmaz. Tüm toplumsal kesimleri işçileri, memurları, emekçileri, öğrencileri, gençliğin tümünü, kadınları, her düzeyde kadın örgütlerini, orta kesimi kısacası faşizmden zarar gören herkesi faşist diktatörlüğe karşı mücadeleye seferber etmek gerekiyor. Bunu böylece bilinçlendirmek lazım, yönlendirmek gerekli, seferber etmek gereklidir. Bu anlamda tüm toplum kesimlerinden faşizme karşı ne yapılabiliyorsa yapmasını istemek lazım. Bir de anti-faşist bir demokratik blok oluşturmak gereklidir. Bir alternatif de ortaya koymak lazım. Sadece faşizmi yıkalım, gerisi ne olur belli olmaz biçiminde değildir. Faşizmi yıktığımızda yerine koyacağımız alternatif belli olmalıdır. Faşizme karşı mücadeleye çağırdığımız insanlar, onu yıkınca nasıl bir yönetimle karşı karşıya geleceklerini görmeli ve bilmeliler. Kendi temsillerini o yönetimde görebilmeliler. Ancak o zaman sahip çıkarlar, daha aktif, etkin mücadele ederler. Yoksa alternatif sunmadan, sadece ‘faşizmi yıkalım’ demek yetmez. Yerine demokratik sistemi kurmak önemlidir. Bu anlamda topyekûn anti-faşist direnişi geliştirmek büyük önem taşıyor. Topyekûn anti-faşist direnişi, bir demokratik cephe alternatifine dayandırmak gerekiyor. Bunları böyle belirledik, tespit ettik.
Faşizmi yıkmak için tüm mücadeleler değerlidir. Faşizme karşı söylenecek bir söz, atılacak bir slogan, yapılacak bir yürüyüş değerlidir. Ama faşizmi yıkmada öncü düzeyinde mücadeleler de vardır. Bu anlamda devrimci direniş, kesinlikle esas ve öncüdür. Aktif olarak Devrimci Halk Savaşı çizgisinde mücadele verilmeden faşizm yıkılamaz.
AKP’nin faşist diktatörlüğünün yönelimine karşı, Dördüncü Stratejik Dönem kapsamında Devrimci Halk Savaşı Stratejisi tanımlanmıştı. Bu da Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin yeni stratejik dönemi olarak belinlendi. Şimdi tam da böyle bir dönemde Devrimci Halk Savaşı’nı tüm boyutlarıyla etkili bir biçimde hayata geçirmemiz gerekiyor. Özellikle de devrimci direniş boyutunu hayata geçirmeliyiz. Bu olmazsa en geniş anti-faşist blok oluşamaz. Faşizmden zarar gören herkes mücadeleye sevk olmaz. Herkes bir şeyler yapabilir, kendiliğinden de yaparlar, ama bunu yapacakları ortam oluşmalı, onları mücadeleye sevk edecek bir öncülük olmalıdır. Güç alacakları, umut bağlayacakları, kendi zaferlerini görecekleri, faşizmin saldırılarını kıran, faşist saldırılardan sürekli hesap soran bir öncü mücadele olmalı ki, anti-faşist blok oluşabilsin, bir demorasi programı ortaya çıksın, faşizmden zarar gören herkes mücadeleye sevk olabilsin.
Bir de bu durumu değerlendirmemiz lazım. Bundan önceki son değerlendirmemiz vardı. Faşizme karşı mücadelenin karakterindeki değişim konusunu önemsemek gerekiyor. 24 Temmuz 2015 tarihi itibariyle, 7 Haziran yenilgisinden duyduğu korkuyu telafi etmek üzere içte CHP ve MHP, dışta ABD ve DAİŞ ile geliştirdiği ittifaka dayalı olarak AKP faşizmi, topyekûn faşist-soykırımcı bir saldırı başlatmıştı. Bunu şehirde gençliğe, özsavunma örgütlenmelerine karşı yürüttü. Demokratik Ulus, Demokratik Toplum örgütlülüğüne karşı yürüttü. Mahalleleri, sokakları yaktı ve yıktı. Oluşmuş ulusal yurtsever demokratik toplumsal sistemi dağıtmaya çalıştı. Ardından gerillayı ve demokratik siyaseti tümden etkisiz kılmak üzere 2016 yılının ikinci yarısından itibaren 2017 yılı boyunca saldırılar yürüttü. Şimdi ise saldırılarda sona gelmiş bulunuyor. Artık saldırı hızı kesildi ve kırıldı. Yapabileceğinin hepsini yaptı, alabileceği sonuçlar bu kadardır. Dikkat edilirse hedeflediği sonuçları alamadı. 2017’nin baharında “Artık PKK’nin adını hiç kimse ağzına almayacak. Dağda bir gerilla kalmayacak, hepsinden hesap soracağız, demokratik siyaset alanı diye bir şey bırakmayacağız” diyorlardı. Kendilerini buna göre planladılar, bu temelde saldırılar da yürüttüler. Ancak sonuçlar ortadadır, alabilecekleri sonuçlar bu kadardır. Vurabilecekleri darbe bu kadar oldu. Bundan öteye daha fazla saldırabilecekleri bir durum yoktur. Bütün bu saldırılar kırılmış ve başarısız kılınmıştır. Gerilla ayakta, demokratik siyaset direniyor. Bu güçler kendilerini yenilediler. Ayrıca 2015-2016 kışında toplumsal zemini yok edilmek üzere saldırılar, katliamlar yapıtılar.
Şehirdeki devrimci direniş güçleri de bu süreçte kendilerini o ağır baskı ve katliamın etkilerinden kurtararak yeni duruma göre yeni tarzda, yeni taktikle mücadele edecek şekilde yeniden örgütleyip yapılandırdılar. YPS’nin kendisini yapılandırması yönünde önemli gelişmeler oldu. Devrimci Gençlik Hareketi, kendisini yeniden örgütledi ve yapılandırdı. Bunu Kürdistan’da yaptılar, Türkiye’deki devrimci hareketlere ortaklaşma temelinde geliştirmeye çalışıyorlar. Bu anlamda HBDH’nin dağlık alanda gerillayı geliştirmedeki ortaklığı yanında, esas ittifakının söz konusu hem devrimci gençlik düzeyinde hem de özsavunma, milis örgütlülüğü düzeyinde devrimci şiddeti geliştirmede önemli bir ittifak olduğu kesin. Onların müttefiklik alanı burası, direniş alanı böyledir. Bu anlamda HBDH ile birlikte söz konusu direnme hazırlığı, Kürdistan’ı da aşarak tüm Türkiye toplumunu da içine alacak şekilde Türkiye’ye de yayılacak bir hazırlık düzeyine geldi.
DURAN KALKAN ( HEVAL ABBAS )
YORUM GÖNDER