SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (94.BÖLÜM)
1- Ülke;
bir toplumsal sistemin benzer ve organik bağları olan toplum kesimlerinin ortaklaşa yaşadıkları, geçmişin birikimleri ka dar geleceğin umutlarını da kapsayan ve zenginliklerinden ötürü bağlılığa zemin teşkil eden coğrafi mekanlara verilen ad olmaktadır. İlkel komünal toplum düzeninde ülke kavramı gelişmemiştir. Sürekli av ve toplanılacak varlıklar peşinde koştuğu için, toplum herhangi bir yere bağlanma gereği duymaz. Dolayısıyla yurt, ülke kavramı doğmaz. İçinde yaşamını bağladığı değerler oluşmadığı için, yoğunlaşmış ve kurumlaşmış bir ülke olgusu da gelişmez. Tarımsal devrimle birlikte yerleşik köy yaşamının doğması, toprakla daha sıkı bir birlikteliği zorunlu kılar. Yer, artık toplum yaşamı için vazgeçilmez bir anlam kazanır. Ekilen bitkiler ve beslenilen hayvanlar o yerin, o toprağın değerini daha da artırır. Ana etrafında yoğunlaşan topluluk, at başı aynı doğurganlığa sahip toprağa da bağlanır. Ana-toprak benzerliği kurulur. Sayıları çoğalan topluluk ve köylerin barındığı alanlar özgünleşir. Yavaş yavaş onsuz edemeyecekleri bir kavram olarak zihne yerleşir. Birlikte ortak anılar, maddi üretim koşulları ve gelecek hayaliyle yaşanılan coğrafyayı kutsallaştırır. Bu temelde yurt, ülke, memleket, welat kavramının oluşması kaçınılmaz olur. Ülke, toplumun maddi ve manevi yaşamının ayrılmaz bir parçası olur. Sınıflı toplumla birlikte bu yönlü gelişme daha da ilerler. Kutsal tapınak, kent, mülkiyet, ticaret ve hepsinin ortak yönetim aygıtı olarak devletin doğması, sorumluluğu duyulan iç ve dış sınırlar kavramına yol açar. Toplum sınırların içini tümüyle kendine ait sayarken, dışını yabancıların olarak görür.
Böylece sınırları devletin hükümranlığıyla belirlenen toprak parçasına ülke kavramıyla karşılık verilirken, dışına yabancı topraklar denilmektedir. Sümerlerle birlikte ülke kavramı önemli bir aşama kat eder. Hatta “Dilmun” adı altında cennetle özdeşleşen bir kavrama kadar yüceltilir. Sümer mitolojisinde “Dilmun” cennet vatandır. O günden beri bu kavram önemini koruyarak devam edegelmiştir. Hiçbir toplum Sümerler kadar kent ve topraklarını yüceltmeyi başaramamıştır. Bunda herhalde ilk defa bol verimli ve çeşitli ürünlerin ve kent yaşamının gerçekleştirilmiş olmasının belirleyici payı vardır. Buna karşılık vatansızlık veya vatanın, ülkenin harap kılınması ve işgal edilmesi en büyük felaket olarak nitelendirilmiştir. Sümerler tarihin en acıklı ağıtlarını ve destanlarını kent uygarlıklarının yıkılışında geliştirmişlerdir. Ülkenin yitimi tüm destanlarının özünü teşkil etmekte ve bugüne kadar en orijinal edebi şaheserler olma unvanını korumaktadır. Ülke, yurt kavramına ilişkin ikinci büyük atılımı, kapitalist toplumun doğuş koşullarında görmekteyiz.
Thomas Moore ’un Utopia’sı , Campanella’nın Güneş Ülkesi, çağlar boyu dünyevi yaşamı cehenneme çeviren ve bir günahkarlık alanı olarak değerlendiren dogmatik ideolojilerin gölgesinden sıyırıp, bu dünyayı ve içinde yaşadıkları toplumu ideal yaşam alanına çevirme idealini canlandırmaktadır. Her iki aydın da büyük acılar yaşamalarına rağmen, yeni insanlık ütopyalarından taviz vermemişlerdir. Rönesans’ın ideolojik kimliğinde dünyevileşme, ideal toplumu kurma ve birey özgürlüğü iç içedir. Cennet hayali tekrar dünyaya iade edilmektedir. Sümerler kadar yeni yaşam karşısında bir heyecanlanma, şiirleşme durumu yaşanmaktadır. Kapitalist toplumun üretim yapısı ve devlet kurumlaşması ülke kavramını daha somut kılmaktadır. Ulusal pazar durumu, ortak dil ve tarih bilinci vatan kavramıyla yakından ilişkili olduğundan, sınır sorunları daha da ciddileşmektedir. “Bir karış anavatan” toprağı adına bile savaşlar düşünülmektedir.
Kapitalizmin koşulları kar ekseni etrafında, giderek vatanlar arası savaşı körükler bir niteliğe bürünmektedir. Daha çok toprak daha çok kar anlamına geldikçe, başlangıçta ileri ve kutsal bir anlama sahip olan vatanseverlik şoven ve saldırgan bir duyguya dönüşerek gericileşmekte ve haksız savaşlara yol açmaktadır. Dolayısıyla kapitalizmin ülke kavramındaki aşırılığı, aşırı milliyetçilikle birlikte uygarlık tarihinin en kanlı savaşlarına yol açabilmiştir. Günümüz koşullarında kapitalizmin çıkar bencilliği tersine bir gelişmeyle, küreselleşmeyle telafi edilmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte tarih boyunca ortak bir kültür etrafında birlikte yaşayan toplumlar, ortaçağın dogmatizmiyle kapitalizmin şovenizmi, dolaylı ve direkt işgalciliği nedeniyle özgür vatan kavramına tam ulaşma imkanını bulamamıştır. Özgür vatanda özgür yaşamak, hayati bir amaç olarak gündemlerindedir. Barış içinde bu yaşama kavuşmadıklarında, haklı savaşlar yoluyla ulaşmaya çalışmaktadır.
Vatansız ve yaban ellerde yaşama, lanetliliğin en temel nedeni olmakta; onursuzluğa, çok çarpık düşünce veya düşüncesizliğe yol açmakta, sefil ruhların anlamsız ve kör yaşam güdülerinin peşine takılıp soysuzlaşarak yok olmalara götürmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER