SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (162.BÖLÜM)
3- Yöntem hatalarından diğer önemli birisi de, Kürt ulusal sorununu bir devlet kurmakla özdeş kılmaktır. Buna göre sadece devlet kurmak için ayağa kalkacaksın; bunun dışındaki tüm çözüm yolları oportünizm ve sapmadır, ihanet veya işbirlikçiliktir. Özellikle ulusal sorunda reel sosyalizmin Stalinci yorumu bu tür bir genellemede etkili olmuştur. Bunun leninist bir yaklaşım olduğu bile zor iddia edilebilir. Bir ulusal veya toplumsal sorunu devlet kurmaya veya bunun için yıkmaya bağlamak, esasında eski sömürücü sınıfların kalıntısı bir görüştür. Halklar için esas olan devlet kurmak değil, demokratik rejim kurmaktır. Bilimsel yöntemle baktığımızda, demokrasinin kurulmasının bir devlet kurmayı çok aşan, daha gerçekçi ve halkların çıkarına en uygun çözüm olduğunu daha somut ve çarpıcı olarak görmekteyiz. Belki de koşullar zorlayınca devlet kurma, halklar açısından hiç de tercih edilmeyecek son bir yol olarak düşünülmelidir.
Fakat hakim ulus milliyetçiliği ve onun sosyalist geçinen saflardaki etkisi, hangi şart altında olunursa olunsun, devlet kurmayı bir ‘Amentü’ olarak her örgütün gündemine soktu. Bu bir abartma ve sapmadır; özünü de egemen ve sömürücü sınıf idealizminden almaktadır. Halkların çıkarına en uygun çözüm, özgürlüklerine ve eşit hak anlayışlarına bağlı olan ortak siyasi ve ülkesel birlikler kurmak, yine ortak ulusal değerler yaratmaktır. Halen bir küçük devletim olsun diye onlarca yıl boş yere kan dökülmektedir. Böyle olacağına, hak eşitliğine dayalı ve özgür birlikteliği esas alan siyasi ve ülkesel bütünlükler, halkların tarihi, ekonomik ve tüm kültürel varlıkları açısından en zenginleştirici bir yaşama daha fazla imkan vermektedir. Ayrılıkçılık bir anlamda yoksullaşmadır, tek renkliliktir, yalnızlıktır. Tabii bunda da ideolojilerin dogmatik yorumlanması, özellikle milliyetçilik çok etkili olmuştur.
Bunun tersi gibi gözüken reel sosyalizmde de, ulusal sorunun başlıca çözüm biçimi ayrı devlet kurma olarak anlaşılmıştır. Özünde her ikisi de burjuva ulusçuluğunun gelişmiş biçimleridir; hakim ve sömürücü sınıfın çıkarlarını sağlama almaktadır. Halkların çıkarı ise ayrılıkçılığa dayanmayan, hak eşitliğini ve özgürlüğü esas alan çeşitli birlikte yaşama biçimlerindedir. Özgürlük mücadelesinin enternasyonal karakteri de bundan ileri gelmektedir. Hem milliyetçi, hem de reel sosyalist yaklaşımlar Kürt sorununa bu biçimde uygulanınca, konumu itibariyle kendini son derece kapana sıkışmış hissetmek durumunda kalmıştır. Şüphesiz başta komşu halklar tarafından olmak üzere enternasyonal desteğin sunulmaması yüzünden, yıllarca sürecek ve tüm taraflara yıkım ve zorluklar getirecek bir süreç kaçınılmaz olmaktadır. Halbuki Kürt olgusunun doğru tanımlanmasına dayalı olarak demokratik kriterlere uygun bir çözüm projesi esas alınsa, tüm taraflar güçlenerek çıkacak ve sorun daha kalıcı bir birliktelikle sonuçlanabilecektir.
Devletin, siyasetin ve toplumun demokratik kriterlere dayalı bir sisteme kavuşturulması; asırlık kuşku, korku, isyan ve bastırma çabalarını anlamsız kılacağı gibi, gerçek bir kardeşçe ve özgürce yaşama da imkan verecektir. Kürtlerin bu rolü temel strateji ve politika olarak benimsemeleri, Ortadoğu çapında demokrasinin motor gücü olarak tanınmalarına, desteklenmelerine ve kolay benimsenmelerine yol açacaktır. Dogmatizm, tarih boyunca tehlikeli bir mecraya girince en tahripkar sonuçlara yol açmıştır. Bunun geleceğe yönelik yüzü olan ütopiklik de bilimsellikle bağını koparınca, aynı tehlikeli sonuçları doğurabilmektedir. Bilimsel yaklaşım bu yönde sorunların temelindeki olguları tanımladıkça, daha gerçekçi politika ve eylemlere de yol açarak başarılı çözümleri mümkün kılmaktadır. Daha fazla gerçekçilik, daha fazla insani olabilmektir. Bu da en açık ifadesini demokratik uygarlık sisteminde bulmaktadır.
4- Kürt olgusuna yaklaşımda moral, etik konusu önemli bir yer işgal etmektedir. Günümüzün aşırı ekonomik ve siyasi hesaplı yaklaşımları etik, ahlak kaygılarını tamamen göz ardı edebilecek bir noktaya kadar taşırmaktadır. Bilim ve tekniğin etik ve ahlaktan çok önde gitmesi, aslında en tehlikeli gelişmelerin zihniyet yapısını yaratmaktadır. Ahlaki kaygı taşımayan bilim, siyaset ve ekonomiyle ilkesiz ittifak edince; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları çok sayıda anlamsız bölge savaşları, atom bombasını kullanma, nükleer dehşet dengesine yol açma, çevreyi yaşanmaz duruma getirme, tehlikeli nüfus artışları gibi her birisi tek başına insanlığı uçuruma götürebilecek sonuçlara yol açabilmiştir. Daha nerede durulacağı da kestirilememektedir. Şüphesiz mitolojik ve dinsel temelli ahlakın yol açtığı vahim durumlar da bilinmektedir. Ahlakın kendi başına bir güç teşkil etmediği, genel toplum davranışı olarak rol oynadığı açıktır.
Ama yine de boş bırakılması, bilim çağının en büyük eksikliğidir. Kesinlikle bilim etiğine ihtiyaç vardır. Bilimin etikten yoksun gelişmesi, çağdaş hastalıkların temelidir. Dinin zayıflaması bu süreci daha da tehlikeli kılmıştır. Bilimin özenle kendi ahlakını, hatta en yüce otorite olarak devletlerin bile üstünde bir güç ve konum ifade eden bilim ahlakı örgütünü kurup işletmesi gerekir. Sivil toplum gerçeği bu noksanlığın itirafı olup son derece yetersizdir. Sivil toplumun daha da geliştirilmesi zorunlu olmakla birlikte, bilim ahlakının oluşturulması ve uygulama gücü olan bir otoriteye kavuşturulması, çağımızdaki BM’den de önemli bir kurumu olarak değerlendirilmelidir. Gerçek insanlık ve enternasyonalizm böylesi kurumların gücüyle anlam bulur. Devletlerin ve dayandıkları tüm kurumların amansız ekonomik ve siyasi çıkarlarının mevcut halleriyle insanlığı daha da uçuruma taşımaları kaçınılmazdır. Çağımızın bu gerçekliği, en tehlikeli bir uygulamasını Kürt sorununda göstermektedir.
Tüm ilgili taraflar ekonomik ve siyasal çıkarlarını güncel olarak sorunun adilce çözümünde değil çözümsüzlüğünde görünce, Halepçe Katliamı türünden katliamlara kadar giden vahşetlere yol açılmaktadır. Kürtler üzerindeki baskı dil yasağına kadar gidebilmektedir. Tüm uluslararası ve bölgesel güçler, çıkarları gerektirmediği için uluslar bunun karşısında sessizce durabilmekte; ne din kardeşliği, ne hümanizm, ne de uluslararası hukuk işlemektedir. Kürtler adeta bir kapana kıstırılmakta, herkes kendine en uygun reel politika ve ekonomik menfaat içinde kalmayı en akıllı yol saymaktadır. Kürt sorunu çağın vicdanını gösteren bir nevi turnusol kağıdı görevini yerine getirmektedir. Tarihte de buna benzer durumlar insanlık trajedilerinin gerçek nedenidir.
Böyle devam ederse, 21. yüzyılın trajedi kaynakları da daha çok Kürtler olacaktır. Halepçe’den Akdeniz fırtınalarında batan gemilerle denize dökülmelere kadar ilk örnekleri ortaya çıkan bu acı gerçekler, çağın gerçek vicdan göstergeleridir. Sorunlara sadece ekonomik, ulusal ve siyasal boyutlu yaklaşmamak, ahlaki boyutu mutlaka eklemek, en çok Kürt olgusu ve sorununda çarpıcı olarak gözler önündedir. Bu yönüyle belki de bu eksikliğin giderilmesinde Kürtler tarihi rol bile oynayabilirler.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER