SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (266.BÖLÜM)
Bir aşk denemesi bana ve halka çok pahalıya mal olacaktı. Bu yüzden bazı yoldaşları intihara kadar sürmesi bana hep acı verecekti. Ama toplumsal ve ulusal mücadeleler, hakim diyalektik ilişkileri yaşamadan ve dönüşemeden yürütülemezlerdi. Bazı ilişkilerin trajik yıkımı yenilerinin kuruluşu için zorunlu olurdu. Ona benzer bir şeydi. Bu kördüğüm parçalanmadan, aşk tanrıçası hiç anlaşılamayacaktı. Kadını hiç tanımayacaktım. Bir ilişkide çözümlenen, koca bir tarih ve sınıftı. Söz konusu olan, en eski kölelik ilişkisiydi.
Bir halkın tarihi ve sosyal gerçekliğinin de ötesindeydi. Acısı, zararları büyük de olsa, bu ilişkinin bu tarz çözümlenmesi, beni kadından uzaklaştırmadı, nefret ettirmedi. Belki de hiçbir aydına nasip olmayacak derinlikte kadın gerçeğine uzanmama yol açtı. Gururumla korkunç oynamasının intikamını böyle alıyordum. Ondaki kadınlıkla, bende bu ilişkiye yol açan erkekliğimi öldürmekte kararlıydım. İnsanlık, yurtseverlik, eşitlik ve özgürlük adına ancak böyle yapmakla karşılığını doğru bir biçimde verecektim. O yıldan bu günlere kadın üzerine çok yazdım, onlara çok açıldım. Onların büyüklüğünü gördüm, kendi küçüklüğümü de. Onların pek üstesinden gelemedikleri erkeği ve iğrenç kadın ilişkilerini çözümledim. Özel ve genelev yaşamının bütün içyüzünü gösterdim. Yanlış anlaşılmasın; kurulu aile ilişkilerini suçlamıyorum. Ama aşka duyduğum büyük hürmetten ötürü, büyük umut bağlayanlara ve yüzlercesi kendini cayır cayır yakmayla da ispatlayanlara karşı bunu bir görev biliyorum. Aşk bu topraklarda yaşamalıydı. Bunun için de gerekli olan savaşlarını vermeliydi. Çok değer verdiğim bu büyük savaşım verilmiş ve aşk kazanmıştı. Gerisi, soylu kadın ve erkeğin erdemine kalmıştır.
Tanrıçanın, başta aşkı olmak üzere, bütün uygarlık değerleriyle yükseldiği bu toprağa layık evladı olunmuştu. Aşkın teorisi ve pratiği doğru yapılmıştı. Aşk tanrıçasına elinde özgürlüğün zafer meşalesi olanlar yaklaşabilirdi. Ana tanrıçanın emeğiyle ekime ve evcilleşmeye açılan bu topraklarda, ona layık olanların aşkının yaşamaya hakkı olacaktı. Aşkın bir kanunu vardı. Ona uyulacaktı. Halkların sahasında savaşın her türü zordur. Çok zor ve zorda da olsa, onun bir önderine karşı böyle kadını sürersen, binlerce yıldır oynatılan cinsellik oyunlarıyla düşürmeye çalışırsan, buna layık bir karşılığın böyle olmasını da kabul etmelisin. Tarihsel komploların en etkili aletine ve yöntemlerine, insan adına, onun yüceliği ve aşkı adına böyle cevap verilmişti. Gerisi, bu konuda sözü ve kararı olanların soylu çaba ve başarılarına kalmıştır. Yardımcısız olmak da zordu.
Önderlik yükselişlerinde yardımcıların yeterince güçte olmaması, hele hainlerinin çıkması büyük trajedilere yol açmıştır. Her zaman söylerim: Kendini tümüyle önderlik tarzına yatırmış üç dört kişi olsaydı, ne acılar bu kadar büyük olurdu, ne de savaş böyle zora girerdi. Yalnızlık belki beni büyüttü. Ama yoldaşlara, halka hak etmedikleri birçok yersiz acı ve kayıp da yaşattı. Bu konuda da hep Hz. Musa’yı hatırlarım. Musa lanetli kavmi birleştirmek için kırk yıl dağda, çölde haykırır. On Emri doğurur. Ama kavim yine bildiğini okur. Tarih geriye Yeşuadlı bir komutanını yalnız bıraktığını yazar. Bazı rivayetler kendisini kavminin öldürdüğünü de söyler. Musa’nın yalnızlığı hazindir. Tarih biraz da böyle gerektiriyor. Benden bin kat fedakarlık ve cesaret sahiplerinin olduğunu, bunların sayılarının binlere vardığını da biliyorum. Ama tarihi doğururken halife, yardımcı olmak apayrı hususiyetler gerektirir.
Önderlik kurumlaşmasını çarpıtan diğer önemli bir gelişme, sözde köylü önderliği adı altında, ideoloji ve disiplinden kaçan bir grubun kendiliğinden ortaya çıkma çabasıdır. Dağın ilkelleştirici koşulları ve denetim zayıflığı, önderlik terbiyesinden yoksun birçok ikiyüzlü tipin gelişme şansını yakalamasına yol açmıştır. III. Kongre’nin dağınıklığı ve merkezin partiye sahip çıkamaması, ortamı sonuna kadar bunlara açmıştır. Dörtlü çete dediğimiz oluşum, bu koşulların ürünüdür. Bu eğilim bir yandan fedakar ve inançlı yapıyı kırarken, diğer yandan Önderlik çabalarını dipsiz kuyuya atıp boşa çıkarıyordu. Önderliksel çıkışı yorumlayıp uygulayabilecek terbiye ve ahlaktan yoksundular. Çizgi dışı kadınlı, çocuklu öldürmeler esas olarak bu kaynaktan besleniyordu. Bunlar ciddi bir yozlaşmanın temelini atıyorlardı. Şehit Mahsum Korkmaz ’ın dikkat çektiği bu tipler önlerinde engel gibi gördükleri çok değerli bazı partilileri katletmeye kadar işi ilerlettiler. Bunların Mahsum’un şahadetindeki rolleri bile araştırılmaya değerdir.
Zindanda Şahin’den sonra içte bir itirafçı gibi rol oynayan, ama bunu keskin bir demagojiyle yürüten Mehmet Şener ve Selim Çürükkaya, muhalif olmayı bir unvan gibi rol bellediler. Ölüm orucu ve yakma şehadetleri üzerine, demagojiyle sonuç almak istediler. Şahsi kurtuluşlarını muhalif demagojisiyle örtbas etme yöntemini seçtiler. Artan olanakları istismar etmekten geri durmadılar. Daha değişik bir tip Dilaver Yıldırım’dır. Birkaç sıradan eleştiriyle panikleyip intihar etmesi, çözümlenmesi gereken bir süreçtir. Kesire ailesine benzeyen aile yapısı, beklenenin aksine pratikte bir türlü olumlu çaba içine girmemesi, öte yandan hep önderlik profili çizmesi durumunu ilginç kılmaktadır.
Dışarı çıkışı ve Önderlik’le buluşması sorumlu bir yoldaşa benzemiyordu. Potansiyeli olan birisiydi. Umutluyduk. Dürüstlüğünden gitmişse, çok yazık olmuştur. Araştırılmaya değer bir konudur.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER