TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (8.BÖLÜM)
f) Direniş çizgisinin zaferi ve sonuçsuz kalan tasfiye çabaları
Azgın sömürgeci zor uygulamalarının yaşandığı Kürdistan’da bu zor sistemine karşı mücadele edilmek isteniyorsa, devrimci direniş temelinde ortaya çıkılmak zorundaydı. Kürdistan’da daha ilk günden itibaren hem doğrudan düşman cephesinden ve hem de ideolojik cepheden direniş eylemine karşı saldırılar başladı. Ancak devrimciler yine daha ilk günden itibaren sömürgecilerin azgın baskılarına, reformistlerin çeşitli nitelendirmelerine ve saldırılarına rağmen direniş mücadelesinden vazgeçmeyeceklerdi ve nitekim vazgeçmediler. Her imha ve tasfiye çabası karşısında devrimci direniş daha da yükseldi ve boyutlandı. Haki Karer yoldaşın katledilmesiyle, düşman Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini durdurabileceğini sanmıştı. Ama düşmanın yanılgısı büyüktü. Devrimciler tüm güçleriyle işe koyularak, hareketi kitleselleşmeye doğru götürdüler. Düşmanın ajan örgütlenmeler oluşturarak hareketi tasfiye etme çabaları, devrimci zor temelinde yükseltilen mücadeleyle sonuçsuz bırakıldı.
Sömürgeciler devrimci hareketi engellemek için bu kez de sosyal dayanakları olan yerel hain güçleri ve aşiretçi-feodal çeteleri devreye soktular. Yerli ajan-milis çeteleriyle resmi polisin ortak saldırıları sonucunda Halil Çavgun yoldaş katledildi. Halil Çavgun yoldaşın katledilmesinden sonra, yerel feodal gericiliğe karşı, devrimci şiddet temelinde bir mücadele başlatıldı. En az olanaklar ve en ilkel araçlarla feodallere karşı güçlü bir direniş mücadelesi ortaya konuldu. Direniş mücadelesi geliştikçe, kitleler de Kürdistan devrimcilerinin etrafında örgütlenerek, aktif bir biçimde savaşmaya başladılar. Hain ve gerici mahalli otoritelere karşı geliştirilen devrimci mücadelenin sağladığı başarılar, Kürdistan halkı açısından tarihsel bir öneme sahiptir. Geliştirilen bu devrimci direniş mücadelesi, Kürdistan tarihinde ilk kez halk kitlelerine kendi çıkarlarını egemen kılmaktaydı. Hilvan ve Siverek yöresinde geliştirilen devrimci direniş mücadelesi diğer yörelere de sıçradı. Egemen sınıfların yerel otoriteleri sarsıldı. Sömürgeci devlet kurumları adeta işlemez hale geldi. Sömürgeci Türk devleti devrimci direniş karşısında paniğe kapılmıştı. Oluşturduğu ajan-muhbir şebekesi işlememekteydi. Türk devleti ajan-muhbir şebekesini yeniden restore edebilmek, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketini ve onun önder gücü olan PKK’yi ezebilmek için çıplak zoruyla saldırıya geçti. Sömürgeci güçler ve işbirlikçileri her yandan yoğun saldırılar başlattılar. Bu saldırılar sadece devrimcileri değil, aynı zamanda halk kitlelerini de hedef alıyordu.
Bazı sosyal-şoven güçler ve reformist burjuva milliyetçi akımlar da düşmanın açık saldırılarına eşlik ediyorlardı. Bir yandan ideolojik mücadele adı altında düşmanın hareketimizi karalama ve küfür kampanyalarına eşlik eden bu akımlar, öte yandan düşmanın hareketimizi tasfiye etmeye yönelik karşı-devrimci zorunu en çok yoğunlaştırdığı bir dönemde fiili saldırılara yönelmişlerdi. Hareketimizin dağılacağına ve mücadelemizin yarattığı potansiyelin üzerine oturabileceklerine kendilerini iyice inandırmış olan reformist-teslimiyetçi akımlar, bu dağıtma işini tamamlayabilmek için “UDG” (“Ulusal-Demokratik Güçbirliği”) adı altında bir “kutsal ittifak” oluşturmuşlardı. Ancak bütün bu saldırılara rağmen, direniş sürmekteydi. Her yerde karşı-devrimci teröre, devrimci şiddetle yanıt verilmekteydi. Hareketimiz doğru ideolojik çizgisinin yol göstericiliğinde ve devrimci şiddet temelinde geliştirdiği mücadelesini yükseltmeyi ve bu süreçten daha da güçlenerek çıkmayı başardı. Sömürgeci Türk burjuvazisi tam bir çıkmaz içine girmişti. PKK önderliğinde gelişen Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi, Türk devletini biçim değişikliğine zorlayan etmenlerin başında gelmekteydi.
Bütün karşı-devrimci çabalara rağmen, devrimci direniş mücadelesi tasfiye edilemedi. PKK, düşmanın kendisini açık savaşa çekmeye çalıştığı dönemde, daha büyük direnişlere hazırlamak amacıyla düzenli bir geri çekiliş taktiğini uyguladı. Bu süreçte cezaevlerinde de PKK’nin temsilcileri devrimci direniş bayrağını yükseltmekteydiler. Faşist sömürgeciler kendilerinin bu en son kalelerinde de hareketimizin varlığını devam ettirdiğini görünce, partimizin bu alandaki temsilcileri olan savaş esirlerine karşı amansız bir tutum takındılar. Düşman, partilerinden, halktan ve dünyadan koparılmış, birbirlerinden bile tecrit edilmiş tutsak PKK kadroları ve savaşçıları üzerinde uyguladığı vahşetle dışarda bir türlü tasfiye edemediği hareketimizi bu alanda tasfiye etmek, ihaneti buradan dalga dalga bütün partiye ve halka egemen kılmak amacındaydı. Düşmanın bu doğrultuda uyguladığı sistemli baskıların bazı zayıf unsurlar üzerinde etkisini göstermediği söylenemez. Yüzlerce yıl boyunca ihanetle iç içe yaşamaya zorlanmış bir toplumun içinden çıkan bu unsurlardan bazıları, ciddi bir işkence bile görmeden, düşmana adeta gönüllüce teslim olmuşlardı. Harekete egemen kılınmak istenen bu teslimiyet ve ihanet tavrı, bu işi gönüllü olarak benimsemiş reformist-teslimiyetçi eğilimlerin içindeki temsilcilerince de desteklenip körükleniyordu.
Ama tüm bu alçakça tutumlara ve düşmanın vahşi işkencelerine rağmen, PKK’nin önder kadro ve savaşçıları direniş bayrağını yere düşürmediler; faşist sömürgecilerin hareketimizi tasfiye etme çabalarını sonuçsuzluğa mahkum ettiler. Faşist Türk devletinin, devrimcileri ve ulusal kurtuluş hareketini bitirmekle övündüğü bir anda, devrimci direniş bitmek bir yana, daha bilinçli, daha örgütlü ve daha savaşkan bir ruhla yeni döneme girdi. Bunun üzerine faşist-sömürgeci Türk devleti hareketimizi tasfiye etmeye yönelik saldırılarını doruk noktasına ulaştırdı. Bilindiği gibi, 25 Mayıs 1983 tarihinde Güney Kürdistan’a yapılan işgal ve istila harekatının esas hedefi, bir türlü bitirilemeyen ve daha da güçlenen Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi ve onun önder gücü olan PKK’ydi. PKK’nin güçlenen devrimci mücadelesi emperyalizmin, Türk sömürgecilerinin ve bölgenin gerici güçlerinin çıkarlarını altüst etmekteydi. Sömürgeci Türk devleti uluslararası tüm insani ve hukuki kuralları çiğneyerek, faşist Saddam Hüseyin rejimiyle yaptığı korsan antlaşma sonucunda, Güney Kürdistan’a karşı giriştiği saldırıyı gerçekleştirdi. Her ne kadar bunun “mahdut amaçlı” bir operasyon olduğunu söylüyorlarsa da, cuntanın sözcüleri bile operasyonun amacını gizleyemiyorlardı. Operasyonun yapıldığı günlerde Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklama bunu açıkça ifade etmekteydi.
Faşist-sömürgeci Türk devleti, PKK’nin devrimci direniş çizgisine her yönden savaş açmıştır. Devrimci direniş güçlerinin üzerine sayıları binlere, onbinlere varan ordularını göndermektedir. Sömürgeci Türk burjuvazisi, tarihin çöküşe doğru giden tüm çağdışı sınıfları gibi, halkımızın kurtuluş mücadelesini terörle 34 bastırabileceğini sanmakta ve bu mantıkla hareket etmektedir. Bunun fiyaskoyla sonuçlandığı geçmiş devrimci pratikte olduğu gibi bu son olayda da açıkça görülmektedir. Sömürgeci düşmanın temel dayanağı olan askeri zorunun bile devrimci direniş çizgisi karşısında nemenem bir güç olduğu açığa çıkmıştır. Gerilla mücadelesi karşısında düzenli düşman ordularının tutunamayacağı bir kez daha kanıtlanmıştır.
Faşist-sömürgeci Türk devleti ve onun siyaseti devrimci direniş çizgisi karşısında peş peşe yenilgiler almaktadır. Burada Giap’a başvurarak halk gücünün nasıl yenilmez olduğunu ortaya koyalım: “Halk savaşı halk tarafından halk için verilen bir savaştır. Bugün bu nazik dönemde gerçek bir halk savaşına işçi sınıfı öncülük etmelidir. Halk savaşından bahsetmek halkın ayaklanmasından, onun savaş için örgütlendirilmesinden bahsetmektir. Halk örgütlendirildiğinde, silahlandırılıp doğru bir şekilde önderlik edildiğinde yenilmezdir. Ülkemizde verilen savaş bütün silahlı halkın gücünün, ne kadar güçlü olursa olsun her saldırganı yeneceğini göstermiştir.” (Giap, Emperyalizm ve Halk Savaşı, s. 130)
Evet, Kürdistan devrimcilerinin de halk savaşıyla stratejik olarak güçsüz olan sömürgeci Türk devletini yenebileceklerine kuşku yoktur. Düşmanın tüm tasfiye planları sonuçsuz kalmıştır; proletarya hareketi devrimci direniş çizgisini zaferle taçlandırmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER