NASIL YAŞAMALI? II CİLT - 175.BÖLÜM
Beni sürükleyen büyük bir heyecan kasırgasıdır
Beni tartışmalıyız.
Belki faydası olabilir. Belki çok korkak, savaşla ilgisi olmayan birisi de olabilirim. Belki tartışma bunu günyüzüne çıkarabilir. Veya size çok gerekli olan savaşa yaklaşımda, birçok önemli ipucunu verecek gerçekleri gösterebilir. Zaten şu anda benim yaşamım başlı başına dikkat çekiyor. Kimisi “en azılı terörist” diyor. ABD'nin söylemi budur. Kimisi ise, “dönemin peygamberi” diyor. Bu da halkımızın değerlendirmesi oluyor. Zaten güç açıktır. Savaşan düşman ise, “eşine rastlanmamış gözü kara, çılgın” diyor.
Bütün bunları bir tarafa bırakalım. Benim kendi kendime savaşçı yorumum; çok zor günleri götürebildiği, bir şeyler yaptığı, ama pek de istediği sonucu alamayan birisi gibi oluyor. Ama yine de neye karşı, nasıl savaştığım, başlı başına müthiş bir olaydır. Ve beni sürükleyen büyük bir heyecan kasırgasıdır. Hatta savaşımımı, kızgın bir sac üzerinde veya derin bir uçurumun kenarından, bir karışlık yolda tutunarak bir yürüyüşe benzetirsek; yanmamak, uçuruma yuvarlanamamak için (yine o ip cambazları var, biraz onların yürüyüşüne de benziyor) sürükleyip götürüyor. Bunu sizden istemek herhalde çok ağır bir istem oluyor. Ama bu ülkenin savaşımı başka türlü verilemez.
Hayatta benim kadar duyarlı, gerçekçi, çok bilimsel olduğu kadar, çok sanatkârane yaklaşan biri daha yoktur. Buna eminim. Bu dünyada benim kadar ölçülü-biçili adım atan yoktur. Zaten öyle olmasaydı, bu savaş bir gün bile yürütülemezdi. Herkes böyle söylediğine göre mutlaka doğruluk payı vardır. Demek ki, bilimin ve sanatın gereği ne kadar ise ondan daha fazlasını biz bu savaşta yerine getirdik. Ve onun da ortaya çıkardığı gerçeklik ise bu savaşta, kızgın sac üzerinde koşacaksın, oldu. Dikkat ederseniz, sac üzerinde belki saniyenin onda biri ayağını dokundurup kaldırdıysan yanmaz. Saniyenin tamamı veya bir-iki saniye daha ayağımı fazla yormayayım diye kendini bıraktın mı yanarsın. Uçurumun kenarından yürürken bir dakikalık gaflet, belki seni dibe doğru yuvarlar. Orada her şeyi anı anına, dikkatle ve dengeyi müthiş ayarlayarak, tıpkı bir ip cambazının dengeyi tutturması gibi yürüyeceksin. Şimdi bu mümkün müdür? Evet bütün yaşam yıllarımda biraz bu imkân dahiline getirilmiştir. Bu büyük bir bilim ve sanatın birleştiği kişiliktir.
Şimdi sizin zorluklarınız bu gerçekle de bağlantılıdır. Diyeceksiniz ki, “sen kırk yıldır kendini eğittin, talim ettin, kendine göre bir tarz oluşturdun; onu bizim gibi savaşın daha kenarından bile geçemeyen, sözcüğünü bile daha doğru dürüst ağzına alamayandan nasıl isteyebilirsin?” Anlıyorum, sizden böyle bir savaşçılık istemek insafsızlıktır. Zaten benim en büyük acım da, öfkem de budur. Ama şu da bir gerçektir ki, bu ülkede başka türlü hiç savaşılmaz. Bütün tarih gösteriyor ki, bütün isyanlar açığa çıkarmıştır ki, her şey çok kısa bir sürede yok olur. Yine de en onur veren, yaşama en imkân hazırlayan benim savaş tarzımdır. Bunu dost, düşman kabul ediyor. Buna gelmekten başka çare yoktur. Ya da her an silahları bırakmamız gerekiyor.
Sizi kendi savaş tarzıma nasıl getirebilirim? Bir defa gururunuz, kişilik özellikleriniz var. Bunlar başlı başına bir engel. Alçakgönüllülük yok, arzularınız çok zayıf. Hâlbuki benim tutkularım bir dünya kadar büyüktür. Hatırlardadır, gerek çocukluğumda, gerek şimdi, düşlerim çok büyüktür. En üstte, Özal vardı, o halimle bile “kolay tatmin olmaz” diyordu. Zaten düşman benim tatmin düzeyimi ölçmekle uğraşıyor ve değil böyle bir kişilik sömürgeciliğin bizi tatmin etmesi, ancak yok olacağını düşünerek benim tatmin olacağımı sanıyor. Öyle olmadığımı söylememe rağmen, “bunun başarısı bizim yok olmamızdır” diyor. Belki de öyledir. Hâlbuki kişi olarak da karşılarında ne kadar az donanımlıyım. Ama o kişiliği görüyor. Çocuk yaşlardayken de böyleydim. Beni karşısına alan, sağı-solu hiç belli olmaz, nereye kadar vuracağı, alacağı da belli değildir, diye biliyorlardı. Ama kendimi çok ayarlamıştım. Bu da onlar için anlaşılmaz bir durumdu. Bu çelişkiyi fark ederlerdi, fakat çözemezlerdi, engelleyemezlerdi de. Hep böyle olurdu. İkisi de doğru. Her şeyi elinden alınan bir halkın özgürlük savaşçısı, kolay tatmin olamaz. Bu bir kanundur. Bu halk gerçeğinden doğal olarak çıkarılması gereken bir şeydir.
Düşünün ki, o halkın sahipleneceği hiçbir şeyi yok, adı bile yok. Siz neden bu kadar serserisiniz, gafilsiniz! Mensup olduğunuz sosyal olayın adı, maddi değeri, üretim gücü, hukuk gücü, siyasi gücü, askeri gücü yok. Nasıl tatmin olabilirsiniz ki! Ama bir kadın, çocuk, alışkanlıklar ve sigarayı buldunuz mu, hemen tatmin oluyorsunuz. Bundan başka şeylerle tatmin olmuyorsunuz. Bunlar çok değersiz putlarınız oluyor. Hz. Muhammed'in parçaladığı putlar bile, sizin bu taptığınız putlar kadar kötü değildi. Nasıl tatmin oluyorsunuz? Üretim yapacağın bir karış toprağın bile sana ait değil. Zaten düşman “bir çakıl taşı bile vermem” diye bas bas bağırıyor. Bir gerçeği ifade ediyor. Senin bir çakıl taşın bile yok. O zaman nasıl yaşayacaksın? “Kölelik yaparım” dersen, kime kölelik yapacaksın? Adamın zaten kendi kölesi çok. Senin gibi köleleri, hem de beceriksiz köleleri ne yapsın ki? Neden ben bu haldeyim diye dehşete düşmelisiniz. Adeta sarhoş olmuş durumdasınız. İşte sizin sigara tiryakiliğiniz, başka bir sürü alışkanlıklarınız, dedikoduculuğunuz, yüzeyselliğiniz, yaşama düz yaklaşımınız, saygısız, içeriksiz, dengesiz, hafif meşrep; bunların hepsi sarhoş olma biçimleridir.
Tutkularım bir dünya kadar büyüktür
İnsanımız neden böyledir, ağırlıklı olarak sizler neden böylesiniz? Çünkü gerçeği görmek insanı dehşete düşürüyor. Benim bütün gücüm aynı zamanda zorluklarım, gerçeğe bakmaktan korkmamam, gerçeği öğrenme ve onu değiştirme hevesimdir. Bu, beni sürükleyen tek dürtüdür. Ama sizler, görmemekte inat etme içindesiniz. Bu, size rahatlık veriyor. Ne rahatlığı? Gerçek emrediyor; savaşacaksın! Ama sizler “düşünce gereksizdir” diyorsunuz. Düşünce gereksiz olduktan sonra düşmanı, halkın tarihini göremezsin; göremedin mi, ne için savaşacaksın ki! Onun yerine “komutanlık keyfi” veya “geri savaşçılık” diyorsunuz. Bu savaşın felsefesiyle, amacıyla, kendisiyle çelişiyor. Savaş tatmin olmayanın veya büyük arayışların, tutkuların peşinde koşanın eylemidir. Savaşın kendisi, onun ordusu, büyük değerlere sahiptir. Oysa tutkular, arayışlar bir dünya kadar büyük olmalı.
Amerikan ordusu dünyaya sahiptir. Vietnam ordusuna bakın ülkesini kazanmak istiyordu, Amerika'yı yendi. Onun da amacı büyüktü, ülke kazanmak istiyordu. Giap başlangıçta hiç de savaştan anlamıyordu. Ama halk savaşının önderlik sorumluluğu kendisine verildiğinde dünyanın en büyük tekniğine, sayı gücüne rağmen, Vietnam gibi en yoksul, en zayıf bir halkın, en tekniksiz küçük bir birimiyle Amerika'yı dize getirdi. Amaç, Giap'ı oraya sürükledi, götürdü. Amerika hâlâ dünyanın en güçlü ordusudur ve dünya çapında egemenlik sürdürüyor.
Savaşa vücut veren bunlardır. Ama sizin savaşçılığınızda, amacı görme yok, neye sahip olduğunuz belli değil. “Benim bir sigaram var, yeter, birkaç tane kellok toplarım, onunla yetinirim yeter” diyorsunuz. Hayır, savaşçı böyle tatmin olursa, amacını görmezlikten gelirse, ondan her şey çıkar, ama asla bir savaşçı çıkamaz. Neden sizlerde büyük kişilikler gelişmedi? Büyük hedef sahibi olmak için büyük ruhunuz olmalı.
Ruhunuz büyük duyacak. Özgürlüğü duyacak, toprağı duyacak.
Güzel bir yaşamın nasıl olması gerektiğini hissedecek ve bunları böyle hiçbir değerle değiştirmeden amaçlayacak. Şimdi bu kendi başına o kişiyi sürükler; sürükledi mi beyni de çalışır. İşte o zaman ünlü komutanlar çıkar. Sizlerden çıkmadı, neden çıkmadı? Çünkü sizler çok azla yetindiniz. En değme Kürt ağası şu anda ne yapıyor? Kendini kırk türlü satıyor, düşmana bağlanıyor, işbirlikçilik yapıyor. Bir korucu da bir maaş için aynı şeyi yapıyor. Küçük bir komuta yetkisi, hatta karın doyuran bir savaşçılık için, sizler de aynısını yapıyorsunuz. Bu, tehlikelidir. Bu, sömürgeciliğin veya düşman savaşçılığının olsa olsa bir işbirlikçiliği olabilir. Halk savaşçılığı kesinlikle böyle olamaz. Peki, bunu nasıl yırtacaksınız? İşte düşünme gücüne, amaca bağlanma gücüne, sahip olma gücüne; “bütün halkıma sahip olacağım, bütün güzelliklere sahip olacağım; onlar için büyük bir savaş gerekiyorsa onun da ustalığına soyunacağım” vb. iddialara sahip olun, başaramamanız mümkün değildir.
Ben nasıl başardım? Söylediğim diyalektik gelişmeyle oldu. Neden benim bir ülkem olmasın, sorusunu çokça sordum kendime. Sizler bir sigaraya kırk takla atarken, ben “bir ülke düşüncesi nerede bulunur” dedim. Etrafımdakiler bir kahveye fırlamak için, kahvede ya bir pişpirik oynamak, ya da sigara dumanı içinde boğulmak için yarış ederlerdi. Bir küçük maaşa kendini çok satan arkadaşlarım vardı. Biraz hali vakti yerindeyse, hiçbir amaç büyüklüğüne bakmak bile istemeyen bütün insanlar etrafımızda vardı. Bir karıya, bir kocaya, bir çoluk-çocuğa kavuştu mu, dünyanın bundan ibaret olduğunu sanan, hemen her kesim vardı. Ben bütün bunlara tepki duydum. Daha büyük amaçlar olamaz mı, dedim ve hiçbir şeyi beğenmedim. Bu beni amacın büyüklüğüne, duyguların, arzuların büyüklüğüne götürdü. Bunları arayacaksınız, duyacaksınız! Siz ki, bir insansınız, benim gibi halktansınız biraz gerçeklere saygınız olmalıdır.
Bana ilgileriniz var. Hem de ölümüne.
Düşünüyorum da, “Nasıl Yaşıyorum?” veya savaşa nasıl yaklaşıyorum? Bana olan bu bağlılığınızı çözmek gerekiyor. Bu, ayıplı olanın, çirkin olanın bağlılığıdır. Bunu reddediyorum, benim böyle arkadaşlarım olamaz. Zaaflarınızı başka şeylerle giderin, benimle değil. Bunu iliklerinize kadar hissetmeniz gerekiyor. Arkadaşlarım için yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Ama beni böyle kendi zaafları için kullanan zihniyetten nefret ettiğimi de bilmek zorundasınız. Köleler, zavallılar, ağlayanlar, sızlayanlar, çirkinler bana hiç yaklaşamaz. Bunu iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Ben oyunun büyüğünü, küçüğünü ayırt etmem. Yaşamın büyüğü, küçüğü benim için yoktur. Basit bir oyun da benim için çok değerlidir. Basit bir tarla işi de çok kutsaldır. Hepsini severim. Ama onu insan gibi yapmak, benim için çok zorunludur. İnsan gibi yapmadı mı döverim, kavga ederim. Gidin bacıma sorun. Hiç kimsenin rezil edemeyeceği kadar rezil ederim. Ne geziyorsun yanımda? İş yapma yeteneğin bu kadar zavallıysa niye geliyorsun? Her zaman, her işte böyle bir seçkinciydim.
Şimdi size bakıyorum, bu kadar kötü halinizle bana nasıl yaklaşıyorsunuz! Hiç oralı bile olmuyorsunuz. Biz yiğitlikten dem vurmak istiyoruz. Bilmelisiniz ki, yiğitlikten dem vurmak kolay değildir. Kolay değil bizim şerefimizle birlikte yaşamak, onu taşımak. Yaşamı, bütünüyle biraz tanıyan arkadaşlarım için yapamayacağım fedakârlık yoktur. Ama bu namerde, fazla yiğitlikle alakası olmayana peşkeş çekmek için değildir. Zavallıya, ağlayana, sızlayana bir bebek maması vermek için değildir. Öyle bir misal, öyle bir yargı ve yaşamı hiç yanlış anlamaya gerek yok. İşinize gelmiyorsa gidin, başka işlerle uğraşın. Benimki deli işi, benimki acayip bir iş, ne derseniz deyin. İliklerinize kadar kendinizi hazır hissedeceksiniz. Müthiş bir arzunuz olacak, güzel olmayı isteyeceksiniz.
Agitler Kemaller Hakiler çok güzel bir yaşamın militanlarıydılar.
Bazı PKK şehitlerini hatırlayalım.
Örneğin Agitleri, Kemal Pirleri. Ben tek bir kelime konuşmadığım ve tek bir kelimelik eleştiri de yapmadığım halde Kemal her zaman nasıl yaşamak gerektiğini çok iyi bilirdi, çok iyi hissederdi. Hakiler de öyleydi. PKK'nin diğer şehitleri Mazlumlar, Hayriler de öyleydi, hepsi bilirlerdi. Agit de öyleydi, gerillada da olsa nasıl yaşamak istediğini biliyordu ve kendini yaşama kesin vermişti. Zaten büyüklükleri de bundandır. Ancak bunlar benim çevremde yer alabilir. Ama son zamanlarda sizlere bakıyorum; beni kullanıyorsunuz, benimle alay ediyorsunuz. Sizde hiç arkadaşlık saygısı yok mu? Bir gün sormadınız mı “ya bu sözüm ona önder, bu işe başkomuta eden kişilik, bunu kabul eder mi” diye.
İşte Agitler asla kabul etmeyeceğimi bilirlerdi ve onun için de çok güzel bir yaşamın ve savaşımın militanıydılar. Kimse onların büyüklüğünü tartışamaz. Ama büyüklükleri sadece ve sadece benim biraz hissettiğim, hiçbir zaman söylemediğim, ama bir emir gibi telakki ettikleri benim yaşam tarzına biraz anlam vermeleriydi. Kendimi fazla açmak istemem, ama anlayan böyle anlamak zorundadır.
Şimdi sizlerde saygı yok. İstediğiniz gibi, arkadaşlık ve parti ilkelerimizle oynuyorsunuz ve bu hoşunuza gidiyor. Nereden çıkardınız, kim öğretti size bunları? Kendi kendine bir bakıyorsun kontra gibi olmuş. Hiç korkmuyor musunuz? Vicdanınız yok mu? Hayretler içinde kalmamak elde mi? Bu, PKK tarihine, hiç yaraşır mı? PKK'nin büyük şehitleri var, bunu hiç kabul ederler mi? Daha bunun gibi, nasıl yaşayıp, savaşımın kenarına geldiğinizi anlatacak bir sürü şey var. Anlattıracağım. Siz ilgi duymuyorsunuz, çünkü çok bencilsiniz.
Yine o kocakarılar aklıma geldi. Köyümüzün en çirkiniydiler, çocukları da öyleydi. Ama kendilerinden başka gözleri hiç kimseyi görmüyordu. Zayıflar her zaman böyle düşünür. Hiçbir şeyi olmayanlar, en bencil olurlar. Zenginler cömert olur, fakirler olmaz. Bir şeyi olmayanlar sadece yalvarır ve onlar da hiçbir zaman saygıyla karşılanamazlar. Fikri, zikri olmayan, kimseye bir şey veremez. Yalvarmak iyi bir meziyet değildir. Ağlamak, sadece düşmüş kadınlara ve çocuklara yaraşır. Şikayet etmek, çaresizlerin mesleğidir, yiğitlere yaraşmaz. Bıktırıcı olmak, itici olmak insana ait özellikler olamaz.
Şimdi bütün bunlar acı, ama çoğunuzun raporlarında bol bol dile getirdiği kişilik özellikleridir. Nasıl cesaret ettiniz de hâlâ böyle yaşayabiliyorsunuz? Bir militana ağlamak, şikâyet, çaresizlik yakışmaz. Bütün süreçleri amansız zorluklarla yaşıyorum, hâlâ da her günüm her saatim böyledir, ama ağlamam, sızlamam. Arzularım her zaman büyük, tutkularım, ihtiraslarım her zaman büyük, çabalarım çok büyüktür. Ve çare de buluyorum. Az mı zorluklarla boğuşuyorum? Ama inanılmaz bir güçle yoluma devam ediyorum. Yiğitlik biraz budur. Hiç itici miyim? Bakın hele son zamanlarda olağanüstü çekici olmuşum, neredeyse dünyanın bayağı ilgiyle, ilginçlikle eğildikleri biri durumundayım. Bir konuşmam, bakıyorum ki, herkesi çalkalandırabiliyor. Düşman bile oldukça etkileniyor. Yani sizin iticiliğinize baktığımda dehşete kapılmamak mümkün mü? Önder veya baş sorumlu böyle, ama siz tersini yaşayacaksınız. Ne haddinize!
Kendimi ve sizi anlamaya çalışıyorum. Vicdansız mısınız desem, bayağı duygusalsınız. Çaresiz mi desem sözüm ona savaşa girmişsiniz. Savaşa girmek, çare var demektir. Silahı eline almak, kördüğümü çözmeye geliyorum demektir. Aslında sizler silahı berbat ettiniz. Eline silahı alan, yalnız kaba silahı değil, komuta silahını, önderlik, yöneticilik silahını, baş hesap üzerinden komutan olma yetkisini ele alır. “Ben çözüm gücüyüm. Kördüğümleri çözmeye geldim, engelleri aşmaya, yenmeye geldim” demektir. Bir de savaştığınızı sanıyorsunuz. Değil savaşmak, sizlere yaklaşmak bile mümkün değil. Komutan çok beğenilen, birimin ruhu ve canı demektir. Ama bizde komutan bastırandır, canı çıkarandır. Ben olsam kendi kendimi yerin dibine koyarım. Bu halimle bile acaba beni kabul ederler mi diye düşünüyorum. Halk kabul ediyor. Ama ben kolay kabul etmem.
Benim kabul etme ölçülerim var, onların beni kabul etme ölçüleri var. Daha fazla ayağa kalkan bir halk, daha fazla halkı çeken bir önderlik, benim için oldukça önemlidir. Kendi kendime her gün bu kadar çekiciyim, beğenilmez durumum var diyorum. Çok seviyorsunuz, bana saygı duyuyorsunuz. Ben çok az, sevip-sayıyorum da, çok arzuluyorum da, ama yine çok yetersiz diyorum. Size bakıyorum, beğenilecek çok az yanlarınız var. Birimini kaçırtıyor, kendine bayılıyor. Herkes şikâyet ediyor, zorla “ben en iyisiyim” diyor. Kendine saygıyı yitirmiş, herkesten saygı bekliyor veya kendisini öyle sanıyor.
Kendimi beğendirmek için, kırk yıllık bir savaşımım var.
Düşmana kabul ettirmek, halka benimsetmek, sizin gibi savaşçılara, savaşçı adaylarına, kızlara, benimsetmek için bitmez tükenmez bir çabam vardır. Hâlâ da çok yetersiz, hâlâ da, “acaba beni biraz beğeniyorlar mı” diye kendime soruyorum.
Ama sizlerin kendinizi beğendirmeniz bebekler gibi, psikolojinizi çok iyi biliyorum. Sizi biraz beğenmiyorum desem, hemen moraliniz bozulur. Hâlbuki ben bunun, günü gününe savaşını yürütüyorum. Çok açık, insanı etkilemek benim hoşuma gider. Zaten yaşam biraz da budur; yönetebilmektir. Ölümüne yönetiyorum, yine çok yetersiz görüyorum. Dikkat edin, son günlerde yönetim anlamında kavga çok şiddetlenmiştir. Bu, yaşama saygıdan dolayıdır. Yaşama o kadar bağlıyım ki, bana bu yaşam, bu insan yaşamı evrende korkunç geliyor. Büyük heyecan duyuyorum. Siz yaşamı bir sigara dumanından ibaret sayıyorsunuz. Ve bunu dehşetle karşılıyorum
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER