SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (111.BÖLÜM)
d- Demokrasinin kapsamında sınıf, zümre, hakim ulus değil, tüm toplum esastır. Tarih boyunca birçok demokratik kurum; sınıf, zümre ve etnik esasları aşmamıştır. Bunlara “klasik sınıf demokrasileri” demek daha uygundur. Çağdaş demokrasi ise, tersine toplumla ilgili tüm kimlikleri meşru kabul etmekte, hiçbirine yasak getirmemekte, özgürlük ve eşitlik haklarını savunmaktadır. Toplumsal kimlikler arasındaki farklılıkları sorun olarak görmemekte, zenginlik olarak kabul etmekte, hatta serpilip gelişmelerini teşvik etmektedir. Bu yönüyle çağdaş demokrasi, zora başvurmayan tüm ideolojik, kültürel, sosyal, ekonomik, siyasal, ırki ve cinsel farklılıklara dayalı örgütleme ve eylemliliklere dayanan dinamik bir sistem değerindedir. Zemini bu tarz örgütlenmiş bir toplumsal mozaiği esas almaktadır. Hep ak veya karaya benzeştirme eğilimlerini, demokrasiyi tehdit eden eğilimler olarak değerlendirmekte; bu yönlü otoriter ve totaliter rejim girişimlerini varlığına yönelmiş tehlikeler olarak görmektedir. Demokratik sistemin bu dayatmalara karşı kendini savunma hakkını esas almaktadır. Topluma bu tarz yaklaşım, çağdaş demokrasinin gerçek gücünü teşkil etmektedir. Yaşamak ve gelişmek isteyen, birbirlerine dayanarak daha da zenginleşmenin sağlanabileceğine inanan tüm toplum kesimleri, demokrasinin en kararlı savunucuları, dolayısıyla güçleridir. Bu anlamda çağdaş demokrasi demokratik toplumu esas almaktadır. Demokratik toplum her fikrin, inancın, kültürel varlığın özgürce bilinçlenmesini, örgütlenmesini ve yasal eylemini ifade etmektedir. Bastırılmış, örgütsüz ve bilinçsiz bırakılmış, korkudan iradesini ortaya koymayan durumlarda, toplumun demokratik olmasından bahsedilemez. Demokratik toplum olmadan, çağdaş demokrasiden de bahsedilemez.
e- Çağdaş demokrasi demokratik devleti gerektirir. Demokratik devlet, temel karar ve yürütme organlarını toplumun seçmesine dayalı görevlendirmeyi esas alır. Hanedanlık, otoriter bir gücün dayatılması tarzında halkın seçimiyle ilişkisi olmayan görevlendirmeler devletin demokratik oylama karakterini ilgilendirir. Klasik devlet teorileri ve uygulamaları da, kendilerini ezici bir biçimde toplumun üstünde, ilahi iradenin tecellisi sayar, babadan veya çeşitli otoritelerden devralınan kutsallık maskesine büründürülmüş bir biçimde kendilerini takdim ederler. Bu yönüyle uygarlık tarihi, adeta devletin topluma karşı bir antidemokratikleşme tarihi olarak belirmektedir. Toplumun üstüne çıkma, toplumu sindirme, kendini gizleme, ilahi kaynaklı olduğuna inandırma, anlaşılmaz kılma devlet sanatı haline getirilmektedir. En iyi devlet toplumu en çok kontrol eden, dilediği gibi yöneten, sömüren, savaştıran devlet olmaktadır. Uygarlık önemli gelişmelerini bu yönlü devlet faaliyetlerinde bulmaktadır. Çağdaş demokrasi ise, devletin bu niteliklerini tersine çevirmektedir. Kaynağını karmaşıklaşan toplum ilişkilerine dayandırmakta, kendini şeffaf ve açık hale getirmeye özen göstermekte, korku değil güven aracı olarak kabul edilmesini temin etmekte, sömürünün değil adil dağılımın güvencesi olarak görmek istemektedir.
Klasik anlamda devletten çıkmaktadır. Daha çok toplumun karmaşık ilişki düzenini en üst düzeyde koordine etmek gibi bir tanımlamaya uygun hale gelmeye çalışmaktadır. Genel güvenlik, eğitim, sağlık, ulaşım ve diplomasi gibi alanlarda toplumun tek tek kesimlerinin üstesinden gelemeyeceği, özelleştirilemeyecek işlerin karar ve yönetim gücü olarak yeniden yapılanmayı esas almaktadır. Günümüzde klasik devlet anlayışından çağdaş demokratik devlet anlayışına doğru yoğun bir değişim ve dönüşüm mücadelesi yaşanmaktadır. Çağdaş demokrasiye doğru en zor dönüşen kurum devletin kendisi olmaktadır. Şüphesiz bunda devletin uygarlık tarihi kadar eski, kökleşmiş kurum ve geleneklerinin belirleyici payı vardır. Fakat bilimsel-teknik devrim karşısında fazla dayanamayacağını gördükçe, dönüşmekten başka çaresinin olmadığını görmekte ve dünya çapın da bu yönlü gelişmeler her geçen gün büyük hız kazanmaktadır.
f- Çağdaş demokraside siyaset kurumu da devlet ve toplumun demokratikleşmesi yönünde dönüşmekte, devletle toplum arasında bir köprü rolünü oynamaktadır. Siyasetin demokratikleşmesi; devletten topluma, toplumdan devlete doğru akış kanallarının gelişmesi ve kurumlaşmasının önem kazanmasıdır. Bu durum dinamik siyaset kavramına ve uygulamasına yol açmaktadır. Daha önceleri siyaset toplumun dışında, rolü ve organları belirlenmiş, kuralları gelenekselleşmiş donuk bir kurum niteliğindeydi. Siyasetin bu gerçekliği, değişimi zorla, darbe yoluyla sağlamayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bu yüzden değişimler hem zor hem de kanlı gerçekleşmektedir. Demokratik siyaset ise, düzenli seçimlerle ve çoğulcu parti anlayışıyla, istenilen fikir ve program altında, her kültüre ve gruba kendini demokratik devlete yansıtma şansı vererek, değişimlerin barışçıl ve hızlı aralıklarla gerçekleşmesine uygun bir sistem olmaktadır. Değişimin hem şansı hem yöntemi herkese açık bırakılmaktadır. Bu durum demokratik partileşmeler, lobiler ve çeşitli sivil toplum kuruluşları için siyasi karar organları üzerinde oldukça etkili olma yolunu açmaktadır. Adeta üçüncü bir alan doğmaktadır. Demokratik siyaset araçları da diyebileceğim bu alan yeni gelişim sağlamaktadır.
Daha önceki çağlarda yasaklı kılınmalarından ötürü gizli çalışmak zorunda kalan bu araçlar, çağdaş demokrasilerde vazgeçilmez araçlar konumuna gelmektedir. Siyasal partiler başta olmak üzere ekonomik, kültürel, sanatsal, sosyal, sportif, bilimsel, çevresel ve teknik alanlarda daha çok mesleki özelliği olan bu kurumlaşmalara bir bütün olarak sivil toplum kuruluşları denilmektedir.
Klasik devletle toplum arasında, çağdaş demokrasinin gelişim tarihinde en önemli toplumsal gelişme araçları olarak sivil toplum kuruluşları, demokratik yaşamın vazgeçilmez araçlarıdır. “Üçüncü alan” denilmesi önemlidir. Tarihte üçüncü alan ilk defa bu biçimiyle ortaya çıkmaktadır. Çağa demokratik uygarlık niteliğini vermesi de bu öneminden ve yeniliğinden ötürüdür.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER