SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II -337.BÖLÜM
Bu gerçeklik, Kürtlerin neden çok dar, ama güçlü aşiret birlikleri halinde kaldıklarını ve toplumsal varlıklarını fazla geliştiremediklerini de açıklamakta; aynı zamanda dar bir işbirlikçi kesim dışında kendi bağrında derinliğine bir sınıflaşmaya dönüşememesini de izah etmektedir. Sınıflaşma bir dış olgu olarak gerçekleşmektedir. Hem işbirlikçi üst sınıf, hem de sömürülen alt sınıf yabancı uygarlık koşullarında oluşmaktadır.
Bu durum yoğun asimilasyonun, kendi dil ve kültürünü özgürce geliştirememenin de en temel nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşadıkları tarihsel gerçekliğe daha yakından baktığımızda, Kürtlerin statüleri ne tam iç egemenlikle ne de tam dış egemenlikle izah edilebilmektedir. Dışa doğru taştıkça eriyip asimile olmakta, içe doğru çekildiğinde ise en geri aşiret, kabile ve aile birlikleri biçiminde tecrit durumunu yaşamakta ve izolasyona uğramaktadır. En marjinal, dolayısıyla tehlikede olan bir toplum statüsüne mahkum olmaktadır.
Adeta insanlığı doğuran en eski bir ebe olarak, köşede dilinden bir şey anlaşılmayan ninenin konumuna düşmektedir. Bu gerçekliğin çok zalim ve anlayışsız bir statüye yol açtığı açıktır. Değişik bir açıdan yaklaşıldığında, işe din ve ahlak boyutlarında bakıldığında kutsallık, günah ve lanetliliğin en çok yaşandığı toplumsal koşulları da bağrında taşımaktadır. Kutsallığı, insanlığa ilk defa kazandırdığı tüm tahıl, meyve ve evcil hayvanlara dayanmaktadır. Ekmeğin, şarabın, sütün kutsallığı gerçeğin bu yönünü sembolize etmektedir.
Kürtlerin genlerinde küçümsenmemesi gereken bir kutsallığın mevcudiyeti ve yaşamsallığı inkar edilemez. Ama bu, altta kalan ve kendini tam ifade edemeyen bir gerçekliktir. Kürtlerdeki günahkarlık, kutsallıklarına layıkıyla sahip çıkamamalarından kaynaklanmaktadır. Bu kadar kutsallığa sahip olup da ona layık bir özgür toplum haline gelememe, genel bir günahkarlık durumunu ortaya çıkarmaktadır.
Din Kürtlerde esas olarak günahlardan arınmayı değil, örtbas etmeyi sağlamaktadır. Bunda da daha neolitik toplum koşullarında ana tanrıça kültüründen sonra gelen tüm dinsel inançların yabancı kökenli olması temel rol oynamaktadır. Başka toplumsal koşulların, yayılma ve kolonileştirmenin ideolojik aracı olan bu dinler ve tanrıları, Kürtlerin varolan öz bilinç, irade ve inançlarını da bozarak düşünsel ve duygusal alanda da çok geri kalmalarına yol açmaktadır. Kendileri ve dayandıkları yaşam koşulları için yaratıcı düşünce ve duygu üretememekte, maddi yoksunluk manevi yoksunlukla sonuçlanmaktadır.
Lanetlilik ise, tarih boyunca yaşanan tüm işgal, istila, yıkım ve talan hareketlerine verilen ahlaki karşılık olmakta; dini açıdan da en yüksek günahkarlığı ifade etmektedir. Hiçbir toplum tarihi boyunca bu kadar işgal, istila ve yıkımı iç içe ve sürekli olarak yaşamadığından, Kürtler lanete en çok uğramış, bahtsız ve geleceksiz bir halk olmanın acısına ve karanlığına da mahkum olmuş bulunmaktadır. Lanetlilik tüm uygarlık biçimleri tarafından ve en seçkin güçleri yoluyla büyük felaketler halinde yüzyıllarca dalga dalga günümüze kadar etkili bir konum arz etmiştir.
Kürtleri lanete uğramış bir toplumun büyük acıları, karanlıkları ve utancı içinde tutmuştur. Bu gerçekler Kürtlerde kutsallık, günahkarlık ve lanetliliğin trajik ifadesini çizmekte ve resmetmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER