SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (109.BÖLÜM)
4 - Eski uygarlık sisteminin derinleşen ve süreklileşen bunalımıyla yeni uygarlıksal çıkışın belirginleşmediği bu geçiş aşamasına Demokratik Uygarlık Çağı demek uygun düşmektedir. 20. yüzyılın sonunda bir uzlaşma rejimi olarak demokratik yönetimlerin hakim duruma geçmesi keyfi bir tercih olmayıp, yaşanılan koşulların bir sonucudur. Bu duruma gelinmesinde kapitalizmin faşizm seçeneğiyle, reel sosyalizmin totalitarizminin iflas etmesinin belirleyici payı vardır. Kapitalizmin faşizm tercihi sadece Hitlerci biçimiyle değerlendirilemez. Bu, kapitalizmin toptan gericileşmesinin kanlı rejim gerçeğinin, sermaye olarak da finans sermayesinin egemen hale gelmesinin doğurduğu bir süreçtir.
Sadece kapitalizmin merkezlerinde değil, çevre ilişkilerinde ve kenar ülkelerinde de yaygınlaşmaya çalıştığı bilinmektedir. Tarihin tanıdığı en sert rejimler olması; çöküş koşullarının verdiği ürküntü, milliyetçiliğin dinsel taassubu bile geride bırakan şoven karakteri ve sosyalizmin bir sistem olma ihtimalinin güçlülük kazanmasından ileri gelmektedir. Başarısızlığının temelinde ise, genelde insanlığın kazandığı özgürlük düzeyiyle bilimsel-teknik devrimlerin başarıları yatmaktadır. Bu durum kapitalizmi yeni seçeneğe zorlamıştır. Faşizmin topyekün zaferi mümkün olmadığına ve çöküş de kabul edilemeyeceğine göre, uzun süreli bir uzlaşma sistemi kaçınılmaz olmaktadır. Bu uzlaşma rejimine demokrasi denilirken, fazla yabancısı değildir.
Özellikle teknik devrimin büyük başarıları, demokrasinin sadece dayanmakla kalmayıp gelişmeyi en çok sağlayan rejimi olduğunu kanıtlaması, kapitalizmin artan güvenine yol açmaktadır. Demokrasi, baştaki sınırlı uygulamalarına karşılık, 20. yüzyılın sonlarında evrensel bir sisteme gidişin en uygun yaşam ve yönetim biçimi olarak kabul görmekte ve giderek yaygınlaşmaktadır. Reel sosyalizmin totaliter yönelmesi, sosyalizmin daha da ilerletmesi gereken özgürlük ilkesiyle çelişmektedir. Bireyin toplum adına eritilmesi eşitlik amacına bağlansa da, burjuva liberalizmi kadar yaratıcı kılamayacağı ortaya çıktığında başarısızlığı kaçınılmazdır. Kölelikte en mükemmel eşitlik vardır. Kölelikte olmayan şey özgürlüktür. O dönemden beri insanlığın en önemli eylemleri biraz daha özgürlük için olmuştur. Reel sosyalizm, bir nevi zamana uydurulmuş Sümer rahip rejimidir. İlk kolektif köleliği Sümer rahipleri gerçekleştirmiştir. Bir nevi devlet köleciliği olmakta ve reel sosyalizmin devletçiliğine çok benzemektedir. İster sağ ister sol adına gerçekleştirilsin, devlet temelinde kurulan sistemlerin belki eşitliğe hizmeti olabilir, ama bu mutlaka birey özgürlüğünün feda edilmesiyle mümkündür. Devletin kendisi, sınıflı toplum koşullarında özgürlüğün inkarıdır. Daha da yoğun ve çok genişlemiş bir uygulama olarak reel sosyalist devletçilik, birey özgürlüğünü kapitalizmin çok gerisine düşürmüştür.
Özgürleştirmeyen rejimlerin özgürleştiren rejimler karşısında başarılı olmasının zor dışında başka bir yolu olamaz. Sovyet sistemi esas olarak bu noktada kaybetmiştir. Tabii bu gerçekliğin arkasında ideolojik kimliğin yanlışlıkları yatmaktadır. Birey kimliğini kapitalizm kadar özgürleştiren bir felsefi yaklaşımı gerçekleştirmeden, bunu gerçekçi bir eşitlik anlayışıyla bütünleştirmeden, yeni bir uygarlıktan bahsetmek ağır bir yanılgıdır. Kaba materyalist bir felsefeyi de yaşam kılavuzu olarak aldıktan sonra, kendini yeni bir kölelik düzeniyle karşı karşıya bulmak kaçınılmazdır. İnsan yaşamı gibi son derece karmaşık bir olguyu birkaç kaba materyalist klişeye indirgemek, güdülerine mahkum insanı yaratmanın kapısını ardına kadar açmış olacaktır. Sovyetler deneyimi biraz da bu gerçekliğin kanıtıdır. 20. yüzyılın şahlanan her türden milliyetçiliği ise, çağdaş kabilecilikten başka bir içeriğe sahip değildir. Nicel ve nitel olarak büyümüş kabilecilik olarak milliyetçiliğin yeni bir uygarlığa katkı sağlaması beklenemez. Çağdaş demokrasiyi çözümlerken, bu temel gerçeklerle ilişkili olarak bakmak gerekir. Nükleer dehşet dengesinde en totaliter devletçilikle bütün insanlar asker ya da işçi olurlar.
Sınıflı toplumun katlanılabilir tüm ölçülerini aşan bu gelişmeler, tıkanmış devrim ve karşı-devrim yapılanmaları olup, normal rejim işlevini göremezler. Ne hiçbir devrim ne de karşı-devrim böylesi yapılanmalarla uzun süre ayakta kalabilir. Kalınamayacağı da çok sayıda örnekle güçlü bir biçimde kanıtlanmıştır. Demokrasiye ilişkin birçok tanımlama yapılabilir. Sınıf karakteri, uzlaşmacılığı, barışçılığı üzerinde uzun boylu durulabilir. Teorik ve pratik gelişmesi derinliğine açımlanabilir. Kendi başına bir uygarlık sistemi olmadığı da belirtilebilir. Fakat ilk defa tüm halklar, kültürler, ideolojik, ekonomik ve politik tercihler adına en kapsamlı bir arada barış içinde gelişme ve yarışma olanağının çok yetersiz de olsa gerçekleştiğini söylemek mümkündür. 20. yüzyılın sonunda zaferi kesinleşen demokrasinin dar sınıf karakterini aştığını belirlemek büyük önem taşır. Bu döneme kadar uygulanan tüm demokrasiler dar bir sınıf damgasını taşırlar. Demokrasinin biçimde de olsa tüm resmi yurttaşları kapsamına almadığı, dar bir zengin yurttaş topluluğunun yönetim biçimi olmaktan öteye gitmediği söylenebilir. Bir nevi ilk Athenna demokrasisi gibi sınıf gerçeklikleri esastır.
Fakat 20. yüzyıl sonunda kesinleşen demokratik sistem bu darlıkları ileri düzeyde aşmış bulunuyor. Sadece sınıf kapsamını genişletmekle kalmıyor; en geniş düşünce, inanç, kültürel yaşam, ekonomik farklılıklar, siyasal partileşmeler gibi temel alanlarda özgür ifade ve örgütlenmeye olanak tanıyor. Bütün karşıtlar zora başvurmaksızın kendilerini değiştirme ve geliştirme şansına az veya çok sahipler. Burada sınıfsal ve ulusal, düşünsel ve inançsal, ekonomik ve kültürel, sosyal ve siyasal alanlarda karşıt mücadele ve dayanışma bitmiyor. İlişki ve çelişkiler dondurulmuyor. Sadece barışçıl biçimlerde ve geçerli yasalara bağlı olarak yürütülme dönemi doğuyor. Demokrasinin daha insani bir öz taşıdığı kesindir. Çok kanlılığın yiğitlik ve büyüklük ölçütü olarak kullanılması, en barbar bir sınıflı toplum geleneğidir. Bunun o kadar yüceltilmesi ve kutsanması, aslında en lanetli bir gerçekliği örtbas etmek içindir. Korkunç katliamlarla kazanılmış hiçbir zafer kutsal olamaz. Eğer illa kutsallıktan bahsedilecekse, tüm insanlığın hayrına zorunlu doğum sancıları dışında, en az acıyla gerçekleşen ilerlemeler bu sıfata layık olabilir. Dolayısıyla sınıflı toplum tarihi boyunca onun kanlı yönetim biçimlerini aşarak herkesin, her etnik, dini, cinsi, ekonomik ve siyasi grubun kendini özgürce ifade etme rejimi olarak tanımlanabilecek çağdaş demokrasi , kutsallık sıfatına en yakın yönetim ve yaşam biçimidir. Bu kapsamda da tarihte ilk defa gerçekleştiğini belirtmek yerindedir.
Çağdaş demokrasinin gelişimi içten ve evrimseldir. Kendini çarpıcı sonuçlarla ortaya koymaz. Ama zihnini ve ruhunu yaratıcı gelişmelerle doldurmak istiyorsa, insanlığın bu rejimden daha iyisini bulamadığı da rahatlıkla belirtilebilir. Demokrasinin neden ilk defa bu kapsamda gerçekleştirildiği sorununa yeterince yanıt verilmekle birlikte, yine de derinleşen ve süreklilik kazanan bunalım ile bunu aşmanın maddi imkanlarını ortaya çıkaran bilimsel-teknik devrimler demeyi bıkmadan tekrarlamalıyız. Uygarlık çözümlemelerimizin kanıtlamaya çalıştığı önemli bir gerçeklik, sınıfların oluşması ve ortadan kalkmasının zorla gerçekleştirilmeyeceğini ortaya koymaktadır. Bunda daha çok teknik kapasite belirleyici olmaktadır. Teknik verimle bir topluluk gelişme imkanını kanıtlayınca, sınıfın oluşması kaçınılmazdır. Çünkü bu gelişmeden herkes yararlanmaktadır. Başlangıçta kölelik sistemi kurulduğunda bile, yaşam koşulları birçok köle açısından eskiye göre daha güvenli ve karın doyurucu niteliktedir. Sınıflaşmayı asıl doğuran bu maddi imkandır. Tarih boyunca tüm sınıfsal gelişme diyalektiği bu gerçekliği doğrulayıcı niteliktedir.
O halde kapitalist uygarlık döneminde sınıfları devrimle, zorla ortadan kaldırmak fiziki olarak mümkün olsa da, kurumsal olarak ortadan kaldırılamayacağı, imkan bulur bulmaz yeniden doğacağı, özellikle reel sosyalizmin deneyimlerinden iyi anlaşılmaktadır. Reel sosyalizmde zorla bazı sınıflar kaldırıldı. Ama daha piçleşmiş olarak yenilerinin oluşması engellenemedi. Nedeni yine teknik düzeydir. Teknik düzeyin müsaade ettiği, gelişmesine yol açtığı bir sosyal olgu, ancak bir teknik düzeyde gereksizleşirse ve ihtiyaç olmaktan çıkarsa ortadan kalkar. Devrimle, zorla, karşı-devrimle sosyal olgular belki engellenir, ama ortadan kaldırılamaz. Dolayısıyla teşkil edildikleri toplumlar da hem alt hem üstyapılarıyla ancak teknik gelişmeler kaçınılmaz kıldığında ortadan kalkar veya başka bir toplumsal biçime dönüşürler. Çağdaş demokrasilerden önce yapılan çılgınlıklar bu kuralın göz ardı edilmesine dayanmaktadır. Hem faşist totalitarizm hem reel sosyalist düzenler bu nedenle başarılı olamadılar. Ama onların isteyip de başaramadığı birçok gelişmeyi de, gelişen teknik imkan dahiline sokmaktadır. Herhalde Hitler’in elinde nükleer silahlar bugünkü gibi birikmiş olsaydı, istemediklerini yok edebilirdi. Çünkü teknik temel vardır. Artık kalabalık işçi ve köylü sınıfına gereksinim yoktur.
Çünkü teknik gelişme bu tür sınıfların bu kapsamda varlığını gereksiz kılmıştır. Sonuçta belirleyici olanın zor değil, teknik olduğu açıktır. Bu durumda çağdaş demokrasi hem teknik ayıklamaya, dolayısıyla gelişmeye en çok imkan veren, hem de bu temelde sosyal olguların zora başvurmadan, doğallık içinde ve bir nevi sosyal ayıklama yoluyla ortadan kalkmasına ve dönüşmesine imkan sunan en gerçekçi yol oluyor. Demokrasinin esas gücü, ona çok yürekten bağlı olanlardan değil, bu doğru çözüm yolundan ileri gelmektedir. Yapılan bilimsel çalışmalar, demokrasiyle ekonomik gelişme arasında sağlam ve kalıcı bir korelasyonun bulunduğunu ortaya koymuştur. Hiç şüphesiz bunun da altında yatan temel neden, oluşumun doğal düzenine en yakın toplumsal duruşun temsil edilmesidir.
Burada doğanın rahipçe tarzı veya kaba materyalist bir yorumuna dayalı gelişmesinden bahsetmiyoruz. Olduğu gibi, kendi özgünlük yasaları da göz önünde bulundurularak, toplumun dönüşüm yasaları ancak genel evrim kuramının çerçevesi içinde olabilir. Onun dışında veya onu aşan bir sosyal olgu yapıcılığı, insan cehaleti elinde ancak çılgınlıklara yol açabilir. Demokratik çağın bazı özelliklerini daha yakından görmek önem taşımaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER