HAKİKAT SAVAŞÇILIĞI - 11. BÖLÜM
Felsefe yolunda hakikat
Dini dogmalara ihtiyaç duymadan hakikati arama yöntemine felsefe denilmektedir. Bu yaklaşımları Uzakdoğu hakikat arayışçılarında görmeye başlamıştık zaten. Gerek Budha gerekse de Tao öğretilerinde kendisini doğmalardan koparma arayışı oldukça gelişkindir. Yine Zerdüştlükte ortaya konulan düalizmden varlığın dört kutsal maddesi olarak tanımlanan su, hava, toprak ve ateş öğretilerine, Hermes’teki ışıkçılığa kadar birçok yaklaşım Yunanistan’daki hakikat durağına bir potansiyel kazandırmıştır. Tabi en önemli etken de aslında Yunanistan kıyılarına ulaşan mitolojik anlatımlara dayalı merkezi uygarlık tanrılarının yaratım hikâyelerinin, insanlığa hakikati kavratma yeteneklerini tamamen yitirmiş olmasıydı.
Zeus kişiliğinde uygarlığın bütün maskeleri düşmüştü. Ve insanlar gerçek bilgiye ulaşmanın yollarını arıyorlardı. Bu noktada hakikate ulaşmanın, gerçeğin bilgisine varmanın ancak bilgiyi sevmekle mümkün olabileceğine inanılarak bu yönteme ‘Bilgiyi Sevmek’ anlamına gelen felsefe demişlerdir.
Felsefenin, tanrıları işe karıştırmadan evreni, doğayı ve insanı anlama ve açıklama arayışı olduğunu söylemiştik. Bu, özgür düşünceye yol açan en temel bir yöntem biçiminde, döneminin en ilerici zihniyet yapısı olarak da ortaya çıkıyordu. İnsanları tanrı kulluğundan kurtarmak köleciliğe karşı gerçekleştirilen en somut mücadele yöntemi olmaktaydı.
Ancak zihinlerde dini doğmaların yıkılması kendisiyle beraber toplumsal ahlakta da bir çöküşe yol açmaktaydı. Çünkü toplum, varlığının en temel unsurlarından biri olan ahlakı din yapıları içerisinde sürdürerek kendini iktidar karşısında korumaya almıştı. Felsefe üzerinden dine karşı gerçekleştirilen bu saldırılar toplumsal ahlaka karşı da bir yönelime neden olmaktaydı. İnsan dinin iktidara bağlayan yanlarından kurtarılırken, öte yandan toplumu kendisi olarak var eden ahlak da aşındırılmaktaydı.
Bu durum felsefeden değil, iktidar yapılarının özgür düşünme biçimi olarak felsefeyi toplumun politik ve ahlaki yapısına karşı kullanmasından kaynaklanmaktaydı. Bu akımın başını Sofistler olarak bilinen dönemin bilgi satıcıları-bilgicileri çekmekteydi. Bu bilgicilerin felsefe adına yaptıklarını felsefe olarak kabul etmek muhakkak ki özgürlük tarihine yapılacak en büyük saygısızlık olacaktır. Bunlara göre kendisini toplumdan kurtaran birey bağımsızlaşmış ve özgürleşmiş bireydi. Bilgi ise bireysel yaşama olanak sağladığı, onu geliştirdiği ölçüde değerliydi.
Buna karşı bir duruş ise komünal toplum geleneğinin en acil görevi idi. Felsefe adına yapılması gereken bu gelenek üzerinden özgür düşünceye ahlaki ve politik toplum yapısının ölçülerini kazandırmak olacaktı. Antik Yunan’da öncesi ve sonrası diye anılacak olan milada adını veren Sokrates bu misyonu yerine getiren tarihin tanıdığı ilk toplumcu ahlak filozofu olması itibari ile tarihteki yerini almıştır.
Sokrates hayatı boyunca çok yoğun felsefe tartışmaları gerçekleştirmiş olsa da ardından kendi fikirlerini bizzat kendi kaleminden öğrenebileceğimiz hiçbir belge bırakmamıştır. Bu konuda Sokrates’in fikirlerini daha çok öğrencisi olan Platon’un Sokrates’e ilişkin kaleme aldığı diyaloglar ile Xenopon’un Sokrates’in anılarını anlattığı Memorabilia adlı eserlerden öğrenmekteyiz.
Sokrates’i milat yapan en önemli neden O’nun bilgiye yaklaşımı olmaktadır. Herkesin her şeyi bildiği, herkesin kendi bilgisini bir diğeri ile yarıştırdığı, bilginin para karşılığı satıldığı bir dönemde, her fırsatta kendi cehaletinden söz eden Sokrates “tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” diyordu. Bu bilgi karşısında yapılan sıradan bir mütevazılığın ötesinde insan bilgisinin evren gerçekliği karşısındaki en yalın ifadesi olmaktaydı. Bundan kaynaklı olarak O’na göre tüm bilimler insanı konu almak zorundaydılar. İnsan evrenin, doğanın toplamı olarak tüm bilgileri kendisinde barındırmaktaydı ve tek bilgi kaynağı insanın kendisiydi. Bu nedenle Delphoi tapınağının kapısının üzerinde yazılı olan, "Kendini Bil!" vecizesi O'nun hem yöntemine hem de felsefesine temel olmuştur.
Sokrates’te erdem, düşünce ve eylemin toplumsal hakikate yakınlığının ifadesidir. Erdeme ulaşmış birey toplumuyla barışık yaşayacak ve mutlu bir hayata sahip olacaktır. Bu noktadan itibaren Sokrates’in bütün düşüncesi ve çalışmaları ahlaka yönelmiştir. Gelenek ve törelerin oluşturduğu ölçüler üzerinde düşünmeyi kendisine ilke yapmıştır. Erdem de bir bilim olduğundan elde edildiği gibi öğretilebilirdir de. Bu ise ahlak felsefesinin kendisidir. Toplumsal sorunların kaynağında iyi huy eksikliği yatmaktadır. Bu nedenle ana bilim olan erdemin temel konusu ahlak olmalıdır.
Sokrates’e göre bir iş hakkında bilgi sahibi olmayan birinin o işi yerine getirmesi veya o iş hakkında konuşması ahlaklı bir davranış değildir. Hatta yaşamdaki kargaşanın, bozuklukların ve yozlaşmanın da asıl nedeni bilgisizliktir. Siyaset hakkında bilgisi olmayanın siyaset yapması siyaseti bozacaktır, bu toplumda kargaşaya neden olacaktır ve toplumsal yaşam bozulacaktır. Yani sağlam bir teori olmadan sağlam bir pratiğin de ortaya çıkmayacağını çok net ifadelendirmiştir.
Sokrates kendi felsefesinin temeline yöntem sorununu almıştır. Sokrates’in her soruna yaklaşımında “ne” sorusundan ziyade “nasıl” sorusu ön plana çıkmaktadır. En fazla da yaşam hakkındaki yoğunlaşmaları “Nasıl Yaşamalı?” sorusu üzerinde derinleşmektedir. Bilgi, erdem ve ahlak konularındaki cevaplar en temelinde bu soruya verilen cevaplardır. Çünkü o da bilmektedir ki;
“Yöntem olmayınca, biriktirilecek bütün bilgiler eşeğin sırtına vurulacak kitaplar gibidir; belki de ondan daha tehlikelidir. Çünkü insanın elinde yanlış bir yöntemle kullanılacak bir bilgi, eşeğin sessizliği yanında bin kat daha tehlikeli ve yanlış bir duruma yol açabilir.” -Abdullah Öcalan-
Sokrates ilk anlambilimci olarak da tanınmaktadır. O, yaşamda her şeyin açık seçik bir anlama sahip olması ve bu anlamına uygun olarak kullanılması gerektiğine dikkat çekmektedir. Sokrates bilgeliğin, adaletin ve cesaretin anlamının bilinmedikçe bilgece, adil ve cesur bir yaşamın yaşanamayacağını her fırsatta dile getirmiştir. Ahlaklı bir yaşama kavuşmak için ahlakın ne anlama geldiğini bilmek şarttır. Sokrates’in anlam sorununda da vardığı sonuç yine “Kendini bil” ilkesi olmaktadır. Kendini bilmek, kendi anlamına kavuşmakla mümkündür. Ahlaklı ve erdemli yaşam da ancak bununla gerçekleşmektedir.
Sokrates yalnızca ölümünden sonraki yakın tarihi değil günümüze kadar gelen tüm felsefe ve düşün tarihini etkileyen en önemli filozoftur. Bilgi, ahlak ve toplum üzerine gerçekleştirmiş olduğu düşünsel faaliyetlerde yakın olduğu komünal toplum değerlerini yaşaması ve yaşatması açısından hakikat arayışçlığı geleneğinin köşe taşlarından biri olmuştur.
ABDULLAH ÖCALAN
SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER