SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (193.BÖLÜM)
19. yüzyılın başlarında hızlanan Avrupa müdahaleciliğinin ağır basan yönü sömürgeciliktir. Hakimiyet ve sınırsız kar ihtirası, temel dürtücü faktördür. Ortadoğu’yu yenmek ve teslim almak asıl hedeftir. Kürtler ilk ve ortaçağlardan beri tanışık oldukları sömürgeciliğin bu yeni biçimini daha önceden içine düşürülmüş oldukları bir kapanda karşıladılar. ‘Kürt kapanı’ , aslında çok iyi çözümlenmesi gereken politik bir kavramdır. Temelleri Sümer kolonyalizmine kadar uzanmaktadır. Özenle ve sürekli pekiştirilerek hazırlanmıştır. Tarih için çizdiğimiz çerçeve bu kapanı tanımlamaya yöneliktir ve onun ana faktörlerini belirlemeye çalışmaktadır. Bunları tekrarlamayacağız.
Ancak Batı kapitalizmi eliyle pekiştirileni en tehlikelisidir. Dolayısıyla ‘Kürt kapanı’nı tarihsel temelleriyle birlikte kapitalizme dayalı olarak kurulanla tanımak ve çözümlemek büyük önem taşımaktadır. İki yüzyıldır yeniden örülen ve pekiştirilen bu kapan ne anlama gelmektedir? Birinci husus, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkarak içinden çıkılmaz ve baş edilemez bir durum yaratmak yerine, sultanı ve önemli bir bürokrat kesimi kendine bağlamayı çıkarlarına daha uygun bulmaktadır. Bunlar aracılığıyla hem bölge üzerinde dilediği kontrolü geliştirmek, hem de asi halklarını terbiye etmek daha kolay olacaktır. Bu yöntemi özellikle Britanya İmparatorluğu deneyecek, Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünü bu yolla yüzyıl uzatacaktır. Fransa ve Almanya’nın yaklaşımı da özde aynıdır. Aralarındaki anlaşmazlıklar Ortadoğu’daki denge üzerine yansıtılmamaktadır. Kendilerine iyi bağlanmış bir sultan ve paylaştırılmış bürokrasi, 19. yüzyıl amaçları için en uygun konumları sağlamış bulunuyordu.
Böylelikle adım adım yayılmak kadar, karşı çıkanları bu Osmanlı sopalarıyla dövmek en akıllı yol ve yöntem olmaktadır. Kapanın önemli bir kolu böyle pekiştirilmektedir. İkinci önemli husus veya kapanın kolu, Hıristiyan kökenli halka dayalı olarak geliştirilmektedir. Batı sömürgeciliği bu yöntemle sözde kurtarmak istediği Rum, Ermeni ve Asuri halklarının bölgede tasfiye edilmelerinin en tehlikeli yolunu açmış bulunmaktaydı. Tüm Ortadoğu halkları oyun içinde oyunun kurbanları durumuna getirilmekteydi. Bir dönemler geçerli olan felaketler karşısında çocukları kurban etme geleneği, bu sefer tanrılar tarafından değil, dost geçinen hemcinsleri eliyle yürütülmekteydi. İnce bir sömürgecilik, bir avuç işbirlikçi eliyle tüm halkları binlerce yıllık yurdundan edecek, kültürlerinden koparacak ve birbirlerine düşman hale getirecekti. Bu tablo içinde Kürtlerin durumu tam bir kobaylıktır; her tür sömürgeci oyun için en çok kullanılacak malzeme durumundadır.
19. yüzyılın başından itibaren bir maşa gibi kullanılmaya çalışılacak olan Kürtler, özellikle İngilizler açısından Türk, Acem ve Arap yöneticilerin sırayla kendisine bağlanmaları için bir manivela rolünü oynayacaklardır. Tipik bir “iti ite kırdırma” politikası devreye sokulmakta ya da bir taşla birkaç kuşu birden vurma politikasına örnek kılınmaktadır. Bir defa, el atılmakla Kürtlerin işbirlikçileri kazanılmış olmaktadır. İkincisi, bundan korkan Türk Acem ve Arap yöneticileri daha çok kendilerine bağlanmaktadır. Üçüncüsü, Kürt feodal işbirlikçiler tarafından sıkıştırılan Ermeni ve Asuri halkı, daha çok kendilerine sığınmak zorunda kalmaktadır. Sultan, şah ve melikler bu oyunu ikinci elden yürütmeyi marifet saymaktadır. Yani kendilerine oynatılan iti ite kırdırma politikalarını, onlar da alt düzeyde muhaliflerine karşı uygulayacaklardır. Kurbanlık duruma düşen halklar ise, oyunun gereği olarak ne emrediliyorsa, onun gereklerini yerine getirmekten başka bir rolün sahibi olmayacaklardır.
Her ne kadar kapanın baş kurbanı Kürtler ise de, “etme komşuna gelir başına” özdeyişiyle kanıtlandığı gibi, bu tuzak tüm bölge halklarını içine düşürecektir. Kürtler stratejik olanaklardan yoksunluk ve aşırı parçalanmışlık nedeniyle güçlerini birleştirememelerinden ötürü, oyunun en ucuz malzemeleridir. Bunda kapitalist kar hırsının hiçbir kural tanımayan yaklaşımı oyunun özündeki felsefe olsa da, tarihten de süregelen benzer bir kullanılma durumu, konumları en olumsuz halklar durumuna düşmelerine yol açmaktadır. Buna “tavşana kaç, tazıya tut” politikası demek de mümkündür. Böylelikle kendisine problem olarak gördüğü tarafları sonuna kadar kullanmakta, yormakta ve en sonunda kurtarıcısı rolüne soyunup gereğinde yeniden kullanmak için sahip çıkmaktadır. Kobaylık derken, bu çok acımasız gerçeği kastetmekteyiz.
Şüphesiz Kürt üst tabakasının binlerce yıllık alışageldiği işbirlikçi karakteri de bunda önemli bir etkendir. Halkın cehalet içindeki konumu, parçalanmışlığı ve birbirine karşı kışkırtılmış durumu da sürekli elverişli bir zemin sunmaktadır.
19. ve 20. yüzyılda kapitalist sömürgeciliğin gölgesinde gelişen tüm Kürt isyanları üzerinde bu oyunlar oynanmış ve başarılı da olmuşlardır. İsyanların haklı nedenleri pek anlam ifade etmemektedir. Önemli olan, sonuçta kimin aleyhine sonuçlandığı ve en çok kimlerin yararlanmış olduğu hususudur.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER