SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (122. BÖLÜM)
Günümüzün toplumlarının karşı karşıya bulunduğu ve mevcut zihniyet ve teorik yaklaşımların doğru bir tanımlama gücünü bile gösteremediği ideolojik, politik, ekonomik sorunların çözülmesi için, insanlığın belli başlı düşünce disiplinlerinin tarihsel oluşum süreçleriyle bağlantılı olarak yeniden gözden geçirilmeleri gerekmektedir. Böylesine kapsamlı bir teorik çözümleme yaklaşımı, mevcut toplumların siyasal, ekonomik ve düşünsel sistemlerini kökenlerine kadar izleyen bir incelemeyi şart kılar. Bu, günümüze ve tarihe daha kapsamlı ve yeni bir bakış açısının oluşması kadar, yeni bir tarihin gerçekleşmesi anlamına da gelir. Bu tarihsel gerçekleşme ve çözümleme yöntemi, son tahlilde her zaman insan uygarlık ve düşüncesinin kökenleri, dolayısıyla Ortadoğu üzerinde temellenir. Maddi olduğu kadar ideolojik kaynağını eşitlikçi tarım (neolitik) toplumundan alan sınıflı topluma dayalı Ortadoğu uygarlıkları tüm insanlık açısından orijinaldir. Bununla ana doğuş kökeni kast edilmektedir. Bilimsel bir tarih araştırmasının günümüz koşullarında bu gerçekliği kanıtlaması zor değildir. Eldeki arkeolojik, dini, edebi, siyasi ve ekonomik veriler buna fazlasıyla olanak vermektedir. Ortadoğu uygarlık çözümlememizde birkaç önemli hususu açıklığa kavuşturmak istedik. Tüm değerlendirmemiz karmaşık olmakla birlikte, bu hususlara bir kez daha dikkat çekmek yerinde olur.
a- Avrupa uygarlığının tarihsel kaynağını Grek-Roma uygarlığında araması, büyük eksikliklere ve yanılgılara yol açmaktadır. Zira Grek ve Roma uygarlık gelişmeleri Ortadoğu uygarlığının kölelik aşamasının son biçimlenmesini temsil etmektedir. Özü vermekten uzaktır. Esas kaynak, Sümer ve ikinci derecede Mısır sınıflı toplumudur. Sümerleri incelemek, orijinali temsil ettiğinden ötürü büyük önem taşır. Tarih sadece Sümerlerle başlamıyor. İki ana doğrultuda gelişme esas olduğu gibi, toplumun sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen bölünmesine uğramasını da başlatıyor. Daha sonraki tarih bu iki temel doğrultuda gelişecektir: Doğu ile Batı ve sömüren ile sömürülen. Doğu-Batı ayrımının temelinde şehir ve tarımsal sömürü rol oynamaktadır. Şehir daha ileri biçimlere yol açarken, tarımı da kendisine uyarlamaya zorlamaktadır. Böylelikle başlayan çelişki günümüze kadar sürecektir. Batı kökenli uygarlıklar daha çok şehir ağırlıklı, ticaret, zanaatkarlık ve dini-dünyevi yönetim merkezi rolünü geliştirirken, Doğu kökenli uygarlıklar köy ve kasabaya dayalı çiftçiyi, göçebeyi, aşiret ve toprak beyliklerini esas alacaktır.
b- Tarihin bu tarz altında gelişmesinin ideolojik ifade biçimlerine yansımasını doğru belirlemek, en önemli sorunu teşkil etmektedir. Sümer kaynağındaki ideolojik yansıma, üzerinde en çok durulması gereken biçimleri ihtiva etmektedir. Sümerlerin ideolojik yapısını çözümlemeden, ne tek tanrılı dini ve ideolojiyi ne felsefi ideolojik biçimi, hatta ne de bilimsel düşünce tarzını sağlıklı değerlendirmek mümkün olmaktadır. İdeolojinin kesin tanımı ancak orijinal kaynağında en gerçekçi tarzda yapılabilir. Bunu esas almadan dinler tarihine dayanmak, felsefeyi orijinal saymak ve en son olarak da “doğruları yalnızca bilimsel çağda bulmak mümkündür” demek; büyük yanılgıları, kopuklukları ve dolayısıyla tarihi boydan boya kaplayan zihniyet yapılanmalarını gerçeğin yerine koymaya zorlayabilir. Tarih genel olarak bu kusuru içerdiği gibi, pratik gelişmesi de bu garabetlerin, daha doğrusu büyük çarpıtmaların altında olmuştur. Bu gerçeğin farkına varmaya çalışan 20. yüzyıl, belki de bu tarihin en kanlı yüzyılıdır. Eğer 20. yüzyıl için bir itiraf olacaksa, herhalde en başta 436 Sümer Rahip Devletinden bu tarihe bakış açısını bilimle güçlendirip insanlığın başına nasıl kustuğunu göstermek biçiminde olabilir. Belki de tüm önceki yüzyıllar, bilimsel olanakların sınırlı olmasından ötürü özeleştiri yapacak durumda değildiler. Ama 20. yüzyılın özeleştiri için bilimsel olanakları fazlasıyla vardı. Bu yüzyılın büyük bir itiraf ve özeleştiri yerine saldırganlığa yönelmesi ve en şiddetli yüzyıla yol açması en büyük suçunu teşkil etmektedir. İnsanlık 20. yüzyılı çözmedikçe, suçunu itiraf edip büyük bir ahlaki devrimle özeleştirisini yapmadıkça, en lanetli toplum düzeni olmaktan kurtulamayacaktır. Yeni uygarlıksal gelişme ancak bu lanetli toplumun çözümlenmesiyle gelişebilir.
c- Dört tane büyük düşünce biçimi birbiriyle diyalektik bağ için de olup özünde sınıflı toplum tarihini yansıtmaktadır. Yansıtma esas olarak egemen ve sömürgen kesimin bakış açısını vermektedir. Buna karşılık mahkum ve sömürülen kesim, kendi resmi olmayan, daha çok gizli olmaya zorlanan tarzını yaratıp sürdürmekten hiçbir zaman geri durmamıştır. İlk sömüren sınıfın yükselttiği ideolojik biçim, genel olarak göğe, yüksekliğe dayanan mitolojidir. Daha doğru bir ifadeyle gök, yücelik ve yükseklik egemen sınıf sıfatı olarak gelişirken, sömürülen sınıf için alçaklık, yerin altı ve cehennem öngörülmektedir. Mitolojik (rivayet, söylence) düşünce biçimini insanlığın çocukluk döneminde sömürgen sınıfın kendi lehine en saf şekle dönüştürmesinde Sümerli rahipler belirleyici role sahiptir. Daha sonraki düşünce biçimlerine damgasını vuran Sümer rahip tarzıdır. Bu tarz sınıflı toplumun oluşturulmasıyla yakından bağlantılıdır. Tüm hakim tanrı kişilikleri ve sıfatları başta doğayı temsil etmelerine rağmen, giderek sömürücü sınıfın özelliklerine indirgenmektedir. Sümer tanrıları tek tanrılaşmaya doğru gidişte de belirleyicidir. Şehir devletçiklerinden imparatorluğa doğru evrim gösterildikçe, tanrıların sayısı da azalmakta ve teke düşmekte, doğal özelliklerden toplumsal özellikler edinmektedir. Şehir toplumu ve değişim geliştikçe tek tanrıcılık da gelişmektedir.
Tek tanrıcılık ticaret toplumunun karakterine daha çok uymaktadır. Kavram ve kimlik olarak, düşüncenin gelişmesinde önemli bir duraktır. Kesin güvence ve değişim kurallarına ihtiyaç gösteren ticaret toplumu, bu ihtiyacını mitolojiyi dinselleştirmekle gidermeye çalışmaktadır. Mitoloji söylenceye dayandığı için kesinlik arz etmemektedir; bir yasa ve din hükmü değerinde değildir. Tarım toplumuna daha uygun düşmektedir. Fakat değişim oranlarının büyük önem kazanması, tüccarı kesin hükümlü bir inanca veya dine mecbur bırakmaktadır. Kesin hükümlü bir dinin kuralları, uyulması ve inanılması zorunlu yasalar değerindedir. Bu özellik, ticaretin işlerini son derece kolaylaştırmaktadır. Tek tanrılı dinlerin daha çok Sümer ve Mısır uygarlıkları arasında ticaretle geçinen Semitik kabilelere dayalı olarak gelişmesi tesadüf olmayıp bu gerçeklikle yakından bağlantılıdır. Din ve mitolojinin resmi biçimleri daha çok hakim ve sömüren sınıfın çıkarlarına göre düzenlenmiştir. Mahkum ve sömürülen kesimlerin bu yaratımlardaki rolü pasiftir; nasıl sunuluyorsa öyle özümsemek zorunda bırakılmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER